يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُبْطِلُوا صَدَقَاتِكُمْ بِالْمَنِّ وَالْاَذٰىۙ كَالَّذ۪ي يُنْفِقُ مَالَهُ رِئَٓاءَ النَّاسِ وَلَا يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ صَفْوَانٍ عَلَيْهِ تُرَابٌ فَاَصَابَهُ وَابِلٌ فَتَرَكَهُ صَلْداًۜ لَا يَقْدِرُونَ عَلٰى شَيْءٍ مِمَّا كَسَبُواۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِر۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | امَنُوا | iman edenler |
|
4 | لَا |
|
|
5 | تُبْطِلُوا | boşa çıkarmayın |
|
6 | صَدَقَاتِكُمْ | sadakalarınızı |
|
7 | بِالْمَنِّ | başa kakmakla |
|
8 | وَالْأَذَىٰ | ve eziyet etmekle |
|
9 | كَالَّذِي | gibi |
|
10 | يُنْفِقُ | infak eden |
|
11 | مَالَهُ | malını |
|
12 | رِئَاءَ | gösteriş için |
|
13 | النَّاسِ | insanlara |
|
14 | وَلَا |
|
|
15 | يُؤْمِنُ | inanmayan |
|
16 | بِاللَّهِ | Allah’a |
|
17 | وَالْيَوْمِ | ve gününe |
|
18 | الْاخِرِ | ahiret |
|
19 | فَمَثَلُهُ | öylesinin durumu |
|
20 | كَمَثَلِ | benzer ki |
|
21 | صَفْوَانٍ | şu kayaya |
|
22 | عَلَيْهِ | üzerinde bulunan |
|
23 | تُرَابٌ | toprak |
|
24 | فَأَصَابَهُ | ona isabet etttiğinde |
|
25 | وَابِلٌ | bir sağnak (yağmur) |
|
26 | فَتَرَكَهُ | onu bırakır |
|
27 | صَلْدًا | sert bir taş halinde |
|
28 | لَا |
|
|
29 | يَقْدِرُونَ | (Böyleleri) elde edemezler |
|
30 | عَلَىٰ | hiçbir |
|
31 | شَيْءٍ | şey |
|
32 | مِمَّا | şeylerden |
|
33 | كَسَبُوا | kazandıkları |
|
34 | وَاللَّهُ | Allah |
|
35 | لَا |
|
|
36 | يَهْدِي | doğru yola iletmez |
|
37 | الْقَوْمَ | toplumunu |
|
38 | الْكَافِرِينَ | kafirler |
|
Ahlaki temelden ve samimiyetten yoksun olan her davranış, gerçekte oldukça yüzeyseldir. Tıpkı üzeri ince bir toprak tabakası ile örtülmüş bir kaya gibi. Aslında ideal bir bahçe ya da tarla görünümü veren bu yerin toprağını sıyırdığınızda altından katı ve gerçek yüzü çıkar. Meğerse o hiçbir şeyin ekilemeyeceği, ekilse dahi bitemeyeceği bir kaya değil miymiş!
Özetle: Allah kendisine karşı kullanacağınız her maskeyi kayanın toprağını yağmurla sıyırdığı gibi sıyırıp atar.
Riyazus Salihin, 795 Nolu Hadis
Ebû Zer radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Üç sınıf insan vardır ki, Allah Teâlâ kıyamet gününde onlarla konuşmaz, onların yüzüne bakmaz ve kendilerini temize de çıkarmaz. Onlar için can yakıcı bir azâb vardır.”
Hadisin râvisi diyor ki:
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu sözünü üç defa tekrarladı. Bunun üzerine Ebû Zer :
– Ziyana uğradılar ve zarar ettiler; onlar kimlerdir yâ Rasûlallah? dedi. Rasûl-i Ekrem şöyle buyurdu:
“Elbisesinin eteğini yerde sürüyen, yaptığı iyiliği başa kakan ve ticaret malını yalan yere yeminle satmaya çalışan kimsedir.”
Müslim’in bir başka rivayetinde: “Kaftanını sürüyen” denilmiştir. (Aynı numaralı hadisin, aynı yerde bir başka tarikidir)
Müslim, Îmân l71. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Libâs 25; Nesâî, Büyû 5
Ayeti Kerimedeki safvân kelimesi düz kaya parçası manasında kullanılmıştır.
Vâbil iri taneli sağanak yağmur demektir. Ağırlık manası düşünülerek zararından korkulan şeye vebâl denmiştir.
Saldâ kelimesi Kur’ân’da yalnızca bu Ayeti Kerimede geçmiştir. Bitki bitirmeyen sert bir kaya manasındadır. Bir şey bitirmeyen her şeye Arapça'da sald denir. (Müfredat)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُبْطِلُوا صَدَقَاتِكُمْ بِالْمَنِّ وَالْاَذٰىۙ كَالَّذ۪ي يُنْفِقُ مَالَهُ رِئَٓاءَ النَّاسِ وَلَا يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir. ٱلَّذِینَ münadadan sıfat veya bedeldir.
İsm-i mevsûlun sılası ءَامَنُوا۟ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. ءَامَنُوا۟ damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olup mahallen merfûdur.
Nidanın cevabı لَا تُبۡطِلُوا۟ صَدَقَـٰتِكُم ’dur. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تُبۡطِلُوا۟ fiili نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. صَدَقَاتِ mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesredir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بِٱلۡمَنِّ car mecruru تُبۡطِلُوا۟ fiiline müteallıktır. بِ harfi ceri sebebiyyedir. ٱلۡأَذَىٰ kelimesi atıf harfi وَ ‘la ٱلۡمَنِّ ’ya matuftur. أَذࣰى elif üzere mukadder kesre ile mecrurdur.
كَ , harfi cerdir. مثل (gibi) manasındadır. Mahzuf masdarın sıfatı olarak mahallen mansubtur. Takdiri; إبطالا مثل إبطال الذي ينفق (İnfak edilen şeyin iptali gibi iptal ederek) şeklindedir. Veya تبطلوا fiilindeki و ‘dan haldir. Takdiri; لا تبطلوا صدقاتكم مشابهين الذي ينفق ماله رئاء الناس (Malını insanlara gösteriş için harcayan kimse gibi, sadakanızı boşa çıkarmayın) şeklindedir. Müfred müzekker has ism-i mevsûl ٱلَّذِی , mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası یُنفِقُ مَالَهُۥ ’dır. یُنفِقُ muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. مَالَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. رِئَاۤءَ sebebiyet bildiren mefulün lieclihtir. ٱلنَّاسِ muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur.
Mef’ûlün lieclih izafet terkibi halinde gelirse harfi cerli veya harfi cersiz gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
و atıf harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. یُؤۡمِنُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. بِاللّٰهِ car mecruru يُؤْمِنُ fiiline müteallıktır. الْيَوْمِ atıf harfi وَ ’la اللّٰهِ lafzına matuftur. الْاٰخِرِ kelimesi الْيَوْمِ ’nin sıfatıdır. Cümle olarak kendinden önceki sıla cümlesine matuftur.
Şayet “Nasıl oluyor da önce كَٱلَّذِی یُنفِقُ [gösteriş için infak eden kişi] diyor, daha sonra da لَّا یَقۡدِرُونَ [hiçbir şey elde edemezler’ diyor?] dersen, şöyle derim: “İnfak eden kişi” ifadesi ile cins ya da grup kastedilmiştir. Zira مَنْ ve اَلَّذِي ifadeleri birbirlerinin yerine kullanılırlar; dolayısıyla burada sanki اَلَّذِي يُنْفِقُ ifadesi ile مَنْ يُنْفِقُ ifadesi kastedilmiştir. [Bu da tekil formun ardından çoğul form kullanımını mümkün kılar.] (Keşşâf)
فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ صَفْوَانٍ عَلَيْهِ تُرَابٌ فَاَصَابَهُ وَابِلٌ فَتَرَكَهُ صَلْداًۜ
İsim cümlesidir. فَ ta’liliyyedir. İstînâfiyye olması da caizdir. مَثَلُهُۥ mübtedadır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كَ teşbih ve cer harfidir. كَمَثَلِ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. صَفۡوَانٍ muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur. عَلَیۡهِ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. تُرَابࣱ muahhar mübtedadır. عَلَیۡهِ تُرَابࣱ cümlesi صَفۡوَانٍ kelimesinin sıfatı olup mahallen mecrurdur.
فَ atıf harfidir. أَصَابَهُۥ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. وَابِلࣱ fail olarak merfûdur. فَ atıf harfidir. تَرَكَهُۥ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. صَلۡدࣰا ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
لَا يَقْدِرُونَ عَلٰى شَيْءٍ مِمَّا كَسَبُواۜ
Cümle istînâfiyye olarak gelen fiil cümlesidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. یَقۡدِرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzaridir. عَلَىٰ شَیۡءࣲ car mecruru یَقۡدِرُونَ fiiline müteallıktır.
مَا müşterek ism-i mevsûlu, مِنْ harfi ceriyle birlikte شَیۡءࣲ ’in mahzuf sıfatına müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası كَسَبُوا۟ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur. كَسَبُوا۟ damme üzere mebni mazi fiildir.
Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِر۪ينَ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اللّٰهُ lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur. لَا يَهْدِي haber olarak mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَهْدِي fiili, ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. الْقَوْمَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. ٱلۡكَـٰفِرِینَ kelimesi الْقَوْمَ ’nin sıfatı olup nasb alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْكَافِر۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan كفر fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُبْطِلُوا صَدَقَاتِكُمْ بِالْمَنِّ وَالْاَذٰىۙ كَالَّذ۪ي يُنْفِقُ مَالَهُ رِئَٓاءَ النَّاسِ وَلَا يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nidanın cevabı olan ... لَا تُبۡطِلُوا۟ صَدَقَـٰتِكُم cümlesi nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
ٱلَّذِینَ münadadır. Sılası ءَامَنُوا۟ mazi fiil sıygasında faidei-i haber ibtidai kelamdır.
İsm-i mevsûller muhakkak herkesin bildiği bir grup varsa kullanılır. Burada bu iman edenler Peygamber Efendimiz ve sahabe tarafından bilinen insanlardı. Böyle bir grup yoksa ism-i mevsûl gelmez. İsm-i mevsûllerde tevcih sanatı vardır.
Has ism-i mevsûl ٱلَّذِی , teşbih harfi كَ sebebiyle mecrur mahalde mahzuf hale mütellıktır. Mevsûlün sıla cümlesi, müsbet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette, sadakalarını eza ve başa kakmak suretiyle geçersiz hale getirenler, insanlara gösteriş yaparak infak eden, Allah'a ve ahiret gününe inanmayan kimselere benzetilmiştir. Temsilî bir teşbihtir.
Teşbihin anlamı, sadakaları sevap arayarak veren ve sadakalarının peşinden eziyet ve zarar veren bazı Müslüman hayırseverleri, ahiret sevabını istemeyen paralarını sadece gösteriş ve övgü için harcayan inkarcılara benzetmektir. (Âşûr)
Vech-i şebeh; kendilerine verilen şeylerden infak ederek nefislerinde olan ve ahirette telafi edilemeyecek zayıfları aşağılama ve eziyet etme sevgisini tedavi etmeyerek faydalanmamaktır. (Âşûr)
Şayet “Nasıl oluyor da önce كَٱلَّذِی یُنفِقُ [gösteriş için infak eden ayet kişi] diyor, daha sonra da لَّا یَقۡدِرُونَ [hiçbir şey elde edemezler’ diyor?] dersen, şöyle derim: “İnfak eden kişi” ifadesi ile cins ya da grup kastedilmiştir. Zira مَنْ ve اَلَّذِي ifadeleri birbirlerinin yerine kullanılırlar; dolayısıyla burada sanki اَلَّذِي يُنْفِقُ ifadesi ile مَنْ يُنْفِقُ ifadesi kastedilmiştir. (Bu da tekil formun ardından çoğul form kullanımını mümkün kılar.) (Keşşâf ve Âşûr)
ٱلۡمَنِّ - ٱلۡأَذَىٰ ve صَدَقَـٰتِكُم - یُنفِقُ kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
یَـٰۤأَیُّهَا ٱلَّذِینَ ءَامَنُوا۟ şeklindeki nida üslubu Kur’an-ı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Çeşitli tekit türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra أَیُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan konu için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’ânî, S. 43)
ءَامَنُوا۟ ve لَا یُؤۡمِنُ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb vardır.
‘’Ey iman edenler!’’ nidasından sonra önemli bir konunun gelmesi beklenir.
Burada iltifat vardır. Gıyabi üsluptan muhataba dönülmüştür. Bu yasağı yerine getirmenin lüzumunu mübalağalı olarak ifade etmek içindir. (Ebüssuûd)
261. ayette infakın bire yüz verdiğini söylemişti, burada da yapılan infakın niyete ve arkadan yapılan davranışlara bağlı olarak tamamen yok olduğu söylenmiş, tam tersi bir durum ifade edilmiştir. Bu ayet adeta 261. ayetin mukabili gibidir. Orada, bir habbenin nasıl arttığı anlatılmıştı. Burada da nasıl yok olduğu anlatılmıştır. Mukabele vardır.
Sadaka verip başa kakan veya eziyet eden kimse fayda görmeme bakımından Allah’a iman etmeyen, yeniden dirilmeyi ve ahireti tasdik etmeyen kâfir gibidir. O sadece insanlara gösteriş yapmak için sadaka verir ve bundan da bir yarar görmez. Gösteriş yapmak; sevaptan mahrum kalmak için yeterli bir vasıftır. Bu ayetteki لَا یُؤۡمِنُ [İman etmez.] ifadesi gibi münafıklar hakkında da şöyle buyrulmuştur: قُلْ اَنْفِقُوا طَوْعًا اَوْ كَرْهًا لَنْ يُتَقَبَّلَ مِنْكُمْۜ [De ki: İster kendi iradenizle ister zorla infak edin sizden kabul edilmez.] (Tevbe 9/53) Kâfirler hakkında ise şöyle buyrulmuştur: وَمَا مَنَعَهُمْ اَنْ تُقْبَلَ مِنْهُمْ نَفَقَاتُهُمْ اِلَّٓا اَنَّهُمْ كَفَرُوا بِاللّٰهِ وَبِرَسُولِه۪ [Onların sadakalarının kabul edilmemesinin sebebi Allah’ı ve peygamberi inkâr etmeleridir.] (Tevbe 9/54) Bu iki vasıf bir araya geldiğinde o kişi mahrum kalmaya daha ziyade müstahaktır. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ صَفْوَانٍ عَلَيْهِ تُرَابٌ فَاَصَابَهُ وَابِلٌ فَتَرَكَهُ صَلْداًۜ
فَ istînâfiyyedir. Cümle isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. مَثَلُهُ mübtedadır. Car-mecrur كَمَثَلِ mahzuf habere müteallıktır.
عَلَیۡهِ تُرَابࣱ cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Car mecrurun müteallakı olan mukaddem haber, mahzuftur.
فَ ile makabline atfedilen mazi fiil cümlesi فَأَصَابَهُۥ وَابِلࣱ , faide-i haber ibtidaî kelamdır. Yine فَ ile atfedilmiş müteakip فَتَرَكَهُۥ صَلۡدࣰاۖ cümlesi de aynı formda gelmiş fiil cümlesidir.
كَمَثَلِ صَفۡوَانٍ عَلَیۡهِ تُرَابࣱ [Üzerinde toprak bulunan düz taş gibi.....] Burada temsilî teşbih vardır. Çünkü vech-i şebeh birkaç tanedir. Bu teşbihi şöyle açıklayabiliriz:
Görünen amel=Toprak.
Başa kakan ve inciterek veren münafık=Sert kaya.
Eziyetli ve riyalı, minnetle verilen sadaka= Altı taş olan toprağa ekilen ekin.
Kıyamet günü=Şiddetli yağmur.
Kıyamet günü geldiğinde bütün bu sadakalar şiddetli yağmurun pürüzsüz bir taş üzerindeki toprağı giderdiği gibi kaybolur ve boşa çıkar. İnsanlar zahiren kayanın üzerinde görünen toprak gibi bu insanların amelini de güzel görürler. O gün bu amellerin Allah’ın rızası için yapılmadığı ortaya çıkar.
Malını insanlara gösteriş için infak eden kâfirin hali üzerinde toprak olan bir kayaya benzetilmektedir. Yani bakan onu ekime uygun verimli toprak olarak düşünür. Kelamın takdiri: عَلَيْهِ تُرابٌ صالِحٌ لِلزَّرْعِ üzerinde ekime uygun toprak olan şeklindedir. Toprağın sıfatı îcaz için hazfedilmiştir. İnsanlar toprak deyince yağmuru görünce içindeki tohumu yeşertip büyüteceğini düşünür. Çiftçi böyle bir kaya üzerindeki toprağa ekini eker ve toprağa sağanak yağmur yağarsa çiftçi mahsulünün artacağını umarken su kayanın üzerindeki toprağı silip süpürür ve geride hiçbir şey bırakmaz. Cascavlak bir kaya kalır ve çiftçinin hayalleri yıkılır gider. (Âşûr)
فَمَثَلُهُۥ sözündeki هُ zamiri hususunda iki görüş vardır:
1) Bu zamir, münafığa racidir. Buna göre mana şöyle olur: "Allahu Teâlâ başa kakıp inciterek sadaka veren kimseyi, münafığa; münafığı da o taşa benzeterek, ‘’...bir taşın hali gibi." buyurmuştur.
2) Kaffâl (rh) şöyle demiştir: "Bunda bir ihtimal daha bulunur, o da şu manadır: Kulların amelleri, kıyamet günü onların azıklarıdır. Binaenaleyh kim ihlas ile amel ederse, sanki kat kat verecek olan bir toprağa tohum ekmiş, vakti gelince biçeceği ve ihtiyaç duyduğu zaman yanında bulacağı şekilde o tohum bitmiş gibi olur. Münafığın ektiği yer ise, çıplak kayadır. Malumdur ki, onun üzerinde hiçbir şey bitmez ve o kayanın üzerinde tohumu kabul edecek bir şey bulunmaz. (Fahreddin er-Razi)
لَا يَقْدِرُونَ عَلٰى شَيْءٍ مِمَّا كَسَبُواۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
شَیۡءࣲ ’deki tenvin, kıllet içindir. Olumsuz siyakta nekre, umum ifade ederek kazanç olarak hiçbir şey elde edemediklerini belirtir.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûlün başındaki harf-i cerle birlikte muteallakı, شَیۡءࣲ ’in mahzuf sıfatıdır.
Mevsûlün sılası olan كَسَبُوا۟ۗ ; faide-i haber ibtidaî kelam olan mazi fiil cümlesidir.
ٱلَّذِی ’deki müfred zamirden یَقۡدِرُونَ ‘de cemi zamire iltifat edilmiştir.
Allahu Teâlâ'nın لَّا یَقۡدِرُونَ عَلَىٰ شَیۡءࣲ مِّمَّا كَسَبُوا۟ۗ [(Onlar) kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler] buyruğuna gelince, buradaki "onlar" zamirinin nereye raci olduğu hususunda iki görüş vardır:
1) Bu, zikredilmeyen bir maluma racidir. Yani, mahlukattan hiç kimse o dümdüz taş üzerinde bulunan toprağa atılmış olan tohuma güç yetiremez. Çünkü toprak kayadan kayıp gitmiştir ve orada tohum da kalmamıştır. Böylece de hiç kimse o tohumdan istifade edememiştir. Başa kakarak inciten münafık kimselerin hiçbiri de kıyamet gününde, yapmış olduğu amelden istifade edemez.
2) Bu zamirin, Hak Teâlâ'nın ifadesine raci olmasıdır. Bu ifadenin gelmesi, bu manadan dolayıdır. Çünkü Hak Teâlâ'nın ifadesi ile, ancak cins olan şeye işaret edilmektedir. Cins ise, umum hükmündedir. Kaffâl (ra) burada bir üçüncü vechin bulunduğunu söylemiştir ki, o da bu ifadenin, "Sadakalarınızı başa kakmak ve incitmek suretiyle heder etmeyin" ayetiyle ilgili olmasıdır. Çünkü siz böyle yaptığınızda, kazandığınız şeylerden hiçbir şey elde edemezsiniz. Böylece muhataptan gaibe dönülmüş olur. Bu, Hak Teâlâ'nın tıpkı حَتّٰٓى اِذَا كُنْتُمْ فِي الْفُلْكِۚ [Güzel bir rüzgarla gemiler onları kaydırıp götürdüğü zaman] (Yunus, 22) ayeti gibidir. (Burada da muhataptan, gaibe geçilmiştir.) (Fahreddin er-Razi)
وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِر۪ينَ
وَ istînâfiyyedir. Menfi fiile isnad edilmiş isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Allah Teâlâ kâfir kavmi hidayete erdirmeyeceğini isim cümlesi formuyla bildirmiştir. İsim cümlesi sübut ifade eder.
ٱلۡقَوۡمَ , ٱلۡكَـٰفِرِینَ ‘in sıfatıdır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması ve tekrarlanması, kalplere telezzüz, teberrük ve korku duyguları salmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmektedir. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karîneler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
Bu tezyîl inkar edenlerin hallerinin kendi amellerine nüfuz etmesinden müminleri uyarmak içindir. Çünkü onların (kâfirlerin) hallerinde infak ettiklerini başa kakma ve eziyet verme vardır. (Âşûr)
ٱلۡكَـٰفِرِینَ - ءَامَنُوا۟ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
ٱلَّذِینَ - ٱلَّذِی , یُؤۡمِنُ - ءَامَنُوا۟ kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
[Allah kâfirler kavmine hidayet etmez] sözü söylenmiş, bu sözün melzumu olan “Onların sadakalarını kabul etmez” manası kastedilmiştir.