يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا ارْكَعُوا وَاسْجُدُوا وَاعْبُدُوا رَبَّكُمْ وَافْعَلُوا الْخَيْرَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | امَنُوا | inanan |
|
4 | ارْكَعُوا | rüku’ edin |
|
5 | وَاسْجُدُوا | ve secde edin |
|
6 | وَاعْبُدُوا | ve ibadet edin |
|
7 | رَبَّكُمْ | Rabbinize |
|
8 | وَافْعَلُوا | ve işleyin |
|
9 | الْخَيْرَ | hayır |
|
10 | لَعَلَّكُمْ | umulur ki |
|
11 | تُفْلِحُونَ | kurtuluşa erersiniz |
|
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا ارْكَعُوا وَاسْجُدُوا وَاعْبُدُوا رَبَّكُمْ وَافْعَلُوا الْخَيْرَ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nidanın cevabı olarak gelen ارْكَعُوا cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İman edenlerin ism-i mevsûlle ifade edilmesi arkadan gelecek habere dikkatleri çekmek içindir. Sılası olan اٰمَنُوا mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اٰمَنُوا kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
Aynı üslupta gelen وَاسْجُدُوا ve وَاعْبُدُوا رَبَّكُمْ ve وَافْعَلُوا الْخَيْرَ cümleleri, hükümde ortaklık nedeniyle nidanın cevabına atfedilmiştir.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا şeklindeki nida üslubu Kur’an-ı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Bu üslup tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi, söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lâmlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhâmdan sonra beyân gelir. Arkadan gelecek olan konu için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’anî, s. 43)
İman edenlere ait كُمْ zamirinin رَبَّ ismine izafeti, iman edenleri şereflendirmek ve desteklemek içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
ارْكَعُوا - اسْجُدُو ve اعْبُدُوا - اٰمَنُوا gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
İman edenlere emredilen konuların sıralanması taksim sanatı üslubudur.
ارْكَعُوا وَاسْجُدُوا (Rükû ve secde edin) cümlesi mecâz-ı mürseldir. Zikr-i cüz irade-i küll kabilindendir. Yani bir parçayı söyleyip, tümünü kastetmek kabilindendir. Buna göre mana: ‘’Namaz kılınız’’ şeklinde olur. Çünkü rükû ve secde namazın rükünlerindendir. (Safvetü’t Tefâsîr)
ارْكَعُوا وَاسْجُدُوا وَاعْبُدُوا رَبَّكُمْ وَافْعَلُوا الْخَيْرَ (Rükû ve secde edin, Rabbinize ibadet edin, hayır işleyin) cümlesinde husustan sonra umum zikredilmiştir. Maksat, hususi olanın önemini dikkate almakla birlikte umum ifade etmektir. Yüce Allah, ayette önce hususi olanla başladı, sonra umumi olanı, sonra da daha umumi olan anlattı. (Safvetü’t Tefâsîr)
Ayet-i kerîmede hususi olan ifadeden sonra umumi olanın söylenmesi (zikr-i âm ba‘de’l-hâs) türünden ıtnâb vardır. Önce hususi olan rükû ve secde etme emri zikredilmiş, ardından bu ikisini kapsayan ibadet etme emri ve en son da bunların hepsini kapsayan daha genel bir ifade ile her türlü hayrın işlenmesi emredilmiştir. Bu, hususi olarak zikredilenin şanın yüceliğine dikkat çekmek içindir.
Burada ilk önce müminler halis zikir olan namaza, ardından namaz haricindeki oruç, hac, gazve gibi ibadetlere çağrılmış, sonra da diğer hayırlara genel olarak teşvik edilmişlerdir. Râzî de: “Bana göre bu sıralamanın izahı şöyledir: Namaz ibadetlerden bir çeşittir, ibadet de hayır fiillerinden bir çeşittir. Zira hayır işleri, Allah Teâlâ’yı tazimden ibaret olan mabûda hizmet ve Allah’ın mahlûkatına şefkatten ibaret olan ihsan kısımlarına ayrılır ve ihsanın içine iyilik, maruf, fakirlere tasadduk etmek ve insanlarla güzel konuşmak gibi şeyler de girer. Sanki Allah Teâlâ: “Sizi namazla mükellef kıldım, hatta namazdan daha umumi olan ibadetlerle mükellef kıldım ve hatta ibadetten de daha genel olan hayırları işlemekle mükellef kıldım” buyurmuştur” demektedir. (Sinan Yıldız, Vehbe Ez-Zuhaylî’nin Et-Tefsîru’l-Münîr Adlı Tefsirinde Belâgat İlmi Uygulamaları)
افْعَلُوا fiili zamana bağlı olmayan işlerde kullanılır. ‘Acele ediniz’ manasını taşıması bakımından bu ayette فْعَلُ fiili kullanılmıştır. Ayette emredilen işin, beklemeden süratle yapılması istenmektedir. (Süyûtî, el-İtkan)
Râgıb İsfahanî ”el-Müfredât" ında şöyle demiştir: ”Hayır, akıl, doğruluk, fazilet ve faydalı şey gibi her yönüyle arzu edilen şey; şer de bunun zıddıdır." Elde etmek ve arzu edilene kavuşmak demek olan felah (kurtuluş) ise, dünya ve ahirete yönelik olmak üzere iki kısımdır: Dünyaya yönelik olanı; zenginlik, üstünlük ve ilimden ibaret olan mutluluğa ermek; ahirete yönelik olan felah ise dört şeyden ibarettir: Faniliği olmayan ebedilik, fakirliği olmayan zenginlik, zilleti olmayan üstünlük ve cehaleti olmayan bilgidir. Bu sebeple, ”Gerçek hayat, ahiret hayatıdır" denmiştir. (Ruhu’l Beyan)
لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَۚ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Gayr-ı talebî inşâ cümlesidir.
لَعَلَّ ’nin haberi olan تُفْلِحُونَۚ ‘nin muzari sıygada cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
‘Umulur ki’ anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde ‘...olsun diye, ...olması için’ şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
لَعَلَّ edatı terecci içindir yani ‘ümitvar olma’ manasını ifade eder ve beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Ancak Kutrub; لَعَلَّ kelimesi ‘için’ manasındadır, demiştir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl Ve Hakâîku’t Te’vîl)
لَعَلَّ gerçek kullanımında ümit ve beklenti tesis etmek içindir. Bazen mecâz-ı mürsel yoluyla inkâr ve tahzir (sakındırma) manasında da kullanılabilmektedir. (İbn Âşûr)
Ayet, surenin sonuna işaret eden anlamıyla berâat-i intihâya güzel bir örnek teşkil etmektedir.
Berâat-i intihâ sanatı, son bölümde sözün bittiğine dair bir işaret bulunmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ [Hayır işleyin ki kurtuluşa eresiniz.] Yüce Allah, daha başka bir çok yerde vacip (farz) olduğu sahih olarak sabit olmuş farzların dışındaki amelleri de ayetle teşvik etmektedir. (Kurtubî)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا ارْكَعُوا وَاسْجُدُوا وَاعْبُدُوا رَبَّكُمْ وَافْعَلُوا الْخَيْرَ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nidanın cevabı olarak gelen ارْكَعُوا cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İman edenlerin ism-i mevsûlle ifade edilmesi arkadan gelecek habere dikkatleri çekmek içindir. Sılası olan اٰمَنُوا mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اٰمَنُوا kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
Aynı üslupta gelen وَاسْجُدُوا ve وَاعْبُدُوا رَبَّكُمْ ve وَافْعَلُوا الْخَيْرَ cümleleri, hükümde ortaklık nedeniyle nidanın cevabına atfedilmiştir.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا şeklindeki nida üslubu Kur’an-ı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Bu üslup tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi, söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lâmlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhâmdan sonra beyân gelir. Arkadan gelecek olan konu için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’anî, s. 43)
İman edenlere ait كُمْ zamirinin رَبَّ ismine izafeti, iman edenleri şereflendirmek ve desteklemek içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
ارْكَعُوا - اسْجُدُو ve اعْبُدُوا - اٰمَنُوا gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
İman edenlere emredilen konuların sıralanması taksim sanatı üslubudur.
ارْكَعُوا وَاسْجُدُوا (Rükû ve secde edin) cümlesi mecâz-ı mürseldir. Zikr-i cüz irade-i küll kabilindendir. Yani bir parçayı söyleyip, tümünü kastetmek kabilindendir. Buna göre mana: ‘’Namaz kılınız’’ şeklinde olur. Çünkü rükû ve secde namazın rükünlerindendir. (Safvetü’t Tefâsîr)
ارْكَعُوا وَاسْجُدُوا وَاعْبُدُوا رَبَّكُمْ وَافْعَلُوا الْخَيْرَ (Rükû ve secde edin, Rabbinize ibadet edin, hayır işleyin) cümlesinde husustan sonra umum zikredilmiştir. Maksat, hususi olanın önemini dikkate almakla birlikte umum ifade etmektir. Yüce Allah, ayette önce hususi olanla başladı, sonra umumi olanı, sonra da daha umumi olan anlattı. (Safvetü’t Tefâsîr)
Ayet-i kerîmede hususi olan ifadeden sonra umumi olanın söylenmesi (zikr-i âm ba‘de’l-hâs) türünden ıtnâb vardır. Önce hususi olan rükû ve secde etme emri zikredilmiş, ardından bu ikisini kapsayan ibadet etme emri ve en son da bunların hepsini kapsayan daha genel bir ifade ile her türlü hayrın işlenmesi emredilmiştir. Bu, hususi olarak zikredilenin şanın yüceliğine dikkat çekmek içindir.
Burada ilk önce müminler halis zikir olan namaza, ardından namaz haricindeki oruç, hac, gazve gibi ibadetlere çağrılmış, sonra da diğer hayırlara genel olarak teşvik edilmişlerdir. Râzî de: “Bana göre bu sıralamanın izahı şöyledir: Namaz ibadetlerden bir çeşittir, ibadet de hayır fiillerinden bir çeşittir. Zira hayır işleri, Allah Teâlâ’yı tazimden ibaret olan mabûda hizmet ve Allah’ın mahlûkatına şefkatten ibaret olan ihsan kısımlarına ayrılır ve ihsanın içine iyilik, maruf, fakirlere tasadduk etmek ve insanlarla güzel konuşmak gibi şeyler de girer. Sanki Allah Teâlâ: “Sizi namazla mükellef kıldım, hatta namazdan daha umumi olan ibadetlerle mükellef kıldım ve hatta ibadetten de daha genel olan hayırları işlemekle mükellef kıldım” buyurmuştur” demektedir. (Sinan Yıldız, Vehbe Ez-Zuhaylî’nin Et-Tefsîru’l-Münîr Adlı Tefsirinde Belâgat İlmi Uygulamaları)
افْعَلُوا fiili zamana bağlı olmayan işlerde kullanılır. ‘Acele ediniz’ manasını taşıması bakımından bu ayette فْعَلُ fiili kullanılmıştır. Ayette emredilen işin, beklemeden süratle yapılması istenmektedir. (Süyûtî, el-İtkan)
Râgıb İsfahanî ”el-Müfredât" ında şöyle demiştir: ”Hayır, akıl, doğruluk, fazilet ve faydalı şey gibi her yönüyle arzu edilen şey; şer de bunun zıddıdır." Elde etmek ve arzu edilene kavuşmak demek olan felah (kurtuluş) ise, dünya ve ahirete yönelik olmak üzere iki kısımdır: Dünyaya yönelik olanı; zenginlik, üstünlük ve ilimden ibaret olan mutluluğa ermek; ahirete yönelik olan felah ise dört şeyden ibarettir: Faniliği olmayan ebedilik, fakirliği olmayan zenginlik, zilleti olmayan üstünlük ve cehaleti olmayan bilgidir. Bu sebeple, ”Gerçek hayat, ahiret hayatıdır" denmiştir. (Ruhu’l Beyan)
لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَۚ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Gayr-ı talebî inşâ cümlesidir.
لَعَلَّ ’nin haberi olan تُفْلِحُونَۚ ‘nin muzari sıygada cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
‘Umulur ki’ anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde ‘...olsun diye, ...olması için’ şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
لَعَلَّ edatı terecci içindir yani ‘ümitvar olma’ manasını ifade eder ve beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Ancak Kutrub; لَعَلَّ kelimesi ‘için’ manasındadır, demiştir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl Ve Hakâîku’t Te’vîl)
لَعَلَّ gerçek kullanımında ümit ve beklenti tesis etmek içindir. Bazen mecâz-ı mürsel yoluyla inkâr ve tahzir (sakındırma) manasında da kullanılabilmektedir. (İbn Âşûr)
Ayet, surenin sonuna işaret eden anlamıyla berâat-i intihâya güzel bir örnek teşkil etmektedir.
Berâat-i intihâ sanatı, son bölümde sözün bittiğine dair bir işaret bulunmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ [Hayır işleyin ki kurtuluşa eresiniz.] Yüce Allah, daha başka bir çok yerde vacip (farz) olduğu sahih olarak sabit olmuş farzların dışındaki amelleri de ayetle teşvik etmektedir. (Kurtubî)