وَلَا يَحْزُنْكَ الَّذ۪ينَ يُسَارِعُونَ فِي الْكُفْرِۚ اِنَّهُمْ لَنْ يَضُرُّوا اللّٰهَ شَيْـٔاًۜ يُر۪يدُ اللّٰهُ اَلَّا يَجْعَلَ لَهُمْ حَظًّا فِي الْاٰخِرَةِۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَا |
|
|
2 | يَحْزُنْكَ | seni üzmesin |
|
3 | الَّذِينَ | kimseler |
|
4 | يُسَارِعُونَ | koşan(lar) |
|
5 | فِي |
|
|
6 | الْكُفْرِ | inkara |
|
7 | إِنَّهُمْ | elbette onlar |
|
8 | لَنْ |
|
|
9 | يَضُرُّوا | zarar veremezler |
|
10 | اللَّهَ | Allah’a |
|
11 | شَيْئًا | hiçbir |
|
12 | يُرِيدُ | istiyor |
|
13 | اللَّهُ | Allah |
|
14 | أَلَّا |
|
|
15 | يَجْعَلَ | koymamak |
|
16 | لَهُمْ | onlara |
|
17 | حَظًّا | hiçbir nasip |
|
18 | فِي |
|
|
19 | الْاخِرَةِ | ahirette |
|
20 | وَلَهُمْ | ve onlar için vardır |
|
21 | عَذَابٌ | bir azab |
|
22 | عَظِيمٌ | büyük |
|
Hz. Peygamber, müşriklerin inkârda ısrar etmeleri ve Kur’ân’a karşı olumsuz tavır almaları, münafıkların aleyhte propagandaları, İslâm’a tam ısınmamış olanlardan bazı kimselerin dinden dönmeleri ve yahudilerin yıkıcı hareketleri sebebiyle üzülüyordu. Yüce Allah onların bu tutumlarını “inkârda yarışma” olarak değerlendirmekte, bu ve benzeri âyetlerde Hz. Peygamber’i teselli ederek onların bu düşmanca davranmaları karşısında kendini üzmemesini tavsiye etmektedir (krş. Kehf 18/6; Şuarâ 26/3).
Çünkü onlar bu davranışlarıyla Allah’a ve O’nun dinine hiçbir zarar veremezler. Onlar istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır. Onların yaptıklarının vebali kendilerine aittir, hesaplarını Allah’a kendileri vereceklerdir; bu sebeple Peygamber’in üzülmesine gerek yoktur. Onun görevi inanmayanları mutlaka imana getirmek değil, Kur’ân’ı tebliğ ederek onları hak yoluna çağırmaktır (Nahl 16/82). İnkâr eden, üstelik müminleri maddî ve psikolojik yönden ezmek için yarışırcasına çaba harcayan zalimler hakkında Allah yasasını uygulayacak, onlara güzel olan hiçbir şey nasip etmeyecek ve onlar âhiret nimetlerinden mahrum kalacaklardır. (Kur’ân Yolu, Diyanet Tefsiri)
Hazza حظّ :
حَظٌّ miktarı belirlenmiş nasip, pay ya da hissedir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte toplam 7 kez geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekli hazdır.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَلَا يَحْزُنْكَ الَّذ۪ينَ يُسَارِعُونَ فِي الْكُفْرِۚ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.
يَحْزُنْ fiili meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يُسَارِعُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يُسَارِعُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. فِي الْكُفْرِ car mecruru يُسَارِعُونَ ‘deki zamirin mahzuf haline müteallıktır.
يُسَارِعُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi سرع ’dur. Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
اِنَّهُمْ لَنْ يَضُرُّوا اللّٰهَ شَيْـٔاًۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُمْ muttasıl zamiri, اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. لَنْ يَضُرُّوا fiili, اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
لَنْ muzariyi nasb ederek manasını olumsuz müstakbele çeviren harftir. Tekid ifade eder.
يَضُرُّوا fiili, نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اللّٰهَ lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. شَيْـًٔا mef’ûlu mutlaktan naibtir.
يُر۪يدُ اللّٰهُ اَلَّا يَجْعَلَ لَهُمْ حَظًّا فِي الْاٰخِرَةِۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ
Fiil cümlesidir. يُر۪يدُ merfû muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
اَنْ masdar harfidir. لاَ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَنْ ve masdar-ı müevvel, يُر۪يدُ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
يَجْعَلَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. لَهُمْ car mecruru يَجْعَلَ fiiline müteallıktır. حَظًّا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
فِي الْاٰخِرَةِ car mecruru حَظًّا ‘in mahzuf sıfatına müteallıktır.
وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ isim cümlesidir. وَ atıf harfidir. لَهُمۡ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. عَذَابٌ muahhar mübtedadır. عَظ۪يمٌ ise عَذَابٌ kelimesinin sıfatıdır.
وَلَا يَحْزُنْكَ الَّذ۪ينَ يُسَارِعُونَ فِي الْكُفْرِۚ
Müstenefe olan ayetin ilk cümlesi nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nasb mahallindeki mevsûlün irabdan mahalli olmayan sılası يُسَارِعُونَ فِي الْكُفْرِۚ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümle, muzari fiille gelerek tecessüm, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir
فِي الْكُفْرِ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla küfür içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü küfür hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak onların küfürde karar kıldıklarını, işin başında da sonunda da küfre büyük ilgi gösterdiklerini etkili bir şekilde ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belagat Dersleri, Beyân İlmi, Ebüssuûd - Âşûr)
يُسَارِعُونَ فِي الْكُفْرِۚ [Küfürde yarışıyorlar.] Allah yolunda savaşa katılmayan, küfür içinde her türlü gayreti gösteren münafıklar hakkındaki bu ayet-i kerimede يُسَارِعُونَ kelimesinde istiare yapılmıştır. يُسَارِعُونَ; koşmak yarışmak demektir. Küfür alanında ellerinde geleni yaptıkları manasında müstear olmuştur. Aralarındaki benzerlik her iki durumun da gayret gerektirmesidir. Ayette hakiki manadan mecazî manaya geçişin sebebi; küfür içinde hareket edenlerin Allah katında etkisiz ve değersiz olduğunu vurgulu bir şekilde ifade etmektir.
يُسَارِعُونَ فِي الْكُفْرِ sözünde küfre koşuştukları anlatılan kimseler, söz konusu sefere katılmayan münafıklarla Yahudilerden bir topluluktur. Bir görüşe göre ise bunlar, İslam’dan dönen bir kavimdir. (Ebüssuûd)
Müminlere hitaptan bu ayette Hz. Peygambere hitaba dönülmesi iltifat sanatıdır.
Hitabın değiştirilerek Resulullah’a (s.a.) tevcihi, ilâhî teselliyi tahsis suretiyle O’nu şereflendirmek ve din işlerinin tedvir ve tedbirinin, Peygambere ait olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
اِنَّهُمْ لَنْ يَضُرُّوا اللّٰهَ شَيْـٔاًۜ
Ta’liliye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِنَّ ve لَنْ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. اِنَّ ’nin haberi لَنْ يَضُرُّوا اللّٰهَ شَيْـًٔاۜ, menfi muzari fiil cümlesi şeklinde gelerek hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir.
شَيْـًٔاۜ ’deki tenvin nev ve kıllet için olup “hiçbir” manasındadır. Olumsuz siyakta nekre umum ifade eder.
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olmasına rağmen اللّٰهَ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
لَنْ يَضُرُّوا اللّٰهَ [Allaha zarar veremezler.] ibaresinde sebep; Allah’a zarar veremezler, müsebbep de sana, sahabilerine, dinine zarar veremezler manasıdır. Mecazı mürsel vardır.
Bu ifade, onların Allah’a hiçbir zaman ve hiçbir şekilde zarar veremeyecekleri hakikatini ortaya koymak suretiyle nehyin illetini beyan ve teselliyi ikmal eder. Yani onlar bu yaptıkları ile Allah dostlarına zarar veremeyeceklerdir.
Ayette “Allah'ın dostlarına…” yerine “Allah’a…” denmesi, onları şereflendirmek ve Allah’ın dostlarına zarar vermenin Allah Teâlâ’ya zarar vermek gibi olduğunu bildirmek içindir. Bunda ziyadesiyle teselli manası vardır. (Ebüssuûd)
يُر۪يدُ اللّٰهُ اَلَّا يَجْعَلَ لَهُمْ حَظًّا فِي الْاٰخِرَةِۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ
Beyanî istînâf olan cümle fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin tüm esma-i hüsnaya şamil lafza-i celâlle marife olması, durumun önemini vurgulamak, konuya dikkat çekmek amacına matuftur.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki يَجْعَلَ لَهُمْ حَظًّا فِي الْاٰخِرَةِۚ cümlesi, masdar teviliyle mef’ûl konumundadır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
حَظًّا ’deki tenvin nev ve kıllet için olup “hiçbir” manasındadır. Olumsuz siyakta nekre selbin umumuna işarettir.
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olmasına rağmen ikaz ve haşyet duyguları uyandırma amacıyla zamir yerine اللّٰهَ isminin zikredilmesi, ıtnâb ve tecrîd sanatıdır.
Son cümle وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يم masdar-ı müevvel cümlesine matuftur. Atıf sebebi tezayüftür. Cümlede takdim-tehir ve îcâzı hazif sanatı vardır. Haberin takdimi ihtimam içindir. Cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.
لَهُمْ maksûrun aleyh/mevsuf, عَذَابٌ عَظ۪يم maksûr/sıfattır. O azim azabın onlara mahsus olduğu, kasr üslubuyla etkili bir biçimde belirtilmiştir.
Müsnedün ileyh olan عَذَابٌ kelimesinin nekre gelmesi nev, tazim ve kesret ifade etmiştir. عَذَابٌ’da tenvin, azabın hakikatinin ancak Allah tarafından bilineceğine işaret eder.
عَظ۪يمٌ۟ sıfat olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Bu ayet istinaf cümlesi olup onların küfre dalmaya mübtela olmalarının ilâhî sırrını açıklar. Burada يُر۪يدُ اللّٰهُ [Allah irade eder, diler.] buyurulmak suretiyle iradenin zikri, onların ahiret nasibinden (hazzı) mahrum kalmalarını ve ilâhî azaba uğramalarını gerektiren gayet açık sebepler olduğunu bildirir. Zira Erhame’r-Rahimîn olan Allah Teâlâ’nın iradesinin ona taalluku bunu gösterir. (Ebüssuûd - Keşşâf - Âşûr)
Tefsir alimleri derler ki bir şeye koşmak, koşanın nazarında koşulan şeyin şanının pek büyük olduğuna ve kadrinin yüceliğine delalet eder. Burada da aralarında münasebet olsun diye onların mucib olduğu azab büyük olarak vasıflandırılmış ve koştukları şeyin haddi zatında pek değersiz olduğuna dikkat çekilmiştir. (Ebüssuûd)