Zuhruf Sûresi 35. Ayet

وَزُخْرُفاًۜ وَاِنْ كُلُّ ذٰلِكَ لَمَّا مَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۜ وَالْاٰخِرَةُ عِنْدَ رَبِّكَ لِلْمُتَّق۪ينَ۟  ...

Evlerine (gümüşten) kapılar ve üzerine yaslanacakları koltuklar ve altın süslemeler yapardık. Bütün bunlar, sadece dünya hayatının geçimliğidir. Rabbinin katında ahiret ise, O’na karşı gelmekten sakınanlarındır.  (34 - 35. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَزُخْرُفًا ve (nice) süsler ز خ ر ف
2 وَإِنْ (başka) değil
3 كُلُّ bütün ك ل ل
4 ذَٰلِكَ bunlar
5 لَمَّا sadece
6 مَتَاعُ geçici menfaatleridir م ت ع
7 الْحَيَاةِ hayatının ح ي ي
8 الدُّنْيَا dünya د ن و
9 وَالْاخِرَةُ ahiret ise ا خ ر
10 عِنْدَ katında ع ن د
11 رَبِّكَ Rabbinin ر ب ب
12 لِلْمُتَّقِينَ muttakiler içindir و ق ي
 
Allah Teâlâ insanlar için yaratıp düzenlediği dünya hayatında kabiliyet, servet, düşünce ve inanç bakımından hepsi birbirine benzeyen, aynı özellikleri taşıyan insanların olmasını değil, toplu hayatı oluşturmak ve devam ettirmek, hür irade ile seçim yapmaya imkân vermek ve böylece imtihan maksadını gerçekleştirmek için gerekli bulunan farklılığı dilemiştir. O’nun katında geçici dünya nimetlerinin değeri yoktur, bunlara sahip olmak da Allah sevgisinin kanıtı değildir; pek çok hikmet çerçevesinde Allah sevdiklerini ve sevmediklerini zengin de eder yoksul da; kimi zaman birilerini iktidara getirir, kimi zaman diğerlerini. O’nun sevdiklerine tahsis ettiği nimetler burada değil, ebedî âlemdedir. Müşrikler büyüklüğü, Allah’ın rahmetine mazhar olma şansını asalet ve servete bağlamakla yanılıyorlar. Eğer Allah’ın yukarıda özetlenen “dünya düzeni” muradı olmasaydı, inansın inanmasın bütün insanları servette ve refahta eşit kılardı; bu takdirde kâfirlere servet ve iktidar verirse bütün insanlar küfrü, müminlere servet ve iktidar verirse bütün insanlar imanı seçmeye yönelirlerdi.
 
Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem dünyanın gönül bağlamaya değmecek kadar değersiz olduğuna muhtelif hadislerinde şöyle buyurmuştur :
“Uyanık olunuz! Şüphesiz dünya değersizdir.  Dünyanın malı da mülkü de kıymetsizdir. Ancak Allah Teâla’nın zikri ve O’na yaklaştıran şeylerle, öğretici ve öğrenici olmak başkadır. 
(Tirmizi, Zühd 14; İbni Mace, Zühd 3; Elbani, Sahihu’t-Tergib ve’t-terhib, I,141,nr. 74).

“Eğer dünya, Allah katında sivrisineğin kanadı kadar bir değere sahip olsaydı, Allah hiçbir kafire dünyadan bir yudum su bile  içilmezdi”
(Tirmizi, Zühd 13.ayrıca bk.  İbni Mace, Zühd 3; Elbani, Sahihu’t-Tergib ve’t-terhib, III,264,nr. 3240).
 

وَزُخْرُفاًۜ

 

Atıf harfi  وَ ‘la  önceki ayetteki şartın cevabına atfedilmiştir. زُخْرُفاً  kelimesi mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakı olup fetha ile mansubdur. Takdiri,  وجعلنا لهم زحروفا (Onlar için altınlar yaptık) şeklindedir.


 وَاِنْ كُلُّ ذٰلِكَ لَمَّا مَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۜ

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. اِنْ  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كُلُّ  mübteda olup lafzen merfûdur. İsmi işaret  ذٰلِكَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

لَمَّا  harfi  إلاَّ  manasında hasır edatıdır.  مَتَاعُ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.  الْحَيٰوةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الدُّنْيَا  kelimesi  الْحَيٰوةِ ‘nin sıfat olup  ى  üzere mukadder kesra ile mecrurdur. Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi  ى  olan isimlere maksûr isimler denir. Maksûr isimler genellikle  ى  ile biter. Fakat çok az olarak  ا  ile biten maksûr isimler de vardır. Maksûr isimlerin sonunda yer alan bu harflere elif-i maksûre denir.  اَلْفَتَى - اَلْعَصَا  gibi. Maksûr isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile mansub halinde takdiri fetha ile mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksûr isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. الدُّنْيَا  burada maksûr isim olduğu için takdiren mecrur olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَالْاٰخِرَةُ عِنْدَ رَبِّكَ لِلْمُتَّق۪ينَ۟

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  الْاٰخِرَةُ  mübteda olup lafzen merfûdur. عِنْدَ  zaman zarfı mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir. رَبِّ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لِلْمُتَّق۪ينَ۟  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir.  لِلْمُتَّق۪ينَ۟ ‘nin cer alameti  ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. 

لِلْمُتَّق۪ينَ۟  sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَزُخْرُفاًۜ 

 

Ayet atıf harfi  وَ ’la  33. ayetteki şartın cevabına atfedilmiştir. 

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  زُخْرُفاً , takdiri  وجعلنا لهم (Onlar için yaptık) olan mahzuf fiilin mef’ûlüdür. 

Bu takdire göre cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

زُخْرُفاًۜ ‘deki nekrelik, nev, tazim ve kesret ifade eder.

Ayet-i kerime’de geçen  زُخْرُفاًۜ (Ziynetler) kelimesinden maksat, Abdullah b. Abbas, Katade, Hasan-ı Basrî, Süddî ve Dehhak'a göre "Altın"dır, İbn-i Zeyd'e göre, bu insanların, evlerinde kullandıkları çeşitli eşyalarıdır. (Taberî)


 وَاِنْ كُلُّ ذٰلِكَ لَمَّا مَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۜ

 

وَ , istînâfiyyedir. 

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. 

اِنْ  nafiye,  لَمَّا  harfi  إلا  manasındadır.  اِنْ  ve  لَمَّا  ile oluşan kasr, mübteda ve haber arasındadır. كُلُّ ذٰلِكَ  maksûr/mevsûf,  مَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۜ  maksûrun aleyh/sıfat olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Bütün bunların dünya hayatının metaından başka bir şey olmadığı kasır üslubuyla kesin bir şekilde belirtilmiştir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede müsnedün ileyhin ve müsnedin izafetle marife olması az sözle çok şey ifade etmenin yanında tahkir içindir. 

ذٰلِكَ , işaret edilen şeyi tahkir için gelmiştir. 

لَمَّا ‘ya dahil olan ل  harfi tekid lâmıdır ve nâfiye  اِنْ  ile  إِن ’den hafifletilmişin arasındaki farkı belirler. Cümlenin manasını tekid etmek için araya zaid bir  مَا  harfi gelmiştir. Şeddeli okunma durumunda ise  اِنْ  nâfiyedir ve  لَمَّا ‘da, إلا  manasındadır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s.163)

الدُّنْيَا  kelimesi  الْحَيٰوةِ  için sıfattır.  Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.


وَالْاٰخِرَةُ عِنْدَ رَبِّكَ لِلْمُتَّق۪ينَ۟

 

Cümle atıf harfi  وَ ‘la …  وَاِنْ كُلُّ ذٰلِكَ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. 

Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

الْاٰخِرَةُ , mübtedadır.  عِنْدَ رَبِّكَ  mahzuf hale mütealliktir. Car mecrur  لِلْمُتَّق۪ينَ۟ , mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. 

رَبِّكَ  izafeti muzâfın ileyhin şanı içindir. عِنْدَ , Rabb ismine muzâf olmakla şan ve şeref kazanmıştır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  رَبَّ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. 

الدُّنْيَاۜ - الْاٰخِرَةُ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

O cahil kimseler peygamberlik makamının, fakirliğinden dolayı Hz  Muhammed (sav)'e verilmeyip zengin kimseye verilmesinin daha uygun olacağını sanmışlardır. İşte böylece de Allah Teâlâ, mal ve makamın kendisi katında önemsiz olduğunu ve bunların, daima son bulmakla karşı karşıya bulunduğunu; bu iki şeyin bulunmasının, bir şeref ve kıymet ifâde etmeyeceğini beyan buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)

Terğîb şerhinde şöyle söylenmiştir: ”Eğer denilse ki; Allah Teâlâ'nın peygamberi için fakirliği seçmesinde ve onun da (sav) o fakirliği şu sözünde belirttiği gibi kendisi için arzulamasındaki hikmet nedir? ”Eğer ben dileseydim Rabbime dua ederdim, O da bana kral, Kisra ve Kaysere verdiği gibi verirdi." Cevabı birçok yönden şöyle olur:

Birincisi; o eğer zengin olsaydı birtakım topluluklar ona dünyalık arzusuyla iman ederlerdi. Onun için Allah Teâlâ ona fakirliği seçti ki, ona tabi olmak isteyen herkes ahireti arzulayarak tabi olsun.

İkincisi; Allah Teâlâ'nın ona fakirliği seçmesi, fakirlerin gönülleri hoş olsun ve her fakir fakirliği ile zenginin lehine olan şeylerle avunduğu gibi teselli bulsun diyedir.

Üçüncüsü; onun fakirliği Allah katında dünyanın ne kadar basit olduğunun bir göstergesidir. Nitekim Efendimiz (sav) şöyle buyurdu: ”Eğer dünyanın Allah katında bir sivrisineğin kanadı ağırlığında değeri olsaydı hiçbir kâfire oradan bir yudum su içirmezdi." (Tirmizî ve İbn Mâce rivayet etmiştir. Tirmizî şöyle dedi: Hasen, garip hadistir.)

Dünyanın Allah katında basit olmasının manası, dünyanın bizatihi gaye olması için değil asıl gayeye ulaşılmasında bir yol olarak Allah Teâlâ tarafından yaratılmış olmasıdır. Allah orasını sefer ve deneme diyarı kılmıştır. Yoksa yapılanların karşılığının verileceği ikamet diyarı yapmamıştır. (Rûhu’l Beyân)