فَتَرَى الَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ يُسَارِعُونَ ف۪يهِمْ يَقُولُونَ نَخْشٰٓى اَنْ تُص۪يبَنَا دَٓائِرَةٌۜ فَعَسَى اللّٰهُ اَنْ يَأْتِيَ بِالْفَتْحِ اَوْ اَمْرٍ مِنْ عِنْدِه۪ فَيُصْبِحُوا عَلٰى مَٓا اَسَرُّوا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ نَادِم۪ينَۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَتَرَى | görürsün |
|
2 | الَّذِينَ |
|
|
3 | فِي | bulunanların |
|
4 | قُلُوبِهِمْ | kalblerinde |
|
5 | مَرَضٌ | hastalık |
|
6 | يُسَارِعُونَ | koştuklarını |
|
7 | فِيهِمْ | onların arasına |
|
8 | يَقُولُونَ | diyerek |
|
9 | نَخْشَىٰ | korkuyoruz |
|
10 | أَنْ |
|
|
11 | تُصِيبَنَا | bize gelmesinden |
|
12 | دَائِرَةٌ | bir felaket |
|
13 | فَعَسَى | belki |
|
14 | اللَّهُ | Allah |
|
15 | أَنْ |
|
|
16 | يَأْتِيَ | getirir de |
|
17 | بِالْفَتْحِ | fetih |
|
18 | أَوْ | ya da |
|
19 | أَمْرٍ | bir iş |
|
20 | مِنْ |
|
|
21 | عِنْدِهِ | kendi katından |
|
22 | فَيُصْبِحُوا | onlar olurlar |
|
23 | عَلَىٰ | üzerine |
|
24 | مَا | şeyler |
|
25 | أَسَرُّوا | gizledikleri |
|
26 | فِي | içinde |
|
27 | أَنْفُسِهِمْ | nefisleri |
|
28 | نَادِمِينَ | pişmanlık |
|
“Kalplerinde hastalık bulunanlar”dan maksat inanmadıkları halde müslüman görünen münafıklar olup âyette bunların yahudilerle ve hıristiyanlarla olan ilişkilerine değinilmektedir. Câhiliye döneminde Arabistan’daki yahudiler ve hıristiyanlar ekonomik bakımdan putperest Araplar’dan daha ileri seviyede bulunuyorlardı. Medine’de yahudiler en verimli topraklara sahip oldukları gibi ticarete de hâkimdiler. Bu sebeple halkın üzerinde güçlü bir ekonomik baskı oluşturmuşlardı. Bu durum siyasette de ağırlığını hissettiriyordu. Yarımadanın diğer bölgelerinde –özellikle Yemen’de– bulunan hıristiyanlar da ekonomik bakımdan diğerlerinden daha iyi durumda idiler. Hicretin ilk yıllarında müslümanlar Hz. Peygamber’in liderliğinde devlet kurmuş olmakla birlikte putperestlere ve diğer güçlere karşı verdikleri mücadele henüz kesin bir sonuca ulaşmadığı için Medine’deki münafıklar durumlarını netleştirmemişlerdi. Bunlar müslümanların içinde yer almışlardı, ancak mücadele müslümanların yenilgisiyle sonuçlanacak olursa yahudilere ve hıristiyanlara sığınabilmek için ilişkilerini sürdürme konusunda birbirleriyle yarışıyorlardı.
“Kalplerinde hastalık bulunanların, ‘Başımıza bir felâketin gelmesinden korkuyoruz!’ diyerek onların dostluklarını kazanmaya çalıştıklarını görürsün” meâlindeki cümlede, münafıkların ikili oynadıkları ifade edilmektedir. Ancak münafıklar Allah’ın Hz. Peygamber’e yardım edeceğini, ona zaferler, fetihler nasip edebileceğini veya düşmanlarının başına bir felâket getirip de onları yok edebileceğini, bu takdirde ikili oyunlarından pişmanlık duyacaklarını hesaba katmamışlardı. Nitekim münafıkların hesabı tutmadı, yüce Allah vaadini yerine getirerek peygamberine fetihler ve başarılar nasip etti. Böylece münafıklar hayal kırıklığına uğradılar.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 294-295
فَتَرَى الَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ يُسَارِعُونَ ف۪يهِمْ يَقُولُونَ نَخْشٰٓى اَنْ تُص۪يبَنَا دَٓائِرَةٌۜ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. تَرَى mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri أنت’dir.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
ف۪ي قُلُوبِهِمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مَرَضٌ muahhar mübtedadır.
يُسَارِعُونَ fiili ism-i mevsûlun hali olarak mahallen mansubtur.
يُسَارِعُونَ fiili نَ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
ف۪يهِمْ car mecruru يُسَارِعُونَ fiiline müteallıktır.
يَقُولُونَ fiili يُسَارِعُونَ ’deki failin hali olarak mahallen mansubtur. يَقُولُونَ fiili نَ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, نَخْشٰٓى’dir. يَقُولُونَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahalen mansubtur.
نَخْشٰٓى merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, نَخْشٰٓى fiilinin mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
تُص۪يبَنَا mansub muzari fiildir. Muttasıl zamir نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. دَٓائِرَةٌ fail olup lafzen merfûdur.
يُسَارِعُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi سرع ’dır. Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
فَعَسَى اللّٰهُ اَنْ يَأْتِيَ بِالْفَتْحِ اَوْ اَمْرٍ مِنْ عِنْدِه۪ فَيُصْبِحُوا عَلٰى مَٓا اَسَرُّوا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ نَادِم۪ينَۜ
فَ istînâfiyyedir. عَسَى elif üzere mukadder fetha ile mebni nakıs fiildir. كَانَ gibi ismini ref haberini nasb eder.
اللّٰهُ lafza-i celâli, عَسَى ’nın ismi olup lafzen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, عَسَى ’nın haberi olarak mahallen mansubtur.
يَأْتِيَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. بِالْفَتْحِ car mecruru يَأْتِيَ fiiline müteallıktır.
اَمْرٍ kelimesi atıf harfi اَوْ ile بِالْفَتْحِ ’e matuftur. مِنْ عِنْدِه۪ car mecruru اَمْرٍ ’in mahzuf sıfatına müteallıktır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mansubtur.
فَ atıf harfidir. يُصْبِحُوا fiili نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و’ı يُصْبِحُوا ’nun ismidir. كَانَ gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder.
مَٓا ve masdar-ı müevvel, عَلٰى harf-i ceriyle birlikte نَادِم۪ينَ ’ye müteallıktır.
اَسَرُّوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ car mecruru اَسَرُّوا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
نَادِم۪ينَ kelimesi يُصْبِحُوا ’nin haberi olarak mahallen mansubtur. Nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
نَادِم۪ينَ kelimesi, sülâsî mücerred olan ندم fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَسَرُّوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi سرر ’dir. İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.فَتَرَى الَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ يُسَارِعُونَ ف۪يهِمْ يَقُولُونَ نَخْشٰٓى اَنْ تُص۪يبَنَا دَٓائِرَةٌۜ
Ayet اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي cümlesine فَ ile atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mef’ûl konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ’nin sıla cümlesinde îcâz-ı hazif ve tekdim-tehir sanatları vardır. ف۪ي قُلُوبِهِمْ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muahhar mübteda olan مَرَضٌ ’daki tenvin kesret, nev ve tahkir ifade eder. Mevsûlde tevcîh sanatı vardır.
Bahsi geçen kişilerin ism-i mevsûlle ifade edilmeleri sonradan gelen habere dikkat çekmenin yanında bu kişileri tahkir ifade eder.
Münafıklar hakkındaki bu ayet-i kerimede مَرَضٌ kelimesinde istiare yapılmıştır. Maraz bedenî bir hastalıktır, kalbî bir hastalık olan nifak için müstear olmuştur. Aralarındaki benzerlik her ikisinin de yakaladıkları şeyi ifsad etmesidir. Maraz bedeni, nifak ve küfür ise kalbi ifsad eder. Bu kelimenin hakiki manasında kullanılmayıp müstear olduğunun delili yani karîne-i mânia ayet-i kerimenin küfürlerini gizleyip Müslüman olduklarını izhar eden münafıkları zem siyâkında olmasıdır. Bedenî hastalıkları değil, kalbî fesatları zemmedilmektedir. Ayette hakiki manadan mecazî manaya geçişin sebebi; nifakın bir hastalık gibi kanlarında dolaşacak kadar etkili hale geldiğini ifade etmektir.
ف۪ي قُلُوبِهِمْ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla kalp içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü kalp hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak bu kimselerin fikirlerindeki yanlışlığı etkili bir şekilde ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Beyân İlmi Kur’ân Işığında Belâğat Dersleri)
ف۪يهِمْ [onların içinde] buyurulması, o insanların, Yahudilerin ve Hristiyanların dostluğuna ziyadesiyle rağbet ettiklerini ve bunun için koşuştuklarını beyan etmek içindir. Burada ف۪ي [içinde] edatının إلي [ona] edatına tercih edilmesi, onların,
Yahudi ve Hristiyanların dostluklarında karar kıldıklarını, dostlukların bazı mertebelerinden diğer bazı mertebelerine koşmakta olduklarını bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
يُسَارِعُونَ ف۪يهِمْ cümlesi mevsûlden haldir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üslupta gelen …يَقُولُونَ cümlesi de aynı kişilerden haldir. و olmadan gelen müekked hal cümleleri, bu hallerin, o kişilerde kalıcı ve sabit bir durum olduğuna işaret eder.
يَقُولُونَ fiilinin mekulü’l-kavli olan …نَخْشٰٓى اَنْ müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede mef’ûl olan masdar-ı müevvel cümlesi faile takdim edilmiştir. Fail olan دَٓائِرَةٌ, ’daki tenvin nev ve kesret ifade eder.
Ayetteki fiillerin muzari sıygada gelmeleri teceddüt ve tecessüm ifade eder.
دَٓائِرَةٌۜ felaket, musibet demektir. دَٓائِرَ; lügat manası olarak dönen, bilinen,devam eden, seyyar şey demektir. Bu kelime çoğu zaman mevsufu hazf edilerek gelir.
دَٓائِرَةٌ, dünyanın baş ucunda dönüp dolaşan felaket ve inkılâb demektir. (Elmalılı)
فَعَسَى اللّٰهُ اَنْ يَأْتِيَ بِالْفَتْحِ اَوْ اَمْرٍ مِنْ عِنْدِه۪ فَيُصْبِحُوا عَلٰى مَٓا اَسَرُّوا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ نَادِم۪ينَۜ
Terecci harfi عَسٰٓى’nın dahil olduğu اللّٰهُ اَنْ يَأْتِيَ بِالْفَتْحِ cümlesi gayrı talebî inşâî isnaddır. Müsnedün ileyhin lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve heybeti artırmak içindir. Masdar-ı müevvel olan اَنْ يَأْتِيَ بِالْفَتْحِ ref mahallinde عَسٰٓى fiilinin haberidir.
…فَيُصْبِحُواعَلٰى مَٓا اَسَرُّوا cümlesi masdar-ı müevvele matuftur. Bu cümle, atfedildiği cümle gibi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
‘Umulur ki’ manasındaki عَسٰٓى fiili, Allah Teâlâ hakkında kullanıldığında kesin bir vaadi ifade eder. (Ebüssuûd, Mustafa Yıldız ve Mahmut Ustaosmanoğlu). (لعل gibi, o da ل manasında “.. diye, .. olsun diye, .. olması için” şeklinde çevrilmelidir.)
Yahudi ve Hristiyanlar, zalim bir kavimdirler. Kalplerinde manevi hastalık vardır.
Allah tarafından bir fetih veya bir güzellik verildiği zaman kalplerinde gizledikleri şeylerden dolayı pişmanlık duyarlar.
Din düşmanlarına sevgi beslemek bir kalp hastalığıdır.
Bu kelam, onların, geçersiz gerekçelerini reddetmek, boş umutlarını kesmek,
müminlere zafer müjdelemek anlamlarını taşır. Çünkü عَسٰٓى, Allah Teâlâ hakkında kullanıldığında kesin bir vaadi tazammun eder. Kerem sahibi bir insan bile birine ümit verdiğinde mutlaka sözünü yerine getirir. Şu halde kerem sahiblerinin en büyüğü olan Allah Teâlâ hakkında bunun aksi nasıl düşünülebilir? (Ebüssuûd)
قُلُوبِهِمْ ile يَقُولُونَ fiili arasında cinas-ı muzari vardır. ِ ْفَتْحِ - اَمْرٍ arasında muvazene vardır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)