فَتَقَبَّلَهَا رَبُّهَا بِقَبُولٍ حَسَنٍ وَاَنْبَتَهَا نَبَاتاً حَسَناًۙ وَكَفَّلَهَا زَكَرِيَّاۜ كُلَّمَا دَخَلَ عَلَيْهَا زَكَرِيَّا الْمِحْرَابَۙ وَجَدَ عِنْدَهَا رِزْقاًۚ قَالَ يَا مَرْيَمُ اَنّٰى لَكِ هٰذَاۜ قَالَتْ هُوَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ يَرْزُقُ مَنْ يَشَٓاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَتَقَبَّلَهَا | kabul buyurdu onu |
|
2 | رَبُّهَا | Rabbi |
|
3 | بِقَبُولٍ | kabulle (şekilde) |
|
4 | حَسَنٍ | güzel bir |
|
5 | وَأَنْبَتَهَا | ve onu yetiştirdi |
|
6 | نَبَاتًا | bir bitki (gibi) |
|
7 | حَسَنًا | güzel |
|
8 | وَكَفَّلَهَا | ve onun bakımını üstlendi |
|
9 | زَكَرِيَّا | Zekeriyya da |
|
10 | كُلَّمَا | her |
|
11 | دَخَلَ | girdiğinde |
|
12 | عَلَيْهَا | onun yanına |
|
13 | زَكَرِيَّا | Zekeriyya |
|
14 | الْمِحْرَابَ | mihraba |
|
15 | وَجَدَ | bulurdu |
|
16 | عِنْدَهَا | yanında |
|
17 | رِزْقًا | bir rızık |
|
18 | قَالَ | derdi |
|
19 | يَا مَرْيَمُ | Meryem |
|
20 | أَنَّىٰ | nereden? |
|
21 | لَكِ | sana |
|
22 | هَٰذَا | bu |
|
23 | قَالَتْ | (O da) derdi |
|
24 | هُوَ | Bu |
|
25 | مِنْ |
|
|
26 | عِنْدِ | katından |
|
27 | اللَّهِ | Allah |
|
28 | إِنَّ | şüphesiz |
|
29 | اللَّهَ | Allah |
|
30 | يَرْزُقُ | rızık verir |
|
31 | مَنْ | kimseye |
|
32 | يَشَاءُ | dilediği |
|
33 | بِغَيْرِ | olmaksızın |
|
34 | حِسَابٍ | hesap |
|
“Ey Meryem...” şeklinde başlayan soru haza ile soruluyor. Ama Hz.Meryem soruya cevabı hüve ile veriyor. Yani şu an hemen önündeki sorulan nimetleri değil, bugüne kadar kendisine verilen tüm nimetleri de “hüve” ile cevaba katıyor. “Her ne görüyorsanız Allah katındandır” diyerek... Böylece Zekeriyya peygambere de bir hatırlatmada bulunuyor... “Allah dilediğini hesapsız rızıklandırır”.
Rabbim bizi de hesapsızca rızıklandırdıkların arasına dahil eyle…
فَتَقَبَّلَهَا رَبُّهَا بِقَبُولٍ حَسَنٍ وَاَنْبَتَهَا نَبَاتاً حَسَناًۙ
Fiil cümlesidir. فَ istînâfiyyedir. تَقَبَّلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. رَبُّهَا lafza-i celâli faildir. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بِ harf-i ceri zaiddir. قَبُولٍ lafzen mecrur, mef’ûlu mutlaktan naib olarak mahallen mansubtur. حَسَنٍ kelimesi قَبُولٍ kelimesinin sıfatıdır.
وَ atıf harfidir. اَنْبَتَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو’dir. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. نَبَاتًا mef’ûlu mutlaktan naibtir. حَسَنًا kelimesi نَبَاتًا kelimesinin sıfatıdır.
فَتَقَبَّلَهَا رَبُّهَا بِقَبُولٍ حَسَنٍ [Rabbi Meryem’e hüsnükabul gösterdi.] Yani Allah Teâlâ onu kabul etti ve ondan razı oldu. قَبُولٍ kelimesi تَقَبَّلَ kelimesinin değil, قَبِلَ fiilinin masdarıdır. Aynı anlamı taşıdığı için كَرُمَ yerine تَكَرَّمَ demenin caiz olduğu gibi قَبِلَ yerine تَقَبَّلَ demek de caizdir. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr)
اَنْبَتَهَا نَبَاتًا حَسَنًا [Onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi.] ayetinde de masdar olarak اِنْبَاتًا değil, نَبَاتًا kelimesi kullanılmıştır. Bunu daha tafsilatlı bir şekilde مَنْ ذَا الَّذ۪ي يُقْرِضُ اللّٰهَ قَرْضًا حَسَنًا [Allah için güzel bir borç verecek kimdir? (Bakara 2/245)] ayetinde anlatmıştık. قَبُولٍ fetha ile gelen nadir kullanımlı bir masdardır. Ebu Amr b. el-Alâ o, bu kalıptaki tek masdardır. Benzeri yoktur, demiştir. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr)
وَكَفَّلَهَا زَكَرِيَّاۜ كُلَّمَا دَخَلَ عَلَيْهَا زَكَرِيَّا الْمِحْرَابَۙ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. كَفَّلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو’dir. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. زَكَرِيَّا ikinci mef’ûlun bihtir.
كُلَّمَا, şart manası taşıyan zaman zarfıdır. Şartın cevabı وَجَدَ fiiline müteallıktır.
دَخَلَ şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. عَلَيْهَا car mecruru دَخَلَ fiiline müteallıktır. زَكَرِيَّا faildir. الْمِحْرَابَ kelimesi mef’ûlun bihtir.
Çünkü دَخَلَ fiili عَلَي veya اِلَى harf-i ceriyle müteaddi olur. (Mahmut Sâfi)
وَجَدَ عِنْدَهَا رِزْقاًۚ قَالَ يَا مَرْيَمُ اَنّٰى لَكِ هٰذَاۜ
Cümle şartın cevabıdır. Fiil cümlesidir. وَجَدَ fetha üzere mebni mazi fiildir.
عِنْدَ mekân zarfı, وَجَدَ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. رِزْقًا mef’ûlun bihtir.
قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو’dir. Mekulü’l-kavli يَا مَرْيَمُ’dur. قَالَ fiilinin mef'ûlü bihi olarak mahallen mansubtur. يَا nida harfidir. مَرْيَمُ münadadır.
Nidanın cevabı اَنّٰى لَكِ هٰذَا ’dır. اَنّٰى istifham ismidir. Mahzuf mukaddem habere müteallıktır. لَكِ car mecruru mahzuf habere müteallıktır. İşaret ismi هٰذَا muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
قَالَتْ هُوَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ يَرْزُقُ مَنْ يَشَٓاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ
Fiil cümlesidir. قَالَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تۡ te’nis alametidir. Mekulü’l-kavli هُوَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۜ ’dir. قَالَتْ fiilinin mef'ûlun bihi olarak mahallen mansubtur. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur.
مِنْ عِنْدِ car mecruru mahzuf habere müteallıktır. اللّٰهِۜ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ٱللَّهَ lafza-i celâli إِنَّ ’nin ismidir. يَرْزُقُ fiili إِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. يَرْزُقُ fiili merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو’dir.
Müşterek ismi مَنْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası يَشَٓاءُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. بِغَيْرِ car mecruru mahzuf hale müteallıktır. حِسَابٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.فَتَقَبَّلَهَا رَبُّهَا بِقَبُولٍ حَسَنٍ وَاَنْبَتَهَا نَبَاتاً حَسَناًۙ وَكَفَّلَهَا زَكَرِيَّاۜ
فَ istînâfiyyedir. Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Mef’ûlü mutlak ve zaid harfle tekid edilmiştir. Mef’ûlü mutlak olan بِقَبُولٍ lafzen mecrur mahallen mansubtur.
رَبُّهَا izafeti muzâfun ileyhi şereflendirmek kastına matuftur.
Aynı üslupla gelen وَاَنْبَتَهَا نَبَاتًا حَسَنًاۙ faide-i haber talebî kelamdır.
اَنْبَتَهَا - نَبَاتًا ve فَتَقَبَّلَهَا - قَبُولٍ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Müspet mazi fiil sıygasındaki وَكَفَّلَهَا زَكَرِيَّاۜ cümlesi وَ ’la makabline atfedilmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَاَنْبَتَهَا نَبَاتًا حَسَنًاۙ [Biz onu bir bitki gibi yetiştirdik.] ifadesinde bir teşbih vardır. Bitki bir yerde durur, hareket etmez. Hz. Meryem de kiliseden hiç ayrılmamıştır. Ayrıca başkasına muhtaç durumdadır. İtina gösterilmesi gerekmektedir. Başka şeylerden etkilenmeden ot gibi temiz olarak gelişmiş.
Yüce Allah kız çocuğunun büyüyüp gelişmesini, yavaş yavaş gelişen ekine benzetmiştir. Bu söz, istiâre-i tebeiyye yoluyla bütün hallerinde ona faydalı olacak şeylerle çocuğu yetiştirmekten mecazdır. (Safvetü’t Tefasir)
فَتَقَبَّلَهَا رَبُّهَا بِقَبُولٍ حَسَنٍ [Bunun üzerine Rabbi onu güzel bir kabul ile karşıladı.] yani onun erkek çocuk yerine kız çocuğunu adamış olmasından razı oldu, adağını kabul etti. وَاَنْبَتَهَا نَبَاتًا حَسَنًاۙ [Onu güzel bir bitki gibi özenle yetiştirdi.] ifadesi, onu güzel bir şekilde eğitmiş, her halinde kendisine faydalı olacak şekilde yetiştirmiş olmasını ifade eden bir mecazdır. [Allah onu Zekeriya’ya tevdi etti, Zekeriya’yı ona kefil (bakıcı, sorumlu) kıldı, onun faydasına olan şeyleri muhafaza etmesini sağladı.] şeklindedir. (Keşşâf)
تَفَعَّلَ vezni, söz konusu olan işi ortaya koyan kimsenin, o işi çok itina ile yaptığına delalet eder. تَصَبَّرَ ، تَجَلَّدَ ve benzeri kelimelerde olduğu gibi. Çünkü bu iki kelime, sabır ve celadet göstermede ciddiyeti ifade etmektedir. Buradaki تَقَبَّلَ fiili de bunun gibi kabul göstermede ileri bir dereceyi ve mübalağayı gösterir. تَقَبَّلَ lafzı, her ne kadar bu manayı ifade ediyorsa da aynı zamanda mizacın aksine bir çeşit tekellüfü ve zora girmeyi de ifade etmektedir. Kabul lafzı ise mizaca uygun ve tekellüfsüz bir kabul etme manasını taşımaktadır. İşte bundan dolayı Allah Teâlâ önce, ciddiyet ve önem vermeyi ifade etmek için تَقَبَّلَ fiilini, sonra bunun, mizacın hilafına değil de mizaca uygun bir kabul olduğunu ifade etmek için kabul masdarını getirmiştir. Bu manalar, Cenab-ı Allah hakkında her ne kadar imkânsız ise de mecaz yoluyla bu, bu kız çocuğunun terbiyesine Cenab-ı Hakk’ın büyük bir ilgi ve itina gösterdiğine delalet eder. İşte bu izah, yerinde ve makul bir açıklamadır. (Fahreddin er-Râzî)
Duanın teferruatlandırılması kabulun daha hızlı olması içindir. Duada tefrî’ sanatı vardır. (Âşûr)
كُلَّمَا دَخَلَ عَلَيْهَا زَكَرِيَّا الْمِحْرَابَۙ وَجَدَ عِنْدَهَا رِزْقاًۚ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart cümlesi دَخَلَ , cevap cümlesi وَجَدَ gibi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
رِزْقًاۚ ’deki tenvin tazim, kesret ve nev ifade eder.
الْمِحْرَابَۙ , “yukarıda ve yüksekte bulunan yer, oda” demektir. (Fahreddin er-Râzî)
الْمِحْرَابَۙ kelimesindeki tarif, cins içindir. (Âşûr)
وَجَدَ عِنْدَهَا رِزْقًاۚ cümlesi وَكَفَّلَهَا زَكَرِيَّاۜ cümlesinden bedel-i iştimâldir. (Âşûr)
قَالَ يَا مَرْيَمُ اَنّٰى لَكِ هٰذَاۜ قَالَتْ هُوَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nidanın cevabı olan اَنّٰى لَكِ هٰذَاۜ cümlesi ise istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Zaman zarfı ve soru ismi اَنّٰى’nın müteallakı olan mukaddem haber mahzuftur.
İstînâfî beyaniyye olarak fasılla gelen قَالَتْ هُوَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۜ cümlesinin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
قَالَتْ fiilinin mekulü’l-kavli هُوَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۜ, isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۜ’nin müteallakı olan haberin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
عِنْدِ اللّٰهِۜ izafeti veciz ifadenin yanında muzâfa tazim ifade eder.
قَالَ - قَالَتْ fiilleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اَنّٰى harfi, şaşma ifade eder. Beklenmedik durumlarda zaman ve mekân için kullanılır. Nereden ve nasıl gibi.
Denildiğine göre Zekeriya (as) onun için mescitte bir mihrap yani merdivenle çıkılan yüksekçe bir oda inşa etmiştir. Bir görüşe göre mihrap, meclislerin en ön ve kıymetli yeridir. Bu durumda Hz. Meryem sanki Beyt-i Makdis’in en kıymetli yerine konulmuş olmaktadır. Bir başka görüşe göre İsrailoğulları mescitleri mihrap olarak isimlendirirdi. Rivayete göre Hz. Meryem’in mihrabına sadece Zekeriya (as) girer, başka kimse girmez; Zekeriya (as) çıktığı zaman da yedi kapıyı üst üste kilitlermiş. (Keşşâf)
اِنَّ اللّٰهَ يَرْزُقُ مَنْ يَشَٓاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ
Fasılla gelmiş müstenefedir. اِنَّ ile tekid edilmiş cümle faide-i haber talebî kelamdır. اِنَّ ’nin isminin lafza-i celâlle marife olması telezzüz ve teberrük içindir.
اِنَّ ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiilin tecessüm özelliği muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek konuyu iyice kavramasına yardımcı olur.
Müşterek ism-i mevsûlün sılası da müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayetin son cümlesinde mütekellimin Hz. Meryem mi Allah Teâlâ mı olduğu tartışmalıdır.
Kur’an’da ismi geçen tek kadın Hz. Meryem’dir. 34 kere geçmiştir. Meryem, İbranice’de “Rabbin hizmetçisi olan kadın” demektir.
زَكَرِيَّا الْمِحْرَابَۙ وَجَدَ عِنْدَهَا رِزْقًاۚ [Zekeriyya, mabede her girişinde onun yanına, bir rızık bulurdu.] Tefsirlerde bu rızkın, kışın yaş üzüm ve incir gibi yaz meyveleri, yazın da kış meyvesi olduğu söylenmiştir. يَا مَرْيَمُ اَنّٰى لَكِ هٰذَاۜ [Ve ey Meryem, bu sana nereden geliyor, derdi.] Yani bu [meyveler] sana nereden geldi? Halbuki senin yanına benden başka kimse girmiyor. Ayrıca şu an bu meyveler, bu dünyada da yoklar.
قَالَتْ هُوَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۜ [O da: Bu, Allah tarafındandır.] Yani bana onu Cebrail, Allah Teâlâ’dan getiriyor. Onu Allah benim için yaratıyor. اِنَّ اللّٰهَ يَرْزُقُ مَنْ يَشَٓاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ
[Allah, dilediğine sayısız rızık verir, derdi.] Bir görüşe göre bu, Hz. Meryem’in sözünün devamıdır. Hasan-ı Basrî, “Bu söz Allah Teâlâ’nın hitabıdır.” demiştir. Yani Allah ona ameli karşılığında hak ettiğini hesap etmeden verir. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr)
Rızkın Hz. Meryem’in yanında bulunması, onun şanının yüceliğine, şerefinin derecesine ve bu meziyet ile diğer insanlardan üstün oluşuna bir delildir.
Ayetteki رِزْقًاۚ kelimesinin nekre olması, bu rızkın şanının yüceliğine delalet etmektedir. Sanki şöyle denilmiştir: “Bir rızık, yani nadide ve hayranlık uyandıran bir rızık…” (Fahreddin er-Râzî)
بِغَيْرِ حِسَابٍ “Hesapsız” tabiri, “çokluğu ölçülemeyecek derecede” veya “isteyen bir kimsenin, meydana gelmesine uygun bir şekilde istemesi bulunmaksızın, yani istemediği kadar” manasındadır. Bu, “(Allah) onu, hesaba katmadığı bir taraftan rızıklandırır.” (Alâk, 3) ayeti gibidir. (Fahreddin er-Râzî)
بِغَيْرِ حِسَابٍ hasr anlamındadır. Çünkü hesap, hesaplanan şeyin artmayacak ve eksilmeyecek şekilde hapsedilmesini, sabitlenmesini gerektirir. Bunun manası şudur: Allah, dilediği kişinin rızkını miktarı bilinmeyecek şekilde verir. Çünkü o miktar Allah’ın lütfuna emanet edilmiştir. (Âşûr)