يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لَا تَغْلُوا ف۪ي د۪ينِكُمْ وَلَا تَقُولُوا عَلَى اللّٰهِ اِلَّا الْحَقَّۜ اِنَّمَا الْمَس۪يحُ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ رَسُولُ اللّٰهِ وَكَلِمَتُهُۚ اَلْقٰيهَٓا اِلٰى مَرْيَمَ وَرُوحٌ مِنْهُۘ فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِه۪ۚ وَلَا تَقُولُوا ثَلٰثَةٌۜ اِنْتَهُوا خَيْراً لَكُمْۜ اِنَّمَا اللّٰهُ اِلٰهٌ وَاحِدٌۜ سُبْحَانَهُٓ اَنْ يَكُونَ لَهُ وَلَدٌۢ لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَك۪يلاً۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَهْلَ | ehli |
|
2 | الْكِتَابِ | Kitap |
|
3 | لَا |
|
|
4 | تَغْلُوا | taşkınlık etmeyin |
|
5 | فِي |
|
|
6 | دِينِكُمْ | dininizde |
|
7 | وَلَا |
|
|
8 | تَقُولُوا | ve söylemeyin |
|
9 | عَلَى | hakkında |
|
10 | اللَّهِ | Allah |
|
11 | إِلَّا | dışında |
|
12 | الْحَقَّ | gerçek |
|
13 | إِنَّمَا | şüphesiz |
|
14 | الْمَسِيحُ | Mesih |
|
15 | عِيسَى | Îsa |
|
16 | ابْنُ | oğlu |
|
17 | مَرْيَمَ | Meryem |
|
18 | رَسُولُ | elçisidir |
|
19 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
20 | وَكَلِمَتُهُ | ve O’nun kelimesidir |
|
21 | أَلْقَاهَا | attığı |
|
22 | إِلَىٰ |
|
|
23 | مَرْيَمَ | Meryem’e |
|
24 | وَرُوحٌ | ve bir ruhtur |
|
25 | مِنْهُ | O’ndan |
|
26 | فَامِنُوا | inanın |
|
27 | بِاللَّهِ | Allah’a |
|
28 | وَرُسُلِهِ | ve elçilerine |
|
29 | وَلَا |
|
|
30 | تَقُولُوا | demeyin |
|
31 | ثَلَاثَةٌ | (Allah) "Üçtür" |
|
32 | انْتَهُوا | buna son verin |
|
33 | خَيْرًا | yararınıza olarak |
|
34 | لَكُمْ | kendi |
|
35 | إِنَّمَا | çünkü |
|
36 | اللَّهُ | Allah |
|
37 | إِلَٰهٌ | tanrıdır |
|
38 | وَاحِدٌ | bir tek |
|
39 | سُبْحَانَهُ | O yücedir |
|
40 | أَنْ |
|
|
41 | يَكُونَ | olmaktan |
|
42 | لَهُ | kendisi |
|
43 | وَلَدٌ | çocuk sahibi |
|
44 | لَهُ | O’nundur |
|
45 | مَا | olanlar |
|
46 | فِي |
|
|
47 | السَّمَاوَاتِ | göklerde |
|
48 | وَمَا | ve olanlar |
|
49 | فِي |
|
|
50 | الْأَرْضِ | yerde |
|
51 | وَكَفَىٰ | ve yeter |
|
52 | بِاللَّهِ | Allah |
|
53 | وَكِيلًا | vekil olarak |
|
Detaylı tefsir için:
https://Kur’ân.diyanet.gov.tr/tefsir/Nisâ-suresi/664/171-ayet-tefsiri
Bir adam Rasûl-i Ekrem sallallahubaleyhi veselleme:
“Ey Muhammed! Ey Efendimiz ve Efendimizin oğlu!
En hayırlımız ve en hayırlımızın oğlu!”
diye hitab edince, Allah’ın elçisi şunları söyledi;
“Ey insanlar! Allah’tan korkunuz, şeytan sizi baştan çıkarmasın.Ben Abdullah’ın oğlu Muhammed’im.Allah’ın kulu ve Rasûlüyüm.Allah Teala’nın beni yerleştirdiği yerden daha yükseğine çıkarmanızı istemem.”
(Ahmed bin hambel, Müsned III, 153,249; Elbani, Sildiletü’l-ehadisi’s-sahiha,IV, 101, nr. 1572).
Yine bir adam Peygamber Efendimize: “Ey insanların en hayırlısı!” diye hitab edince, Allah’ın Elçisi: “O İbrahim alehisselamdır” buyurdu. (Müslim, Fezl 150; Ebu Davud, Sünnet 13; Tırmızı, Tefsir 87)
(Ayet ve hadislerle açıklamalı KUR’ÂN-I KERİM MEALİ
PROF. DR. MEHMET YAŞAR KANDEMİR)
Riyazus Salihin, 413 Nolu Hadis
Ubâde İbni’s-Sâmit radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kim, Allah’dan başka ilâh yoktur, yalnız Allah vardır, şeriki yoktur; Muhammed, Allah’ın kulu ve rasûlüdür. İsâ da Allah’ın kulu ve elçisi, Meryem’e bıraktığı kelimesi ve Allah tarafından (hayat verilen) bir ruhtur. Cennet, haktır ve gerçektir, cehennem de haktır ve gerçektir” diye şehâdet ederse, Allah o kimseyi, ameli ne olursa olsun, cennete koyar”.
Buhârî, Enbiyâ 47; Müslim, Îmân 46
Müslim’in bir başka rivâyetinde (Îmân 47);
“Allah’tan başka ilâh yoktur ve Muhammed Allah’ın rasûlüdür” diye şehâdet eden kimseye Allah cehennemi haram kılar” buyurulmaktadır.
نهي Bir şeyi yapmaya engel olmak, ondan menetmek demektir. Anlam bakımından bunun sözle ya da başka bir şeyle olması arasında herhangi bir fark yoktur. ألإنْتِهاء; kişinin nehyedildiği şeyi yapmaktan imtina etmesi, kaçınması ve sakınmasıdır. إنْهاء sözcüğü temelde nehyi ulaştırmak, yetiştirmek ya da bildirmek anlamındadır. Daha sonra literatürde her türlü bildirme için kullanılır olmuştur. النُّهْيَة çirkinlik ve fenalıklardan nehy eden akıl manasındadır. Çoğulu النُّهَى şeklinde Kurân'ı Kerim'de geçmektedir. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 56 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri nehy, nihayet, intiha, münteha, namütenahi, nihai, (ila) nihaye ve menhiyyattır. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)
يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لَا تَغْلُوا ف۪ي د۪ينِكُمْ وَلَا تَقُولُوا عَلَى اللّٰهِ اِلَّا الْحَقَّۜ
يَٓا nida harfidir. اَهْلَ münadadır. الْكِتَابِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Nidanın cevabı لَا تَغْلُوا ف۪ي د۪ينِكُمْ ’dur. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَغْلُوا fiili نَ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
ف۪ي د۪ينِكُمْ car mecruru تَغْلُوا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَا تَقُولُوا عَلَى اللّٰهِ cümlesi atıf harfi وَ ’la nidanın cevabına matuftur. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَقُولُوا fiili نَ ‘un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَلَى اللّٰهِ car mecruru الْحَقَّ ’nın mahzuf haline müteallıktır. Takdiri, موقوفا أو منطبقا على الله
(Allah’a bağlı olarak) şeklindedir.
اِلَّا hasr edatıdır. الْحَقَّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
اِنَّمَا الْمَس۪يحُ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ رَسُولُ اللّٰهِ وَكَلِمَتُهُۚ
اِنَّمَا kâffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; men eden alıkoyan anlamında olup buradaki مَا harfidir, اِنَّ harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur. اِنَّ’nin ameli ise engellenmiştir yani mekfûfedir.
الْمَس۪يحُ mübtedadır. ع۪يسَى kelimesi الْمَس۪يحُ’den bedeldir. Gayri munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır. ابْنُ ise ع۪يسَى ’nın sıfatı veya bedelidir. مَرْيَمَ muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır.
رَسُولُ اللّٰهِ izafeti mübtedanın haberidir. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
كَلِمَتُهُ kelimesi atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
اَلْقٰيهَٓا اِلٰى مَرْيَمَ وَرُوحٌ مِنْهُۘ فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِه۪ۚ
Fiil cümlesidir. اَلْقٰيهَٓا fiili, elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
Muttasıl zamir هَٓا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. اِلٰى مَرْيَمَ car mecruru اَلْقٰيهَٓا fiiline müteallıktır. مَرْيَمَ kelimesi gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır.
رُوحٌ kelimesi atıf harfi وَ ’la رَسُولُ ’e matuftur. مِنْهُ car mecruru رُوحٌ kelimesinin mahzuf sıfatına müteallıktır.
ف mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasihadır. Takdiri, ان صدّقتم ذلك فآمنوا (Bunu tasdik ediyorsanız iman edin.) şeklindedir.
اٰمِنُوا fiili, نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِاللّٰهِ car mecruru اٰمِنُوا fiiline müteallıktır. رُسُلِه۪ kelimesi atıf harfi وَ ’la lafza-i celâle matuftur.
وَلَا تَقُولُوا ثَلٰثَةٌۜ
وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَقُولُوا fiili نَ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli, ثَلٰثَةٌ ’dur. تَقُولُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
ثَلٰثَةٌ mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri, الآلهة (ilahlar) şeklindedir.
اِنْتَهُوا خَيْراً لَكُمْۜ اِنَّمَا اللّٰهُ اِلٰهٌ وَاحِدٌۜ
Fiil cümlesidir. اِنْتَهُوا fiili, نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. خَيْرًا mef’ûlu mutlaktan naibtir. Takdiri, انتهوا انتهاء خيرًا لكم (Sizin için hayırlı olacak şekilde buna son verin.) şeklindedir.
لَكُمْ car mecruru خَيْرًا ’e müteallıktır.
اِنَّمَا kâffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; men eden alıkoyan anlamında olup buradaki مَا harfidir, اِنَّ harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur. اِنَّ’nin ameli ise engellenmiştir yani mekfûfedir.
اللّٰهُ lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur. اِلٰهٌ haber olup lafzen merfûdur. وَاحِدٌ kelimesi اِلٰهٌ ’un sıfatıdır.
سُبْحَانَهُٓ اَنْ يَكُونَ لَهُ وَلَدٌۢ
سُبْحَانَهُٓ takdiri نُسَبِّحُ (Tesbih ederiz.) olan mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakıdır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, mahzuf عن harf-i ceriyle birlikte سُبْحَانَهُٓ ’ye müteallıktır.
يَكُونَ nakıs mansub muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
لَهُ car mecruru يَكُونَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. وَلَدٌۢ kelimesi يَكُونَ ’nin muahhar ismidir.
لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ
لَهُ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl مَا muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası mahzuftur. فِي السَّمٰوَاتِ car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır.
مَا فِي الْاَرْضِ ifadesi atıf harfiyle makabline matuftur.
وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَك۪يلاً۟
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. كَفٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.
بِ zaiddir. اللّٰهِ lafzı lafzen mecrur olup كَفٰى fiilinin faili olarak mahallen merfûdur. وَك۪يلًا ise hal veya temyiz olup fetha ile mansubtur.
Umum ifadesi için كَفٰى fiilinin mef’ûlu mahzuftur. (Âşûr)يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لَا تَغْلُوا ف۪ي د۪ينِكُمْ وَلَا تَقُولُوا عَلَى اللّٰهِ اِلَّا الْحَقَّۜ
Fasılla gelmiş, istânâf cümlesidir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nidanın cevabı olan لَا تَغْلُوا ف۪ي د۪ينِكُمْ, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ [Ey kitap ehli] nidasıyla umum zikredilmiş, husus kastedilmiştir. Yani burada ehl-i kitaptan maksat sadece Hristiyanlardır.
لَا تَغْلُوا; aşırı gitmeyin, demektir. Türkçede kullandığımız galeyan kelimesi bu kökün türevidir.
ف۪ي د۪ينِكُمْ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla din, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü din hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir.
Cenab-ı Allah, Yahudilerin Mesih’i ta’n etme hususunda ileri gittiklerini nakletmişti. İşte Hristiyanlar da ona tazim ve saygı hususunda ileri gidiyorlar. Her iki tarafın maksatları da kınanmış ve mezmumdur. İşte bundan dolayı Cenab-ı Hakk, Hristiyanlara, [Dininiz hususunda haddi aşmayın.] demiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Burada, hitap yalnız Hristiyanlara tahsis edilmiştir. Maksat, onları içinde bulundukları küfür ve dalâletten men etmektir. (Ebüssuûd)
وَ atıftır. Cümle nidanın cevabına matuftur. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nehiy harfi ve istisna harfiyle oluşan kasr cümleyi tekid etmiştir. Kasr fiille mef’ûlü arasındadır. Bu durumda kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf olması caizdir. Yani fail tarafından gerçekleştirilen fiil, başka mef'ûllere değil zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir. O mef'ûlde vâki olan başka fiiller vardır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Allah’ı kendisi hakkında imkânsız olan hulûl (başkasının varlığında görünmek), ittihat (başkasının varlığıyla birleşmek) ve eş, çocuk edinmek gibi vasıflarla vasıflandırmayın. O’nu bütün bunlardan tenzih edin! (Ebüssuûd)
ولا تَقُولُوا عَلى اللَّهِ إلّا الحَقَّ sözü çirkin iftirayı nefyetmek için hususun umuma atfı babındandır. القَوْلِ kelimesi عَلى ile müteaddi olduğunda zikredilen sözün harften sonra gelen şeye nisbetinin yalan olduğuna delalet eder. (Âşûr)
اِنَّمَا الْمَس۪يحُ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ رَسُولُ اللّٰهِ وَكَلِمَتُهُۚ اَلْقٰيهَٓا اِلٰى مَرْيَمَ وَرُوحٌ مِنْهُۘ
Fasılla gelen cümle, الْحَقَّ ’nın mazmunu için tefsiriye veya beyanî istînaftır. Fasıl sebebi şibh-i kemal-i ittisâldir. İsim cümlesi faide-i haber talebî kelamdır. اِنَّمَا edatı ile yapılan kasr, kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır. Kasr konusu tabiri olarak mevsuf denilen ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ, sıfat olan الْمَس۪يحُ ’e kasredilmiştir. İzafîdir. ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ yani maksûr/mevsuf, الْمَس۪يحُ ’e yani maksûrun aleyhe/sıfata tahsis edilmiştir.
Zikredilen mevsûfta, bu sıfattan başka bir sıfat olmadığını ifade eder. Ama bu sıfat, başka mevsûflarda bulunabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ, mübteda olan الْمَس۪يحُ için bedeldir. Bedel ıtnâb babındandır.
Müsned az sözle çok anlam ifade etme yollarından olan izafetle gelmiştir.
رَسُولُ اللّٰهِ ve كَلِمَتُهُۚ izafetlerinde Allah ismine ve Allah’a ait zamire muzâf olan رَسُولُ ve كَلِمَتُ, şan ve şeref kazanmıştır.
اِنَّمَا ile yapılan kasrlarda muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. Muhatabın inkâr ettiği durumlarda, inkâr etmiyormuş menzilesine konarak اِنَّمَا ile kasr yapılır. Böylece tariz yoluyla başka bir maksat için gelmiş olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مَرْيَمَ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
اَلْقٰيهَٓا اِلٰى مَرْيَمَ وَرُوحٌ مِنْهُۘ , fasılla gelmiş hal cümlesidir. Müspet fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hal, anlamı zenginleştiren ıtnab sanatıdır.
كَلِمَتُهُ ,وَرُوحٌ مِنْهُ ’ya matuftur.
[Allah’ın emri ve kelimesi ile vücut bulmuştur.] demektir. Bu Cenab-ı Hakk’ın tıpkı, [Gerçekten Allah katında İsa’nın durumu Adem’in hali gibidir. Allah onu (Adem’i) topraktan yarattı. Sonra ona, “ol” dedi, o da oluverdi. (Âl-i İmran Suresi, 59)] ayetinde bahsettiği husus gibidir. (Fahreddin er-Râzî)
وَرُوحٌ مِنْهُ [O, Allah tarafından (gelen) bir ruhtur] buyruğuna gelince bu hususta da şu izahlar yapılmıştır:
a. Bir şeyi, son derece temiz ve nezih olmakla vasfettikleri zaman insanların âdeti, “O, bir ruhtur.” demek şeklinde cereyan etmektedir. Binaenaleyh Hz. İsa, babanın nutfesinden tekevvün etmeyip Cebrail’in (a.s.) üflemesinden meydana gelince haliyle o, “ruh” olarak vasfedilmiştir.
مِنْهُ sözünden maksat ise ona bir şeref ve üstünlük kazandırmaktır. Bu tıpkı, “Bu, Allah tarafından gönderilen bir nimettir.” denilmesi gibidir ki bundan maksat da o nimetin tam ve kusursuz, şerefli olduğunu beyan etmektir.
b. Hz. İsa, dini hayatları bakımından insanların hayat bulmalarının sebebidir. Böyle olan herkes, “Ruh” diye vasfedilir. (Şûra Suresi, 52)
c. [O, Allah’tan bir rahmettir.] demektir.
d. Arapça’da “ruh” kelimesi, üflemek manasına gelir. Ruh ile rîh (rüzgâr), birbirlerine yakın olan iki kelimedir. Buna göre “ruh”, Hz. Cebrail’in üflemesinden ibaret olup مِنْهُ sözü de Cebrail (a.s.) tarafından yapılan bu üflemenin, Allah’ın emri ve müsadesiyle olduğunu gösterir.
e. Ruh kelimesi, tenvinli (nekre) olup buradaki tenvin tazim ifade eder. Buna göre mana, [Kudsî, yüce ve şerefli ruhlardan bir ruh] şeklinde olur. مِنْهُ sözü ise onu teşrif ve tazim için o ruhu kendisine izafe etmeyi ifade etmektedir. (Fahreddin er-Râzî - Ebüssuûd)
Bu istînâf cümlesi, o batıl sözün neden men edildiğini açıklar. Bu da onun zıddı olan hak emridir. Yani İsa’nın (a.s.) mertebesi risaletle sınırlıdır; bunu geçmez. مِنْه kelimesindeki من harfi, ibtidâ ve gaye manası vermek içindir. Yani o ruhun başlangıcı Allah Teâlâ’dır; son ulaştığı yer de Meryem’dir.
Hristiyanların iddia ettiği gibi ba’diyet değildir. (Ebüssuûd)
Ayette, İsa’nın (a.s.) Allah’ın resulü sıfatının, vücuda gelmesinden ve Allah Teâlâ’nın kelimesi ve ruhu olmasından önce zikredilmesi, işin başında, tevile yer vermeyen kesin bir ifade ile hakkı tespit ve tayin etmek ve batıl tevil kapısını önceden kapatmak içindir. (Ebüssuûd)
فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِه۪ۚ وَلَا تَقُولُوا ثَلٰثَةٌۜ
Takdiri, ان صدّقتم ذلك فآمنوا (Bunu tasdik ediyorsanız iman edin.) olan mahzuf şartın cevabıdır. فَ rabıta veya fasihadır.
Cevap cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mahzuf şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
رُسُلِه۪ۚ - رَسُولُ arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.
Makabline tezat sebebiyle atfedilmiş olan وَلَا تَقُولُوا ثَلٰثَةٌ cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. لَا تَقُولُوا fiilinin mekulü’l-kavlinde icâzı hazif vardır. Takdiri, الآلهة (İlahlar) olan mübteda mahzuftur.
ثَلٰثَةٌ ifadesi, mahzuf bir mübtedanın haberidir. Takdiri, وَلَا تَقُولُوا الْاَقَانِيمُ ثَلٰثَة (Asıllar “(ekânîm) üçtür” demeyiniz) şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî)
اِنْتَهُوا خَيْراً لَكُمْۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
خَيْرًا mahzuf mef’ûlü mutlakın sıfatıdır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
اِنَّمَا اللّٰهُ اِلٰهٌ وَاحِدٌۜ
Ta’lîl cümlesi olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemal-i ittisâldir. İsim cümlesi faide-i haber talebî kelamdır. اِنَّمَا edatı ile yapılan kasr, kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır. Mevsuf olan اللّٰهُ lafzı , sıfat olan اِلٰهٌ kelimesine kasredilmiştir.
وَاحِدٌ, haber olan اِلٰهٌ için sıfattır. Sıfatlar ıtnâb babındandır.
سُبْحَانَهُٓ اَنْ يَكُونَ لَهُ وَلَدٌۢ
İtiraziye olan cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. سُبْحَانَهُٓ takdiri نُسَبِّحُ (Tesbih ederiz.) olan mahzuf fiilin mef’ûlü mutlakıdır. اَنْ masdar harfini takibeden يَكُونَ لَهُ وَلَدٌۢ cümlesi masdar tevilinde, takdir edilen عن harfi ile سُبْحَانَهُٓ ’ya müteallıktır. Masdarı müevvel cümlesinde îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. كانَ ,لَهُ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallktır. كانَ ,وَلَدٌۢ ‘nin muahhar ismidir. Kelimedeki tenvin tahkir ve kıllet ifade eder.
İtiraz cümleleri ıtnâb sanatıdır.
سُبْحَانَهُٓ; Allah’ı her türlü eksiklikten uzak tutarım ve bütün kemâl vasıfların O’na ait olduğunu itiraf ederim, manasındadır.
لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ
Fasılla gelmiş istînaf cümlesi ta’lîliyedir. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. لَهُ, mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl مَا, muahhar mübteda konumundadır. فِي السَّمٰوَاتِ, ism-i mevsulün mahzuf sılasına müteallıktır. Aynı üslupta gelen ikinci ism-i mevsûl birinciye matuftur. Atıf sebebi tezâyüftür. Mevsûllerde tevcih sanatı vardır.
السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
[Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur.] ifadesi, kendisine yakıştırılandan son derece uzak olduğunu beyan etmektedir yani göklerde ve yerde bulunan her şey O’nun mahlûku ve raiyetidir. O’nun hakimiyeti altındaki herhangi bir şey nasıl olur da O’ndan bir parça olabilir!? Üstelik parça ancak cisimler için söz konusudur. Allah ise cisim ve arazların niteliklerinden son derece yücedir. (Keşşâf)
Bu ayetin manası,“Göklerin ve yerin ve bu ikisinde bulunan şeylerin maliki olan bir kimse İsa ve Meryem’in de malikidir. Çünkü İsa ile Meryem de göklerde ve yerde bulunanlar cümlesindendir. İsa ve Meryem, gerek zat gerekse sıfatları bakımından kendileri dışında kalanlardan daha büyük değillerdir. Binaenaleyh O, İsa ve Meryem’den daha büyük olanların maliki olunca İsa ve Meryem’in de maliki olur. İsa ve Meryem, O’nun mülkü, memlûkü olunca daha nasıl İsa ve Meryem’in Allah’ın oğlu ve zevcesi oldukları düşünülebilir?” şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî)
وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَك۪يلاً۟
Makabline وَ ’la atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Cümlede mütekelliminin Allah Tealâ olması dolayısıyla اللّٰهِ isminde tecrîd sanatı vardır.
وَكَفٰى بِاللّٰهِ [Allah yeter], [Rabbin yeter] ayetlerindeki بِ harf-i ceri, Kur’an’ın her yerinde zaiddir. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)
وَك۪يلًا۟ temyizdir. Temyiz anlamı kuvvetlendiren ıtnâb sanatıdır.
Bütün varlıkların, tüm işlerinde güvenip dayanacağı bir “Vekil olarak da Allah yeter.” Çünkü onlar O’na muhtaçken O’nun onlara hiçbir ihtiyacı yoktur. Mütekellimin Allah Teâlâ olmasına rağmen lafza-i celâlin zikredilmesinde tecrîd ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. (Keşşâf)
وَكَفٰى بِاللّٰهِ sözünde zamir yerine Allah ismi gelmiştir. Tazim, telezzüz ve zihne yerleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır..
Allah’ın vekil olarak kâfi olduğu sözünde tağlîb vardır. Allah sadece vekil olarak değil, Basîr, Semi', Hafîz olarak da yeter.
إِنَّمَا - تَقُولُوا۟ - رُسُلِ - ٱللَّهِ - لَّهُ - مَا kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
وَلَدٌۢ - ابْنُ ve وَاحِدٌ - ثَلٰثَةٌۜ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. (Âşûr) Tezyîl cümlesi önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.