Sebe' Sûresi 14. Ayet

فَلَمَّا قَضَيْنَا عَلَيْهِ الْمَوْتَ مَا دَلَّهُمْ عَلٰى مَوْتِه۪ٓ اِلَّا دَٓابَّةُ الْاَرْضِ تَأْكُلُ مِنْسَاَتَهُۚ فَلَمَّا خَرَّ تَبَيَّنَتِ الْجِنُّ اَنْ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ الْغَيْبَ مَا لَبِثُوا فِي الْعَذَابِ الْمُه۪ينِ  ...

Süleyman’ın ölümüne hükmettiğimiz zaman, onun ölümünü onlara ancak değneğini yemekte olan bir kurt gösterdi. Süleyman’ın cesedi yıkılınca cinler anladılar ki, eğer gaybı bilmiş olsalardı aşağılayıcı azap içinde kalmamış olacaklardı.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَلَمَّا zaman
2 قَضَيْنَا hükmettiğimiz ق ض ي
3 عَلَيْهِ onun
4 الْمَوْتَ ölümüne م و ت
5 مَا
6 دَلَّهُمْ göstermedi د ل ل
7 عَلَىٰ
8 مَوْتِهِ onun öldüğünü م و ت
9 إِلَّا başkası
10 دَابَّةُ bir kurdundan د ب ب
11 الْأَرْضِ yer (ağaç) ا ر ض
12 تَأْكُلُ yiyen ا ك ل
13 مِنْسَأَتَهُ değneğini ن س ا
14 فَلَمَّا ne zaman ki
15 خَرَّ yıkıldı خ ر ر
16 تَبَيَّنَتِ anlaşıldı ki ب ي ن
17 الْجِنُّ cinler ج ن ن
18 أَنْ
19 لَوْ eğer
20 كَانُوا idi ك و ن
21 يَعْلَمُونَ bilseler ع ل م
22 الْغَيْبَ gaybı غ ي ب
23 مَا
24 لَبِثُوا kalmazlardı ل ب ث
25 فِي içinde
26 الْعَذَابِ azab ع ذ ب
27 الْمُهِينِ küçük düşürücü ه و ن
 

Rivayete göre Hz. Süleyman ayakta ansızın vefat etmiş, bir süre bastonuna dayalı olarak öylece kalmış, cinler onun öldüğünü bilememişlerdi. Bir ağaç kurdu bastonu kemirmiş, baston kırılınca Hz. Süleyman yere düşmüş ve böylece öldüğü anlaşılmıştı.

Hz. Süleyman’ın ölümüyle ilgili bu tasvir hakkında değişik izahlar yapılmıştır (meselâ bk. Taberî, XXII, 74-76). İbn Atıyye –bu konuda bazı rivayetlere yer vermekle beraber (bk. IV, 411)– tefsirlerde sıhhatli olmayan ve Kur’an’ın lafzından çıkmayan, mâna itibariyle de ona uzak duran birçok ayrıntıya yer verildiğini belirtir (IV, 412); Elmalılı da “Biz onlardan sarfı nazar ediyoruz” diyerek (VI, 3954) bu rivayetlerin zaafına üstü kapalı biçimde işaret eder.

Muhammed Esed burada bu kıssanın, insanın doğal güçsüzlüğü ile dünyevî kudret ve ihtişamın boşluğu ve geçiciliğini anlatan bir mecaz olarak kullanıldığını ifade eder (II, 874). Kanaatimizce Süleyman kıssasının genelinden böyle bir sonuç çıkarılabilir, ancak buradaki ifadeyi gerçek olarak kabul etmeye de bir engel yoktur. Asıl mesaj âyetin sonunda ifade edilmiştir: Gaybı yalnız Allah bilir, gaybı bildiğini iddia ederek değişik sömürü yollarına başvuranların sahtekârlığını ortaya koyma ve bazı zaafları sebebiyle bu sömürüye konu veya âlet olanların uyanık ve dikkatli davranmaları açısından bu kıssa canlı bir örnek olarak göz önüne getirilmelidir. Ayrıca Râzî’nin işaret ettiği üzere (XXV, 250) âyet, rüzgârın ve cinlerin emrine âmâde kılındığı, muhteşem bir saltanatın sahibi olan Süleyman aleyhisselâm için dahi ölümden kurtuluş olmadığına dikkat çekmekte, herkesi dünya hayatının geçiciliğini unutmamaya davet etmektedir.

Yukarıdaki âyetlerde, Süleyman’ın atlarının rüzgâr gibi seri koştuğuna, o dönem insanlarının bakır ve demiri ateşle eritmeye ve bunlardan yapılmış aletler kullanmaya çalıştıklarına ve Süleyman’ın emrindekilerin güçlü kuvvetli insanlar olduğuna işaret edildiği tarzındaki yorumları inanç zayıflığına bağlayan Râzî âyetlerde bildirilenlerin hepsine Allah Teâlâ’nın kadir olduğunu vurgular (bk. XXV, 247; aynı müfessirin Dâvûd ve Süleyman hakkında zikredilenlerin mukayesesini içeren bir yorumu için bk. XXV, 247-248; yine Râzî’nin Dâvûd zamanında savaşın, Süleyman zamanında barışın hâkim olmasından hareketle yaptığı bir yorum için bk. XXV, 248; Hz. Süleyman hakkında bilgi için bk. Bakara 2/102-103; Neml 27/16-44). 

 

 

 


 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 422-423
 

فَلَمَّا قَضَيْنَا عَلَيْهِ الْمَوْتَ مَا دَلَّهُمْ عَلٰى مَوْتِه۪ٓ اِلَّا دَٓابَّةُ الْاَرْضِ تَأْكُلُ مِنْسَاَتَهُۚ 

 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَمَّٓا  kelimesi  حين  (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfı olup  دَلَّهُمْ ’un cevabına mütealliktir. Cümleye muzâf olur.

لَمَّا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.

a) (لَمَّا) muzari fiilden önce gelirse, muzari fiili cezm eden harf olur. 

b) (لَمَّا)ya aynı zamanda cezmetmeyen şart edatı da denir.

c) Bazen mana bakımından cevap olan cümleden sonra da gelebilir. 

d) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

قَضَيْنَا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

قَضَيْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  عَلَيْهِ  car mecruru  قَضَيْنَا  fiiline mütealliktir.  الْمَوْتَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  دَلَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

عَلٰى مَوْتِه۪ٓ  car mecruru  دَلَّ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اِلَّا  hasr edatıdır.  دَٓابَّةُ  fail olup lafzen merfûdur.  Aynı zamanda muzâftır.  الْاَرْضِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  

تَأْكُلُ مِنْسَاَتَهُ  cümlesi  دَٓابَّةُ الْاَرْضِ ’ın hali olarak mahallen mansubdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) muzari fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başında  “و ” gelmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَأْكُلُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هى’dir.  مِنْسَاَتَهُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


 فَلَمَّا خَرَّ تَبَيَّنَتِ الْجِنُّ اَنْ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ الْغَيْبَ مَا لَبِثُوا فِي الْعَذَابِ الْمُه۪ينِ

 

 

 فَ  atıf harfidir.  لَمَّٓا  kelimesi  حين  (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. 

خَرَّ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. خَرَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هى’dir.

فَ  karinesi olmadan gelen  تَبَيَّنَتِ  cümlesi şartın cevabıdır. 

تَبَيَّنَتِ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.  الْجِنُّ  fail olup lafzen merfûdur. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel mef’ûlun bih olup mahallen mansubdur.  اَنْ  tekid ifade eden muhaffefe  اَنَّ ’dir. İsmi olan şan zamiri mahzuftur. Takdiri,  أنّهم  şeklindedir. 

Şan zamirleri: Müfred gaib ve gaibe (3. tekil şahıs zamiri)nde kendisine dikkat çekilmek istenen bir iş için kullanılır. İkisine birden iş zamiri denir.

Müzekkerine > zamiruş şan (هُوَ – هُ)  Müennesine > zamirul kıssa (هِيَ – هَا)

Zamirler normalde kendinden önceki ismi açıklarken, zamiruş-şan/kıssa ise kendinden sonraki kısma dikkat çeker. Şan zamiri “Benden sonra bir cümle gelecek; gelecek olan o cümle çok önemli” mesajı verir.   

لَوْ  gayr-ı cazim şart harfidir.  كَانُوا nun dahil olduğu isim cümlesi  اَنْ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  

كان  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. 

يَعْلَمُونَ الْغَيْبَ  cümlesi  كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur. 

يَعْلَمُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  الْغَيْبَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  لَبِثُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

فِي الْعَذَابِ  car mecruru  لَبِثُوا  fiiline mütealliktir.  الْمُه۪ينِ  kelimesi  الْعَذَابِ ’ın sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

فَلَمَّا قَضَيْنَا عَلَيْهِ الْمَوْتَ مَا دَلَّهُمْ عَلٰى مَوْتِه۪ٓ اِلَّا دَٓابَّةُ الْاَرْضِ تَأْكُلُ مِنْسَاَتَهُۚ 

 

فَ  istinafiyyedir.  لَمَّا , kelimesi  حين  manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Cevap fiiline mütealliktir.

Haynûne manasındaki  لَمَّا  aslında şartının bilindiği durumlarda gelir ve şartla cevap arasındaki kuvvetli irtibatı ve tertipteki sürati ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkâf Suresi 29, c. 7, s. 424)

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  قَضَيْنَا عَلَيْهِ الْمَوْتَ  şart cümlesi,  لَمَّا ’nın muzâfun ileyhidir. قَضَيْنَا  fiili azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

فَ , karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  مَا دَلَّهُمْ عَلٰى مَوْتِه۪ٓ اِلَّا دَٓابَّةُ الْاَرْضِ تَأْكُلُ مِنْسَاَتَهُۚ , mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  عَلٰى مَوْتِه۪ٓ , konudaki önemine binaen fail olan  دَٓابَّةُ الْاَرْضِ ’ye takdim edilmiştir.

Nefy harfi  مَا  ve istisnâ harfi  اِلَّٓا  ile oluşan kasr, iki tekid mesabesindedir. Fiil ve fail arasında, kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.  دَلَّهُمْ  maksûr/sıfat,  دَٓابَّةُ الْاَرْضِ  maksûrun aleyh/ mevsûftur. 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır. 

تَأْكُلُ مِنْسَاَتَهُۚ  cümlesi  دَٓابَّةُ الْاَرْضِ nin halidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden tetmim ıtnâbı sanatıdır.

مَوْتِ ’in tekrarı konudaki önemine binaendir. Bu tekrarda cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 


 فَلَمَّا خَرَّ تَبَيَّنَتِ الْجِنُّ اَنْ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ الْغَيْبَ مَا لَبِثُوا فِي الْعَذَابِ الْمُه۪ينِ

 

Ayetteki ikinci şart cümlesi önceki şart cümlesine  فَ  ile atfedilmiştir. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan şart cümlesi  خَرَّ , aynı zamanda  لَمَّا ’nın muzâfun ileyhidir.

فَ , karinesi olmadan gelen cevap cümlesi olan  تَبَيَّنَتِ الْجِنُّ اَنْ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ الْغَيْبَ مَا لَبِثُوا فِي الْعَذَابِ الْمُه۪ينِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır. 

اَنْ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ الْغَيْبَ مَا لَبِثُوا فِي الْعَذَابِ الْمُه۪ينِ  cümlesine dahil olani  اَنْ , şan zamiri mahzuf, muhaffefe  اَنَّ ’dir. Akabindeki cümle masdar teviliyle  تَبَيَّنَتِ  fiilinin mef’ûlü konumundadır.

أنْ لَوْ كانُوا يَعْلَمُونَ  cinlerden bedel, bedel-i iştimâldir. (Âşûr)

اَنْ in haberi, şart üslubunda gelmiştir. Şart cümlesi  لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ الْغَيْبَ  şeklinde nakıs fiil  كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  كَان ’nin haberi  يَعْلَمُونَ الْغَيْبَ  cümlesidir. Müsnedin, muzari fiil sıygasında cümle olması hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi ) 

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafât, s. 103)

مَا لَبِثُوا فِي الْعَذَابِ الْمُه۪ينِ , cevap cümlesidir. Menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır. 

فِي الْعَذَابِ الْمُه۪ينِ  ibaresindeki  فِي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  الْعَذَابِ , içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü azap, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. azapta mübalağa için bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her iki durumdaki mutlak irtibattır.

الْعَذَابِ  için sıfat olan  الْمُه۪ينِ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

الْمُه۪ينِ  sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.  

Azap,  الْمُه۪ينِ  olmakla vasıflanmıştır. Halbuki azap, zelil ve rezil değil, azap gören zelil ve aşağılıktır. Bu üslup, azabın ne kadar yoğun olduğuna ve şiddetine delalet eden mecazî bir üsluptur. 

يَعْلَمُونَ  -  الْغَيْبَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır. 

فَلَمّا خَرَّ  cümlesi  ما دَلَّهم عَلى مَوْتِهِ  cümlesi için tefri’ cümlesidir. (Âşûr)

العَذابُ المُهِينُ : Aşağılayıcı yani elem (acı) verici ve yorucu bir azap demektir. Nitekim onlar (cinler) eğer gaybı bilselerdi olacak olanları bilmeleri de ezeli olurdu ki bu da o günün toplumunun genel inanışını bu olay özelinde nakzetmiş olurdu. Çünkü o toplumun müşrikleri, cinlerin gayb alemini bildiklerini zannediyor ve kâhinler yoluyla gayb hakkında bilgi edinmek için uğraşıyorlardı. Bunun sebebi onların her kâhinin cinlerle irtibatlı olduğunu ve cinlerin onlara bilgi getirdiğini düşünmeleriyidi. (Âşûr)