وَمَا كَانَ لِنَفْسٍ اَنْ تَمُوتَ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِ كِتَاباً مُؤَجَّلاًۜ وَمَنْ يُرِدْ ثَوَابَ الدُّنْيَا نُؤْتِه۪ مِنْهَاۚ وَمَنْ يُرِدْ ثَوَابَ الْاٰخِرَةِ نُؤْتِه۪ مِنْهَاۜ وَسَنَجْزِي الشَّاكِر۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَا | ve yoktur |
|
2 | كَانَ |
|
|
3 | لِنَفْسٍ | hiçbir kişi için |
|
4 | أَنْ |
|
|
5 | تَمُوتَ | ölmek |
|
6 | إِلَّا | olmadan |
|
7 | بِإِذْنِ | izni |
|
8 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
9 | كِتَابًا | yazılmıştır |
|
10 | مُؤَجَّلًا | belirli bir süreye göre |
|
11 | وَمَنْ | ve kim |
|
12 | يُرِدْ | isterse |
|
13 | ثَوَابَ | sevabını (menfaatini) |
|
14 | الدُّنْيَا | dünya |
|
15 | نُؤْتِهِ | kendisine veririz |
|
16 | مِنْهَا | ondan |
|
17 | وَمَنْ | ve kim |
|
18 | يُرِدْ | isterse |
|
19 | ثَوَابَ | sevabını |
|
20 | الْاخِرَةِ | ahiret |
|
21 | نُؤْتِهِ | kendisine veririz |
|
22 | مِنْهَا | ondan |
|
23 | وَسَنَجْزِي | ve mükafatlandıracağız |
|
24 | الشَّاكِرِينَ | şükredenleri |
|
Gerçekten Allah Teâlâ'nın izni ve iradesi olmaksızın hiçbir kimsenin ölmesi ihtimali yoktur. Gerek döşekte olsun, gerek öldürmekle olsun, mutlak ölüm böyle olunca, Allah'ın iradesi erişmeden ne düşmanın saldırısıyla, ne de kendi arzusuyla kimse ölmez. Demek ki Muhammed vefat eder veya öldürülürse düşmanın saldırmasıyla değil, Allah'ın izniyle olacaktır. Aynı şekilde her hangi bir şahıs da ölecek veya öldürülecek olursa, o da düşmanın saldırmasıyla değil, Allah'ın emriyledir. Ve bunun böyle olduğu da Uhud olayının tecrübî (deneysel) sonuçlarından biri olmak üzere sabittir. Eğer böyle olmasaydı, o gün hiçbir kimse kurtulamazdı. Buna göre her iki takdirde Allah'ı unutmamak ve Allah'ın iradesine, tam bir rıza ile itaat edip görev yapmak gerekir. Harp meydanında vazife ise kâfirlere karşı koymak ve i'lây-ı kelimetullah (Allah'ın kelimesini yükseltmek) uğrunda hiçbir şeyden çekinmemektir. İyi bilinmelidir ki, korkunun ecele faydası yoktur.
Kâfirlere mağlub olanlar, bir müddet hayatta kalsalar bile, dinden dönme tehlikesiyle karşı karşıyadırlar. Allah'ın izniyle ölüm ise tayin edilmiş bir şekilde yazılır. Yani Allah katında bilinen bir vakit ile takdir edilmiştir ki; ne ileri gider, ne geri kalır. Bir insan, gerçekte nasıl bir şekilde ölecekse öyle ölür. Ve onun dünyada iki ömrü yoktur. Şu halde iki eceli de yoktur. Bazı kimseler ecel-i müsemmâ (eceliyle gelen, normal ölüm) ve ecel-i kaza (kaza ile gelen ölüm) diye iki ecel tasavvur ederler. Ve, "Zavallı eceli gelmeden kazaya uğradı." derler. Bilmezler ki, olay ne ise ömür, ecel odur. Ve o kimsenin Allah katında bilinen vakti ondan ibarettir. Bundan başkası gerçekten değil, zâtî ve aklî imkan üzerine kurulmuş varsayımlar ve ihtimallerdir. Herkesin gerçekte ömrünün, ecelinin birliği, inkâr imkanı bulunmayan apaçık bir gerçek olduğu halde, birtakım kimselerin bunu karmaşık bir mesele imiş gibi "ecel bir mi, iki mi?" diye konuşmaya kalkışmaları, konuyu kavrayamamalarından doğar. Evet, kaderin sırrı belli olmaz ve yaşayan bir kimsenin ne vakit ve ne şekilde öleceğini de Allah'tan başka kimse bilmez. İlâhî kanunda ölümün sebepleri olarak tanınmış birçok şeyler de vardır.
İnsan, ecelinin ne olduğunu bilmediği için bunlardan sakınmalıdır. Ve fakat muhakkak şu bilinmelidir ki bu sakınma ne ilâhî iradeyi değiştirir, ne de Allah katında bilinen ve takdir edilmiş olan eceli değiştirir. Şu halde ölüm endişesi, hayatla ilgili kayıtlanmalar, Allah'a karşı olan mühim vazifeleri unutturmamalıdır. Çünkü hayat ve ölümün bizzat dayanağı sırf Allah'ın dilemesidir. Ve bunda kimsenin tesiri yoktur.
Fakat hayattan istifade ve hayatın meyvelerini toplayabilme, devşirebilme hususu böyle değildir. Bu cihet (yön) beşer iradesiyle ilgilidir. Bunun için buyuruluyor ki, ve her kim dünya sevabı isterse, ona dünya sevabından veririz; her kim de ahiret sevabı isterse, ona da ahiret sevabından veririz. Kayıtları gösteriyor ki istenilenin hepsi verilmezse de, her halde biraz olsun verilir. Ve kulun iradesi büsbütün hükümsüz kalmaz. Burada "dünya sevabı" kısmı, ganimet arzusuyla koşanlara bir ta'riz (taşlamay)i içermektedir. O şükredenler ki, İslâm nimetinde sebat edip, Allah'ın kendilerine ihsan ettiği kudret ve kuvveti, yaratılış gayesi olan itaate sarfederek şükrünü eda ederler ve hiçbir engel karşısında bundan dönmezler. Bu şükredenlerden maksat ya lâm-ı ahd (ahid lâmı) ile şehidler ve diğer bilinen mücahidler bunda ilk girenlere dahildirler. Burada şükrün cezasından kastedilenin de, ahirete ait sevab olduğu, sözün gelişinden açıkça anlaşılmaktadır. (Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri)
وَمَا كَانَ لِنَفْسٍ اَنْ تَمُوتَ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِ كِتَاباً مُؤَجَّلاًۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. لِنَفْسٍ car mecruru كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, كَانَ ’nin muahhar ismidir. اِلَّا hasr edatıdır.
بِإِذۡنِ car mecruru تَمُوتَ fiilinin failinin mahzuf haline müteallıktır. Yani تموت منتهيا أجلها بإذن الله (Allah’ın izniyle eceli geldiği zaman ölür.) demektir. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
كِتَابًا mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakıdır. Takdiri; كتب ذلك (Bunu yazdı) şeklindedir. مُؤَجَّلًا kelimesi كِتَابًا ’in sıfatıdır. مُؤَجَّلًا kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i mef’ûludur.
كِتَابًا lafzî tekid olup “ölümü yazmakla yazdı” anlamındadır. مُؤَجَّلًا “önceye ve sonraya alınamayan belli bir zamanı olan süre olarak” demektir.
وَمَنْ يُرِدْ ثَوَابَ الدُّنْيَا [Kim dünyevi karşılık isterse] ifadesi Uhud Savaşı’nda ganimet toplama hırsına yenilenlere tarizde bulunmaktadır.
نُؤْتِه۪ مِنْهَا [… kendisine ondan yani onun karşılığından veririz.] وَسَنَجْزِي الشَّاكِر۪ينَ ifadesi, “Şükredenleri” yani Allah’ın nimetine şükreden ve hiçbir şeyin kendilerini cihattan alıkoyamadığı kimseleri “elbette yakında” müphem [yani misli görülmemiş muazzam] bir ödülle “ödüllendireceğiz” demektir. (Keşşâf)
وَمَنْ يُرِدْ ثَوَابَ الدُّنْيَا نُؤْتِه۪ مِنْهَاۚ وَمَنْ يُرِدْ ثَوَابَ الْاٰخِرَةِ نُؤْتِه۪ مِنْهَاۜ
وَ atıf harfidir. مَنْ şart ismi iki fiili cezmeder. Mübteda olarak mahallen merfûdur.
يُرِدْ şart fiilidir. Meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Aynı zamanda mübtedanın haberidir.
ثَوَابَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. الدُّنْيَا elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. Şartın cevabı نُؤْتِه۪ مِنْهَا ’dır.
نُؤْتِ illet harfinin hazfiyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. Muttasıl zamir ه۪ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
مِنْهَا car mecruru نُؤْتِه۪ fiiline müteallıktır. Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, مَنۡ ’in haberidir.
مَنْ يُرِدْ ثَوَابَ الْاٰخِرَةِ نُؤْتِه۪ مِنْهَا cümlesi atıf harfi وَ’ile makabline matuftur.
وَسَنَجْزِي الشَّاكِر۪ينَ
Fiil cümlesidir. و istînâfiyyedir. سَيَجْزِي fiilinin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.
يَجْزِي fiili ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. الشَّاكِر۪ينَ mef’ûlun bihtir. Nasb alameti ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
الشَّاكِر۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan شكر fiilinin ism-i failidir.
وَمَا كَانَ لِنَفْسٍ اَنْ تَمُوتَ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِ كِتَاباً مُؤَجَّلاًۜ
Önceki istînâfa matuf olarak gelen ayetin ilk cümlesi, olumsuz كَانَ ’nin dâhil olduğu isim cümlesi formunda faide-i haber talebî kelamdır.
Âşûr’a göre cümle-i muterize olup وَ da itiraziyyedir.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır. كَانَ ,لِنَفْسٍ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.
Masdar harfi اَنْ’i takib eden …تَمُوتَ cümlesi masdar teviliyle كَانَ ’nin ismi konumundadır.
مَا nefy edatı ve اِلَّا istisna edatı ile yapılan kasr fiil ve car-mecrur arasında, kasr-ı mevsuf alel sıfattır.
كِتَابًا, takdiri كتب olan fiilin mef’ûlü mutlakı, مُؤَجَّلًاۜ ise كِتَابًا için sıfattır.
اِذْنِ اللّٰهِ izafetinde lafza-i celâle muzâf olması اِذْنِ ’ye şeref kazandırmıştır.
Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Ayetteki اِذْنِ kelimesi, mecaz olarak Allah'ın iradesi, dilemesi yerinde kullanılmıştır. Çünkü ilâhî irade, O’nun izninin gereğidir yahut Allah ölüm meleğine, o nefsin canını alması için izin vermedikçe hiçbir kimse için ölmek yoktur. (Ebüssuûd)
Ayet, her nefsin ölümünün Allahu Teâlâ'nın iradesine bağlı olduğunu, ilâhî irade o kişinin ölümüne taalluk etmedikçe savaş meydanlarına dalmak ve korkunç geçitlere atılmakla ölümün gerçekleşmeyeceğini belirtir. (Ebüssuûd)
وَمَنْ يُرِدْ ثَوَابَ الدُّنْيَا نُؤْتِه۪ مِنْهَاۚ وَمَنْ يُرِدْ ثَوَابَ الْاٰخِرَةِ نُؤْتِه۪ مِنْهَاۜ
وَ atıf harfi, مَنْ şart ismidir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يُرِدْ ثَوَابَ الدُّنْيَا, cümlesi مَنْ ’in haberidir. Cevap cümlesinin haber olmasına da cevaz vardır.
Müsnedin muzari fiille gelmesi hudûs, teceddüt ve hükmü takviye ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi etkilenir.
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi نُؤْتِه۪ مِنْهَاۜ aynı üslupta fiil cümlesidir.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil şart üslubundaki terkip, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Bu ifade, Uhud Ssavaşı’nda ganimetlerle meşgul olan okçulara bir tarizdir. (Ebüssuûd)
Ayetin ilk cümlesindeki gaib zamirden bu cümlede azamet zamirine iltifat vardır.
Tezat sebebiyle makabline atfedilmiştir.
مَنْ - يُرِدْ - ثَوَابَ - نُؤْتِه۪ - مِنْهَاۚ kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l acüz ale’s -sadr sanatları vardır.
Farklı grupları belirten مَنْ ’ler arasında tam cinas ve reddü’l acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
وَمَنْ يُرِدْ ثَوَابَ الدُّنْيَا نُؤْتِه۪ مِنْهَاۚ cümlesiyle وَمَنْ يُرِدْ ثَوَابَ الْاٰخِرَةِ نُؤْتِه۪ مِنْهَاۜ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
الدُّنْيَا - الْاٰخِرَةِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
وَسَنَجْزِي الشَّاكِر۪ينَ
Ayetin fasılasındaki وَ, istînâfiyyedir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Cümleye dâhil olan istikbal harfi سَ vaad sıygasında geldiği için tekid ifade eder. Bu son cümle tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
وَسَنَجْزِي الشَّاكِر۪ينَ [Şükredenleri mükâfatlandıracağız.] cümlesinde الشَّاكِر۪ينَ [Şükredenler]den kasıt, ön cümlede zikredilen “ahireti isteyenler” grubudur. Onlardan zamirle değil de bir başka isimle bahsedilmesi, tecrîddir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
كِتَابًا lafzı tekid masdarı olup “ölümü yazmakla yazdı” anlamındadır. مُؤَجَّلًاۜ ise “önceye ve sonraya alınamayan belli bir zamanı olan süre olarak” demektir. [Kim dünyevi karşılık isterse] ifadesi Uhud Savaşı’nda ganimet toplama hırsına yenilenlere tarizde bulunmaktadır. “…kendisine ondan” yani onun karşılığından “veririz.” وَسَنَجْزِي الشَّاكِر۪ينَ ifadesi, “Şükredenleri” yani Allah’ın nimetine şükreden ve hiçbir şeyin kendilerini cihaddan alıkoyamadığı kimseleri “elbette yakında” müphem yani misli görülmemiş muazzam bir ödülle “ödüllendireceğiz” demektir. (Keşşaf)
Hz Peygamber (s.a.) şöyle buyurur: “Kimin niyeti ahireti istemek olursa Allah da onun kalbine zenginlik koyar. Gücünü birleştirir de dünya ona basit gelir. Kimin niyeti de dünyayı elde etmek ise Allah ona fakirlik verir, gücünü dağıtır ve nasibinden başkasına da ulaşamaz.” (Ruhu’l Beyan)