Tâ-Hâ Sûresi 127. Ayet

وَكَذٰلِكَ نَجْز۪ي مَنْ اَسْرَفَ وَلَمْ يُؤْمِنْ بِاٰيَاتِ رَبِّه۪ۜ وَلَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ اَشَدُّ وَاَبْقٰى  ...

Haddi aşan ve Rabbi’nin âyetlerine inanmayanları işte böyle cezalandırırız. Şüphesiz ahiret azabı daha şiddetli ve daha kalıcıdır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَكَذَٰلِكَ işte böyle
2 نَجْزِي cezalandırırız ج ز ي
3 مَنْ kimseleri
4 أَسْرَفَ israf eden س ر ف
5 وَلَمْ ve
6 يُؤْمِنْ inanmayanları ا م ن
7 بِايَاتِ ayetlerine ا ي ي
8 رَبِّهِ Rabbinin ر ب ب
9 وَلَعَذَابُ ve elbette azabı ع ذ ب
10 الْاخِرَةِ ahiretin ا خ ر
11 أَشَدُّ daha çetindir ش د د
12 وَأَبْقَىٰ ve daha süreklidir ب ق ي
 
Genellikle müfessirler bu âyetlerle Kur’an’da uyarılara tekrar tekrar yer verildiğini bildiren 113. âyet arasında bağ kurarlar; burada, insanoğlunun ilâhî uyarılar karşısındaki hatalı tutumunun ilk atasından beri görülen bir durum olduğuna işaret bulunduğunu belirtirler (Taberî, XVI, 220; Râzî, XXII, 123). Bu sûreden önce inen Sâd ve A‘râf sûrelerinde Âdem’in yaratılması ve İblîs’in ilâhî buyruğa karşı gelmesi olayına geniş yer verilmiştir. Yine A‘râf sûresinde Âdem’e –yasak ağaca yaklaşmamaları koşuluyla– eşiyle birlikte cennette kalma imkânı verildiğinden, fakat şeytanın kışkırtması sonucu buradan çıkarıldıklarından, ardından da yaptıkları yüzünden derin pişmanlık duyduklarından söz edilmiştir. Aynı konulara farklı bağlamlarda ve farklı üslûplarla değinilmesi, Kur’an’ın hususiyetleri hakkında bilgi sahibi olanlar için yabancı bir durum değildir. Burada önceki değinilerden farklı olarak Âdem’in tövbesinin kabul edildiğinden hatta onun seçkin kılındığından yani peygamber olarak görevlendirildiğinden (Şevkânî, III, 439) söz edilmektedir. Bu bağlamdan şu sonucu çıkarmak mümkündür: Her ne kadar insanoğlunun ilâhî uyarı ve bildirimler karşısındaki hatalı tutumu ilk atasından beri görülen bir durum ise de, insanlar –hıristiyan inancında kabul edildiğinin aksine– dünyaya ilk atalarının işlediği günah sebebiyle günahkar olarak gelmezler; Âdem işlediği günahtan sonra tövbe etmiş ve tövbesi kabul edilmiştir. Şu halde Hz. Âdem’den sonra da her insan bir taraftan günah işlemeye yatkın bir ortamda ve iyiliğe de kötülüğe de kullanılabilecek yeteneklerle donatılmış olarak sınava tâbi olacak, bir taraftan da işlediği günahlardan arınmak için aracı koymaksızın, bizzat rabbine yalvarıp, af dileyecektir. Bu ilkeden yola çıkıldığında ise Hıristiyanlığın temel akîde esaslarından olan rabbin insanlığı bu aslî günahtan arındırmak için Îsâ’yı kurban ettiği iddiası temelden yoksun kalmaktadır. Dolayısıyla, burada Hz. Âdem hakkında bu bilgiye yer verilmesi ile bu sûrenin Hz. Îsâ’nın nasıl dünyaya geldiğini açıklayan ve bu konudaki yanlış kabulleri mahkûm eden Meryem sûresinden sonra inmiş olması arasında bir anlam örgüsü bulunduğunu söylemek mümkündür (Derveze, III, 92-93; Âdem’in yaratılışı, İblîs’in Allah’a isyan etmesi; kendisiyle birlikte, aldattığı Âdem ve eşinin cennetten çıkarılmaları hakkında bilgi için bk. Bakara 2/30 vd.; A‘râf 7/11 vd.).
 
 115. âyetin “Âdem’den söz almıştık” şeklinde çevirdiğimiz kısmını “Âdem’e buyruğumuzu bildirmiştik” şeklinde anlayanlar da vardır. Bu yorumda söz konusu olan buyruk, kendisinin ve eşinin düşmanı olan şeytana uymamasıyla ilgili uyarı olup 117. âyette ayrıca açıklanmıştır. 
 
 Aynı âyetin “Biz onda yeterli bir kararlılık görmedik” şeklinde çevirdiğimiz kısmı değişik şekillerde tefsir edilmiştir. Bir yoruma göre, burada Âdem’in önce yasak ağaçtan yememeye karar vermişken, şeytanın kışkırtması karşısında kararlı davranamadığı veya yapılan cazip öneriye karşı direnemediği anlatılmaktadır. Diğer bir yoruma göre ise burada maksat, Âdem’in günah işlemede ısrarlı davranmamış olduğudur (Şevkânî, III, 438). Bu âyetteki lafzan “unuttu” anlamına gelen fiil daha çok“Rabbinin buyruğunu terketti” şeklinde açıklanmıştır (Taberî, XVI, 220; Râzî, XXII, 124).
 
 124. âyette ifadesini bulan “Allah’ı anmaktan yüz çevirme”, Allah’ı inkâr etme, O’nun gösterdiği yolu beğenmeme, öğütlerine kulak asmama gibi mânalarla açıklanmıştır. Aynı âyette söz konusu edilen “sıkıntılı hayat”ın mahiyeti ve nerede olacağı hususunda ise ilk dönem müfessirlerinden farklı rivayet ve yorumlar nakledilmiştir. Burada sözü edilen sıkıntılı yaşantının kabir hayatı aşamasıyla ilgili olduğu veya âhirette yaşanacak sıkıntılara işaret edildiği rivayetlerinin yanı sıra dünya hayatındaki sıkıntılar anlamına ağırlık veren rivayet ve izahlar da vardır. Dünya hayatındaki sıkıntı, bu tür kimselerin maddî açıdan bolluk içinde olsalar bile, inançsızlığın, yanlış hedeflere yönelmenin, haram yollardan kazanmanın verdiği psikolojik baskı altında büyük bir darlık ve sıkıntı hissedecekleri, Allah’ın hoşnutluğunu kazanma amacının mutluluğundan yoksun kalmanın ıstırabını tadacakları şeklinde yorumlanabilir (bk. Taberî, XVI, 225-227). Allah’a ve âhirete inanmayanların, inananlara göre çok daha dar bir maddî-mânevî alan tasavvuru ve bu tasavvura bağlı darlık içinde yaşayacakları da ayrı bir gerçektir.
 
 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 657-658
 

وَكَذٰلِكَ نَجْز۪ي مَنْ اَسْرَفَ وَلَمْ يُؤْمِنْ بِاٰيَاتِ رَبِّه۪ۜ 

 

وَ  atıf harfidir.  كَ  harf-i cerdir,  مثل (gibi) demektir. Bu ibare, amili  نَجْزِي  olan mahzuf mef’ûlu mutlaka müteallıktır. Takdiri;  جزاءً مثلَ ذلك نجزي (Bunun benzeri bir cezayla cezalandırırız.) şeklindedir.

ذا  işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık belirten harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

نَجْزِي  fiili  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اَسْرَفَ dir. Îrabdan mahalli yoktur.

اَسْرَفَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هوdir. 

وَ  atıf harfidir.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  يُؤْمِنْ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو dir.

بِاٰيَاتِ  car mecruru  يُؤْمِنْ  fiiline müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır.  رَبِّه۪  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.    

 

وَلَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ اَشَدُّ وَاَبْقٰى

 

وَ  atıf harfidir.  لَ  ibtidâiyyedir. Tekid ifade ifade eder.  عَذَابُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  الْاٰخِرَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  اَشَدُّ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.

اَبْقٰى  kelimesi atıf harfi  وَ la  اَشَدُّ ye matuftur. اَشَدُّ -  اَبْقٰى  kelimesi ism-i tafdil kalıbındadır.

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme mufaddal, sonra gelen isme mufaddalun aleyh denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. 

İsm-i tafdilin geliş şekilleri:

1. ال ’sız  مِنْ ’li gelir.  مِنْ  hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.

2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat 

olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).

3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.

4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَكَذٰلِكَ نَجْز۪ي مَنْ اَسْرَفَ وَلَمْ يُؤْمِنْ بِاٰيَاتِ رَبِّه۪ۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir. كَذٰلِكَ , amili  نَجْزِي  olan mahzuf mef’ûlü mutlaka müteallıktır. Takdiri, … جزاءً مثلَ ذلك نجزي (Bunun benzeri bir cezayla cezalandırırız.) şeklindedir.

كَذٰلِكَ  kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem  كَ  hem de  ذٰ  işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, c. 5, Duhan Suresi 28, s. 101)

Bu takdire göre cümle müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.

Fiilin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder.

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’in sılası olan  اَسْرَفَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

وَلَمْ يُؤْمِنْ بِاٰيَاتِ رَبِّه۪  cümlesi  وَ ’la sılaya atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

بِاٰيَاتِ رَبِّه۪  izafetinde ayetler Rabb ismine izafe edilerek tazim edilmiştir.

Rabb isminin, iman etmeyen kişiye ait olan  ه۪  zamirine izafesi, Rabbinin onun üzerindeki ihsan ve faziletleri konusundaki rububiyetini hatırlatmak kastına matuftur. 

Bu inkârın ne kadar kötü olduğunu açıklamak için ayetler Rabb ismine muzâf olmuştur. Kendisine bunca nimeti veren Rabbine nasıl olur da yüz çevirir manasına gelir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

Cümlede cem' ma’at-taksim sanatı vardır. Haddi aşan ve Rabbin ayetlerini inkâr edenler cezalandırılmakta cem’ edilmiştir.

نَجْز۪ي - رَبِّه۪  kelimeleri arasında mütekellimden gaibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)


 وَلَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ اَشَدُّ وَاَبْقٰى

 

Cümle ibtida lamı ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

İstînâfa  وَ la atfedilmiştir. (Mahmud Sâfî)

Cümlenin kıssa için tezyîl olması da caizdir. Allah’ın bu hitabı, kıyamet günü âmâ olarak haşrettiği kişinin dilinden hikâye değildir. (Âşûr) 

Müsnedün ileyh olan  لَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ nin, izafet formunda gelmesi az sözle çok anlam ifade kastına matuftur.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اَبْقٰى , haber olan  اَشَدُّ ’ye tezâyüf nedeniyle atfedilmiştir.  

اَشَدُّ  ve  اَبْقٰى  ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.

لَعَذَابُ - نَجْز۪ي  kelimeleri arasında mürâât-ı sanatı vardır.