Âl-i İmrân Sûresi 75. Ayet

وَمِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ مَنْ اِنْ تَأْمَنْهُ بِقِنْطَارٍ يُؤَدِّه۪ٓ اِلَيْكَۚ وَمِنْهُمْ مَنْ اِنْ تَأْمَنْهُ بِد۪ينَارٍ لَا يُؤَدِّه۪ٓ اِلَيْكَ اِلَّا مَا دُمْتَ عَلَيْهِ قَٓائِماًۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَالُوا لَيْسَ عَلَيْنَا فِي الْاُمِّيّ۪نَ سَب۪يلٌۚ وَيَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَ وَهُمْ يَعْلَمُونَ  ...

Kitap ehlinden öylesi vardır ki, ona yüklerle mal emanet etsen, onu sana (eksiksiz) iade eder. Fakat onlardan öylesi de vardır ki, ona bir dinar emanet etsen, tepesine dikilip durmadıkça onu sana iade etmez. Bu da onların, “Ümmîlere karşı (yaptıklarımızdan) bize vebal yoktur” demelerinden dolayıdır. Onlar, bile bile Allah’a karşı yalan söylerler.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمِنْ -nden
2 أَهْلِ ehli- ا ه ل
3 الْكِتَابِ Kitap ك ت ب
4 مَنْ öylesi (vardır ki)
5 إِنْ eğer
6 تَأْمَنْهُ ona emanet bıraksan ا م ن
7 بِقِنْطَارٍ yüklerle mal ق ن ط ر
8 يُؤَدِّهِ onu öder ا د ي
9 إِلَيْكَ sana
10 وَمِنْهُمْ ve onlardan
11 مَنْ öylesi (de vardır ki)
12 إِنْ eğer
13 تَأْمَنْهُ ona versen ا م ن
14 بِدِينَارٍ bir dinar د ن ر
15 لَا
16 يُؤَدِّهِ onu ödemez ا د ي
17 إِلَيْكَ sana
18 إِلَّا başka türlü
19 مَا
20 دُمْتَ sürekli د و م
21 عَلَيْهِ başına
22 قَائِمًا dikilmeden ق و م
23 ذَٰلِكَ bu
24 بِأَنَّهُمْ onların (içindir)
25 قَالُوا dedikleri ق و ل
26 لَيْسَ yoktur ل ي س
27 عَلَيْنَا bize
28 فِي karşı
29 الْأُمِّيِّينَ ümmilere ا م م
30 سَبِيلٌ bir yol (sorumluluk) س ب ل
31 وَيَقُولُونَ ve söylüyorlar ق و ل
32 عَلَى karşı
33 اللَّهِ Allah’a
34 الْكَذِبَ yalan ك ذ ب
35 وَهُمْ ve onlar
36 يَعْلَمُونَ bile bile ع ل م
 

Burada genel olarak Ehl-i kitap’tan söz edilmekle beraber, bu âyetle devamındaki âyetler tarihî bilgilerin ve hadîs-i şeriflerin ışığında incelendiğinde, özellikle kutsal kitaplarındaki ifade ve hükümleri çarpıtarak takdim eden yahudilerin kastedildiği anlaşılmaktadır. Bazı yahudi din adamları, yahudilerin kendi dinlerinden olmayanlara karşı yapacakları haksızlıklardan ötürü sorumlu olmayacakları yorumunu yaymışlardı. 

İşte 75. âyette, bu anlayışın bir uzantısı olarak Ehl-i kitap’tan bir kesimin, kutsal bir kitapları bulunmayan Araplar’a “ümmîler” diyerek onları hafife alıp mallarını haklı bir gerekçe olmaksızın yiyebilecekleri ve bu yüzden de hiçbir veballerinin olmayacağı iddiasında bulunduklarına işaret edilmektedir.

Her iki davranış biçiminin hayret anlamı içeren cümle yapısı içinde ifade edilmiş olduğunu belirten İbn Âşûr, bunlardan birincisini “Kendi çevrelerinde emanete hıyaneti meşrû sayan bir anlayış hâkim olmasına rağmen dürüstlükten ayrılmayan insanlar da var!” şeklinde, ikincisini “Allah’ın kitabına tâbi olduklarını iddia ettikleri halde emanete hıyaneti ahlâka uygun sayabilen kişiler de var!” şeklinde açıklar. (III, 285) (Kur’ân Yolu, Diyanet Tefsiri)

 

 Denera دنر : 

  Dinar sözcüğünün aslı دِنَّارٌ 'dır. Sonradan iki nûn ن harfinden biri yâ ي harfine çevrilmiştir. (Müfredat) 

 Elmalılı Hamdi Yazır dinar kelimesi hakkında 'dinar kelimesinin aslı dinnardır. Kimisine göre din ile nar kelimelerinden oluşmuştur. Hakkıyla alınca ‘din’ olur, haksız alınca da ‘nar’ (ateş) olur.' demiştir.

 Kuran’ı Kerim’de isim formunda 1 ayette  geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekli dinardır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

  

 

وَمِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ مَنْ اِنْ تَأْمَنْهُ بِقِنْطَارٍ يُؤَدِّه۪ٓ اِلَيْكَۚ


وَ  istînâfiyyedir.  مِنْ اَهْلِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  الْكِتَابِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ , muahhar mübteda olarak merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اِنْ تَأْمَنْهُ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur. 

اِنْ  iki muzariyi cezm eden şart harfidir.  تَأْمَنْهُ  şart fiili olup meczum muzari fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

بِقِنْطَارٍ  car mecruru  تَأْمَنْهُ  fiiline müteallıktır.  يُؤَدِّه۪ٓ اِلَيْكَ  cümlesi şartın cevabıdır. 

 يُؤَدِّ  illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir  ه۪ٓ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  اِلَيْكَ  car mecruru  يُؤَدِّ  fiiline müteallıktır.

بِقِنْطَارٍ  mümeyyezdir, yani kapalı olan bir lafızdır. Onu açıklayacak olan temyizi ise mahzuftur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

     

  وَمِنْهُمْ مَنْ اِنْ تَأْمَنْهُ بِد۪ينَارٍ لَا يُؤَدِّه۪ٓ اِلَيْكَ اِلَّا مَا دُمْتَ عَلَيْهِ قَٓائِماًۜ


وَ  atıf harfidir.  مِنْهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ , muahhar mübteda olarak merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اِنْ تَأْمَنْهُ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur. 

اِنْ  iki muzariyi cezm eden şart harfidir.  تَأْمَنْهُ  şart fiili olup meczum muzari fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. 

بِد۪ينَارٍ  car mecruru  تَأْمَنْهُ  fiiline müteallıktır.  لَا يُؤَدِّه۪ٓ اِلَيْكَ  cümlesi şartın cevabıdır.  يُؤَدِّ  illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir  ه۪ٓ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  اِلَيْكَ  car mecruru  يُؤَدِّ  fiiline müteallıktır.

اِلَّا  hasr edatıdır.  مَا  masdar harfidir.  مَا  ve masdar-ı müevvel,  يُؤَدِّه۪ٓ  fiiline müteallıktır.  دُمْتَ  sükun üzere mebni nakıs fiildir.  تَ  muttasıl zamir   دَامَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.  عَلَيْهِ  car mecruru  قَٓائِمًا ’e müteallıktır.  قَٓائِمًا  ise  دَامَ ’nin haberidir. 

 

  ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَالُوا لَيْسَ عَلَيْنَا فِي الْاُمِّيّ۪نَ سَب۪يلٌۚ


İşaret ismi  ذَ ٰ⁠لِكَ mübteda olup mahallen merfûdur.  ل  harfi buud, yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.  أَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.

أَنَّ  ve masdar-ı müevvel mecrur mahalde olup  بِ  harfi ceriyle birlikte  ذَ ٰ⁠لِكَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.  هُمْ  muttasıl zamiri  أَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.

قَالُٓوا  fiili  أَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. Damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli  لَيْسَ عَلَيْنَا ’dir.  لَيْسَ  nakıs camid fiildir.  كَانَ  gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder.  عَلَيْنَا  car mecruru  لَيْسَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. 

 فِي الْاُمِّيّ۪نَ  car mecruru mahzuf habere müteallıktır.  الْاُمِّيّ۪نَ  kelimesinin cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.  سَب۪يلٌ  ise   لَيْسَ ’nin muahhar ismidir. 

فِي  harf-i ceri mecruruna mekân zarfı, zaman zarfı, söz ve görüş konusu olarak vardır / mevcuttur, hal, sebep, mukayese, karşılaştırma gibi manalar kazandırabilir. Burada ‘söz ve görüş konusu olarak’ manasındadır. Yani ümmiler hakkında demektir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

  

وَيَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَ وَهُمْ يَعْلَمُونَ


Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  يَقُولُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  عَلَى اللّٰهِ  car mecruru  يَقُولُونَ  fiiline veya   الْكَذِبَ ’nin mahzuf haline müteallıktır.  الْكَذِبَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

عَلَى  harf-i ceri mecruruna istila, rağmen, karşı, hal gibi manalar kazandırabilir. Burada rağmen manasındadır. Yani  Allah'a rağmen demektir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İsim cümlesidir.  وَ  haliyyedir.  Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  يَعْلَمُونَ  fiili haber olarak mahallen merfûdur.  يَعْلَمُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
 

وَمِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ مَنْ اِنْ تَأْمَنْهُ بِقِنْطَارٍ يُؤَدِّه۪ٓ اِلَيْكَۚ


وَ  istînâfiyyedir. İsim cümlesi formunda gelen ve faide-i haber ibtidaî kelam olan ilk cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. 

 مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Tevcih manası ihtiva eden müşterek ism-i mevsûl  مَنْ , muahhar mübtedadır. 

Mevsûlün sılası …اِنْ تَأْمَنْهُ , şart üslubunda gelmiş haberî isnaddır. Cevap cümlesi  يُؤَدِّه۪ٓ اِلَيْكَۚ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Bu cümle 72. ayetteki  وَقَالَتْ طَٓائِفَةٌ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ  cümlesine ya da 69. ayetteki  وَدَّتْ طَٓائِفَةٌ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ لَوْ يُضِلُّونَكُمْۜ  cümlesine matuftur. Kıssanın kıssa üzerine atfı babındandır. Atfın sebebi olan münasebet ise Yahudilerin insanlar arasında İbrahim (as)’ın dinine en çok kendilerinin layık olduklarını iddia etmelerine rağmen Müslümanlara olan hasetleri ve İbrahim’in dininden sapmaları dolayısıyla Müslümanlarla ilişkilerindeki müdahaleci halleridir. (Âşûr)

وَمِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ  sözündeki müsnedin takdimi iki yerde de müsnedin sılasının muhtevasına taaccüb içindir. İlk cümlede din ehlinin ihanet ihtimali ve adetlerinde ihanet için bir mazeret söz konusuyken emanetin kuvvetine taaccüb edilmiştir. İkincide ise taaccüb; Allah’ın kitaplarından bir kitaba uyan kimsenin ahlakında ihanet olmasınadır. (Âşûr)

Ayette  بِقِنْطَارٍ  ve  بِد۪ينَارٍ  lafızlarının zikredilmesinden murad, çok sayıda veya az sayıda maldır. Yani "Ehl-i kitap içinde, kendilerine çok sayıda para ve mal emanet edildiği halde emaneti yerine getiren son derece güvenilir kişiler bulunduğu gibi,

yine onların içinde, kendilerine az miktarda mal emanet edilse bile hıyanet etmekten çekinmeyen son derece hain kişiler de vardır. (Fahreddin er-Râzî)


 وَمِنْهُمْ مَنْ اِنْ تَأْمَنْهُ بِد۪ينَارٍ لَا يُؤَدِّه۪ٓ اِلَيْكَ اِلَّا مَا دُمْتَ عَلَيْهِ قَٓائِماًۜ 


وَ ’la gelen cümle makabline matuftur. Cümlede  îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  مِنْهُمْ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.

Tevcih manası ihtiva eden müşterek ism-i mevsûl  مَنْ , muahhar mübtedadır. 

Mevsûlün sılası …اِنْ تَأْمَنْهُ , şart üslubunda gelmiş haberî isnaddır. Cevap cümlesi 

 لَا يُؤَدِّه۪ٓ اِلَيْكَ , menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. 

Masdar harfi  مَا ’yı takip eden nakıs fiil  دام ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar teviliyle zaman zarfı olarak,  يُؤَدِّه۪ٓ  fiiline müteallıktır.

لَا  ve  اِلَّا  ile oluşan kasr fiille müteallıkı arasındadır. Kasr-ı mevsûf ale-s sıfattır.

وَمِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ مَنْ اِنْ تَأْمَنْهُ بِقِنْطَارٍ يُؤَدِّه۪ٓ اِلَيْكَۚ  cümlesiyle  وَمِنْهُمْ مَنْ اِنْ تَأْمَنْهُ بِد۪ينَارٍ لَا يُؤَدِّه۪ٓ اِلَيْكَ  cümlesi arasında dörtlü mukabele sanatı vardır.

Allah burada ehli kitaptan iki fırkayı zikretmiştir. Birinci fırka ihanetten uzak durarak emaneti iade edenlerdir. İkinci fırka ise dinlerinde ihanetin mübah olduğunu sebep göstererek emaneti iade etmeyenlerdir. Bu ayetten maksat ikinci fırkayı zemmetmektir. (Âşûr)

تَأْمَنْهُ  fiili  بِ  ile müteaddi kılınmıştır ve bu  بِ  harfinin  عَلَي manasında olduğu da söylenmiştir. (Âşûr)

اِلَّا مَا دُمْتَ عَلَيْهِ قَٓائِمًاۜ  sözünün vakitlerden müferrağ istisna olması caizdir.  مَا  nın konumu bu vakitlere delalet eder. Takdiri şöyledir: Sana olan borcunu her zaman iade etmez. Sadece üzerinde dikilip durduğun zaman öder.  اِلَّا  dan sonra gelen  مَا  zarf olarak nasb olur.  مَا  masdariyyenin delalet ettiği masdarlardan müferrağ olması da caizdir.  Bu durumda  اِلَّا  dan sonra gelen  مَا  hal olarak mansub olur. Çünkü masdarlar hal olur. (Âşûr)

قَٓائِمًاۜ  kelimesi  عَلَي  harfiyle müteaddi kılınmıştır. Çünkü  القِيامَ  ısrar ve tekrar manasında mecazdır. Kıyamın istila harfi ile müteaddi olması istiare için karînedir. (Âşûr)

عَلَيْهِ قَٓائِمًاۜ  sözünde car-mecrur ihtimam için müteallakına üzerine takdim edilmiştir. Bu takdimde ısrar manası vardır. Yani ‘’Sen onun tepesine dikilip durmadıkça emanetini sana ödemez’’ demektir. (Âşûr)

تَأْمَنْهُ بِد۪ينَارٍ  kavlinin kullanımı  مَرَرْتُ بِهِ  ve  مَرَرْتُ عَلَهِ  (Ona uğradım) denilmesi gibidir.  اَمِنْتُهُ بِكَذَا  ve  اَمِنْتُهُ عَلَى كَذَا  "Ona falan hususta güvendim" denilir. Buradaki  بِ  harfi, emaneti yapıştırmak ve bitiştirmek,  عَلَى  harf-i ceri de emanete hakim kılmak manasındadır. Buna göre bir kimseye bir şey güvenilip emanet edildiği zaman, o kimseye olan yakınlığı ve onu koruyup gözetme münasebetinden dolayı, emanet edilen o şey adeta o şahsa yapıştırılmış ve bitiştirilmiş gibi olur. Yine bu mal emanet edilen kimse, bu emanete hakim olmuş ve adeta onu ele geçirmiş bir kimse gibi olur. İşte bu sebepten dolayı, bu manayı her iki şekilde ifade etmek de güzel olmuştur.  اَمِنْتُكَ بِدِينَارِ  (Sana, bir dinar emanet ettim) sözünün, "Bu hususta sana güvendim" manasında  اَمِنْتُكَ عَلَيْهِ  (Sana, onu emanet ettim) sözünün ise "Seni, ona emin ve muhafız kıldım" manasında olduğu söylenmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

Ayette geçen  قَٓائِمًاۜ  lafzı hakkında şu iki izah yapılmıştır:

1) Bazı alimler bunu hakiki manasıyla almışlardır.

Süddî şöyle demiştir: "Bu, "bizzat onun yanında dikilip ondan ayrılmadıkça..." manasındadır. Buna göre ayet, "O, yanı başında dikilip durduğun müddetçe, kendisine verdiğin şeyi itiraf edip kabul eder. Fakat işi ihmal edip geriye bırakır ve ertelersen inkâr eder" demektir.

2- Bazı alimler de bu lafzı mecazî manada almış ve şu izahları yapmışlardır: İbn Abbas (ra), bu ifadeden maksadın ısrar etmek, çekişmek, davalaşmak ve istemek manaları olduğunu söylemiştir. İbn Kuteybe "Bu kelimenin aslı şuna dayanır: Bir Şeyi ısrarla isteyip peşine düşen kimse, o şey için kâim (ayakta) olmuş olur. Onun peşini bırakan kimse ise adeta ona aldırmamış, oturup kalmış olur. Bunun delili, اُمَّةٌ قَاءِمَةٌ (Âl-i İmran, 113) yani, "Allah'ın emrine göre çalışıp, hiç ondan çıkmayan bir ümmet" ayetidir. Sonra bir işin peşini bırakmayan herkes için, bizzat ayakta bulunma söz konusu olmasa da ‘’ اِنَّهُ قَامَ بِهِ  (onun peşini bırakmadı denilir)" demiştir. Ebu Ali el-Fârisî de Arapça'da "kıyam" (ayakta durma) kelimesinin, devam ve sebat manasına geldiğini söylemiştir ki biz bunu,  يُقِيمُونَ الصَّلَاةَ  (Bakara, 3) ayetinin tefsirinde zikrettik.  دِينًا قِيَمًا  "Dimdik ayakta duran bir din" (Enam, 161) ayeti de böyledir. Bu "devam eden, mensûh olmayan sabit bir din" demektir. Buna göre ayetteki ifadesi  اِلَّا مَا دُمْتَ عَلَيْهِ قَٓائِمًاۜ "Emanet ettiğin bu malı ondan geri istemeye ısrarla devam etmedikçe..." manasındadır. (Fahreddin er-Râzî)


 ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَالُوا لَيْسَ عَلَيْنَا فِي الْاُمِّيّ۪نَ سَب۪يلٌۚ 


Ayetin bu cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müsnedin işaret ismiyle marife olması işaret edilene tahkir ifade eder.

 Cümlenin müsnedinin mahzuf oluşu îcâz-ı hazif sanatıdır. Mecrur mahaldeki masdar-ı müevvel bu mahzuf habere müteallıktır.

بِ  harfi sebep içindir. (Âşûr)

Masdar ve tekid harfi  اَنَّ ’yi takip eden …هُمْ قَالُوا لَيْسَ  cümlesi faide-i haber talebî kelamdır. Bu cümlenin müsnedi …قَالُوا لَيْسَ  şeklinde müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

 قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan ve  لَيْسَ ‘nin dahil olduğu isim cümlesinde îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  سَب۪يلٌۚ , muahhar mübtedadır.

قَالُوا  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

"Ey iman edenler!" şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut - Belagat)

Uzaktaki eşyayı işaret eden  ذٰلِكَ  kelimesinin kullanılması da onların şer ve fesatta çok ileri gittiklerini zımnen belirtmek içindir. (Ebüssuûd)

فِي  harfi burada ta’lil içindir. Ta’lil olması kendileriyle ilgili değildir. Bunun delili  فِي  harfi ile mecrur olan muzâfın takdiridir. Bu takdir;  في مُعامَلَةِ الأُمِّيِّينَ  (ümmilerin işlerinde) şeklindedir. (Âşûr)

Burada geçen  ذٰلِكَ  onların şer ve fesatta çok ileri gittiklerini zımnen belirtir.

İşaret isminde istiare vardır. Ayette  ذَ ٰ⁠لِكَ  kelimesi ref mahallindedir ve  ehli kitabın durumuna işaret etmektedir. 

Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de ‘‘vücudun tahakkuku’’dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

الْاُمِّيّ۪; Kitap ehli olmayan demektir. Bu anlamın en büyük delili bu ayettir. Okuma yazma bilmemek bir kusur değildir. Aksine o zaman için okuma yazma bilmek şaşılacak bir durumdur.

سَب۪يلٌۚ  kelimesi sorumluluk, vebal manasında kullanılmış. Arapça'da sebil kelimesinin kınama, azarlama, eleştiri, suçlama gibi manalarda kullanılması mecazen meşhurdur. (Âşûr, Tevbe/91, 93) 

Ayette geçen "ümmî" kelimesinin manası  الاُمُّ  (ana, asıl, kök, anne...)'ye mensup olan" demektir.

Hazret-i Peygamber (sav)'in yazı yazmadığı için "ümmi diye adlandırıldığı söylenmiştir. Bu böyledir, çünkü  الاُمُّ  bir şeyin aslı ve temeli demektir. Binaenaleyh, yazı yazamayan birisi, aslolan yazı yazamama işini sürdürmüştür demektir.

Hazret-i Peygamber (sav)'in "Ümmü'l-Kurâ" (Beldelerin anası, aslı…) olan Mekke'ye nispet edilmesi sebebiyle bu ümmî vasfını almış olduğu da söylenmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

 

وَيَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَ وَهُمْ يَعْلَمُونَ


وَ  istînâfiyyedir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayetin sonundaki faide-i haber talebî kelam olan  وَهُمْ يَعْلَمُونَ  cümlesi, وَ ’la gelmiş haldir. Hal cümleleri ıtnâb babındandır.

Mütekellimin amacına göre takdim-tehirler kelama güzellik kazandırır ve etkisini arttırır.

وَهُمْ يَعْلَمُونَ  cümlesinde olduğu gibi müsnedün ileyhi takdim edilmiş terkibin müspet olması ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; Sa‘d ve Dr. Fâdıl Hasan Abbas’a göre yine tahsis ifade eder. Ancak Sekkakî bunun tahsis ifade etmediği görüşündedir.  (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

يَقُولُونَ  ve  يَعْلَمُونَ  kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

"Ey iman edenler!" şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut - Belagat)

[Allah adına yalan söylüyorlar.] Allah Teâlâ onların “Bu (dinimizden olmayanların malları bize helal olması) Tevrat’ta olan şeydir.” sözlerine cevap vermiştir ve [Allah hakkında yalan söylüyorlar.] buyurmuştur. [Halbuki bunu biliyorlar.] Yani Allah adına yalan söylediklerinin farkındalar. Bir görüşe göre onlar Allah’ın Tevrat’ta herkes hakkında emaneti yerine getirmelerini emrettiğini bilmektedirler. Dahhâk şöyle demiştir: Onlar Hz. Muhammed aleyhisselâmın davetinin hak olduğunu biliyorlar. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr)

Bu ayet, alacağını dava yoluyla takip ve ispat sadedinde şahit dinletmek isteyen alacaklının durumunun mübalağalı biçimde ifadesidir. (Ebüssuûd)