Fussilet Sûresi 30. Ayet

اِنَّ الَّذ۪ينَ قَالُوا رَبُّنَا اللّٰهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا تَـتَنَزَّلُ عَلَيْهِمُ الْمَلٰٓئِكَةُ اَلَّا تَخَافُوا وَلَا تَحْزَنُوا وَاَبْشِرُوا بِالْجَنَّةِ الَّت۪ي كُنْتُمْ تُوعَدُونَ  ...

Şüphesiz “Rabbimiz Allah’tır” deyip de, sonra dosdoğru olanlar var ya, onların üzerine akın akın melekler iner ve derler ki: “Korkmayın, üzülmeyin, size (dünyada iken) va’dedilmekte olan cennetle sevinin!”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 الَّذِينَ kimselere
3 قَالُوا diyen(lere) ق و ل
4 رَبُّنَا Rabbimiz ر ب ب
5 اللَّهُ Allah’tır
6 ثُمَّ sonra
7 اسْتَقَامُوا doğru olanlara ق و م
8 تَتَنَزَّلُ iner ن ز ل
9 عَلَيْهِمُ üzerine
10 الْمَلَائِكَةُ melekler م ل ك
11 أَلَّا
12 تَخَافُوا korkmayın خ و ف
13 وَلَا ve
14 تَحْزَنُوا üzülmeyin ح ز ن
15 وَأَبْشِرُوا fakat sevinin ب ش ر
16 بِالْجَنَّةِ cennetle ج ن ن
17 الَّتِي öyle ki
18 كُنْتُمْ ك و ن
19 تُوعَدُونَ size söz verilen و ع د
 

"Asiri bunaldim!" Nouman Ali Khan 27 dakikalik 30-31. Ayetlerle ilgili video linki:

 

     https://youtu.be/6C9obpbOwP4

 

 Yukarıda Kur’an’a karşı inatla mücadelelerini sürdürüp onun sesini boğmak ve etkisini önlemek için tertipler hazırlayan inkârcıların karşılaşacakları ağır cezalardan söz edilmişti; buradan 36. âyete kadar da müminlerin temel nitelikleri ve uhrevî ödülleri özetlenmektedir. İnancını yüreklice dile getirenleri takdirle anan bir ifade tarzının sezildiği 30. âyette, belirttiğimiz niteliklerin en önemlileri olan, hatta bir bakıma onları da kuşatan şu iki nitelik öncelikle zikredilmektedir: a) Allah’ı rab tanımak, b) Dosdoğru çizgide yaşamak. Hz. Peygamber de kendisinden sımsıkı sarılacağı temel ilkenin ne olduğunu soran bir sahâbîye, “Allah’a inandım de ve sonra dosdoğru ol” buyurmuşlardır (Müsned, III, 413; Müslim, “Îmân”, 62). Dinî terminolojide yalnızca Allah’ı rab tanımaya “tevhîd-i rubûbiyet” denmektedir. Bu tevhid, insan varlığının en yüksek amacı, bütün yetkinlik şartlarının en önemlisi kabul edilen mârifetullahı da içerir. Mârifetullahın bir ifadesi olan “Rabbim Allah’tır” ikrarı gönüllere her türlü şekten şüpheden uzak bir şekilde işleyince bu ikrar, insanın duygu, düşünce ve eylem dünyasına da yansıyarak onu doğru, iyi ve adaletli çizgiye yöneltir. Âyette bu yöneliş, “dosdoğru çizgide yaşamak” diye çevirdiğimiz istikamet kavramıyla ifade edilmiştir. Râzî, buradaki istikametin din, tevhid ve bilgiyle (mârifet) veya erdemli işlerle ilgili olduğu yönünde iki farklı görüş bulunduğunu belirtir (XXVII, 121). Ancak bize göre her iki görüş de isabetlidir. Yorumlarında Kur’an’ın ilk muhatapları olan putperest Araplar’ın dinî telakkilerini, psikolojik, sosyal ve siyasal yapılarını ve davranışlarını dikkate almaya özen gösteren Taberî de kelimeyi bu geniş kapsamına göre yorumlamıştır (XXIV, 114).

Müminlerin üzerine meleklerin inmesi ne zaman gerçekleşir? Bu soruya başlıca şu cevaplar verilmiştir: a) Sadec ölüm sırasında; b) Sadece insanlar yeniden diriltilip kabirlerinden çıkartıldıkları sırada; c) Ölüm sırasında, kabirdeyken ve yeniden dirilme sırasında olmak üzere üç defa (Râzî, XXVII, 123; Şevkânî, IV, 589). 25. âyette inkârcılara sapkınlıklarını arttıran kötü dostların musallat edildiği bildirilmişti. Burada ise müminlerin üzerine, onlara müjdeler getiren meleklerin inmesinden söz edilmekte; bu meleklerin, sadece âhirette değil, dünya hayatında da müminlerin dostu oldukları belirtilmektedir. Bundan anlaşıldığına göre bazı melekler, “Rabbimiz Allah’tır” dedikten sonra bu inanç çizgisini sürdüren ve hayatını bu inanca uygun eylemlerle bezeyen insanların iyiliklerini arttırmalarına yardımcı olmakta; bu suretle ilâhî inâyetin melekler vasıtasıyla müminler üzerine inmesi süreklilik kazanmaktadır (benzer görüşler için bk. İbn Âşûr, XXIV, 286).

Râzî’ye göre 31. âyetteki “canınızın çektiği her şey” ifadesiyle cennetteki maddî nimetler, “umduğunuz her şey” ifadesiyle de mânevî nimetler kastedilmiştir (XXVII, 123). Aynı müfessir, “ikram” diye çevirdiğimiz metindeki “nüzül” kelimesinin özellikle misafire yapılan ikram için kullanıldığını hatırlatarak, bu kelimeden, nasıl ki cömert bir ev sahibi misafirine, sahip olduğu şeylerin en değerli olanlarını ikram ederse Allah Teâlâ’nın da cennetine kabul buyurduğu mümin kullarına en güzel nimetlerini ikram edeceği anlamının çıktığını belirtmektedir.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 706-708
 
Riyazus Salihin, 1852 Nolu Hadis Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Kim Allah’a kavuşmak isterse, Allah da ona kavuşmak ister. Kim Allah’a kavuşmak istemezse, Allah da ona kavuşmayı arzu etmez” buyurdu. Bunun üzerine ben: - Yâ Resûlallah! Ölümü sevmediği için mi (kavuşmak istemez)? Öyleyse hepimiz ölümü sevmeyiz, dedim. - “Hayır, öyle değil. Mü’mine Allah’ın rahmeti, rızâsı ve cenneti müjdelendiği zaman Allah Teâlâ’ya kavuşmak ister; işte o zaman Allah da ona kavuşmayı arzu eder. Kâfire Allah’ın azâbı, gazabı haber verildiği zaman Allah’a kavuşmaktan hoşlanmaz; Allah da ona kavuşmaktan hoşlanmaz” buyurdu. (Müslim, Zikir 14-17. Ayrıca bk. Buhârî, Rikak 41; Tirmizî, Cenâiz 67, Zühd 6; Nesâî, Cenâiz 10; İbni Mâce, Zühd 31)
 

اِنَّ الَّذ۪ينَ قَالُوا رَبُّنَا اللّٰهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا تَـتَنَزَّلُ عَلَيْهِمُ الْمَلٰٓئِكَةُ اَلَّا تَخَافُوا وَلَا تَحْزَنُوا وَاَبْشِرُوا بِالْجَنَّةِ الَّت۪ي كُنْتُمْ تُوعَدُونَ

 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl  اِنّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  قَالُوا  fiil cümlesidir. Îrabdan mahalli yoktur. 

قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli  رَبُّنَا اللّٰهُ ‘dur.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

رَبُّنَا  mübteda olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  اللّٰهُ  lafza-i celâli mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. 

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.  ثُمَّ  edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani; aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir.

ثُمَّ : Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ   harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اسْتَقَامُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

تَـتَنَزَّلُ عَلَيْهِمُ الْمَلٰٓئِكَةُ  cümlesi  اِنّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.  

تَـتَنَزَّلُ  damme ile merfû muzari fiildir.  عَلَيْهِمُ  car mecruru  تَـتَنَزَّلُ  fiiline mütealliktir.  الْمَلٰٓئِكَةُ  fail olup lafzen merfûdur.

اَنْ  masdar harfidir. لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَنْ  ve masdar-ı müevvel mahzuf  ب  harf-i ceri ile mecrur olup  تَـتَنَزَّلُ  fiiline mütealliktir.   

تَخَافُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

لَا تَحْزَنُو  atıf harfi و ‘la makabline matuftur. تَحْزَنُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. اَبْشِرُوا  atıf harfi و ‘la  لَا تَخَافُوا  cümlesine matuf olup mahallen meczumdur. 

اَبْشِرُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

بِالْجَنَّةِ  car mecruru  اَبْشِرُوا  fiiline mütealliktir.  الَّت۪ي  müfred müennes has ism-i mevsûl  بِالْجَنَّةِ ‘nin sıfatı  olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  كُنْتُمْ تُوعَدُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كُنْتُمْ  sükun üzere mebni mazi nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  

تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.  تُوعَدُونَ  fiili  كُنْتُمْ ’ün haberi olarak mahallen mansubdur.  تُوعَدُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.

اسْتَقَامُوا  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi  قوم ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikad gibi anlamları katar.

تَـتَنَزَّلُ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi نزل ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.

اَبْشِرُوا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

İf’al babındadır. Sülâsîsi بشر ‘dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

 

اِنَّ الَّذ۪ينَ قَالُوا رَبُّنَا اللّٰهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا تَـتَنَزَّلُ عَلَيْهِمُ الْمَلٰٓئِكَةُ 

 

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ile tekid edilen cümle, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi formunda geldiği için sübut ve istimrar ifade eder.

İsm-i mevsûl  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  اِنَّ ’nin isminin ism-i mevsûlle gelmesi, habere dikkat çekmek ve bahsi geçenleri tazim ve teşvik içindir.

Has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  قَالُوا رَبُّنَا اللّٰهُ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtida-i kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  رَبُّنَا اللّٰهُ  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Mekulü’l-kavl cümlesinde  رَبُّنَا  mübteda,  اللّٰهُ  haberdir.

Müsnedün ileyhin izafetle gelmesi tazim ifade eder. Müsnedin zikri muhatabı dinlemeye teşvik ifade eder. Ayrıca burada kasr-ı hakiki ifade eder.

رَبُّنَا  maksûr/sıfat,  اللّٰهُ  maksûrun aleyh/mevsûf olmak üzere, kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Yani bu sıfat mevsûftan başkasında mevcut değildir. 

Müsnedin ve müsnedün ileyhin marife gelmesi kasr ifade eder. (Âşûr)

Ayette ulûhiyet ve rububiyet ifade eden isimler bir arada zikredilmiştir. Allah ve Rabb isimleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

Allah ve Rabb isimlerinin arka arkaya gelmesiyle Rabbin Allah olduğu, Allah’tan başka Rab olmadığı vurgulanır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 234)

Aynı üslupta gelen  اسْتَقَامُوا  cümlesi, rütbe ve terahi ifade eden atıf harfi  ثُمَّ  ile … قَالُوا  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. 

تَـتَنَزَّلُ عَلَيْهِمُ الْمَلٰٓئِكَةُ  cümlesi,  اِنَّ ’nin haberidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  عَلَيْهِمُ , durumun onlara has olduğunu vurgulamak için faile takdim edilmiştir.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiil gelerek azgınların şeytanlara tabi oluşlarının zihinde canlanması sağlanmıştır.  

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bu ayetle ilgili farklı görüşler olmakla birlikte ayet mutlaktır. Dünyada hayatın her anına da uyar.  تَـتَنَزَّلُ  fiili hem muzari kipi olmakla istimrar ve süreklilik, hem tefa'ul kalıbından olmakla tekellüf (kendini zorlama) ve tevali (peşi peşine olma) ifade eder. Özellikle biraz sonra hem dünya hem de ahiret açıkça belirtilecektir. Yani sürekli olarak iner iner dururlar. Şöyle diye korkmayın, gelecekten endişe etmeyin, hüzünlü de olmayın. (Elmalılı)

Veciz ifade kastına matuf  رَبُّنَا  izafetinde, cennetliklere ait zamirin Rabb ismine muzâfun ileyh olması onlara, tazim ve teşrif içindir.

ثُمَّ  kelimesi, istikamet üzere olmanın zaman bakımından dil ile ikrardan sonra geldiğini ve fakat fazilet bakımından daha üstün olduğunu ifade etmek için kullanılmıştır. (Keşşâf)

Bu ayette  اسْتَقَامُوا  fiili tetmim için gelmiştir. Çünkü bu meleklerin bu müjdesine ermek için sadece ‘’Rabbimiz Allah’tır‘’ demek yetmeyecektir. Bunu söyledikten sonra yaptığı amellerle dosdoğru yolda yürümek şartı eklenmiştir. (Ali Bulut/Kur’ân-ı Kerim’de Itnâb Üslûbu)

Kemâlât, üç kısımdır; nefsanî kemâlât, bedenî kemâlât ve haricî kemâlât. Bunların en şereflisi, nefsanî kemâlât; ortası bedenî kemâlât; en aşağı olanı da haricî kemâlâttır. Yine daha önce anlattığımız gibi, nefsanî kemâlât, iki kısma münhasırdır, yakînî ilim ve amel-i salih. Muhakkik alimler şöyle demişlerdir: "İnsanın kemâli, zatı gereği hakikati tanımada; kendisiyle amel edebilmesi için de hayrı tanımadadır. Salih amellerin başı ve başkanı ise, insanın ifrat ve tefrite düşmeksizin, ortada ve dosdoğru olmasıdır.

İstikamet hususunda şu iki görüş ileri sürülmüştür:

a) Din, tevhid ve marifetullah hususundaki istikamet (doğruluk) kastedilmiştir.

b) Salih amellerdeki istikamet kastedilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)


اَلَّا تَخَافُوا وَلَا تَحْزَنُوا وَاَبْشِرُوا بِالْجَنَّةِ الَّت۪ي كُنْتُمْ تُوعَدُونَ

 

Fasılla gelen cümlenin başındaki  اَلَّا , masdar harfi  اَنْ  ve nefy harfi  لَا ‘nın birleşimidir.  Masdar harfinin akabindeki  تَخَافُوا  cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşaî isnaddır. Cümle masdar tevilinde, takdir edilen  ب  harfiyle birlikte  تَـتَنَزَّلُ  fiiline mütealliktir. Aynı üslupta gelen  وَلَا تَحْزَنُوا  cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir. Nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid eder.

اَلَّا تَخَافُوا (Korkmayın diye!) ifadesindeki اَنْ  ‘diye’ anlamındadır. Yahut  اَنَّ ’nin hafifletilmiş halidir ve  باَنَّهُ تَحْزَنُوا  şeklindedir;  اَنَّ ’ye bitişik olan zamir şan zamiridir. (Keşşâf)   

تَخَافُوا  cümlesine matuf olan  وَاَبْشِرُوا بِالْجَنَّةِ الَّت۪ي كُنْتُمْ تُوعَدُونَ  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

الْجَنَّةِ  için sıfat konumundaki has ismi mevsûl  الَّت۪ي ’nin sılası olan  كُنْتُمْ تُوعَدُونَ  cümlesi, كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

كَانُ ’nin haberi olan  تُوعَدُونَ nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

كَانُ ’in haberi muzari fiil olduğunda genellikle devam edegelen maziye, âdet haline gelmiş davranışlara delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ ‘nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

تُوعَدُونَ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

تَخَافُوا - تَحْزَنُوا  ve  الْمَلٰٓئِكَةُ - بِالْجَنَّةِ  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı,  تَحْزَنُوا - اَبْشِرُوا  kelimeleri arasında ise tıbâk-ı hafî vardır.

Korku, kalbin gelecekte olabilecek bir zarardan dolayı kalbin acı duymasından; gam (keder) ise, geçmişte olan bir menfaatin kaybedilmesi sebebiyle kalbin ızdırap duymasından ibarettir. Durum böyle olunca korkuyu gidermek, gam sebebiyle meydana gelen hüznü gidermekten daha ileri olur. (Fahreddin er-Râzî)