Ahzâb Sûresi 43. Ayet

هُوَ الَّذ۪ي يُصَلّ۪ي عَلَيْكُمْ وَمَلٰٓئِكَتُهُ لِيُخْرِجَكُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِۜ وَكَانَ بِالْمُؤْمِن۪ينَ رَح۪يماً  ...

O, sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size merhamet eden; melekleri de sizin için bağışlanma dileyendir. Allah, mü’minlere çok merhamet edendir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 هُوَ O
2 الَّذِي (Allah) ki
3 يُصَلِّي rahmet eder ص ل و
4 عَلَيْكُمْ üzerinize
5 وَمَلَائِكَتُهُ ve melekleri م ل ك
6 لِيُخْرِجَكُمْ sizi çıkarmak için خ ر ج
7 مِنَ -dan
8 الظُّلُمَاتِ karanlıklar- ظ ل م
9 إِلَى
10 النُّورِ aydınlığa ن و ر
11 وَكَانَ ve ك و ن
12 بِالْمُؤْمِنِينَ inananlara karşı ا م ن
13 رَحِيمًا çok esirgeyendir ر ح م
 

llah kullarına inanmama ve günah işleme özgürlüğü vermiş olmakla beraber hoşnut olduğu davranış imandır ve sâlih ameldir. Kullar kendi kabiliyetleriyle O’nun hoşnut olduğu hayat tarzını gerçekleştirmekte zorluğa düşmesinler diye peygamberler göndermiş, vahiy yoluyla bilgiler vermiş, doğru yola ışık tutmuştur. İman ve sâlih amel ışıktır, nurdur; inançsızlık ve ibadetsizlik ise karanlıktır, bunalımdır.

 


 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 389
 
Riyazus Salihin, 419 Nolu Hadis
Ömer İbnü’l-Hattâb radıyallahu anh şöyle dedi:
“(Bir keresinde) Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e (ayrı düştüğü) çocuğuna duyduğu özlemden dolayı rastladığı her çocuğu kucaklayan, göğsüne bastırıp emziren bir kadının da aralarında bulunduğu bir esir grubunu getirdiler. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem çevresindekilere (o kadını işaretle):
- “Bu kadının çocuğunu ateşe atacağına ihtimal verir misiniz?”diye sordu.
- Aslâ, atmaz! dedik.
Bunun üzerine Hz. Peygamber:
- “İşte Allah Teâlâ kullarına, bu kadının yavrusuna olan şefkatinden daha merhametlidir” buyurdu.
(Buhârî, Edeb 18; Müslim,Tevbe 22. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cenâiz 1; İbni Mâce, Zühd 35)
 

هُوَ الَّذ۪ي يُصَلّ۪ي عَلَيْكُمْ وَمَلٰٓئِكَتُهُ لِيُخْرِجَكُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِۜ 

 

İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. الَّذ۪ي  müfred müzekker has ism-i mevsûl mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يُصَلّ۪ي ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

يُصَلّ۪ي  fiili ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. عَلَيْكُمْ car mecruru  يُصَلّ۪ي  fiiline mütealliktir.

مَلٰٓئِكَتُهُ  atıf harfi وَ ’la  يُصَلّ۪ي ’deki müstetir zamirine matuftur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لِ  harfi, يُخْرِجَ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte يُصَلّ۪ي  fiiline mütealliktir. 

يُخْرِجَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مِنَ الظُّلُمَاتِ  car mecruru  يُخْرِجَكُمْ  fiiline mütealliktir.  اِلَى النُّورِۜ  car mecruru يُخْرِجَكُمْ  fiiline mütealliktir.

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 

2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lamu’l cuhuddan sonra, 

4) Lamu’t talilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vavu’l maiyye (وَ)’den sonra, 

6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يُخْرِجَكُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  خرج ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 

يُصَلّ۪ي  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  صلو ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


وَكَانَ بِالْمُؤْمِن۪ينَ رَح۪يماً

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri  هُو ’dir. بِالْمُؤْمِن۪ينَ  car mecruru  رَح۪يماً ’e mütealliktir. رَح۪يماً  kelimesi  كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur. 

رَح۪يماً  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُؤْمِن۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

هُوَ الَّذ۪ي يُصَلّ۪ي عَلَيْكُمْ وَمَلٰٓئِكَتُهُ لِيُخْرِجَكُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ

 

Beyanî istînâf veya ta’liliye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Ayetin ilk cümlesi mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

هُوَ الَّذ۪ي يُصَلّ۪ي عَلَيْكُمْ  cümlesinde müsnedün ileyhin haber olan fiil cümlesine takdimi, mevcut hükmü takviye ve tahkik içindir. Maksat, يُصَلّ۪ي  fiilinin  لِيُخْرِجَكم مِنَ الظُّلُماتِ إلى النُّورِ  ifadesiyle olan bağını tasdiktir. (Âşûr) 

Müsnedin, ismi mevsûlle marife olması, ism-i mevsûlden sonra gelecek sıla cümlesini merakla beklemeye sevk eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayrıca müsnedin ism-i mevsûlle marife gelmesi haberin muhatablar tarafından bilindiğine işaret eder. 

Namaz kılan [salat sahibi] kişi rükû ve secdede eğildiği için [salatın ism-i fâ‘ili olan] مصلي  kelimesi; -merhametinden dolayı hasta ziyaretinde bulunan ve evladına şefkat gösteren kadın gibi- şefkat ve merhametinden dolayı birinin üzerine eğilen [yani onun üzerinde titreyen] biri için istiâre olarak kullanılmıştır. Salat daha sonra genişleyerek merhamet ve şefkat anlamında kullanılmıştır.  صلٌَ الله عليك  ifadesi de buradan gelmektedir ki “Allah sana rahmet ve şefkatiyle muamele etsin!” demektir. (Keşşâf) 

Müsned olan has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ’nin sılası olan  يُصَلّ۪ي عَلَيْكُمْ وَمَلٰٓئِكَتُهُ لِيُخْرِجَكُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِۜ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Allah'ın kula salat getirmesi, ona rahmet buyurması ve ona bereketler vermesidir. Meleklerin salatı ise müminlere dua etmeleri, onlar için Allah'tan mağfiret dilemeleridir.

(Kurtubî, Ruhu’l Beyan)  

Sebep bildiren harf-i cer  لِ ’nin gizli  أنْ ’le masdar yaptığı  يُخْرِجَكُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ  cümlesi,  يُصَلّ۪ي  fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

الظُّلُمَاتِ - النُّورِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi) 

Bu ayet-i kerimede iki tane istiâre vardır. Müsteâr lafızlar;  الظُّلُمَاتِ  ve النُّورِ  kelimeleridir. الظُّلُمَاتِ  kelimesi müsteardır. Bu kelime aynı zamanda müstearun minh yani müşebbehu bih (benzetilen)’dir. Müstearun leh yani müşebbeh (benzeyen şey), küfürdür. Bilindiği üzere mecaz için bir lafız ve iki mana gereklidir. Bu  iki manadan biri hakîkî manadır ve burada o hakîkî mana müsteârun minh olmuştur. Mecâzî mana da müstearun leh olmuştur. Küfürle karanlık arasındaki ortak yön yani cihet-i câmia her ikisinin de insana zarar vermesidir. Karîne; ayetin başındaki يُصَلّ۪ي  kelimesidir. Bu kelimenin karanlık, aydınlık kelimeleriyle bir alakası yoktur. O halde bu kelimelerin mecâzî manada kullanıldığı anlaşılır. النُّورِ  kelimesi de müsteardır. Aynı zamanda müstearun minhdir. Müstearun leh, imandır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyân İlmi)

 وَكَانَ بِالْمُؤْمِن۪ينَ رَح۪يماً

 

وَ  atıf harfidir.  كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.

كَانَ ’nin haberine müteallık olan  بِالْمُؤْمِن۪ينَ , ihtimam için amiline takdim edilmiştir. 

رَح۪يماً  mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, s. 124) 

Ayetin bu son cümlesi önceki ibare için tezyîl ifade eder. 

Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde  konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Allah Teâlâ kendi vasıflarını  كَانَ  ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıl olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiçbir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezelî olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden  كَانَ  bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır. Onun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî  كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığı belirtilmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda  söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)

Allah Teâlâ’nın müminlere rahmeti, salat etmesinden daha umumidir. Çünkü söz, amel ve ihsan ile onlara fayda ve hayır vermeyi de kapsar. (Âşûr)