Hadid Sûresi 13. Ayet

يَوْمَ يَقُولُ الْمُنَافِقُونَ وَالْمُنَافِقَاتُ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا انْظُرُونَا نَقْتَبِسْ مِنْ نُورِكُمْ ق۪يلَ ارْجِعُوا وَرَٓاءَكُمْ فَالْتَمِسُوا نُوراًۜ فَضُرِبَ بَيْنَهُمْ بِسُورٍ لَهُ بَابٌۜ بَاطِنُهُ ف۪يهِ الرَّحْمَةُ وَظَاهِرُهُ مِنْ قِبَلِهِ الْعَذَابُۜ  ...

Münafık erkeklerle münafık kadınların, iman edenlere, “Bize bakın ki sizin ışığınızdan biz de aydınlanalım” diyecekleri gün kendilerine, “Arkanıza (dünyaya) dönün de bir ışık arayın” denilecektir. Derken aralarına kapısı olan bir sur çekilir. Bunun iç tarafında rahmet, onlar (münafıklar) tarafındaki dış cihetinde ise azap vardır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَوْمَ o gün ي و م
2 يَقُولُ derler ki ق و ل
3 الْمُنَافِقُونَ münafık erkekler ن ف ق
4 وَالْمُنَافِقَاتُ ve münafık kadınlar ن ف ق
5 لِلَّذِينَ
6 امَنُوا mü’minlere ا م ن
7 انْظُرُونَا bize bakın ن ظ ر
8 نَقْتَبِسْ yararlanalım ق ب س
9 مِنْ -dan
10 نُورِكُمْ sizin nurunuz- ن و ر
11 قِيلَ denilir ki ق و ل
12 ارْجِعُوا dönün ر ج ع
13 وَرَاءَكُمْ arkanıza و ر ي
14 فَالْتَمِسُوا ve arayın ل م س
15 نُورًا nur ن و ر
16 فَضُرِبَ sonra çekilir ض ر ب
17 بَيْنَهُمْ aralarına ب ي ن
18 بِسُورٍ bir sur س و ر
19 لَهُ olan
20 بَابٌ kapısı ب و ب
21 بَاطِنُهُ onun içinde ب ط ن
22 فِيهِ vardır
23 الرَّحْمَةُ rahmet ر ح م
24 وَظَاهِرُهُ ve dış ظ ه ر
25 مِنْ
26 قِبَلِهِ yönünde ق ب ل
27 الْعَذَابُ azab ع ذ ب
 

Âhiret hayatına ait önemli bir sahneye yer verilen bu âyetleri, kalabalık bir insan kitlesinin, etrafı uçurumlar ve tehlikelerle dolu bir ortamda, ama karanlıklar içinde yol almaya çalıştıklarını göz önüne getirerek anlamak daha kolay olacaktır. Bu şartlar altında önleri ve yanları özel olarak aydınlatılmış grup hızla ve kolayca yol alabilmekte ve esenliğe kavuşmakta; daha önemlisi kendilerine kurtuluşa erdikleri ve ebedî mutluluğu hak ettikleri müjdesi verilmektedir. İşte bunlar kadınıyla erkeğiyle müminlerdir. Arkalarında ise böyle bir aydınlıktan mahrum, onlara yetişmeye, ışıklarından yararlanmaya çalışan kadınlı erkekli münafıklar topluluğu bulunmakta ve onlara kendilerini beklemeleri veya ışıklarından yararlandırmaları için yalvarmaktadırlar. Ama onlara söylenecek olan şudur: Geriye dönün ve kendinize başka ışık arayın! Bu esnada iki kesim arasına –kapısı olan fakat aşılamaz– bir duvar konmuştur. Muhtemelen müminler kapıdan girecekler, müna­fıklar dışarıda kalacaklar; içerisi rahmet ve nimetle dolu olacak ama dış tarafında azap bulunacaktır. Münafıkların kullanabilecekleri tek argüman kalmıştır: “Dünyada sizinle beraber değil miydik?” diye sormak. Alacakları cevabın baş kısmı olumludur: “Evet.” Gerçekten, müna­fıklar içlerindeki inkârcılığı ve müminlere besledikleri husumeti gizledikleri için zâhiren müslüman muamelesi görmüşler, hatta mescidde beraberce namaz bile kılmışlardı. Ne var ki artık her şeyin içyüzü, hakikati ortaya çıkmış ve onların dünyada iken ne yaptığı ayan beyan anlaşılmıştır; bu sebeple müminlerin cevabı şöyle devam edecektir: “Ama siz başınızı belâya kendiniz soktunuz, fırsat kolladınız, hep şüphe içinde oldunuz ve Allah’ın emri gelip çatıncaya kadar geleceğe yönelik kuruntularınız sizi oyaladı; bundan ötürü o aldatan (şeytan) da Allah hakkında sizi kandırıp durdu.”

12. âyette geçen nûr kelimesi “hidayet” ve “içinde bulundukları hoşnutluk hali” mânasıyla da açıklanmıştır; fakat genel kanaate göre maksat gerçek anlamda “ışık ve aydınlık” demektir. “Sağ yanlarından” ifadesi bazı müfessirlerce “bütün yönlerinden” mânasında anlaşılmıştır. Bazılarınca bu ifadeyle Araplar’da sağ tarafın uğurlu ve değerli sayılması telakkisi arasında bağ kurulmuştur. Diğer bir yoruma göre burada, amel defterlerinin sağ yanlarından verilmesine işaret vardır (İbn Atıyye, V, 261; ayrıca bk. Vâkıa 56/1-10).

13. âyette “Bizi bekleyin de yetişip nurunuzdan bir parça alalım” diye çevrilen cümle, “Bize bakın da nurunuzdan bir parça alalım” şeklinde de anlaşılmıştır. Bu âyetteki “Geriye dönün de başka bir nur arayın!” anlamına gelen sözü meleklerin veya müminlerin söyleyeceği yorumları yapılmıştır. Bu sözde asıl amaç onları azarlamaktır. “Geriye” denirken “nurun elde edilmesine vesile olan amellerin işlendiği dünya” veya “nur taksim edilen yer” ya da –istihza yollu– “arkalarındaki karanlık”kastedilmiş olabilir; fakat ilk ihtimal daha kuvvetli görünmektedir. Yine bu âyette geçen ve “duvar” diye çevrilen sûr kelimesi “a‘râf, münafıkların müminlerden talepte bulunmalarına mani olacak engel, cennet ile cehennem arasında bir set” mânalarıyla açıklanmıştır (Zemahşerî, IV, 65-66; İbn Atıyye, V, 261-262; Şevkânî, V, 197; Elmalılı, VII, 4739-4740; a‘râf hakkında bilgi için bk. A‘râf 7/46-48).

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 243-245
 
 Nefeqa نفق :

Alıcısı bulunan, satılan, piyasada tükenen giden şey için denmektedir. Bu da ya satılması ya ölümle ya da yok olmak şeklinde gerçekleşir. إنْفاقٌ ise hem maldan hem de başka şeyden olur. Zorunlu da olabilir, gönüllü de...

نِفْقَةٌ   ise sadaka olarak verilen şeydir.

نَفَقٌ ise bir yeri yarıp geçen yol, tünel ve ırmak demektir. Bu kökten gelen isimlerden biri de نافِقاء اليَرْبوع  dur ki ak tavşanın hareketlerini tanımlar.  نِفاق da bu köktendir. Bu da şeraite bir kapıdan girip başka bir kapıdan çıkmaktır.

   Nifak küfrü gizleyip imanı izhardır. Yerbu'un(Arap tavşanı) yaptıklarına benzetilerek bu şekilde isimlendirilmiştir ki o yuvasına biri açık diğeri gizli olmak üzere iki delik açar ve biri kendisini yakalamak istediğinde o deliğe kaçar. Küfür ve iman dışında başka bir şeyi gizleyip başka bir şeyi izhar edene bu isim verilmez. Dolayısıyla bir insanda biri gizli diğeri açık her ikisi de bulunursa  buna  nifak ismi verilir. Riya ise Allah’dan sevap talebi ile değil insanlardan övgü almak amacıyla güzel bir davranış ortaya koymaktır. Bu nedenle riya, nifak türü bir davranış değildir. Birinin diğerinin yerine kullanılması mecazdır. 

   Kelimenin asıl anlamı hareketin bitip tükenmesidir. Yani bir hayvanın  نَفْق'ı onu ölümü, bir ailenin نَفْق' ı onların herhangi  bir şey icra etmelerinin kesilmesi, paranın نَفْق oluşu onun tükenmesidir vs.. 

الاِنْفاق ve  النَفَق verme, ihsan etme manasındadır. Nifak ve  münafaka (iki yüzlülük); akıl ve kalb arasındaki farklılık itibarıyla sürekli değişim gösteren hayat akışındaki  işleyiş anlamına gelir.  Nifak, kalpte bulunanın aksinin izharı manasındadır. Örfen itikad ve amelin birbirinden farklı olması anlamındadır.  İnfak bitip tükeninceye kadar harcamaktır ve bu anlam mutlaktır. Fakat örfen verme (الاِعْطاء) mefhumuna kaymıştır. Örfte de birbirine  muhalif olan amel ve itikadın devamlılığı hakkında kullanılır, o kimse , iman, din ve usulde münafık vakıada ise kafirdir. Onun nifakı, hile hurda ve ziyana sebebiyet veren nihai bir cürümdür. Bu ayette onlara ihtimam sebebiyle münafıkları takdim etmiştir. Münafıkın İslam’a zararı, kafir ve müşrikten daha şiddetlidir. Zira onun iğvası, telkin ve ziyanı dini tezahür ve muvafakat suretinde kendini gösterir. (Müfredat-Furuq-Tahqiq) 

Kuran’ı Kerim’de farklı formlarda 111 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

Türkçede kullanılan şekilleri infak etmek, münafık, nafaka ve nifaktır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

 

يَوْمَ يَقُولُ الْمُنَافِقُونَ وَالْمُنَافِقَاتُ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا انْظُرُونَا نَقْتَبِسْ مِنْ نُورِكُمْ

 

Zaman zarfı  يَوْمَ , önceki ayetteki  يَوْمَ ‘den bedeldir. يَقُولُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَقُولُ  damme ile merfû muzari fiil cümlesidir. الْمُنَافِقُونَ  fail olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. الْمُنَافِقَاتُ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. 

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında irab bakımından, siga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  لِ  harf-i ceriyle  يَقُولُ  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli, انْظُرُونَا ‘dir.  يَقُولُ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

انْظُرُونَا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mütekellim zamir  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

فَ  karînesi olmadan gelen  نَقْتَبِسْ  cümlesi mukadder şartın cevabıdır. 

نَقْتَبِسْ  sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur. 

مِنْ نُورِكُمْ  car mecruru  نَقْتَبِسْ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اٰمَنُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.  

نَقْتَبِسْ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  قبس ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

مُنَافِقُونَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan müfâ’ale babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 ق۪يلَ ارْجِعُوا وَرَٓاءَكُمْ فَالْتَمِسُوا نُوراًۜ 

 

Fiil cümlesidir. ق۪يلَ  fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. Mekulü’l-kavli, ارْجِعُوا ‘dur. ق۪يلَ  fiilinin naib-i fail olarak mahallen merfûdur. 

ارْجِعُوا  damme üzere mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. وَرَٓاءَكُمْ  mekân zarfı  ارْجِعُوا  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الْتَمِسُوا  atıf harfi  فَ  ile  ارْجِعُوا ‘ya matuftur.

Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

الْتَمِسُوا  damme üzere mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. نُوراً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

الْتَمِسُوا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  لمس ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


 فَضُرِبَ بَيْنَهُمْ بِسُورٍ لَهُ بَابٌۜ بَاطِنُهُ ف۪يهِ الرَّحْمَةُ وَظَاهِرُهُ مِنْ قِبَلِهِ الْعَذَابُۜ

 

Ayet, atıf harfi  فَ  ile mukadder istînâfa matuftur. Takdiri, فرجعوا فضرب بَيْنَهُمْ بِسُورٍ (Geri döndüler hemen sur çekildi.) şeklindedir. Fiil cümlesidir. 

ضُرِبَ  fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir.  بَيْنَ  mekân zarfı  ضُرِبَ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  بِ  harf-i ceri zaiddir. سُورٍ  lafzen mecrur, naib-i fail olarak mahallen merfûdur. 

لَهُ بَابٌ  cümlesi بِسُورٍ ‘nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَهُ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. بَابٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. بَاطِنُهُ  izafeti  بَابٌ ‘un sıfatı olup damme ile merfûdur.  

بَاطِنُهُ  mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

ف۪يهِ الرَّحْمَةُ  cümlesi haber olarak mahallen merfûdur. 

ف۪يهِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  الرَّحْمَةُ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  ظَاهِرُهُ  atıf harfi وَ ‘la  بَاطِنُهُ ‘ya matuftur. 

ظَاهِرُهُ  mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  مِنْ قِبَلِهِ الْعَذَابُ  cümlesi haber olarak mahallen merfûdur.

مِنْ قِبَلِهِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  الْعَذَابُۜ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. 

بَاطِنُهُ  kelimesi, sülasi mücerredi  بطن  olan fiilin ism-i failidir. 

ظَاهِرُهُ  kelimesi, sülasi mücerredi ظهر  olan fiilin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

يَوْمَ يَقُولُ الْمُنَافِقُونَ وَالْمُنَافِقَاتُ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا انْظُرُونَا نَقْتَبِسْ مِنْ نُورِكُمْ

 

Ayet fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemal-i ittisâldir. Zaman zarfı  يَوْمَ , önceki ayetteki  الْيَوْمَ den bedeldir.

يَوْم  lafzı 12. ayette marife olarak gelen gün ile aynı gün olduğu için bedeli mutabıktır. (Âşûr)

يَوْمَ ’nin muzâfun ileyhi olan  يَقُولُ الْمُنَافِقُونَ وَالْمُنَافِقَاتُ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mecrur mahaldeki  لِلَّذ۪ينَ  ism-i mevsûlu,  لِ  harfiyle birlikte  يَقُولُ  fiiline mütealliktir. Sılası olan  اٰمَنُوا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اٰمَنُوا  fiilinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlib sanatı vardır. Çünkü buradaki iman eden nur sahipleri, hem mümin erkekler hemde mümin hanımlardır. (Âşûr)

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

يَقُولُ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  انْظُرُونَا  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Meczum muzari fiil sıygasında gelen  نَقْتَبِسْ مِنْ نُورِكُمْ  cümlesi, mukadder şartın  ف  karinesi olmadan gelen cevabıdır. Bu takdire göre mukadder şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır. 

مِنْ نُورِكُمْ  car mecruru  نَقْتَبِسْ  fiiline mütealliktir.

الْمُنَافِقَاتُ  -  الْمُنَافِقُونَ  kelimeleri arasında iştikak cinası, mürâât-ı nazîr ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

الْمُنَافِقُونَ - اٰمَنُوا  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

 

ق۪يلَ ارْجِعُوا وَرَٓاءَكُمْ فَالْتَمِسُوا نُوراًۜ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

ق۪يلَ  fiili, meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.

ق۪يلَ  fiilinin naib-i faili olan mekulü’l-kavl cümlesi  ارْجِعُوا وَرَٓاءَكُمْ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

وَرَٓاءَ  mekan zarfı  ارْجِعُوا  fiiline mütealliktir. Aynı üslupta gelen  فَالْتَمِسُوا نُوراً  cümlesi atıf harfi  فَ  ile  ارْجِعُوا وَرَٓاءَكُ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

نُوراً ’deki tenvin nev ve tazim ifade eder.

نَقْتَبِسْ - فَالْتَمِسُوا  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

نُور  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


 فَضُرِبَ بَيْنَهُمْ بِسُورٍ لَهُ بَابٌۜ 

 

 

Ayet mukadder istînâfa matuftur. Takdiri  فرجعوا فضرب  (Geri döndüler ve vuruldu) şeklindedir. Cümleler arasında meskutun anh mevcuttur.

Cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mekan zarfı بَيْنَهُمْ , durumun onlara has olduğunu vurgulamak için faile takdim edilmiştir.

بَيْنَهم  izafetindeki zamir müminlere ve münafıklara aittir. (Âşûr)

بَيْنَهُمْ  mekan zarfı,  ضُرِبَ  fiiline mütealliktir.  ضُرِبَ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

بِسُورٍ , lafzen mecrur mahallen merfû olup  ضُرِبَ  fiilinin naib-i failidir. Kelimeye dahil olan بَ , tekid ifade eden zaid harftir.

لَهُ بَابٌۜ  cümlesi, سُورٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede, takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. 

لَهُٓ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  بَابٌ  muahhar mübtedadır.

 بِسُورٍ- بَابٌۜ  kelimelerindeki nekrelik nev ve tazim ifade eder.


بَاطِنُهُ ف۪يهِ الرَّحْمَةُ وَظَاهِرُهُ مِنْ قِبَلِهِ الْعَذَابُۜ

 

Cümle  بَابٌ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

بَاطِنُهُ  mübteda,  ف۪يهِ الرَّحْمَةُ  cümlesi haberdir. Haber olan cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. ف۪يهِ  mahzuf mukaddem habere mütealliktir. الرَّحْمَةُ , mahzuf haberin muahhar mübtedasıdır.   

Aynı üslupta gelen son cümle  ظَاهِرُهُ مِنْ قِبَلِهِ الْعَذَابُۜ  makabline vav’la atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır.

لَهُ بابٌ وباطِنُهُ وظاهِرُهُ  lafızlarındaki zamirlerin hepsi السُّورِ  kelimesine aittir. Burada üç sıfat vardır. Sadece üçüncü sıfat ikincisine atfedilmiştir. Çünkü maksat sıfatın birbirine atfedilen iki cümleye birden ait olmasıdır. (Âşûr)

الرَّحْمَةُ -  الْعَذَابُ  ve  ظَاهِرُهُ - بَاطِنُ  gruplarındaki kelimeler arasında tıbâk-ı îcab, ظَاهِر - بَاطِنُ  kelimeleri arasında ayrıca muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

“Aralarına” yani müminlerle münafıkların arasına cennetliklerin gireceği “bir kapısı olan öyle bir sur…” cennet kısmıyla cehennem kısmını birbirine perdeleyen öyle bir duvar “çekilir ki…” -Bunun a‘râf olduğu da söylenmiştir.- Surun veya kapının “içi” yani cennete bakan tarafı [rahmettir]; cehennemliklere görünen “dışı ise, azabın” yani karanlık ve ateşin “geldiği taraftır;” cihettir!” (Keşşâf)

بَاطِنُهُ ف۪يهِ الرَّحْمَةُ  [içinde rahmet vardır] ile  ظَاهِرُهُ مِنْ قِبَلِهِ الْعَذَابُۜ  ve [Dışında azap vardır.] cümleleri arasında latîf bir mukabele vardır. (Safvetü’t Tefâsir)

مِنْ قِبَلِهِ  lafzındaki  مِنْ  harfi  ف۪ي  manasınadır. (Âşûr)

Azap kelimesinden kasıt cehennem ateşidir. Çünkü cehennem azap yurdudur. (Âşûr)

Yani kalplerinizin, Allah'ın zikri karşısında huşu göstermesi, onunla mutmain olması ve gevşeklik ile fütura düşmeden Allah'ın emirlerine ve yasaklarına uymanızın zamanı daha gelmedi mı? Eğer bu ayette Allah'ın zikrinden murat da, Kur’an ise, ondan sonra Kur’an'ın zikredilmesi, unvan değişikliği içindir. Zira Kur’an, gökten nazil olan bir hak olduğu, gibi, aynı zamanda zikir ve öğüttür. Yok eğer anılan zikirden murat, Kur’an değil ise, o takdirde bu ayet de, ["Mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allah zikredildiginde (anıldığında) yürekleri titrer; kendilerine Allah'ın ayetleri okunduğunda da imanlarını arttırır."] (Enfal: 2) kabilindendir. (Ebüssuûd)