Mü'minûn Sûresi 117. Ayet

وَمَنْ يَدْعُ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَۙ لَا بُرْهَانَ لَهُ بِه۪ۙ فَاِنَّمَا حِسَابُهُ عِنْدَ رَبِّه۪ۜ اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الْكَافِرُونَ  ...

Kim, hakkında hiçbir delili olmadığı hâlde Allah ile birlikte başka bir ilâha taparsa, onun hesabı ancak Rabbi katındadır. Şüphesiz kâfirler asla kurtuluşa eremezler.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَنْ ve kim
2 يَدْعُ taparsa د ع و
3 مَعَ ile beraber
4 اللَّهِ Allah
5 إِلَٰهًا bir tanrıya ا ل ه
6 اخَرَ başka ا خ ر
7 لَا bulunmayan
8 بُرْهَانَ hiçbir delil ب ر ه ن
9 لَهُ hakkında
10 بِهِ onun
11 فَإِنَّمَا şüphesiz
12 حِسَابُهُ onun hesabı ح س ب
13 عِنْدَ yanındadır ع ن د
14 رَبِّهِ Rabbinin ر ب ب
15 إِنَّهُ çünkü (o)
16 لَا asla
17 يُفْلِحُ iflah olmazlar ف ل ح
18 الْكَافِرُونَ kafirler ك ف ر
 

وَمَنْ يَدْعُ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَۙ لَا بُرْهَانَ لَهُ بِه۪ۙ فَاِنَّمَا حِسَابُهُ عِنْدَ رَبِّه۪ۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur.  يَدْعُ مَعَ اللّٰهِ  cümlesi mübteda olan  مَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur.

يَدْعُ  şart fiili olup illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir.  مَعَ  mekân zarfı mahzuf  اِلٰهاً ’nin mahzuf haline müteallik olup mahallen mansubdur.  اللّٰهِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

اِلٰهاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اٰخَرَ  kelimesi  اِلٰهاً  sıfatı olup mansubdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا بُرْهَانَ لَهُ بِه۪  cümlesi itiraziyyedir. 

لَا  cinsi nefyeden olumsuzluk harfidir.  بُرْهَانَ  kelimesi  لَا nın ismi olup fetha ile mansubdur.  لَهُ  car mecruru  لَا nın mukadder haberine mütealliktir.  بِه۪ۙ  car mecruru mukadder habere mütealliktir. 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıtadır. 

اِنَّمَا  kâffe ve mekfufedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise  اِنَّ  harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan  مَا  demektir. 

حِسَابُهُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

عِنْدَ  mekân zarfı, mahzuf habere mütealliktir.  رَبِّه۪  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 


 اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الْكَافِرُونَ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُ  muttasıl zamir  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُفْلِحُ  merfû muzari fiildir.  الْكَافِرُونَ  fail olup ref alameti  و dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.  الْكَافِرُونَ  kelimesi, sülâsi mücerredi كفر  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَمَنْ يَدْعُ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَۙ لَا بُرْهَانَ لَهُ بِه۪ۙ فَاِنَّمَا حِسَابُهُ عِنْدَ رَبِّه۪ۜ 

 

وَ , istînâfiyyedir.  Şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi olan  مَنْ يَدْعُ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَۙ , sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart ismi  مَنْ  mübtedadır. Meczum muzari fiil sıygasındaki  يَدْعُ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَۙ  cümlesi  مَنْ ’in haberidir. Müspet muzari fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

يَدْعُ  fiilinin mef’ûlü olan  اِلٰهاً ’deki tenvin, nev ve ‘herhangi bir’ anlamındadır. Ayrıca tahkir ifade eder. اٰخَرَ  kelimesi  اِلٰهاً  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

İtiraziyye olan  لَا بُرْهَانَ لَهُ بِه۪  cümlesi, cinsini nefyeden  لَا ’nın dahil olduğu isim cümlesidir.  بُرْهَانَ , cinsini nefyeden  لَا ’nın ismidir. Haberi ise mahzuftur. Haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itiraziyye cümlesinin, ana cümlenin anlamına tesiri yoktur. (Sevinç Resul, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

بُرْهانَ لَهُ بِهِ  ifadesi  ومَن يَدْعُ مَعَ اللَّهِ إلَهًا آخَرَ  ifadesinden haldir ve buna  حالٌ لازِمَةٌ (Lazım hal) denir. Çünkü Allah ile birlikte başka bir ilâha tapmak, ancak delil ve burhandan yoksun bir şekilde gerçekleşebilir. (Âşûr)

فَ  şartın cevabı için rabıtadır.  اِنَّمَا  kasr edatıyla tekid edilmiş isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Kasr, mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.

اِنَّمَا  ile yapılan kasrlarda muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. Muhataba konunun bilindiği tenbih edilir. اِنَّمَا  edatı; siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهُ  ve  رَبِّ  isimlerinde zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

فَإنَّما حِسابُهُ عِنْدَ رَبِّهِ  ifadesindeki kasr, kasr-ı hakîkîdir ve bu ifade hesap gününün tekidini ve o günkü hesabın yalnız ve yalnız Allah Teâlâ’nın elinde olduğu manasını içerir. (Âşûr)

Burada kasrın izafî olması da caizdir. Bu durumda Nebi aleyhisselamı yatıştırmak için gelmiştir. Öyle ki Allah Teâlâ  إنْ عَلَيْكَ إلّا البَلاغُ (Şûra Suresi, 48) ayetinde belirtildiği gibi O’na yalnızca tebliğ vazifesini yüklemiş, kâfirlerin inkârdaki ısrarları sebebiyle O’nu sorumlu tutmayacağını muhtelif ayetlerle beyan etmiştir. (Âşûr)

عِنْدَ رَبِّه۪  izafetinde, Rabb ismine muzâf olması sebebiyle  عِنْدَ  tazim edilmiştir. Allah ile birlikte başka bir ilâha tapan kişiye ait zamirin Rabb ismine izafesi, onun, Allah’ın otoritesi, terbiyesi ve idaresi altında olduğunu haber verdiği gibi sapkınlıkta ne kadar ileri gittiğine de işaret eder. Ayrıca bu izafette Rabbin onun üzerindeki ihsan ve faziletleri konusundaki rububiyetini hatırlatmak manası vardır.

اِلٰهاً - اللّٰهِ - رَبِّه۪  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Kur’an-ı Kerim’de şart ile cevabı arasına itiraziyye cümlesi girmesinin bir örneği de bu ayettir. Cinsini nefyeden لَا  ile mansub olan isim cümlesi olarak şart ile cevabı arasına gelmiştir.

Eğer bu ayette geçen  مَنْ يَدْعُ  cümlesi şart cümlesi,  فَاِنَّمَا حِسَابُهُ عِنْدَ رَبِّه۪ۜ  cümlesi ise cevabı olarak kabul edilirse, bu durumda;  لَا بُرْهَانَ لَهُ بِه۪ۙ  cümlesi sıfat konumunda kabul edilir.

Bu ayette geçen  لَا بُرْهَانَ لَهُ بِه۪ۙ cümlesiyle ilgili bir başka yorum ise bu cümlenin şart ile cevabı arasında itiraziyye cümlesi olduğudur. (Kanatbek Orozobekov, Arap Dilinde Cümle-i Mu’terize Ve Kur’an-ı Kerim’den Seçme Örnekler) 


 اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الْكَافِرُونَ

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.  اِنَّ ’nin haberi olan  لَا يُفْلِحُ الْكَافِرُونَ  cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  اِنَّهُ ’deki  هُ  şan zamiri  اِنَّ ’nin ismidir.

Mercii olmayan şan zamiri, ancak  اِنَّ  ile gelir ve kelama zerafet kazandırır. Bilindiği gibi müennesine de kıssa zamiri denir. Bunların genel adı ise iş zamiridir. Müsnedün ileyh; şan zamiri olarak da gelebilir. Bu durumda, garabete delalet eder. Bu durumda muhatap bundan sonra gelen şeyi merak eder (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayrıca muzari fiil teceddüt, tecessüm ve zem makamında olduğunda istimrar ifade eder.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadir Suresi 1)

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bu sure  أفْلَح الْمُؤْمِنُون  cümlesi ile başlamış,  اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الْكَافِرُونَ  cümlesi ile sona ermiş­tir ki her iki grup arasındaki farklılık ortaya çıksın. Başlangıç ile sonuç arasında ne kadar fark var! (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir) Hüsn-i intihâ sanatı vardır. 

Müminlerin felahını bildiren ayet ile başlamakta ve surenin sonunda da kâfirlerin felah bulamayacakları bildirilmektedir. (Ebüssuûd)

Kur’an’daki surelerin sonu bu sanatın en güzel örnekleridir. Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi beliğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatap artık başka bir şey duymak istemez. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Bedî’ İlmi)

إنَّهُ لا يُفْلِحُ الكافِرُونَ  cümlesi tezyîldir. (Âşûr)

Surenin  قَدْ أفْلَحَ المُؤْمِنُونَ  şeklinde başlayıp  إنَّهُ لا يُفْلِحُ الكافِرُونَ  şeklinde hitama ermesinde  reddü'l-acüz ale's-sadr vardır ve bu, müminlerin zıddına kâfirlerin felahının mümkün olmadığının ifadesidir. (Âşûr)