اَلَّذ۪ينَ يَأْكُلُونَ الرِّبٰوا لَا يَقُومُونَ اِلَّا كَمَا يَقُومُ الَّذ۪ي يَتَخَبَّطُهُ الشَّيْطَانُ مِنَ الْمَسِّۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَالُٓوا اِنَّمَا الْبَيْعُ مِثْلُ الرِّبٰواۢ وَاَحَلَّ اللّٰهُ الْبَيْعَ وَحَرَّمَ الرِّبٰواۜ فَمَنْ جَٓاءَهُ مَوْعِظَةٌ مِنْ رَبِّه۪ فَانْتَهٰى فَلَهُ مَا سَلَفَۜ وَاَمْرُهُٓ اِلَى اللّٰهِۜ وَمَنْ عَادَ فَاُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | الَّذِينَ | o kimseler ki |
|
2 | يَأْكُلُونَ | yerler |
|
3 | الرِّبَا | Riba (faiz) |
|
4 | لَا |
|
|
5 | يَقُومُونَ | kalkamazlar |
|
6 | إِلَّا | ancak |
|
7 | كَمَا | gibi |
|
8 | يَقُومُ | kalkarlar |
|
9 | الَّذِي | kimse |
|
10 | يَتَخَبَّطُهُ | çarptığı |
|
11 | الشَّيْطَانُ | şeytanın |
|
12 | مِنَ |
|
|
13 | الْمَسِّ | dokunup |
|
14 | ذَٰلِكَ | bu |
|
15 | بِأَنَّهُمْ | onların |
|
16 | قَالُوا | demelerindendir |
|
17 | إِنَّمَا | şüphesiz |
|
18 | الْبَيْعُ | alışveriş de |
|
19 | مِثْلُ | gibidir |
|
20 | الرِّبَا | riba (faiz) |
|
21 | وَأَحَلَّ | oysa helal kılmıştır |
|
22 | اللَّهُ | Allah |
|
23 | الْبَيْعَ | alış-verişi |
|
24 | وَحَرَّمَ | ve haram kılmıştır |
|
25 | الرِّبَا | ribayı |
|
26 | فَمَنْ | kime |
|
27 | جَاءَهُ | gelir de |
|
28 | مَوْعِظَةٌ | bir öğüt |
|
29 | مِنْ | -nden |
|
30 | رَبِّهِ | Rabbi- |
|
31 | فَانْتَهَىٰ | (ribadan) vazgeçerse |
|
32 | فَلَهُ | kendisinindir |
|
33 | مَا | ne varsa |
|
34 | سَلَفَ | geçmişte |
|
35 | وَأَمْرُهُ | ve işi de |
|
36 | إِلَى | kalmıştır |
|
37 | اللَّهِ | Allah’a |
|
38 | وَمَنْ | kim |
|
39 | عَادَ | tekrar (ribaya) dönerse |
|
40 | فَأُولَٰئِكَ | onlar |
|
41 | أَصْحَابُ | halkıdır |
|
42 | النَّارِ | ateş |
|
43 | هُمْ | onlar |
|
44 | فِيهَا | orada |
|
45 | خَالِدُونَ | ebedi kalacaklardır |
|
Riba kelimesi “doğal olmayan çoğalma “ manasına gelir ve Araplar çok bekleyen patatesin üzerinde oluşan doğal olmayan filizlere de “riba” diyorlar.
Bir önceki ayette mallarını gece ve gündüz gizli ve açık Allah yolunda sarfedenlerden bahsedilmişti. Şimdi de gece ve gündüz yatarak doğal ve uygun olmayan şekilde malın artışıyla servetine servet katanlardan bahsediliyor.
Büyük düşünür ve müfessir Fahreddin er-Râzî’ye göre faizin haram kılınması şu hikmetlere dayanmaktadır: 1. Faiz, karşılığı bulunmayan, karşılığında bir şey verilmeden alınan maldır. İnsanoğlu ihtiyaçlarını malı sayesinde karşılar. Bu sebeple malın önemi, değeri ve dokunulmazlığı vardır. Karşılığını vermeden kişinin malını almak, mülkiyet hakkının dokunulmazlığına aykırıdır ve haramdır.
İnsanlara iki yönden telkin ve çağrı gelir: Şeytan maddî hazlara, şehvetin doyurulmasına ve hayatı, Allah’tan başka şeylerle doldurmaya çağırır. Melek de dine ve takvâya davet eder. Şeytanın çağrısına uyanlar arasında faiz yiyenler de vardır. Bunlar dünyaya ve geçici nimetlere düşkündürler ve bu düşkünlük içinde ölünce Allah ile aralarında bir perde hâsıl olur. Şeytanın çarpması (telkini, çağrısı, verdiği vesvese) buna uyanları, dünyada Allah’tan uzak kalan, maddî lezzetler peşinde koşarak geçirilen bir hayata mahkûm eder. Ömrünü böyle tamamlayanlar âhirette de Allah’ın eşsiz lutuf ve yakınlığından mahrum olurlar (Râzî, VII, 88-90). İbn Atıyye, bu zalimce kolay kazanma hırsının faizcileri, deliler gibi hareket etmeye sevkettiğini, âyette bu halin deliler ve saralıların haline benzetildiğini (mecazi mânanın kastedildiğini) ifade etmiştir (I, 372). Çağdaş bazı tefsirciler de cin ve şeytan çarpmış gibi hareket etmekten maksadın “dengesiz, düzensiz, bozuk” hareket olduğunu, bunun öldükten sonra değil, dünyada yaşanacağını; fıtrata ve tabii olana aykırı bulunan faizciliğin yaygın olduğu toplumlarda düzenin bozulacağını, sosyal adalet ve dengenin ortadan kalkacağını, ahlâkın fesada uğrayacağını, nihayet çatışmaların iç savaşa dönüşebileceğini söylemişlerdir (Tabâtabâî, II, 434 vd.).
Faizin mahiyet ve hükmüyle faiz yiyenlerin âkıbetleri konusunda Allah’tan gelen bu açıklama ve öğütlere kulak vererek faizcilikten vazgeçenler, daha önceden almış oldukları faizleri geri ödemeyeceklerdir. 278. âyet de bunu teyit etmektedir. Ancak akid yapıp da henüz teslim almadıkları faizleri almaları câiz değildir. 279. âyet “Tövbe ederseniz artık hakkınız ana paradır…” diyerek bu hükme açıklık getirmiştir.
Kaynak : Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 429-441
Haksız kazancın engellenmesi için Medine çarşısına getirilen en önemli kural, faiz yasağı idi. Hicrî dördüncü yılda, “Ey iman edenler, kat kat artırılmış olarak faiz yemeyin!”
28 âyeti ile alışverişte faizli muameleler yasaklanarak emek veya mal karşılığı olmayan kazanç kapısı kapandı. Hz. Muhammed, bir devlet başkanı olarak da bu yasağın uygulanmasını kararlılıkla takip etti. Fethedilen yeni beldelere de bu yasağı bildirdi ve devlet kontrolü ile gayri müslimler dâhil herkesin faiz yasağına uyması sağlandı.
29/ Haksız kazancın yoluna set çekmek için başvurulan tedbir, faiz yasağından ibaret değildi. Hz. Peygamber, elindeki malı stoklayarak piyasaya çıkarmayan ve mala olan ihtiyaç arttığında onu piyasaya arz ederek kazancını artırmayı hedefleyen karaborsa zihniyetini engelledi. “Malını satışa arz eden kimse rızıklandırılır, karaborsacı ise lânetlenir.” 30 buyurarak bu iki sınıfın dünya ve âhiretteki durumunun bir olamayacağını bildirdi. Zira tüccar uzak yerlerden tehlikeleri göze alarak mal ve hizmeti tüketicinin ayağına getirirken, karaborsacı hiçbir riske girmeden, insanların ihtiyaçlarını sömürerek kazanç sağlıyordu. Çarşıda spekülasyon yaparak haksız kazanç sağlayan tekellerin oluşmaması için, şehirli tüccarların ticaret kervanlarını çarşıya varmadan yolda karşılayarak mallarını ucuza kapatması 31 ve çarşı fiyatlarını bilmeyen köylü adına satış yapması 32 da yasaklandı. Çarşıya getirilen kurallardan biri de tüccarın henüz eline geçmeyen, akıbeti belirsiz malı bir başkasına satması yasağıydı.33 Zira böyle bir uygulama, gerek malın miktarı, gerekse kalitesi konusunda belirsizlik taşımakta, ayrıca risk almayan ve emek sarf etmeyen aracıların piyasada fiyatları artırmasına sebep oluyordu. (Hadislerle İslâm Cilt 5 Sayfa 113)
اَلَّذ۪ينَ يَأْكُلُونَ الرِّبٰوا لَا يَقُومُونَ اِلَّا كَمَا يَقُومُ الَّذ۪ي يَتَخَبَّطُهُ الشَّيْطَانُ مِنَ الْمَسِّۜ
İsim cümlesidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl ٱلَّذِینَ , mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يَأْكُلُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. يَأْكُلُونَ muzari fiildir. نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ‘ı faildir. الرِّبٰوا elif üzere mukadder fetha ile mansubtur.
لَا يَقُومُونَ cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. لَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَقُومُونَ muzari fiildir. نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اِلَّا hasr edatıdır. كَ harfi cerdir. مثل (gibi) manasındadır. مَا ve masdarı müevvel, كَ harfi ceriyle birlikte mahzuf bir mastara veya hale müteallıktır. Takdiri قياما كقيام الذي أو قائمين كقيام الذي (... nin kıyamı gibi kıyam ederek veya … nın kıyamı gibi kaim olarak) şeklindedir. Müfret müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي , fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يَتَخَبَّطُهُ ’dur. يَتَخَبَّطُ merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. الشَّيْطَانُ fail olup lafzen merfûdur. مِنَ الْمَسّ car mecruru يَتَخَبَّطُهُ fiiline müteallıktır.
ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَالُٓوا اِنَّمَا الْبَيْعُ مِثْلُ الرِّبٰواۢ وَاَحَلَّ اللّٰهُ الْبَيْعَ وَحَرَّمَ الرِّبٰواۜ
İşaret ismi ذَ ٰلِكَ mübteda olup mahallen merfûdur. ل harfi buud, yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir. أَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
أَنَّ ve masdar-ı müevvel mecrur mahalde olup بِ harfi ceriyle birlikte ذَ ٰلِكَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. بِ harfi ceri sebebiyyedir. هُمْ muttasıl zamiri أَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. قَالُٓوا fiili أَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. Damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l kavli اِنَّمَا الْبَيْعُ ’dur. قَالُٓوا fiilinin mef‘ûlü bihi olarak mahallen mansubtur. اِنَّمَا kaffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; meneden alıkoyan anlamında olup, buradaki مَا harfidir, اِنَّ harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur. اِنَّ ‘ nin ameli ise engellenmiştir, yani mekfûfedir. الْبَيْعُ mübtedadır. مِثْلُ haberdir. الرِّبٰوا elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
وَ istînâfiyyedir. اَحَلَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. الْبَيْعَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. وَ atıf harfidir. حَرَّمَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو’dir. الرِّبٰوا elif üzere mukadder fetha ile mansubtur.
فَمَنْ جَٓاءَهُ مَوْعِظَةٌ مِنْ رَبِّه۪ فَانْتَهٰى فَلَهُ مَا سَلَفَۜ
فَ istînâfiyyedir. مَنْ şart ismi iki fiili cezmeder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. جَٓاءَ şart fiilidir. Mahallen meczumdur. Aynı zamanda mübtedanın haberidir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. مَوْعِظَةٌ fail olup lafzen merfûdur. مِنْ رَبِّ car mecruru مَوْعِظَةٌ ’un mahzuf sıfatına müteallıktır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ atıf harfidir. انْتَهٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. لَهُ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl مَا , muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası سَلَفَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. سَلَفَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
فَمَنْ جَٓاءَهُ مَوْعِظَةٌ مِنْ رَبِّه۪ [Bundan sonra kime Rabbinden bir öğüt gelir de…] cümlesinde gelmek fiili جَٓاءَهُ şeklinde [müzekker kullanımla] vârid olmuş; جَاءَتْهُ şeklinde geçmemiştir. Çünkü fiil, müennes olan مَوْعِظَةٌ kelimesinden önce gelmiştir. Ayrıca ayetteki مَوْعِظَةٌ kelimesi [müzekker bir kelime olan] اَلْوَعْظ manasındadır ve müennesliği hakiki değildir. Ayet, “Bu öğüt ve haramlık hükmü her kime ulaşırsa” anlamındadır. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
وَاَمْرُهُٓ اِلَى اللّٰهِۜ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. اَمْرُهُٓ mübtedadır. Muttasıl zamir هُٓ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اِلَى اللّٰهِ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.
وَمَنْ عَادَ فَاُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ
وَ atıf harfidir. مَنْ şart ismi iki fiili cezmeder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. عَادَ şart fiilidir. Mahallen meczumdur. Aynı zamanda mübtedanın haberidir.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. اُو۬لٰٓئِكَ ism-i işareti mübteda olarak mahallen merfûdur. اَصْحَابُ haberdir. النَّارِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ
اَلَّذ۪ينَ يَأْكُلُونَ الرِّبٰوا لَا يَقُومُونَ اِلَّا كَمَا يَقُومُ الَّذ۪ي يَتَخَبَّطُهُ الشَّيْطَانُ مِنَ الْمَسِّۜ
İstînafiyye olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi, isim cümlesi formunda faide-i haber talebî kelamdır. Mübteda olan has ism-i mevsul اَلَّذ۪ينَ ’nin sılası olan يَأْكُلُونَ الرِّبٰوا cümlesi muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin ismi mevsulle gelmesi bilinen bir grup olduğuna işaret etmenin yanında tahkir ifade eder.
Mübtedanın haberi olan ... لَا يَقُومُونَ cümlesi menfi muzari fiil sıygasıyla gelmiş, faide-i haber talebî kelamdır.
Nefy harfi لَا ve istisna harfi اِلَّا ile oluşan kasır fiille müteallıkı arasındadır.
مَا , mecrur mahalde masdar harfidir. Masdar tevilindeki ... يَقُومُ الَّذ۪ي cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müfret has ism-i mevsul الَّذ۪ي ’nin sılası olan ... يَتَخَبَّطُهُ الشَّيْطَانُ cümlesi muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede fiillerin muzari sıygada gelişi durumun yenilenerek devam ettiğine işaret eder. Ayrıca muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde olay gözümüzün önünde cereyan eder gibi canlanır.
İsm-i mevsûllerde mübhem yapıları nedeniyle tevcîh sanatı vardır.
الْمَسِّۜ ’ye dahil olan مِنَ harfi sebebiyyedir.
يَقُومُونَ - يَقُومُ , اَلَّذ۪ينَ - الَّذ۪ي kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayetteki teşbihte faiz yiyen insanların hareket tarzı (müşebbeh), şeytanın dokunduğu insanların hareket tarzına (müşebbehün bih) benzetilmiştir. Câmi’, her ikisin ne yaptığını bilmez kötü halidir.
Cümlede cemi ism-i mevsûlden, müfret ism-i mevsûle geçerek iltifat yapılmıştır.
Burada önceki ayetlerde anlatılan infak konusu bitmiş, bunun zıddı olan faiz konusuna girilmiştir. İnfakta karşılık beklentisi olmaksızın vermek varken, faizde karşılıksız olarak kazanma beklentisi vardır.
خَبَّطُ kelimesinin peşpeşe vurmak, düşüncesizce davranmak, çarpıp sendelemek, yolunu kaybetmek gibi manaları vardır. (Dağarcık) Hem düzenli, hem gelişigüzel vurmaktır. Hayvanın yeri eşelemesi gibidir. (Müfredat) Şeytanın çarptığı kimse gibi kalkmak bu dünyada da, ahirette de olabilir. Faiz yiyenler şeytan çarpmış gibi yaşarlar. Şeytan insanı çarpınca insanın aklı karışır ve doğruyu yanlıştan ayırt edemez, nasıl davranacağını bilemez. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveyni, Min Ğarîbi Belagati’l Kur’ani’l Kerim, Soru:1608).
”Faiz alırlar” yerine يَأْكُلُونَ الرِّبٰوا [faiz yerler] buyurulması maksadın yemek olmasıdır. Bir de riba yiyeceklerde daha yaygın olduğundandır.
Riba (faiz) ile sadaka arasında zıt yönden bir münasebet vardır. Çünkü sadaka Allah'ın emri sebebiyle kişinin malını noksanlaştırmasıdır. Riba ise, Allah'ın yasakladığı bir şekilde, kişinin malını artırma isteğinden ibarettir. Bu bakımdan, bu iki şey birbirinin zıddıdırlar. İşte bundan dolayı Cenab-ı Hak, [Allah ribanın bereketini tamamen giderir, sadakaları ise artırır] (Bakara. 276) buyurmuştur. Binaenaleyh riba ile sadaka arasında işte bu yönden bir çeşit ilgi bulunması sebebiyle Cenab-ı Allah sadakanın hükmünden sonra ribanın hükmünü zikretmiştir. (Fahreddin er- Râzî)
ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَالُٓوا اِنَّمَا الْبَيْعُ مِثْلُ الرِّبٰواۢ
Ta’lil cümlesidir. Şibh-i kemâl-i ittisâl nedeniye fasılla gelmiştir. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin uzak için kullanılan işaret ismiyle marife oluşu, işaret edilene dikkat çekmek ve tahkir içindir. (Ebüssuûd)
İşaret ismi ذٰلِكَ ‘de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de vücûdun tahakkuku, yani hükmün gerçekleşmesidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
Cümlede îcâz-ı hazif vardır. Masdar ve tekid harfi اَنَّ ‘yi takip eden mecrur mahaldeki isim cümlesi, masdar teviliyle mahzuf habere müteallıktır. Masdar-ı müevvel cümlesi …اَنَّهُمْ قَالُٓوا اِنَّمَا , faide-i haber talebî kelamdır.
اَنَّ ’nin haberi olan قَالُٓوا fiilinin mekulü’l-kavli de اِنَّمَا kasr edatıyla tekid edilmiş isim cümlesi formunda, faide-i haber talebî kelamdır. Kasr, mübteda ve haber arasındadır. الْبَيْعُ maksur, مِثْلُ الرِّبٰواۢ maksurun aleyhtir.
اِنَّمَا edatı; siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. Muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur, ya da bu konuma konulmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meanî İlmi)
Ayet-i kerimede faiz yiyenlerin sözü olarak zikredilen اِنَّمَا الْبَيْعُ مِثْلُ الرِّبٰواۢ [Alışveriş de faiz gibidir] ifadesinde teşbih ters çevrilerek müşebbeh, müşebbehün bih konumuna konulmak suretiyle teşbih-i maklûb yapılmıştır.
İfadenin aslı اَلرِّبَا مِثْلُ الْبَيْعِ (faiz de alışveriş gibidir) denilmesidir. Ancak müşriklerin faizin helal olduğu konusundaki itikatları o dereceye ulaşmıştır ki faizi asıl kabul edip alışverişi ona kıyas etmişlerdir. Müşebbeh müşebbehün bih yerine koyularak yapılan bu teşbih, teşbih mertebelerinin en üst derecesidir. (Sinan Yıldız, Vehbe Ez-Zuhaylî’nin Et-Tefsîru’l-Münîr Adlı Tefsirinde Belâğat İlmi Uygulamaları, Safvetü't Tefasir)
Alışverişin ribaya benzetilmesi, mübalağa için teşbih-i kalb babındandır. (Celaleyn Tefsiri, Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveyni, Min Ğarîbi Belagati’l Kur’ani’l Kerim, Soru: 1610).
Âşûr, bu ayette kasr-ı izafi olduğunu söyler.
Aslı istiare iken örfi hakikate dönüşmüştür. Buradaki ذٰلِكَ , zımnen bu sözün çok çirkin olduğunu bildirir.
الرِّبٰواۢ ’nın marife gelişi cins ifade eder.
Riba الرِّبٰواۜ , artmak demektir. الرِّبٰواۜ kelimesinin aslı ا ile yazılması iken و ile yazılması tefhîm, yani ا ‘i و ‘a yakın okumak içindir. Arkasına ا ‘in ziyade edilmesi de cemi و ‘ına benzediği içindir. (Beyzâvî)
10 tane الرِّبٰواۜ kelimesinin beşi Bakara Suresinde geçmiştir. Demek ki الرِّبٰواۜ (faiz), infak ve takva en fazla Bakara Suresinde geçmektedir.
وَاَحَلَّ اللّٰهُ الْبَيْعَ وَحَرَّمَ الرِّبٰواۜ
وَ istînâfiyyedir. Müsbet mazi fiil cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve kalplerde haşyet uyandırma amacına matuftur.
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır. Aynı üslupla gelmiş حَرَّمَ الرِّبٰواۜ cümlesi makabline matuftur. Atıfta cihet-i camia tezattır.
اَحَلَّ - حَرَّمَ arasında tıbak-ı îcab sanatı الْبَيْعُ - الرِّبٰواۢ kelimeleri arasında ise tıbak-ı hafiy sanatı vardır.
وَاَحَلَّ اللّٰهُ الْبَيْعَ وَحَرَّمَ الرِّبٰواۜ [Allah alışverişi helal kıldı ve ribayı haram kıldı] sözünde ikili mukabele vardır.
Bu cümlenin Allahü Teâlâ'nın sözü olduğunda ittifak edilmiştir. Müfessirlere göre Allah, bu farkı belirtmek ve kâfirlerin "alışveriş riba gibidir" iddialarını iptal etmek üzere bunu bildirmiştir. (Fahreddin er-Râzî, Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, Soru:1611).
Âşûr, البيع ve لرباع kelimelerindeki ال ‘ın için cins olduğunu söyler.
Birinde para, birinde eşya satılıyor, işlem aynı gibi görünse de değildir.
فَمَنْ جَٓاءَهُ مَوْعِظَةٌ مِنْ رَبِّه۪ فَانْتَهٰى فَلَهُ مَا سَلَفَۜ وَاَمْرُهُٓ اِلَى اللّٰهِۜ
فَ istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda gelmiş faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Faide-i haber ibtidaî kelam olan ayette şart cümlesi olan ...جَٓاءَهُ مَوْعِظَةٌ , mazi fiil sıygasındadır. Allah Teâlâ'nın “Rabbinden kendisine bir öğüt gelip de" buyruğunda, fail olarak gelen مَوْعِظَةٌ kelimesinin müennesliği hakiki olmadığı ve "va'z" manasına geldiği için, fiili müzekker olarak getirilmiştir. (Fahreddin er-Râzî, Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, Soru:1611).
Aynı üsluptaki انْتَهٰى cümlesi جَٓاءَهُ ’ya, tezayüf sebebiyle atfedilmiştir. فَ harfiyle atfedilmesi terketmenin, yasağı duymanın hemen arkasından gerçekleşmesi gerektiğine işarettir.
مَن ’in haberi فَ karinesiyle فَلَهُ مَا سَلَفَۜ şeklindeki cevap cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cevap cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَهُ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muahhar mübteda olan müşterek ism-i mevsûlün sılası mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûllerde tevcih sanatı vardır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِۜ ve رَبِّ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Samerrâî, Ala Tarîqi't Tefsîri'l Beyânî, c. 2, s. 88.)
İsim cümlesi formunda gelen اَمْرُهُٓ اِلَى اللّٰهِۜ cümlesi makabline وَ ’la atfedilmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Car-mecrur اِلَى اللّٰهِۜ ‘nin müteallakı olan haberin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
رَبِّه۪ izafeti muzâfun ileyhe teşrif ifade eder.
مِنْ رَبِّه۪ sözü bu öğüdün kulun kendi menfaati, terbiyesi için olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
[Geçmişte olan kendisinindir.] Faiz haram kılınmadan önce aldıkları kendisine aittir. Onları geri vermesi gerekmez. Aynı şekilde kâfir iken yaptıkları da affedilmiştir. Cenab-ı Hak: قُلْ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ يَنْتَهُوا يُغْفَرْ لَهُمْ مَا قَدْ سَلَفَۚ [İnkâr edenlere de ki: Eğer sakınırlarsa geçmişte yaptıkları affedilir.] (Enfâl 8/38) buyurmuştur. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
وَمَنْ عَادَ فَاُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ
Şart üslubunda gelen cümle önceki şart cümlesine وَ ’la atfedilmiştir. İki cümle arasında inşâî olmak bakımından ittifak vardır. Şart cümlesi müsbet mazi sıygada, cevap cümlesi ise isim cümlesi formunda gelmiştir.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi aynı zamanda şart ismi مَنْ ’in haberidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyh, bahsi geçenleri tahkir için uzağı işaret etmekte kullanılan işaret ismiyle gelmiştir. (Ebüssuûd)
أَصۡحَـٰبُ ٱلنَّارِۖ [Nâr ashabı] ifadesinde tehekküm istiaresi vardır. Nârda kalışları, arkadaşlığa benzetilmiştir. Arkadaşlar birbirinin karakterini taşır.
Müsnedin أَصۡحَـٰبُ ٱلنَّارِۖ şeklinde izafetle marife olması, az sözle çok şey anlatmak ve muzâfı tahkir içindir.
هُمۡ فِیهَا خَـٰلِدُونَ
Ayetin fasılası hal-i müekkide olarak fasılla gelmiştir. Ateş ashabının halidir. Hal cümleleri ıtnâb sanatıdır. Faide-i haber talebî kelam olan cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur, amiline takdim edilmiştir. Bu takdim, tahsis ifade eder. Onların sonsuza kadar kalışları oraya, ateşe has kılınmıştır.
خَالِدُونَ lafzı, ism-i faildir. İsmi fail, mef’ûl ve masdar zamandan bağımsızdır. Aslında uzun bir zaman dilimi demektir, ama daha çok çokluktan kinaye olarak “kalıcı” anlamında kullanılır. Üstelik bu kalıp da onun bu anlamını pekiştirmektedir.
Onların ateş halkı ve ebedi kalıcı olma özelliklerinin belirtilmesinde taksim sanatı vardır.
Hal cümlesinin و ’sız gelmesi, onların ateşte kalışlarının hal-i müekkide olduğunu ifade eder. Yani bu onların sabit bir vasfıdır. Sahibinden ayrılmayan sabit bir vasıf kastedildiği zaman mesela, هذا اخوك عطوف (Bu, çok şefkatli kardeşindir) cümlesinde olduğu gibi uzunluk, kısalık, esmerlik, sarışınlık vs. sabit vasıfların ifade edildiği hal cümleleri böyledir. Bunlar her zaman و ‘sız gelir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Meanî İlmi)