Nisâ Sûresi 39. Ayet

وَمَاذَا عَلَيْهِمْ لَوْ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَاَنْفَقُوا مِمَّا رَزَقَهُمُ اللّٰهُۜ وَكَانَ اللّٰهُ بِهِمْ عَل۪يماً  ...

Bunlar, Allah’a ve ahiret gününe iman etselerdi ve Allah’ın verdiği rızıktan (gösterişsiz olarak) harcasalardı, kendilerine ne zarar gelirdi? Allah, onları en iyi bilendir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَاذَا ne olurdu
2 عَلَيْهِمْ onlara
3 لَوْ sanki
4 امَنُوا inansalardı ا م ن
5 بِاللَّهِ Allah’a
6 وَالْيَوْمِ ve gününe ي و م
7 الْاخِرِ ahiret ا خ ر
8 وَأَنْفَقُوا ve harcasalardı ن ف ق
9 مِمَّا -tan
10 رَزَقَهُمُ kendilerine verdiği rızık- ر ز ق
11 اللَّهُ Allah’ın
12 وَكَانَ ve idi ك و ن
13 اللَّهُ Allah
14 بِهِمْ onları
15 عَلِيمًا biliyor ع ل م
 

وَمَاذَا عَلَيْهِمْ لَوْ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَاَنْفَقُوا مِمَّا رَزَقَهُمُ اللّٰهُۜ


وَ  istînâfiyyedir.  مَا  istifham ismi mübteda olarak mahallen merfûdur.  ذَا  ism-i mevsûl olup haber olarak mahallen merfûdur. Ya da her ikisi birlikte istifham ismi olarak mübtedadır.

عَلَيْهِمْ  car mecruru ism-i mevsûlun mahzuf sılasına müteallıktır. Veya mahzuf habere müteallıktır. 

لَوْ  gayrı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur.  اٰمَنُوا  şart fiilidir. Damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

بِاللّٰهِ  car mecruru  اٰمَنُوا  fiiline müteallıktır.  الْيَوْمِ  kelimesi lafza-i celâle matuftur. 

الْاٰخِرِ  kelimesi  الْيَوْمِ ‘nin sıfatıdır.   

Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri;  لو آمنوا لم يضرهم  şeklindedir.

وَ  atıf harfidir.  اَنْفَقُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  مِنْ  harf-i ceriyle birlikte  اَنْفَقُوا  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  رَزَقَهُمُ اللّٰهُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. 

رَزَقَهُمُ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. 

  

وَكَانَ اللّٰهُ بِهِمْ عَل۪يماً

 

وَ  istînâfiyyedir.  كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur.  بِهِمْ  car mecruru  عَل۪يمًا ’e müteallıktır.  

عَل۪يمًا  kelimesi  كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubtur.


 

وَمَاذَا عَلَيْهِمْ

 

وَ  istînâfiyye  مَاذَا  istifham ismidir. İstifham üslubunda talebi inşaî isnad olan cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  عَلَيْهِمْ , mübteda olan  مَاذَا ‘nın mahzuf haberine müteallıktır.

Cümle istifham üslubunda gelmiş olsa da soru kastı taşımamaktadır. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Onun soru sorup cevap beklemesi muhaldir. Tevbih ve taaccüb kastı taşıyan bu soru cümlesi, mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.

وَمَاذَا عَلَيْهِمْ  yani iman etme ve Allah yolunda harcama hususunda ne gibi bir sorumluluk ve vebal yüklenirlerdi ki!.. Burada maksat kötüleme ve kınamadır, yoksa her türlü fayda ve her türlü başarı ve kurtuluş bundadır. Burada bir kötüleme, kınama ve kişiyi çıkarının nerede olduğunu bilmemekle suçlama söz konusudur. (Keşşâf)


 اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَاَنْفَقُوا مِمَّا رَزَقَهُمُ اللّٰهُۜ 


Fasılla gelen cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Takdiri;  لو آمنوا لم يضرهم  (İman etmiş olsalardı onlara zarar vermezdi) olan şartın cevabı öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir.  اَنْفَقُوا مِمَّا رَزَقَهُمُ اللّٰهُۜ  cümlesi şart cümlesi  اٰمَنُوا بِاللّٰهِ ‘ye matuftur.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûlün sılası da ayetteki diğer fiiller gibi müspet muzari fiil sıygasında gelmiştir. 

Şart için  mazi fiil kullanılışı, oluşa ve oluşun devamının istikrarına işaret eder.  (Vakafat/114)

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Sâmerrâî Ala Tariki’t-Tefsiri’l Beyani, C.2, s. 88.)

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde lafza-i celâlin zikri tevcih sanatıdır.

Allah’a imandan sonra ahirete imanın zikri umumdan sonra hususun zikri babında ıtnâb sanatıdır.

Maldan infak değil, Allah’ın bizi rızıklandırdığı şeyden infak emredilmiş ki kolayca biz o infakı gerçekleştirelim. Şu şekilde düşünmeliyiz: Bunu bize veren Allah’tır, biz sahibi değiliz, bir kısmını O’nun yolunda sarfetmeliyiz.

[Allah’ın rızık olarak verdiği şey] sözü kinayedir. Hakiki isimle gelmemiş, sıfatıyla ifade edilmiştir. Mal kelimesi yerine onu açıklayan bir cümle gelmiştir.

Hak Teâlâ'nın, "Onlara ne zararı olacaktı ki?" buyruğu inkâr manasında istifham ifadesidir,  مَاذَا  sözünün tek bir isim olması da caizdir. Buna göre mana "Onların aleyhlerine hangi şey var?" şeklinde olur. Yine  ذَا 'nın.. "ki o.." anlamında;  اَلَّذِى 'nin de tek başına isim olması da caizdir. Buna göre de mana [Şayet iman etselerdi, aleyhlerine terettüp eden şey neydi ki?] şeklinde olur. (Fahreddin er-Razi)

Önce Allah'a ve ahiret gününe imanın zikredilmesi, bunun ehemmiyetinden ve harcamanın iman olmadığı takdirde bir değer taşımadığındandır. Onların Allah'a ve ahiret gününe iman etmemeleri, mallarını insanlara gösteriş için harcamalarından daha çirkin olduğu halde, önce bunun [gösteriş için mallarını harcamaları] zikredilmesi, onların bu durumları ile daha önce zikredilen cimrilikleri ve insanlara cimriliği emretmeleri arasında bir münasebet bulunduğundandır. (Ebüssuûd)

وَكَانَ اللّٰهُ بِهِمْ عَل۪يماً

 

وَ  istînâfiyyedir.  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Bütün kemal sıfatlara şamil lafza-i celâlin  كَانَ ’nin ismi olarak gelmesi telezzüz, teberrük ve kalplerde haşyet uyandırmak amacına matuftur.

Âşûr’a göre itiraziyyedir. Onları cezalandırmak manasında bir tehdittir.

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle  اللّٰهُ  isminde tecrîd sanatı vardır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  بِهِمْ  amili olan  عَل۪يمًا ‘e takdim edilmiştir. Bu takdim Allahın onları bildiğini vurgulamıştır.

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Ayetin fasılasını ''Allah onları her zaman iyi bilir'' şeklinde tercüme etmek daha doğrudur. ‘Biliyordu’ şeklinde geçmiş zamanı ifade edecek şekilde tercüme edilemez. Geçmiş zaman değil, geniş zaman ile ifade edilmelidir.

Burada Allah isminin zikri kalplere korku salmak içindir. Lâzım söylenmiş, melzûm olan ‘cezasını verir’ manası kastedilmiştir. Dolayısıyla tehdittir.

[Allah onları çok iyi bilmektedir!] Bu ifade, bir tehdittir. (Keşşâf)

Sarahaten (Allah’ın rızası için) denmemesi, daha önce geçen tafsilat buna delalet ettiği içindir. Bir de Allah'a ve ahiret gününe iman zikri ile iktifa edildiği içindir. Çünkü Allah'a ve ahiret gününe iman, yapılan harcamanın Allah rızası ve O'nun mükâfatını talep içindir. 

Bu ifade, onların menfaatlerini bilmediklerinden ve gerçeğe iman etmediklerinden dolayı onlar için bir kınama olduğu gibi bu sualin cevabını bulmaları için de tefekküre teşviktir. Umulur ki bu tefekkür neticesinde gerçek kazancın nerede olduğunu kavrarlar.

Allah Teâlâ, onların o çirkin hallerini gayet iyi bilir. Bu da, onlar için ceza vaididir. (Ebüssuûd)