Mâide Sûresi 85. Ayet

فَاَثَابَهُمُ اللّٰهُ بِمَا قَالُوا جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ وَذٰلِكَ جَزَٓاءُ الْمُحْسِن۪ينَ  ...

Dedikleri bu söze karşılık Allah onlara, devamlı kalacakları, içinden ırmaklar akan cennetleri mükâfat olarak verdi. İşte bu, iyilik yapanların mükâfatıdır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَأَثَابَهُمُ onlara verdi ث و ب
2 اللَّهُ Allah
3 بِمَا dolayı
4 قَالُوا sözlerinden ق و ل
5 جَنَّاتٍ cennetler ج ن ن
6 تَجْرِي akan ج ر ي
7 مِنْ
8 تَحْتِهَا altlarından ت ح ت
9 الْأَنْهَارُ ırmaklar ن ه ر
10 خَالِدِينَ ebedi kalacakları خ ل د
11 فِيهَا içinde
12 وَذَٰلِكَ işte budur
13 جَزَاءُ mükafatı ج ز ي
14 الْمُحْسِنِينَ güzel davrananların ح س ن
 

İşte onlar Kur’ân’ı dinledikleri zaman hakkı tanıyıp böyle derler ve derken gözleri yaşlarla dolar taşar. Şu halde Allah da onlara iman ve ihlâs (samimiyet)la söyledikleri bu sözleri sebebiyle altlarından ırmaklar akan cennetleri sevap ve mükafat olarak vermiştir, orada ebedî olarak kalacaklardır. Muhsinlerin, yani güzel bakış, iyi niyet ve iyi amel, sahiplerinin, diğer deyimle yaptıkları işi en güzel şekilde yapmayı alışkanlık edenlerin mükafatı da budur. 

Rivayet ediliyor ki, bu dört âyet Necâşî ve ashab (arkadaşlar)ı hakkında inmiştir İlk Muhacirlerin Habeşistan’a göç ettikleri zaman Mekke müşrikleri arkalarından bir grup insan göndermiş ve Necâşî’yi aleyhlerinde tahrik ve teşvik ederek onlara baskı yaptırmak ve perişan ettirmek istemişlerdi. Bunun üzerine Necâşî, ileri gelen keşişler ve rahipler ile bir toplantı yapmış ve müslümanlarla müşrikleri de oraya davet etmiş idi. Bu mecliste toplandıkları zaman Necâşî müslümanlara seslenerek: “Kitabınızda Hz. Meryem’in zikri (anılışı) var mıdır?” diye sormuş, Ca’fer b. Ebî Tâlib hazretleri de: “Evet, onun adına mensub (nisbet edilen) bir sûre vardır.” demiş, “İşte Meryem oğlu İsa budur.” (Meryem, 19/34) âyetine kadar bu sûre ile “Musa’nın haberi sana geldi mi?” (20/9) âyetine kadar Tâhâ sûresini okumuş ve bundan dolayı Necâşi ağlamış idi. Sonra Necâşi Medine’ye Peygamber’imize yetmiş kişilik bir grup göndermiş, Resulullah (s.a.v.) da onlara Yâsîn sûresini okumuş, aynı şekilde bunlarda ağlamışlar ve iman etmişlerdi. 

 

Bu âyetler de bunların hallerini tasvir ederek nazil olmuştur. Bunun için bazı tefsirciler bu âyetlerin hükmü bunlara ve düşmanlığın şiddeti meselesinin de Peygamber’in zamanında bulunan Medine yahudilerine mahsus olduğuna kâni olmuşlardır. Fakat âyetin zahiri âmm olduğundan tefsircilerin pekçoğu her iki kavmin cins cins mukayeselerini gösterdiğini açıklamışlardır. Gerçekte Abdullah b. Selâm ve benzerleri gibi yahudilerden de bu şekilde imana gelenler bulunmuş ise de bunlar nadir, hıristiyanlardan imana gelenler ise ilerden beri çok bulunduğundan, herhalde iman kabiliyetinin ve sevgi yakınlığının hıristiyanlarda daha çok olduğu gösterilmiştir.(Elmalili Hamdi Yazir Tefsiri) 

 

فَاَثَابَهُمُ اللّٰهُ بِمَا قَالُوا جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ 


فَ  atıf harfidir.  اَثَابَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  اَثَابَهُمُ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  قَالُوا جَنَّاتٍ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

جَنَّاتٍ  mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.

تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ  cümlesi  جَنَّاتٍ  kelimesinin sıfatı olarak mahallen mansubtur. 

تَجْر۪ي  fiili  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.  مِنْ تَحْتِهَا  car mecruru, تَجْرِي  fiiline müteallıktır. Muzâf hazfedilmiştir. Takdiri;  من تحت أشجارها (ağaçlarının altından) şeklindedir.  الْاَنْهَار  kelimesi,  تَجْرِي  fiilinin failidir.

خَالِد۪ينَ  hal olup mansubtur. Nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler,  ي  ile nasb olurlar.  ف۪يهَا  car mecruru  خَالِد۪ينَ ’ye müteallıktır. 

خَالِد۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  خلد  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَذٰلِكَ جَزَٓاءُ الْمُحْسِن۪ينَ

 

İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir. İsaret ismi  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

جَزَٓاءُ  haber olup lafzen merfûdur.  الْمُحْسِن۪ينَ  muzâfun ileyh olup cer alameti  ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الْمُحْسِن۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babından ism-i faildir.

Sülâsîsi  حسن  şeklindedir. İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkan sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

 
 

فَاَثَابَهُمُ اللّٰهُ بِمَا قَالُوا جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ 


أثابَ  iki mef’ûl alan müteaddi fiillerdendir.  جَنَّاتٍ  onun ikinci mef’ûlüdür. (Âşûr)      

Ayet, 83. ayetteki …يقولون  cümlesine  فَ  ile atfedilmiştir. Müspet  mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve teşvik amacına matuftur. 

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde lafza-i celâlin zikredilmesi, tecrîd sanatıdır.

Mecrur mahaldeki ism-i mevsûl başındaki  بِ  harfiyle birlikte,  اَثَابَهُمُ  fiiline müteallıktır. Sılası olan  قَالُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

بِمَا قَالُو  sözündeki  بِ , sebebiyyedir. Bu sözle de murad, dosdoğru ve olaya mutabık olan sözdür. (Âşûr)

جَنَّاتٍ ’deki tenvin nev, kesret ve tazim ifade eder. Sıfat cümlesi  تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ  ve hal olan  خَالِد۪ينَ ف۪يهَا  dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır. 


وَذٰلِكَ جَزَٓاءُ الْمُحْسِن۪ينَ


وَ  istînâfiyyedir. Mübteda ve haberden müteşekkil cümle müstenefedir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilenin önemini, şerefini ve manevi değerinin çok yüksek olduğunu ifade eder. İşaret edilen Allah’ın muhsinlere verdiği mükafatlardır. 

ذٰلِكَ ’de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse aklî olan hissî olana benzetilmiş olduğundan istiare oluşur. Câmi’ her ikisindeki vücudun tahakkukudur.

Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/57, s. 190)

ذٰلِكَ  işaret ismi derecelerinin yüksekliğini ifade eder.

Rivayet ediliyor ki bu dört ayet Necâşî ve ashabı (arkadaşlar) hakkında inmiştir. İlk Muhacirler Habeşistan’a göç ettikleri zaman Mekke müşrikleri arkalarından bir grup insan göndermiş ve Necaşî’yi aleyhlerinde tahrik ve teşvik ederek onlara baskı yaptırmak ve perişan etmek istemişlerdi. Bunun üzerine Necaşî, ileri gelen keşişler ve rahipler ile bir toplantı yapmış ve Müslümanlarla müşrikleri de oraya davet etmiş idi. Bu mecliste toplandıkları zaman Necaşî Müslümanlara seslenerek: “Kitabınızda Hz. Meryem’in zikri (anılışı) var mıdır?” diye sormuş, Cafer b. Ebi Talib (ra) de: “Evet, onun adına nispet edilen bir sure vardır.” demiş, “İşte Meryem oğlu Îsâ budur.” (Meryem Suresi, 34) ayetine kadar bu sure ile “Musa’nın haberi sana geldi mi?” 9. ayetine kadar Ta-Ha Suresini okumuş ve bundan dolayı Necaşî ağlamış idi. Sonra Necaşî Medine’ye Peygamberimize yetmiş kişilik bir grup göndermiş, Resulullah (sav) da onlara Yasin Suresini okumuş, aynı şekilde bunlar da ağlamışlar ve iman etmişlerdi.

Bu ayetler de bunların hallerini tasvir ederek nazil olmuştur. (Elmalılı)