يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَٓاءَكُمُ الرَّسُولُ بِالْحَقِّ مِنْ رَبِّكُمْ فَاٰمِنُوا خَيْراً لَكُمْۜ وَاِنْ تَكْفُرُوا فَاِنَّ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يماً حَك۪يماً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | النَّاسُ | insanlar |
|
3 | قَدْ | muhakkak ki |
|
4 | جَاءَكُمُ | size getirdi |
|
5 | الرَّسُولُ | Elçi |
|
6 | بِالْحَقِّ | gerçeği |
|
7 | مِنْ | -den |
|
8 | رَبِّكُمْ | Rabbiniz- |
|
9 | فَامِنُوا | inanın |
|
10 | خَيْرًا | yararınıza olarak |
|
11 | لَكُمْ | kendi |
|
12 | وَإِنْ | eğer |
|
13 | تَكْفُرُوا | inkar ederseniz |
|
14 | فَإِنَّ | bilin ki |
|
15 | لِلَّهِ | Allah’ındır |
|
16 | مَا | olanlar |
|
17 | فِي |
|
|
18 | السَّمَاوَاتِ | göklerde |
|
19 | وَالْأَرْضِ | ve yerde |
|
20 | وَكَانَ | ve |
|
21 | اللَّهُ | Allah |
|
22 | عَلِيمًا | bilendir |
|
23 | حَكِيمًا | hüküm ve hikmet sahibidir |
|
Genel olarak inkârcıları ve özel olarak da Ehl-i kitabı muhatap alan önceki âyetlerde bunların dayanakları çürütüldüğü ve taleplerinin anlamsızlığı açıklandığı için içlerinde Arabistan müşriklerinin ve çevrede yaşayan Ehl-i kitabın da bulunduğu bütün insanların hak dine çağrılmalarına uygun bir zemin hazırlanmış oldu. Bu sebeple önce bu âyette bütün insanlar, takip eden âyette ise Ehl-i kitap hak dine, tevhid inancına davet edilmektedir.
Rasûlullah’ın sav Allah’tan getirdiği gerçek Kur’ân’dır ve İslâm’dır. Allah bütün insanları bu dine inanmaya çağırmaktadır. Kur’ân’ın nâzil olduğu yerde ve zamanda “Ey insanlar!” denildiği zaman bundan yakın çevredeki inkârcılar, müşrikler anlaşılsa bile “bütün insanlara yönelik” bir çağrıyı Arabistan kıtasına ve müşriklere özgü kılmak ilâhî maksada uygun değildir. Çünkü Kur’ân âyetleri insanların, bunlardan ibaret olmadığını, çeşitli ırk, renk, dil ve kültürden olan başka insanların da bulunduklarını açıklamaktadır. Hz. Peygamber de İslâm davetini Arabistan yarımadası ve Arap kavmi ile sınırlı tutmamış, Habeşistan’dan İran’a ve Bizans’a kadar dünyanın dört bucağına ulaştırmaya çalışmıştır.
Allah’ın kullarını imana ve iyi davranışlarda bulunmaya (amel-i sâlih) çağırması –hâşâ– kendisi buna muhtaç olduğu için değildir. Çünkü insanlar da dahil olmak üzere bütün yaratılmışlar O’na aittir, O’nun mülküne dahildir. İman ve sâlih ameller insanlara lâzımdır, buna muhtaç olan insanlardır, dünya ve âhiret mutlulukları imana ve sâlih amele bağlıdır. Bu sebeple insanlar için hayırlı olan davranış, dini inkâr ve ilâhî emirlere isyan etmek veya bunlara karşı ilgisizlik değil, iman ve sâlih amellerdir.
(Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 187-188)
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَٓاءَكُمُ الرَّسُولُ بِالْحَقِّ مِنْ رَبِّكُمْ فَاٰمِنُوا خَيْراً لَكُمْۜ
يَٓا nida harfidir. أَیُّ münada nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir. ٱلنَّاسُ münadadan bedeldir.
Nidanın cevabı قَدْ جَٓاءَكُمُ الرَّسُولُ ’dir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. جَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. الرَّسُولُ fail olup lafzen merfûdur.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. بِالْحَقِّ car mecruru جَٓاءَ’deki failin mahzuf haline müteallıktır.
مِنْ رَبِّكُمْ car mecruru جَٓاءَ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن دعاكم فآمنوا (Eğer sizi davet ederse hemen iman edin.) şeklindedir.
اٰمِنُوا fiili, نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. خَيْرًا mef’ûlu mutlaktan naibtir. Takdiri, آمنوا إيمانا خيرا لكم (İman etmek sizin için hayırlıdır.) şeklindedir.
لَكُمْ car mecruru خَيْرًا ’e müteallıktır.
وَاِنْ تَكْفُرُوا فَاِنَّ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ
وَ istînâfiyyedir. اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. تَكْفُرُوا fiili نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
لِلّٰهِ car mecruru إِنّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. مَا müşterek ism-i mevsûlu, اِنَّ’nin ismi olarak mahalen mansubtur. فِي السَّمٰوَاتِ car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır.
مَا فِي الْاَرْضِ cümlesi, atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يماً حَك۪يماً
وَ istînâfiyyedir. كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. اللّٰهُ lafza-i celâli, كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur.
عَل۪يمًا kelimesi كَانَ ’nin haberidir. حَك۪يمًا ise كَانَ ’nin ikinci haberidir.
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَٓاءَكُمُ الرَّسُولُ بِالْحَقِّ مِنْ رَبِّكُمْ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nidanın cevabı tahkik harfiyle tekid edilmiş, müspet mazi fiil cümlesidir. Faide-i haber talebî kelamdır.
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ [Ey insanlar] nidasıyla başlamıştır. Nida; heyecan uyandırır, dikkat çeker, muhatabı dinlemeye teşvik eder.
الرَّسُولُ kelimesi Peygamber Efendimizi ifade eder. Yani elif-lâm ahd-i ilmidir.
الرَّسُولُ tarif ahd içindir ve الحَقِّ şeriat ve Kur’an’dır. (Âşûr)
مِن harf-i ceri mecazî ibtidaiyyedir. Kendisinden önce gelen جاءَ fiilinin müteaddiliği için gelmiştir. Bu fiildeki كُمُ zamiriyle ifade edilen kişileri imana teşvik eder. Çünkü insanlara önem vererek gelen şeyin hakkı ona tabi olunmasıdır. رَبِّكم izafeti de Rabblerinden gelen bu dine iman için ikinci bir teşviktir. (Âşûr)
رَبِّكُمْ izafeti, muzâfun ileyhin şanı içindir.
Allah Teâlâ’nın “Rab” unvanıyla ve muhatap zamirine izafetle zikri (Rabbinizden, denmesi), kulların terbiyesi ve kemâle erdirilmesi maksadına matuftur. Nitekim bundan sonra gelen emre uymaları teşvik edilir. (Ebüssuûd)
Burada bahsedilen الحَقِّ konusunda iki görüş vardır:
Ehl-i kitap ile diyalog sona erdikten ve bütün ehl-i kitabı da kapsaması için hitap küfür ehlinden sonra bütün insanlara yönelmiştir. Böylece öncesinde geçenlere tezyîl ve tekid olmuştur. (Âşûr)
فَاٰمِنُوا خَيْراً لَكُمْۜ
Mukadder şartın cevabı olan cümle, emir fiil sıygasında talebi inşaî kelamdır. Mahzuf şartın takdiri إن دعاكم [Sizi davet ederse...] şeklindedir.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda, talebî inşâ cümlesidir.
خَيْرًا mahzuf mef’ûlü mutlakın sıfatıdır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır. (Âşûr)
وَاِنْ تَكْفُرُوا
وَ atıf harfidir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. تَكْفُرُوا şart cümlesi müspet muzari fiil sıygasında gelmiştir.
Şartın cevabının takdiri فلا يضره كفركم [Onların küfrü size zarar vermez.] şeklindedir. Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
[Eğer küfrederseniz] şart cümlesinin cevabı hazfedilmiştir. Cevap; muhatabın hayal gücüne bırakılarak korku ve teşvik arttırılmıştır.
اٰمِنُوا - تَكْفُرُوا fiilleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
فَاِنَّ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ
فَ mukadder şartın cevabına gelen rabıta harfi veya ta’liliyyedir. اِنَّ ile tekid edilen cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır.
Cümledeki takdim, kasr ifade eder. Kasr, اِنَّ ’nin haberi ve ismi arasındadır. Yer ve gökteki her şey, Allah’a kasredilmiştir. لِلّٰهِ maksurun aleyh/mevsûf, مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ maksur/sıfattır.
فِي السَّمٰوَاتِ , mevsûlün mahzuf sılasına müteallıktır. Mevsûlde tevcîh sanatı vardır.
السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ arasında mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı îcab sanatları vardır.
وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يماً حَك۪يماً
و istînâfiyyedir. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَانَ ’nin isminin bütün kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi telezzüz, teberrük ve kalplerde haşyet uyandırmak içindir.
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle اللّٰهُ isminde tecrîd sanatı vardır.
Zamir yerine zahir isim gelerek lafza-i celâlin tekrarlanması ise azamet ve heybeti artırmak içindir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Allah’ın عَلِیمًا ,حَكِیمࣰا sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğu, bu sıfatların bir benzerinin olmadığı anlamına gelir. Aralarında وَ olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin de birlikte mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağa kalıplarındandır. Aralarında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يمًا حَك۪يمًا sözü, lafzen sarih olarak Allah’ın her şeyi bildiğine ve hikmet sahibi olduğuna delalet eder. Ama maksat bu yapılanlara karşılık ahirette verilecek sevap ve cezayı hatırlatmaktır. Buna lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel denir.
Ayetin fasılası mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.