Furkan Sûresi 42. Ayet

اِنْ كَادَ لَيُضِلُّنَا عَنْ اٰلِهَتِنَا لَوْلَٓا اَنْ صَبَرْنَا عَلَيْهَاۜ وَسَوْفَ يَعْلَمُونَ ح۪ينَ يَرَوْنَ الْعَذَابَ مَنْ اَضَلُّ سَب۪يلاً  ...

Onlar seni görünce ancak eğlenceye alırlar. “Allah’ın peygamber olarak gönderdiği adam bu mu? Biz, ilâhlarımıza sımsıkı sarılmasaydık neredeyse bizi ilâhlarımızdan uzaklaştıracaktı” (derler.) Onlar yakında azabı gördükleri zaman, yolca kimin daha sapık olduğunu görecekler.  (41 - 42. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنْ
2 كَادَ nerdeyse ك و د
3 لَيُضِلُّنَا bizi saptıracaktı (diyorlar) ض ل ل
4 عَنْ -dan
5 الِهَتِنَا tanrılarımız- ا ل ه
6 لَوْلَا eğer etmeseydik
7 أَنْ
8 صَبَرْنَا biz kararlılık ص ب ر
9 عَلَيْهَا onda
10 وَسَوْفَ ve yakında
11 يَعْلَمُونَ bileceklerdir ع ل م
12 حِينَ zaman ح ي ن
13 يَرَوْنَ gördükleri ر ا ي
14 الْعَذَابَ azabı ع ذ ب
15 مَنْ kimin
16 أَضَلُّ sapık olduğunu ض ل ل
17 سَبِيلًا yolunun س ب ل
 
Mekkeli putperestlerin ileri gelenleri, bâtıl inançlarını sürdürmekle yetinmeyip bütün cahiller, cahil oldukları kadar küstah da olan kötü karakterli insanlar gibi onlar da Hz. Peygamber’in kendilerine yönelttiği davetin, ortaya koyduğu inanç ilkelerinin ve hayat sisteminin içeriği, anlamı ve değeri üzerine düşünecekleri yerde, sırf ilkellik ve bağnazlıklarından, inat ve inkârlarından dolayı güya onu önder ve rehber olacak nitelikte görmediklerini ileri sürerek alaya alırlardı. Çünkü –önceki âyetlerde de geçtiği gibi– onlar, peygamber olan birinin yanında meleklerin bulunması, kendilerine Allah’ı göstermesi gibi olağan üstü işaretler ortaya koyması gerektiğini ileri sürerlerdi. Oysa, 42. âyette aktarılan kendi ifadelerinden anlaşıldığına göre onlar elleriyle yaptıkları putlara bağlılığı gerçek din sayacak, bunlardan kurtarılmanın kendileri için felâket olduğunu düşünecek kadar da aptalca ve sapkın bir zihniyete sahiplerdi (Râzî, XXIV, 85). Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 127
 

اِنْ كَادَ لَيُضِلُّنَا عَنْ اٰلِهَتِنَا 

 

اِنْ  tekid ifade eden muhaffefe  اِنَّ ’dir. İsmi olan şan zamiri mahzuftur. Takdiri,  إنه  şeklindedir. 

Şan zamirleri: Müfred gaib ve gaibe (3. tekil şahıs zamiri)nde kendisine dikkat çekilmek istenen bir iş için kullanılır. İkisine birden iş zamiri denir.

Müzekkerine > zamiruş şan (هُوَ – هُ)  

Müennesine > zamirul kıssa (هِيَ – هَا)

Zamirler normalde kendinden önceki ismi açıklarken, zamiruş-şan/kıssa ise kendinden sonraki kısma dikkat çeker. Şan zamiri “Benden sonra bir cümle gelecek; gelecek olan o cümle çok önemli” mesajı verir. İş zamirleri 3’e ayrılır:

-  Munfasıl (ayrı iş zamirleri >هُوَ – هِيَ) mübteda olarak kullanılır.

-  Muttasıl (bitişik iş zamirleri >ىهُ – هَا) huruf-u müşebbehe bil fiil veya efali kulûb ile kullanılır.

- Mahzuf iş zamiri (hazf olmuş iş zamiri)  كَأَنَّ  ، أَنَّ  ، إنَّ ’nin muhaffefleri olan كَأَنْ , أَنْ  , إِنْ ’den sonra hazf edilmiş olarak gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَادَ  ile başlayan isim cümlesi  اِنْ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  كَادَ  mukarebe fiillerinden olup nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  كَادَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هو’dir.

Mukârebe (Yaklaşma) Fiilleri: Mübteda ve haberin başına gelerek nakıs fiiller gibi isim cümlesinin mübtedasını ismi, haberini ise haberi yaparlar. İsmini ref, haberini nasb ederler. Haberleri daima muzari fiil ile başlar. Bu fiiller -e yazdı, az kalsın … , neredeyse … , -mek üzereydi gibi manalara gelir. Bu fiillerden Kur’an’da sadece  كَادَ ’nin kullanımına rastlanılmıştır.  كَادَ  fiili tam fiil olarak da kullanılır. Bu durumda peşinden muzari fiil gelmez ve gerçek anlamı olan “tuzak kurdu, hile yaptı, aldattı” manalarına gelir. Bu şekilde geldiğinde normal fiil gibi amel eder. Yani fail ve meful alabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَ  harfi,  اِنْ ‘in muhaffefe  اِنَّ  olduğuna delalet eden lam-ı farikadır.  لَيُضِلُّنَا  cümlesi  كَادَ nin haberi olarak mahallen mansubdur.

يُضِلُّ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

عَنْ اٰلِهَتِنَا  car mecruru  يُضِلُّنَا  fiiline mütealliktir. Mütekellim zamir  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

يُضِلُّنَا  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  ضلٌَ ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

 

لَوْلَٓا اَنْ صَبَرْنَا عَلَيْهَاۜ

 

لَوْلَٓا  cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için  هلا  yani “Değil mi?” manasındadır.  (Âşûr)  

لَوْلَٓا  şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi) 

Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri;  لصرفنا عنها (Bizi onlardan uzaklaştıracaktı) şeklindedir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel mübteda olarak mahallen merfûdur. Haberi mahzuftur. 

صَبَرْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  عَلَيْهَا  car mecruru  صَبَرْنَا ’ya mütealliktir.


وَسَوْفَ يَعْلَمُونَ ح۪ينَ يَرَوْنَ الْعَذَابَ مَنْ اَضَلُّ سَب۪يلاً

 

وَ  istînâfiyyedir.  سَوْفَ  gelecek zamana işaret eder. Alimler bu edatı tesvif/erteleme diye isimlendirmişlerdir. Vaat veya tehdit bulunan yani istenen veya hoşlanılmayan bir fiile delalet eden bir muzari fiilin  başına geldiklerinde tekid/vurgu olurlar.  

يَعْلَمُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  ح۪ينَ  zaman zarfı olup  يَعْلَمُونَ  fiiline mütealliktir.

يَرَوْنَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

ح۪ينَ  cümleye muzaf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında (اَنْ) bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يَرَوْنَ  fiili  نَ un sübutuyla mahzuf elif üzere merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ı fail olarak mahallen merfûdur.  الْعَذَابَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

مَنْ اَضَلُّ  cümlesi amili  يَرَوْنَ nin mef’ûlü bihi olarak mahallen mansubdur.

مَنْ  soru ismi mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَضَلُّ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. سَب۪يلاً  temyiz olup fetha ile mansubdur.

Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin irabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur. Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اِنْ كَادَ لَيُضِلُّنَا عَنْ اٰلِهَتِنَا 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Kâfirlerin sözlerinin devamıdır.

اِنْ , tahfif edilmiş  اِنّ ’dir. Nakıs fiil  كَاد ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. كَاد ’nin haberi olan  يُضِلُّنَا عَنْ اٰلِهَتِنَا  cümlesine dahil olan lam,  اِنْ ’in muhaffefe olduğuna işaret eden lam-ı farikadır.

Ayetin başındaki harf  اِنَّ den hafifletilen  اِنْ ’dir.  لَيُضِلُّنَا  kelimesinin başındaki  لَ  da كَادَ ’nin başındaki  اِنْ ’in şartiyye ve olumsuzluk için olmadığını, bunun  اِنَّ den hafifletilmiş olduğunu gösteren lamdır. (Fahreddin er-Râzî) 

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)


لَوْلَٓا اَنْ صَبَرْنَا عَلَيْهَاۜ

 

Fasılla gelen cümle şart üslubunda haberî isnaddır.  اَنْ  ve akabindeki  صَبَرْنَا عَلَيْهَا  cümlesi masdar teviliyle mahzuf haber için mübteda konumundadır. Takdiri,  موجود  olan haberin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

لَوْلَٓا ’nın, takdiri  لصرفنا عنها (Bizi onlardan uzaklaştıracaktı) olan cevabı, öncesinin delaletiyle mahzuftur. Bu, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Bu takdire göre mahzuf cevap ve mezkûr şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.  

لَوْلَٓا  şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

Onların bu sözleri, Hz. Peygamberin (sav) onları, putlara tapmaktan alıkoyma, vazgeçirme hususunda ne denli çalıştığına delalet eder. (Fahreddin er-Râzî)

لَوْلَٓا (…masaydık) ifadesi Nahiv ilmi açısından değil ama mana bakımından mutlak hükmü sınırlandırmaktadır.  وَسَوْفَ يَعْلَمُونَ (Öğrenecekler) ifadesi bir tehdit ve verilen mühlet ne kadar uzarsa uzasın ondan kurtulamayacaklarını, azabın mutlaka gelip onları bulacağını, dolayısıyla ertelemeye aldanmamaları gerektiğinin bir delilidir. “Kimin yanlış yolda gittiğini” ifadesi “bizi saptırmasına ramak kalmıştı” sözlerine bir cevap gibidir; çünkü o ifadede, ancak kendisi sapıtmış olanın bir başkasını saptıracağı hakikati çerçevesinde, Peygambere (sav) sapkınlık nispet edilmektedir. (Keşşâf) 


 وَسَوْفَ يَعْلَمُونَ ح۪ينَ يَرَوْنَ الْعَذَابَ مَنْ اَضَلُّ سَب۪يلاً

 

وَ  istînâfiyyedir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Fiil muzari sıygada gelerek hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. İstikbal harfi  سَوْفَ  tehdit makamında tekid ifade eder.

Tesvif harfi  سَوْفَ ’den murad, tekiddir. Çünkü iki tesvif harfi de - قَدْ  harfinin mazi fiili tekidi gibi - müstakbel manayı tekid eder. Gelecekte muhakkak bileceklerini ifade eder. Şu an için bilene gelince, bunun gerçek olduğuna güveninden kinayedir. Onlar batıldadır. (Âşûr, Araf Suresi, 123)

Zaman zarfı  ح۪ينَ ’nin müteallakı,  يَعْلَمُونَ  fiilidir. Muzâfun ileyh konumundaki  يَرَوْنَ الْعَذَابَ مَنْ اَضَلُّ سَب۪يلاً  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

مَنْ اَضَلُّ سَب۪يلاً  cümlesi  يَعْلَمُونَ  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsned olan  اَضَلُّ  ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.

سَب۪يلاً , temyizdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

[İleride azabı gördükleri zaman yolca kimin daha sapkın olduğunu bilecekler] cümlesi de “Neredeyse bizi gerçekten saptıracaktı.” sözlerine cevaptır. Çünkü bu, ondan gerekeni ve onu lâzım kılanı bertaraf etmektedir. Bunda onlara mühlet verse de ihmal etmeyeceğine delil vardır. (Beyzâvî, Ebüssuûd)