وَاِذَا يُتْلٰى عَلَيْهِمْ قَالُٓوا اٰمَنَّا بِه۪ٓ اِنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّنَٓا اِنَّا كُنَّا مِنْ قَبْلِه۪ مُسْلِم۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذَا | zaman |
|
2 | يُتْلَىٰ | (Kur’an) okunduğu |
|
3 | عَلَيْهِمْ | onlara |
|
4 | قَالُوا | derler |
|
5 | امَنَّا | inandık |
|
6 | بِهِ | ona |
|
7 | إِنَّهُ | kesinlikle o |
|
8 | الْحَقُّ | bir haktır |
|
9 | مِنْ | -den |
|
10 | رَبِّنَا | Rabbimiz- |
|
11 | إِنَّا | zaten biz |
|
12 | كُنَّا | idik |
|
13 | مِنْ |
|
|
14 | قَبْلِهِ | ondan önce de |
|
15 | مُسْلِمِينَ | müslümanlar |
|
Yaygın yoruma göre daha önce kendilerine kitap verilen ve Kur’an inince ona da iman edenler, Abdullah b. Selâm ve Rifâa b. Rifâa gibi bazı yahudilerle Varaka b. Nevfel ve Suheyb-i Rûmî gibi hanîfler veya hıristiyanlardır (İbn Âşûr, XX, 143; krş. Şevkânî, IV, 172). Bir görüşe göre de hıristiyan olan Habeşistan Necâşîsi’nin Hz. Peygamber’in durumunu tetkik edip hakkında bilgi getirmeleri için Mekke’ye gönderdiği, Hz. Peygamber’in telkinleriyle İslâm dinini kabul etmiş olan on iki kişilik bir heyetidir (İbn Âşûr, XX, 143). Ancak âyeti genel olarak değerlendirmek, Ehl-i kitap’tan olup da Hz. Peygamber zamanında İslâm’a girmiş ve kıyamete kadar girecek olanları bu âyetin kapsamında düşünmek daha uygun olur (krş. Ankebût 29/47). 53. âyetteki “Esasen biz bundan önce de rabbimize boyun eğmiştik” ifadesi, Ehl-i kitabın, Hz. Peygamber’in geleceğine dair kendi kitaplarındaki müjdeye veya genel olarak Allah’ın birliğine ve gönderdiği peygamberlere inandıklarına işaret etmektedir. Bunlar hem Kur’an’dan önceki kitaplara hem de Kur’an’a iman ettikleri ve bu uğurda kendi toplumları tarafından uygulanan her türlü maddî ve mânevî baskıya, boykot ve eziyete katlandıkları, 54 ve 55. âyetlerde zikredilen diğer ahlâkî özelliklere de sahip bulundukları için mükâfatları iki defa yani diğer müminlere verilecek mükâfatın iki katı veya daha fazlasıyla verilecektir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 236
وَاِذَا يُتْلٰى عَلَيْهِمْ قَالُٓوا اٰمَنَّا بِه۪ٓ اِنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّنَٓا
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا şart manalı, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
(إِذَا) dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) (إِذَا)’nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbâl, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف) ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükûn üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُتْلٰى şeklinde muzari sıyga ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُتْلٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. عَلَيْهِمْ car mecruru تُتْلٰى fiiline mütealliktir.
فَ karinesi olmadan gelen قَالُٓوا اٰمَنَّا بِه۪ٓ cümlesi şartın cevabıdır. قَالُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli اٰمَنَّا بِه۪ٓ ‘dir. قَالُٓوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اٰمَنَّا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. بِه۪ٓ car mecruru اٰمَنَّا fiiline mütealliktir.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُ muttasıl zamir اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. الْحَقُّ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
مِنْ رَبِّنَٓا car mecruru الْحَقُّ ’nun mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِنَّا كُنَّا مِنْ قَبْلِه۪ مُسْلِم۪ينَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. نَا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. كُنَّا ’nın dahil olduğu isim cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
كُنَّا nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. نَا mütekellim zamiri كُنَّا ’nın ismi olarak mahallen merfûdur. مِنْ قَبْلِه۪ car mecruru مُسْلِم۪ينَ ‘ye mütealliktir.
مُسْلِم۪ينَ kelimesi كُنَّا ’nın haberi olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. مُسْلِم۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِذَا يُتْلٰى عَلَيْهِمْ قَالُٓوا اٰمَنَّا بِه۪ٓ
Ayet öncesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Şart üslubunda gelen ayetin ilk cümlesi يُتْلٰى عَلَيْهِمْ , şart cümlesidir. Aynı zamanda cevap cümlesine müteallık olan اِذَا ’nın muzâfun ileyhidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eder.
Muzari fiilin tercih edilmesi olayın zihinde daha kolay canlandırılması için de olabilir. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يُتْلٰى fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i İbrahim, s. 127)
فَ karinesi olmaksızın gelen cevap cümlesi قَالُٓوا اٰمَنَّا بِه۪ٓ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. قَالُٓوا fiilinin mekulü’l-kavli olan اٰمَنَّا بِه۪ٓ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
اِذَا , müstakbel için kullanılır. Yani, gelecek zamanda gerçekleşecek bir cezanın, yine gelecek zamanda gerçekleşecek bir şarta bağlı olması durumunda bu edat kullanılır. Mütekellim şart fiilinin vuku bulacağına kesin olarak, ya da büyük bir ihtimalle inanıyorsa اِذَا harfini kullanır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
اِنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّنَٓا
Beyanî istînâf veya ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır. اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ’nin haberi الْحَقُّ şeklinde marife gelerek bu vasfın müsnedün ileyhte kemâl derecede olduğunu ifade etmiştir.
رَبِّنَٓا izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olması sebebiyle نَا zamirinin ait olduğu kişiler şeref kazanmıştır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
اِنَّا كُنَّا مِنْ قَبْلِه۪ مُسْلِم۪ينَ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır. اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ’nin haberi, nakıs fiil كَان ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur مِنْ قَبْلِه۪ , önemine binaen amili olan مُسْلِم۪ينَ ’ye takdim edilmiştir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)
كَانَ ’nin haberi olan مُسْلِم۪ينَ ’nin, ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir. İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsufa olan bağlılığına delalet eder.
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan s.124)
Şayet “Burada اِنَّهُ ve اِنَّا ile yapılan iki istînaf arasında ne fark var?” dersen şöyle derim: Birinci istînaf Kur’an’a iman etmenin gerekçesini bildirir; zira Kur’an Allah tarafından hak bir kitap olduğu için inanılmaya layıktır. İkinci istînaf ise اٰمَنَّا بِه۪ٓ ifadesini beyan mahiyetindedir; çünkü bu imanın zamanı yakın veya uzak olabilir. Bu ifade ile onların Kur’an’a inanmalarının eski olduğu haber verilmiş olmaktadır; zira onların ataları önceki kitaplarda Kur’an bahsini okumuşlar; onlardan sonra oğulları da bunu okumuştur. Şüphesiz biz ondan Kur’an’ın varlığından ve inişinden önce de İslam dini üzere olup aynı gerçeğe teslimiyet gösteren kişiler idik demekteler. Zira İslam yani Hakk’a teslimiyet, vahyi tasdik eden bütün muvahhitlerin özelliğidir. (Keşşâf)
Allah Teâlâ, bunların imanlarının çok güçlü olduğuna delalet edecek şeyi naklederek, "Buna inandık. Şüphesiz ki bu Rabbimizden gelen bir haktır. Gerçekten biz, bundan evvel de İslam'ı kabul etmiş kimselerdik" dediklerini bildirmiştir. Ayetteki "Bu Rabbimizden gelen bir haktır" ifadesi, bir sebep manası taşır, yani, "Bunun Allah katından bir hak olması, ona iman etmeyi gerektirir" demektir. Ayetteki, "Biz, bundan evvel de İslam'ı kabul etmiş kimselerdik" ifadesi de onların, "Buna inandık" şeklindeki sözlerinin bir izahı gibidir. Çünkü bu imanın, zamanının yakın veya uzak olması muhtemeldir. Bundan dolayı onlar, buna eskiden beri inandıklarını haber vermişlerdir. Bu onların, Hz Muhammed'in geleceğine dair müjdeyi önceki peygamberlerin kitaplarında da görmüş olmalarından ötürüdür. (Fahreddin er- Râzî)