وَاِذْ اَخَذْنَا م۪يثَاقَكُمْ وَرَفَعْنَا فَوْقَكُمُ الطُّورَۜ خُذُوا مَٓا اٰتَيْنَاكُمْ بِقُوَّةٍ وَاسْمَعُواۜ قَالُوا سَمِعْنَا وَعَصَيْنَا وَاُشْرِبُوا ف۪ي قُلُوبِهِمُ الْعِجْلَ بِكُفْرِهِمْۜ قُلْ بِئْسَمَا يَأْمُرُكُمْ بِه۪ٓ ا۪يمَانُكُمْ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذْ | hani bir zaman |
|
2 | أَخَذْنَا | almıştık |
|
3 | مِيثَاقَكُمْ | kesin sözünüzü |
|
4 | وَرَفَعْنَا | ve kaldırmıştık |
|
5 | فَوْقَكُمُ | üzerinize |
|
6 | الطُّورَ | Tur(dağın)ı |
|
7 | خُذُوا | tutun |
|
8 | مَا | şeyi |
|
9 | اتَيْنَاكُمْ | size verdiğimiz |
|
10 | بِقُوَّةٍ | kuvvetle |
|
11 | وَاسْمَعُوا | dinleyin (demiştik) |
|
12 | قَالُوا | dediler |
|
13 | سَمِعْنَا | dinledik |
|
14 | وَعَصَيْنَا | ve isyan ettik |
|
15 | وَأُشْرِبُوا | ve içirildi |
|
16 | فِي |
|
|
17 | قُلُوبِهِمُ | kalblerine |
|
18 | الْعِجْلَ | buzağı (sevgisi) |
|
19 | بِكُفْرِهِمْ | inkarlarıyla |
|
20 | قُلْ | de ki |
|
21 | بِئْسَمَا | ne kötü şey |
|
22 | يَأْمُرُكُمْ | size emrediyor |
|
23 | بِهِ | onunla |
|
24 | إِيمَانُكُمْ | imanınız |
|
25 | إِنْ | eğer |
|
26 | كُنْتُمْ | iseniz |
|
27 | مُؤْمِنِينَ | inanan kimseler |
|
"Kâfirlikleri sebebiyle kalplerine buzağı sevgisi içirilmişti."Allah sevgisi yerine hakim olan bu buzağı sevgisine, dünya sevgisi diyenler olmuş. Dünya sevgisi, dünyalıklar sevgisi kalplerine içirilmiştir onların. Öyle bir yöneliyorlar ki dünyaya, öyle bir hedefliyor-lar ki dünyayı sanki içecekler, sanki içlerine alacaklar. Dünyanın dışında hiçbir şey düşünmüyorlar. Aman diyorlar mal! Aman diyorlar para! Aman diyorlar makam! Aman diyorlar koltuk! Aman diyorlar alkış! Aman diyorlar şöhret! Bakın dediler ki:
"İşittik ve isyan ettik." Emirler, istekler karşısında toplum ikiye ayrılıyor. Ya evet dinledik itaat ederiz! Diyen mü'minler, ya da evet dinledik ama isyan ederiz! Diyenler. Ama bir üçüncü sınıf oluştu son dönemlerde.
Onlar da:
“Semi’na ve nesiyna”
Diyorlar. Dinledik, duyduk ama unuttuk diyenler. Dinledik ama buradan çıkmadan unuttuk, işi bitti! Diyenler. Evet böyle bir grup oluştu günümüzde. Dinliyoruz ama hemen unutuyoruz. Hem öyle çabuk unutuyoruz ki Allah korusun bir âyetten ötekine geçince bile unutuluyor, baş tarafı unutuluyor.
Rabbim ne olur bize şuur ver! Ne olur bizi sana, kitabına ve elçine karşı bu vurdumduymaz, bu saygısız, bu küstah tavırlarımızdan kurtar. Bize istediğin ve razı olduğun tavırları lütfet! Güzel tavırlar, güzel duruşlar nasip buyur! (Besairul Kur’ân Ali Küçük Tefsiri)
“Kur’ânı Terketmeyin”
Sayfamızla alakalı eklediğim bir video
6 dakika 11 sn https://www.youtube.com/watch?v=-PS5ORcRKdI
Araplar bir kimsenin gönlünü sevgi veya buğzun kapladığını ifade etmek için ‘şerab’ yani ‘içirme’ tabirini kullanırlardı.
Su vücutta yayılması en kolay maddedir. Ayrıca ayette buzağı sevgisi içirildi demek yerine direkt buzağı içirildi denmiştir. İsrailoğullarının ona karşı olan aşırı sevgilerinden dolayı buzağı suretinin kalplerinden silinmeyecek bir hal aldığına işaret vardır. Nasıl ki su konduğu kabın şeklini alır, onların da kalbine adeta buzağı yerleşmiştir. Bu ayetteki şeribe Türkçe’deki meşreb kelimesini çağrıştırmaktadır (buzağı sevgisi onların meşrebi oldu gibi).
İcl, öküz yavrusuna denir. Bu kökten dilimizde acele kelimesi vardır. Büyüyüp öküz olduğunda yitireceği acele edişi düşünülerek öküz yavrusuna icl denmiştir.
وَاِذْ اَخَذْنَا م۪يثَاقَكُمْ وَرَفَعْنَا فَوْقَكُمُ الطُّورَۜ
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Zaman zarfı اِذْ, takdiri أذكر (Hatırla, düşün) olan mahzuf fiile mütealliktir. اَخَذْنَا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Fiil cümlesidir. اَخَذْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. مِيثاقَكُمْ mef‘ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
(إِذْ) : Yanlız Cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b) (إِذْ) den sonra muzâri fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ haliyyedir. رَفَعْنَا فَوْقَكُمُ الطُّورَۜ cümlesi قَدْ takdiriyle hal olup mahallen mansubdur.
Fiil cümlesidir. رَفَعْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. فَوْقَكُمْ mekân zarfı رَفَعْنَا fiiline müteallıktır. الطُّور kelimesi mef‘ûlün bih olup fetha ile mansubdur.
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
خُذُوا مَٓا اٰتَيْنَاكُمْ بِقُوَّةٍ وَاسْمَعُواۜ
خُذُوا مَٓا اٰتَيْنَاكُمْ cümlesi, mahzuf fiilin mekulü’l-kavlidir. Takdiri, قلنا خذوا. (Biz dedik,alın) şeklindedir.
Fiil cümlesidir. خُذُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Müşterek ism-i mevsûl مَا mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰتَيْنَاكُمْ ’dır. Îrabta mahalli yoktur.
اٰتَيْنَاكُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بِ sebebiyyedir. بِقُوَّةٍ car mecruru اٰتَيْنَا fiiline veya mahzuf hale mütealliktir.
وَاسْمَعُوا atıf harfi وَ ile خُذُوا ‘ya matuftur. اسْمَعُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
اٰتَيْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi اٰتَي ‘dır.
İf’al babı; fiile, ta’diye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekana duhul, temkin (imkan sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
قَالُوا سَمِعْنَا وَعَصَيْنَا وَاُشْرِبُوا ف۪ي قُلُوبِهِمُ الْعِجْلَ بِكُفْرِهِمْۜ
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavl سَمِعْنَا وَعَصَيْنَا ’ dır. قَالُوا fiilinin mef‘ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
سَمِعْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. سَمِعْنَا atıf harfi وَ ile makabline matuftur.
عَصَيْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur.
اُشْرِبُوا ف۪ي قُلُوبِهِمُ cümlesi, قد harfinin takdiriyle hal olarak mahallen mansubdur.
وَ haliyyedir. اُشْرِبُوا damme üzere mebni meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur. ف۪ي قُلُوبِ car mecruru اُشْرِبُوا fiiline mütealliktir.
الْعِجْلَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muzâf hazfedilmiştir. Takdiri, حب العجل (buzağı sevgisi) şeklindedir. بِ sebebiyyedir. بِكُفْرِهِمْ car mecruru اُشْرِبُوا fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُشْرِبُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi شرب dir.
İf’al babı; fiile, ta’diye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekana duhul, temkin (imkan sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
قُلْ بِئْسَمَا يَأْمُرُكُمْ بِه۪ٓ ا۪يمَانُكُمْ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri, انت 'dir. Mekulü’l-kavl بِئْسَمَا يَأْمُرُكُمْ بِه۪ٓ ‘ dir. قُلْ fiilinin mef‘ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
بِئْسَ zem anlamı taşıyan camid fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. بِئْسَمَا kelimesinde bulunan مَا harfi, بِئْسَ kelimesinin failini tefsir eden (açıklayan) nekra-i mevsufedir. بِئْسَ fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri, عبادة العجل (buzağıya ibadet etmek) şeklindedir.
يَأْمُرُكُمْ بِه۪ٓ cümlesi مَا ’nın sıfatı olarak mahallen mansubdur.
يَأْمُرُ damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir كُمْ mef'ûlün bih olarak mahallen mansubdur. بِه۪ٓ car mecruru يَأْمُرُ fiiline mütealliktir.
ا۪يمَانُ fail olup damme ile merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بِئْسَ zem fiili bir şahsı veya nesneyi yermek maksadıyla kurulan cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir. Zem fiili ile kurulan cümlelerde fail; marife veya gizli zamir olur, ondan sonra da mahsus gelir. Fail zamir ise temyizle yahut مَا ile belirtilir. Bu fiilin failinin geliş şekilleri şunlardır:
1. Failinin ال ’lı gelmesi
2. Failinin ال ’lı İsme Muzaf Olarak Gelmesi
3. Bu fiillerin مَا Harfine Bitişik Olarak Gelmesi
4. Failinin İsmi Mevsul Olarak Gelmesi. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ين
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كُنتُم ’ün dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. تُمْ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. مُؤْمِن۪ينَ kelimesi كان ’nin haberi olup nasb alameti ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile irablanırlar.
Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri, فَإيمانُكم لا يَأْمُرُكم بِقَتْلِ الأنْبِياءِ وعِبادَةِ العِجْلِ (İmanınız size peygamberleri öldürmenizi ve buzağıya tapmanızı emretmez) şeklindedir.
مُؤْمِن۪ينَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِذْ اَخَذْنَا م۪يثَاقَكُمْ وَرَفَعْنَا فَوْقَكُمُ الطُّورَۜ
و atıftır. Ayet, أُذْكُروا نِعمتى [nimetimi hatırlayın] ifadesindeki نِعمتى ’ye matuftur. Şu halde ibarenin takdiri أُذْكُرُوا اذْ اَخَذْنَا م۪يثَاقَكُمْ (hatırlayın ki, sizden söz almıştık) demek olur. (Elmalılı Hamdi Yazır, Bakara/49)
Ya da zaman zarfı اِذْ ’in muteallakı, اذكروا şeklinde takdir edilen mahzuf fiildir. Bu durumda cümlede îcâz-ı hazif vardır. Cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cer mahallindeki muzâfun ileyh اَخَذْنَا cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidâî kelamdır.
اَخَذْنَا fiili azamet zamirine isnat edilmiştir. ٱذۡكُرُوا۟ نِعۡمَتِیَ ifadesindeki müfret یَ zamirinden نَا zamirine iltifat edilmiştir. Allah Teâlâ Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Sâmerrâî, Ala Tarîqi't Tefsîri'l Beyânî, C. 2).
Zaman ismi olan اِذْ ‘in masdara değil de fiil cümlesine muzâf olmasıyla bu vaktin tazimi anlaşılır. Fiil teceddüde ve şimdiki zamana delalet eder. ('Âşûr, Hac/26)
وَ ’la öncesine bağlanan رَفَعْنَا cümlesi haldir. Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidâî kelamdır.
رَفَعْ ve فَوْقَ arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Tūr’un yükseltilmesi burada ikinci kez tekrar edilmiştir, zira bu tekrarda ilkinde olmayan bir ilave anlam söz konusu olup ayrıca tekit içermektedir. Sözünü “işittik” ama “emrine karşı çıktık dediler.” Peki, verdikleri bu cevap, o söze nasıl mutabık olabilir, dersen, şöyle derim: Şu itibarla mutabıktır; onlara “işitin” denilmiştir ama, “işitme; kabul ve itaat şeklinde bir işitme olsun” denilmek istenmiştir; onlar ise “işittik, fakat itaat edecek tarzdaki bir işitmeyle değil” demişlerdir. (Keşşâf)
Beyzâvî, kıssanın tekrarının, Muhammed (s.a.v.) ile olan yollarının, atalarının Musa ile olan yolu olduğu konusunda uyarmak olduğunu ve bunun birinci nükte olduğunu söylemiştir. (Âşûr)
خُذُوا مَٓا اٰتَيْنَاكُمْ بِقُوَّةٍ وَاسْمَعُواۜ
Bu cümle mahzuf قلنا fiiliyle birlikte faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hal cümlesidir. Dolayısıyla ayette ıtnâb sanatı vardır.
Nasb mahallindeki mekulü’l-kavl olan خُذُوا cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
اَخَذْنَا - خُذُوا kelimeleri arasında cinâs-ı iştikak ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.
قُوَّةٍ ‘deki tenvin nev ve kesret ifade eder.
وَاسْمَعُواۜ cümlesi hariç ayetin bu kısmı 63. ayetin tekrarıdır. İki ayet arasında tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَاسْمَعُواۜ cümlesi temasül nedeniyle öncesine atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
مَٓا ism-i mevsulünde tevcih sanatı vardır.
Alınan sözün, size verilenleri kuvvetle tutun ve dinleyin şeklinde açıklanması taksim sanatıdır.
خُذُوا مَٓا اٰتَيْنَاكُمْ بِقُوَّةٍ sözünde vahiy, kitap, Tevrat, şeriat kelimeleri yerine gelen مَٓا اٰتَيْنَاكُمْ şeklindeki kapalı ifadeye kinaye denir. Bu daha etkili, vurgulu bir ifadedir.
قَالُوا سَمِعْنَا وَعَصَيْنَا اُشْرِبُوا ف۪ي قُلُوبِهِمُ الْعِجْلَ بِكُفْرِهِمْۜ
İstînâfiye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl nedeni, şibh-i kemâl-i ittisaldir. Cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَعَصَيْنَا , mekulü’l-kavl cümlesi olan سَمِعْنَا ’ya matuftur. Her iki cümle de müsbet mazi fiil sıygasında, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اُشْرِبُوا hal cümlesi fasılla gelmiştir. Meçhul bina edilmiş mazi fiil sıygasında, faide-i haber, ibtidâî kelamdır.
ف۪ي قُلُوبِهِمُ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare vardır. Bilindiği gibi ف۪ي harfi cerinde zarfiye manası vardır. Kalp, içi olan bir nesneye benzetilmiştir. Cami her ikisindeki mutlak irtibattır.
خُذُوا fiilindeki muhatab zamirinden, قَالُوا fiilinde gaib zamire iltifat vardır.
Dinleyin buyuruldu. Çünkü verilen şey emir ve yasaklardır. Dinledik ve isyan ettik dediler. Ve kalplerinin içine buzağı içirildi. Aslında buzağı değil, buzağı sevgisi kastedilmiştir. Bu ibare buzağı sevgisi iliklerine işlendi (M. Demirci) şeklinde tercüme edilebilir.
سَمِعْنَا وَعَصَيْنَا [İşittik ve isyan ettik] sözü ağızlarından lafzen çıkmamıştır, ama hareketleriyle isyan etmişlerdir. Ya da daha sonra yaşayan nesilleri bu isyanlarını dilleriyle söylemişlerdir. (Âşûr). Bunun üzerine de kalplerine maddiyat sevgisi, dünya hırsı, şehvet, heva gelmiştir.
وَاُشْرِبُوا ف۪ي قُلُوبِهِمُ الْعِجْلَ [Kalplerine buzağı sevgisi içirildi.] cümlesinde istiâre-i mekniyye vardır. Buzağıya ibadet sevgisi, kolay içilen, lezzetli bir meşrubata benzetilmiştir. Müşebbehün bih olan مشْرِوب kelimesi hazfedilmiş, onun levazımından olan اُشْرِبُ fiiliyle, istiare-i mekniyye yoluyla ona işaret edilmiştir. Şerif Râdî şöyle der: Bu bir istiaredir. Maksat, onların kalplerini, buzağıyı aşırı derecede sevmekle vasıflandırmaktır. Sanki kalpler buzağı sevgisini yudum yudum içtiler de bu sevgi, meşrubatın ve lezzetli bir şeyin karıştığı gibi kalplere karıştı. (Safvetü't Tefâsir)
İsrâiloğullarının buzağıya olan sevgileri, tıpkı boyanın kumaşa işlemesi, içeceklerin de bedenin derinliklerine geçmesi gibi, onların içlerine sinmiş ve kalblerine işlemiştir. (Ebüssuûd)
وَاسْمَعُواۜ ve سَمِعْنَا arasında cinası iştikak ve reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.
عَصَيْنَا ile كُفْرِهِمْۜ kelimeleri arasında murat-ı nazir sanatı vardır.
الْعِجْلَ kelimesi önceki ayette de geçtiği için başındaki الْ takısı ahdi sarihidir. Buna ahdi zikri de denmiştir. Çünkü muhatap neden bahsedildiğini bilmektedir.
الْعِجْل nin muzâfı hazfedilmiştir. Takdiri حب العجل (buzağı sevgisi) şeklindedir. Dolayısıyla icâz-ı hazif sanatı vardır.
Cenâb-ı Hakk'ın, اُشْرِبُوا beyanı onların dışında bir failin, bu işi onlara yaptığına delalet eder. Allah'tan başka hiç kimsenin buna gücünün yetmeyeceği malûmdur. Onların aşırı düşkünlükleri ve buzağıya ibadete alışmış olmalarından ötürü, buzağının sevgisi onların kalbine içirilmiştir. İşte bundan ötürü Cenâb-ı Hak, bu sıygayı meçhul kalıbında getirmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Yahudilerin: سَمِعْنَا وَعَصَيْنَا (Duyduk ve isyan ettik) sözlerinin ilavesiyle zikredilmiştir ki bu da onların son derece inatçı olduklarını gösterir.(Fahreddin er-Râzî)
قُلْ بِئْسَمَا يَأْمُرُكُمْ بِه۪ٓ ا۪يمَانُكُمْ
Müstenefe cümlesidir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mef’ûlü olan mekulü’l-kavl, gayrı talebî inşâ cümlesidir. بِئْسَ zem fiilidir.
Cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Burada emrin imana isnadı, onlarla bir nevi alaydır. Nitekim, [Dediler ki: "Ey Şuayb, babalarımızın taptıklarını bırakmamızı... namazın mı sana emrediyor.] Hud/87. mealindeki ayette emrin namaza isnadında alay vardır. İmanın Yahudilere izafesi de böyledir. Zemahşerî bu şekilde açıklamıştır.
Emretme fiilinin imana atfedilmesi, alay ifade eder. (Keşşâf)
يَأْمُرُكُمْ بِه۪ٓ ا۪يمَانُكُمْ bu ifade de istiare vardır. Çünkü emir sadece sözle olacağı için gerçek anlamda imanın konuşması diye bir şey söz konusu olmaz. Öyleyse -Allahu a'lem- bununla anlatılmak istenen, imanın sadece küfrün ve dalaletin zıddını göstermesi, hidayete ve doğru yola uymaya rağbet etme arzusu uyandırmasıdır. İmanın akılsızlığa ve beyinsizliğe rağbet ettirmesi ve dalalet yolunu göstermesi söz konusu olamayacağından Yüce Allah burada, emri mecaz ve istiare yoluyla teşvik etme (tergib) ve yol gösterme (delalet) anlamında zikretmiştir. Çünkü bir şeye teşvik edilen ve o şeye delalet edilen kişi, o işin emredildiği ve kendisine münasip görülen kimsenin davrandığı gibi davranabilir. (Kur'an Mecazları Şerif er-Radi)
قُلْ بِئْسَمَا يَأْمُرُكُمْ بِه۪ٓ ا۪يمَانُكُمْ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ين ifadesinde bedî’ sanatlarından tehekküm sanatı vardır. Terim olarak tehekküm; kibirli kimselere karşı hakaret anlamında yüceltme, korkutma/uyarma anlamında müjde, tehdit anlamında vaad, alay anlamında övgü lafzı getirmek suretiyle onlarla alay etmedir. (Arap Dili Belâgatında Bedî‘ İlmi ve Sanatları Dr. Mustafa Aydın)
اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ين
Müstenefe cümlesidir. Şart üslubunda gayrı talebî inşâi isnaddır. Şart cümlesi كان ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Cevap cümlesi öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir. takdiri بئس ما يأمركم şeklinde olabilir.
İbtidaî kelamdır. Cevabı mahzuftur. Takdiri فَإيمانُكم لا يَأْمُرُكم بِقَتْلِ الأنْبِياءِ وعِبادَةِ العِجْلِ (İmanınız size peygamberleri öldürmenizi ve buzağıya tapmanızı emretmez) şeklindedir. (Âşûr)
Ayette, emrin Yahudilerin imanlarına ve imanlarının da kendilerine izafe edilmesi sırf tahkir ve aşağılamak maksadıyladır. اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ين cümlesi de Yahudilerin imanlarının şüpheli olduğu gerçeğine işaret etmektedir ve davalarının doğru olmadığına, mümin olmadıklarına dair bir kötüleme ve ikazdır. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ين cümlesinin cezası hazfedildiği için îcâz-ı hazif sanatı vardır.
Sayfadaki ayetlerin fasılalarındaki ونَ harflerinde lüzum ma-la yelzem sanatları vardır.
Kur’an-ı Kerim’deki bütün sayfaların ayet sonlarındaki ahenk, okuyanın gönlünü fethetmektedir.