مَا كَانَ اللّٰهُ لِيَذَرَ الْمُؤْمِن۪ينَ عَلٰى مَٓا اَنْتُمْ عَلَيْهِ حَتّٰى يَم۪يزَ الْخَب۪يثَ مِنَ الطَّيِّبِۜ وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُطْلِعَكُمْ عَلَى الْغَيْبِ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَجْتَب۪ي مِنْ رُسُلِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِه۪ۚ وَاِنْ تُؤْمِنُوا وَتَتَّقُوا فَلَكُمْ اَجْرٌ عَظ۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | مَا |
|
|
2 | كَانَ | değildir |
|
3 | اللَّهُ | Allah |
|
4 | لِيَذَرَ | bırakacak |
|
5 | الْمُؤْمِنِينَ | mü’minleri |
|
6 | عَلَىٰ | (şu) üzerinde |
|
7 | مَا | bulunduğunuz |
|
8 | أَنْتُمْ | sizin |
|
9 | عَلَيْهِ | (hal) üzere |
|
10 | حَتَّىٰ | kadar |
|
11 | يَمِيزَ | ayırıncaya |
|
12 | الْخَبِيثَ | pis olanı |
|
13 | مِنَ | -den |
|
14 | الطَّيِّبِ | temiz- |
|
15 | وَمَا |
|
|
16 | كَانَ | ve değildir |
|
17 | اللَّهُ | Allah |
|
18 | لِيُطْلِعَكُمْ | sizi vâkıf kılacak |
|
19 | عَلَى | üzerine |
|
20 | الْغَيْبِ | gayb |
|
21 | وَلَٰكِنَّ | fakat |
|
22 | اللَّهَ | Allah |
|
23 | يَجْتَبِي | seçer |
|
24 | مِنْ | -nden |
|
25 | رُسُلِهِ | elçileri- |
|
26 | مَنْ | kimi |
|
27 | يَشَاءُ | diliyorsa |
|
28 | فَامِنُوا | o halde inanın |
|
29 | بِاللَّهِ | Allah’a |
|
30 | وَرُسُلِهِ | ve elçilerine |
|
31 | وَإِنْ | eğer |
|
32 | تُؤْمِنُوا | inanır |
|
33 | وَتَتَّقُوا | ve korunursanız |
|
34 | فَلَكُمْ | sizin için vardır |
|
35 | أَجْرٌ | bir mükafat |
|
36 | عَظِيمٌ | büyük |
|
Ayeti kerimede münafıka murdar, Mümine ve temiz, tayyip denmesi herbirine layık olan vasfı tescil etmek ve onları birbirinden ayırmak hükmünün illetini bildirmek içindir. (Ebussuud)
مَا كَانَ اللّٰهُ لِيَذَرَ الْمُؤْمِن۪ينَ عَلٰى مَٓا اَنْتُمْ عَلَيْهِ حَتّٰى يَم۪يزَ الْخَب۪يثَ مِنَ الطَّيِّبِۜ
Fiil cümlesidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref, haberini nasb eder.
اللّٰهُ lafza-i celâli, كَانَ ’nin ismi olup merfûdur.
لِيَذَرَ fiiline dâhil olan لِ , lâm-ı cuhuddur. Muzariyi gizli أن ’le nasb ederek masdara çevirmiştir.
أن ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. Takdiri; ما كان الله مريدا لأن يذر المؤمنين (Allah müminleri terk etmeyi istemez.) şeklindedir.
يَذَرَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. الْمُؤْمِن۪ينَ mef’ûlun bihtir. Nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
مَٓا müşterek ism-i mevsûlu, عَلٰى harf-i ceriyle birlikte يَذَرَ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası اَنْتُمْ عَلَيْهِ’dir. İrabtan mahalli yoktur.
Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. عَلَيْهِ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.
حَتّٰى gaye bildiren cer harfidir. يَم۪يزَ muzari fiilini gizli اَنْ ile nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde يَذَرَ fiiline müteallıktır.
يَم۪يزَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. الْخَب۪يثَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. مِنَ الطَّيِّبِ car mecruru يَم۪يزَ fiiline müteallıktır.
وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُطْلِعَكُمْ عَلَى الْغَيْبِ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
اللّٰهُ lafza-i celâli, كَانَ ’nin ismi olup merfûdur.
لِيُطْلِعَكُمْ fiiline dahil olan لِ, lâm-ı cuhuddur. Muzariyi gizli أن ile nasb ederek masdara çevirmiştir.
أن ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.
يُطْلِعَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. عَلَى الْغَيْبِ car mecruru يُطْلِعَ fiiline müteallıktır.
وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَجْتَب۪ي مِنْ رُسُلِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِه۪ۚ
وَ atıf harfidir. لٰكِنَّ istidrak harfidir. اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre لٰكِنَّ de اِنَّ gibi cümleyi tekid eder. اللّٰهَ lafza-i celâli, لٰكِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubtur.
يَجْتَب۪ي fiili, لٰكِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
مِنْ رُسُلِه۪ car mecruru يَجْتَب۪ي fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَنْ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası يَشَٓاءُ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Takdiri; إذا جاءكم المجتبى من الله فآمنوا به (Allah’ın seçtiklerinden biri size geldiğinde ona hemen iman edin.) şeklindedir.
اٰمِنُوا fiili, نَ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. بِاللّٰهِ car mecruru اٰمِنُوا fiiline müteallıktır.
رُسُلِه۪ atıf harfi وَ ’la lafza-i celâle matuftur. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَجْتَب۪ي fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
Fiil, iftiâl babındadır. Sülâsîsi جبي’dır. Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.
وَاِنْ تُؤْمِنُوا وَتَتَّقُوا فَلَكُمْ اَجْرٌ عَظ۪يمٌ
وَ istînâfiyyedir. اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezmeder. تُؤْمِنُوا fiili نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
تَتَّقُوا fiili atıf harfi وَ’la makabline matuftur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. لَكُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. اَجْرٌ muahhar mübtedadır. عَظ۪يمٌ kelimesi اَجْرٌ ’un sıfatıdır.
اِنْ [Eğer] şart edatı, kulun inanıp-inanmamakta, sakınıp-sakınmamakta hür olduğunu göstermektedir. Şayet kul iradesini inanmadan yana kullanırsa muhteşem bir ödüle sahip olacaktır. Ayetteki عَظ۪يمٌ kelimesi, “büyük, sonsuz, muhteşem” manalarına gelir. Bu ödül, imana teşviktir. Aslında kâmil mümin ödül için değil, Allah’ın rızasını elde etmek için inanır. Bununla birlikte ilk başta, inanmak için bu ödülün teşvik edici olduğu da inkâr edilemez. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)مَا كَانَ اللّٰهُ لِيَذَرَ الْمُؤْمِن۪ينَ عَلٰى مَٓا اَنْتُمْ عَلَيْهِ حَتّٰى يَم۪يزَ الْخَب۪يثَ مِنَ الطَّيِّبِۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. كَانَ ’nin dâhil olduğu menfî isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Bütün kemal sıfatlara şamil lafza-i celâlin كَانَ’nin ismi olarak gelmesi telezzüz, teberrük ve kalplerde ünsiyet uyandırmak amacına matuftur. Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle اللّٰهُ isminde tecrîd sanatı vardır.
…..مَا كَانَ formunda gelen cümleler, aklen vukuu mümkün olmayan durumlarda kullanılır.
Ayette farklı görevlerdeki iki مَا arasında tam cinas ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Lâm-ı cuhudun dahil olduğu …لِيَذَرَ الْمُؤْمِن۪ينَ cümlesi masdar teviliyle كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. Müsnedin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Cer mahallindeki ism-i mevsûl مَٓا ’nın sılası اَنْتُمْ عَلَيْهِ cümlesinde îcâz-ı hazif vardır. عَلَيْهِ, mahzuf habere müteallıktır.
Burada müminlerden murad, ihlaslı müminlerdir. عَلٰى مَٓا اَنْتُمْ عَلَيْهِ [üzerinde olduğunuz, bulunduğunuz] hitabı ise bir görüşe göre ihlaslı olsun, münafık olsun, zahiren İslam’ı tasdik eden cumhur içindir. Onların içinde bulunduğu durumdan maksat da ihlaslı müminlerle münafıkların karışık halde olmaları ve İslamî hükümlerin icrasında eşit olmalarıdır. Zira iki fırka arasındaki ortaklık ancak bu durumdur. Diğer iki görüş ise bundan uzaktır. Meânî alimlerinin çoğunun düşüncesine göre nazımda hitaptan önce müminlerin zikri, hükmün illetini bildirmek içindir. (Yani onların o durumda bırakılmamalarının sebebi mümin olmalarıdır.) (Ebüssuûd)
مَا كَانَ اللّٰهُ لِيَذَرَ الْمُؤْمِن۪ينَ [Allah, müminleri bırakacak değildir.] ibaresindeki “bırakmamak” fiili, münafıklara nispet edilmemiştir. Çünkü bu fiilin nisbeti, önemsemeyi gerektirir. Akl-ı selime göre bir şeyi bulunduğu halde bırakmamak ifadesinden ilk akla gelen, onu kendisine yakışmayan bir halde bırakmamaktır. (Ebüssuûd)
Gaye bildiren masdar harfi حَتّٰى ve akabindeki muzari fiil cümlesi يَم۪يزَ الْخَب۪يثَ مِنَ الطَّيِّب, masdar teviliyle لِيَذَرَ fiiline müteallıktır. Masdar-ı müevvel olan cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.
حَتّٰى يَم۪يزَ الْخَب۪يثَ مِنَ الطَّيِّب [Temiz ve pis ortaya (açığa) çıkıncaya kadar] ibaresinde istiare vardır. İman ve küfür, temiz ve pis kelimeleriyle ifade edilmiştir.
الْخَب۪يثَ - الطَّيِّب kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
“Müminler” şeklinde gaib zamirle başlayan cümlede, muhatap zamir اَنْتُمْ ’e iltifat vardır.
Ayette, münafığa murdar (خَب۪يثَ), mümine de temiz (الطَّيِّب) denmesi, herbirine layık olan vasfı tescil etmek ve onları birbirinden ayırmak hükmünün illetini bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُطْلِعَكُمْ عَلَى الْغَيْبِ
وَ ’la gelen cümle, ayetin başındaki مَا كَانَ ’ye matuftur. كَانَ ’nin dâhil olduğu menfî isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Bütün kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlin كَانَ ’nin ismi olarak gelmesi telezzüz, teberrük ve kalplerde haşyet uyandırmak amacına matuftur.
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle اللّٰهُ isminde tecrîd sanatı vardır.
Lâm-ı cuhudun dâhil olduğu لِيُطْلِعَكُمْ عَلَى الْغَيْبِ cümlesi, masdar teviliyle كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. Müsnedin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Allah sizden birine gayb ilmi verip kalplerde olan küfre ve imana bununla muttali kılacak değildir. Lakin Allah dilediğini risaleti için seçer, ona vahyeder ve ona bazı gaybî şeyleri bildirir. Veya gaybe delalet eden bazı emareler ortaya koyar anlamındadır. (Beyzâvî)
وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَجْتَب۪ي مِنْ رُسُلِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِه۪ۚ
وَ atıftır. İstidrak manasındaki لٰكِنَّ ’nin dâhil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırmak içindir.
Allah lafızlarında tecrîd sanatı vardır. Çünkü mütekellim Allah Teâlâ’dır.
لٰكِنَّ’nin haberinin muzari fiil sıygasında faide-i haber iptidaî kelam formunda gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs ve teceddüt anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.
إجْتَبَى - يَجْتَب۪ي (seçmek) fiilinin kullanılarak, وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَجْتَب۪ي مِنْ رُسُلِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ [Allah, peygamberlerinden dilediğini seçer.] buyurulması, bu gibi gaybî sırlara muttali olmanın (bir konuyu öğrenme) ancak Allah Teâlâ’nın, pek yüce makamlar için layık gördüğü ve cumhurun irşadı için yine onun içinden seçtiği kimselere mümkün
olduğu içindir. (Ebüssuûd)
رُسُلِه۪ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması رُسُلِ için şan ve şeref ifade eder.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ’in sılası olan يَشَٓاءُ cümlesi müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıtadır. Takdiri; إذا جاءكم المجتبى من الله فآمنوا به [Allah’tan size seçilmiş kişi geldiği zaman hemen ona iman edin.] şeklindedir. Mahzufla birlikte cümle, talebî inşâî isnaddır.
Şart cümlesinin hazfı, îcâz-ı hazif sanatıdır. Şartın cevabı olan فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِه۪ۚ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
يَجْتَب۪ي مِنْ رُسُلِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ [Peygamberlerinden dilediğini] buyrulması da ictibanın (seçmenin) diğer peygamberlere teşmil ve tamimi (genelleme) ise peygamberin bu konudaki durumunun pek sağlam olduğunu, bunun aslının peygamberler arasında câri olan sünnetullaha, ilâhî âdet ve geleneğe dayandığını göstermek içindir. (Ebüssuûd)
Ayetin her iki cümlesinde de ism-i celilin ( اللّٰهَ) zahir olarak zikredilmesi, mehabeti artırmak içindir. (Ebüssuûd)
وَاِنْ تُؤْمِنُوا وَتَتَّقُوا فَلَكُمْ اَجْرٌ عَظ۪يمٌ
وَ istînâfiyyedir. Ayetin son cümlesi şart üslubunda haberî isnaddır. Müspet muzari fiil sıygasındaki şart cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üsluptaki وَتَتَّقُوا cümlesi tezayüfle şart cümlesine atfedilmiştir.
فَ karinesiyle gelen فَلَكُمْ اَجْرٌ عَظ۪يمٌ şeklindeki cevap cümlesi ise isim cümlesi formunda faide-i haber talebî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.
لَكُمْ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. اَجْرٌ muahhar mübtedadır.
اَجْرٌ ’daki tenvin teksir ve nev ifade eder. اَجْرٌ için sıfat olan عَظ۪يمٌ dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
تُؤْمِنُوا - تَتَّقُوا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
الْمُؤْمِن۪ينَ - اٰمِنُوا - تُؤْمِنُوا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
مَا كَانَ اللّٰهُ ibaresinin tekrarında ve مِنَ - مَنْ kelimeleri arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Bu mükâfat, takvanın derecesine göre artar. Yüce maksatlara yürümek ve seçilmişlerin derecesine ulaşmak, ancak takva ayaklarıyla hazırlanır. Allah’a ve O’nun peygamberine inanmak, kalp ile tasdik etmek ve şeriata sarılmakla mümkündür. (Ruhu’l Beyan)