Hadid Sûresi 12. Ayet

يَوْمَ تَرَى الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ يَسْعٰى نُورُهُمْ بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَبِاَيْمَانِهِمْ بُشْرٰيكُمُ الْيَوْمَ جَنَّاتٌ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ ذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُۚ  ...

Mü’min erkeklerle mü’min kadınların nurlarının, önlerinde ve sağlarında koştuğunu göreceğin gün kendilerine şöyle denir: “Bugün size müjdelenen şey içlerinden ırmaklar akan, ebedî olarak kalacağınız cennetlerdir.” İşte bu büyük başarıdır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَوْمَ o gün ي و م
2 تَرَى görürsün ر ا ي
3 الْمُؤْمِنِينَ inanan erkekleri ا م ن
4 وَالْمُؤْمِنَاتِ ve inanan kadınları ا م ن
5 يَسْعَىٰ koşar durumda س ع ي
6 نُورُهُمْ ışıkları ن و ر
7 بَيْنَ önlerinde ب ي ن
8 أَيْدِيهِمْ önlerinde ي د ي
9 وَبِأَيْمَانِهِمْ ve sağlarında ي م ن
10 بُشْرَاكُمُ müjdeniz ب ش ر
11 الْيَوْمَ bugün ي و م
12 جَنَّاتٌ cennetlerdir ج ن ن
13 تَجْرِي akan ج ر ي
14 مِنْ
15 تَحْتِهَا altlarından ت ح ت
16 الْأَنْهَارُ ırmaklar ن ه ر
17 خَالِدِينَ ebedi kalacağınız خ ل د
18 فِيهَا içinde
19 ذَٰلِكَ işte budur
20 هُوَ o
21 الْفَوْزُ başarı ف و ز
22 الْعَظِيمُ büyük ع ظ م
 

Âhiret hayatına ait önemli bir sahneye yer verilen bu âyetleri, kalabalık bir insan kitlesinin, etrafı uçurumlar ve tehlikelerle dolu bir ortamda, ama karanlıklar içinde yol almaya çalıştıklarını göz önüne getirerek anlamak daha kolay olacaktır. Bu şartlar altında önleri ve yanları özel olarak aydınlatılmış grup hızla ve kolayca yol alabilmekte ve esenliğe kavuşmakta; daha önemlisi kendilerine kurtuluşa erdikleri ve ebedî mutluluğu hak ettikleri müjdesi verilmektedir. İşte bunlar kadınıyla erkeğiyle müminlerdir. Arkalarında ise böyle bir aydınlıktan mahrum, onlara yetişmeye, ışıklarından yararlanmaya çalışan kadınlı erkekli münafıklar topluluğu bulunmakta ve onlara kendilerini beklemeleri veya ışıklarından yararlandırmaları için yalvarmaktadırlar. Ama onlara söylenecek olan şudur: Geriye dönün ve kendinize başka ışık arayın! Bu esnada iki kesim arasına –kapısı olan fakat aşılamaz– bir duvar konmuştur. Muhtemelen müminler kapıdan girecekler, müna­fıklar dışarıda kalacaklar; içerisi rahmet ve nimetle dolu olacak ama dış tarafında azap bulunacaktır. Münafıkların kullanabilecekleri tek argüman kalmıştır: “Dünyada sizinle beraber değil miydik?” diye sormak. Alacakları cevabın baş kısmı olumludur: “Evet.” Gerçekten, müna­fıklar içlerindeki inkârcılığı ve müminlere besledikleri husumeti gizledikleri için zâhiren müslüman muamelesi görmüşler, hatta mescidde beraberce namaz bile kılmışlardı. Ne var ki artık her şeyin içyüzü, hakikati ortaya çıkmış ve onların dünyada iken ne yaptığı ayan beyan anlaşılmıştır; bu sebeple müminlerin cevabı şöyle devam edecektir: “Ama siz başınızı belâya kendiniz soktunuz, fırsat kolladınız, hep şüphe içinde oldunuz ve Allah’ın emri gelip çatıncaya kadar geleceğe yönelik kuruntularınız sizi oyaladı; bundan ötürü o aldatan (şeytan) da Allah hakkında sizi kandırıp durdu.”

12. âyette geçen nûr kelimesi “hidayet” ve “içinde bulundukları hoşnutluk hali” mânasıyla da açıklanmıştır; fakat genel kanaate göre maksat gerçek anlamda “ışık ve aydınlık” demektir. “Sağ yanlarından” ifadesi bazı müfessirlerce “bütün yönlerinden” mânasında anlaşılmıştır. Bazılarınca bu ifadeyle Araplar’da sağ tarafın uğurlu ve değerli sayılması telakkisi arasında bağ kurulmuştur. Diğer bir yoruma göre burada, amel defterlerinin sağ yanlarından verilmesine işaret vardır (İbn Atıyye, V, 261; ayrıca bk. Vâkıa 56/1-10).

13. âyette “Bizi bekleyin de yetişip nurunuzdan bir parça alalım” diye çevrilen cümle, “Bize bakın da nurunuzdan bir parça alalım” şeklinde de anlaşılmıştır. Bu âyetteki “Geriye dönün de başka bir nur arayın!” anlamına gelen sözü meleklerin veya müminlerin söyleyeceği yorumları yapılmıştır. Bu sözde asıl amaç onları azarlamaktır. “Geriye” denirken “nurun elde edilmesine vesile olan amellerin işlendiği dünya” veya “nur taksim edilen yer” ya da –istihza yollu– “arkalarındaki karanlık”kastedilmiş olabilir; fakat ilk ihtimal daha kuvvetli görünmektedir. Yine bu âyette geçen ve “duvar” diye çevrilen sûr kelimesi “a‘râf, münafıkların müminlerden talepte bulunmalarına mani olacak engel, cennet ile cehennem arasında bir set” mânalarıyla açıklanmıştır (Zemahşerî, IV, 65-66; İbn Atıyye, V, 261-262; Şevkânî, V, 197; Elmalılı, VII, 4739-4740; a‘râf hakkında bilgi için bk. A‘râf 7/46-48).

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 243-245
 

يَوْمَ تَرَى الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ يَسْعٰى نُورُهُمْ بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَبِاَيْمَانِهِمْ بُشْرٰيكُمُ الْيَوْمَ جَنَّاتٌ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ

 

يَوْمَ  zaman zarfı mahzuf fiilin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. Takdiri, أذكر  (zikret) şeklindedir. تَرَى  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يَوْمَ  hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında  اَنْ  bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

تَرَى  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. الْمُؤْمِن۪ينَ  mef’ûlun bih olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

الْمُؤْمِنَاتِ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. الْمُؤْمِنَاتِ  kelimesinin nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.  

يَسْعٰى نُورُهُمْ  cümlesi  الْمُؤْمِن۪ينَ ‘nin hali olarak mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müsbet (olumlu) muzari fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başında  “و ” gelmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يَسْعٰى  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. نُورُهُمْ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

بَيْنَ  mekân zarfı  يَسْعٰى  fiiline mütealliktir. اَيْد۪يهِمْ  muzâfun ileyh olup  ي  üzere mukadder kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

ألأيدي  kelimesi mankus isimlerdendir. Çoğuldur. Nekre geldiği zaman sonundaki  ي  harfi hazf edilir. Ref ve cer hallerinde sonunda damme ve kesra takdir edilir. Mansub olduğunda  ي  harfi hazf olmaz. Görünür ve sonuna tenvin elifi gelir. يد  kelimesinin bir diğer çoğulu  أياد  şeklindedir. Aynı şekilde îrab edilir. Ancak gayri munsarif olduğu için tenvin almaz.  

بِاَيْمَانِ  car mecruru makabline matuf olup  يَسْعٰى  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

بُشْرٰيكُمُ  mukadder sözün mekulü’l-kavli olarak mahallen mansubdur. Takdiri, تقول لهم الملائكة  (Melekler onlara şöyle der) şeklindedir.

بُشْرٰيكُمُ  mübteda olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  الْيَوْمَ  zaman zarfı mukadder fiile mütealliktir. Takdiri, يقال لهم بشراكم (Onlara işte müjdeniz denilir) 

جَنَّاتٌ  haber olup lafzen merfûdur. Muzaf mahzuftur.Takdiri, دخول جنّات (Cennete girmek) şeklindedir.

تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ  cümlesi  جَنَّاتٌ ‘nün sıfatı olarak mahallen merfûdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَجْر۪ي  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. مِنْ تَحْتِهَا  car mecruru تَجْر۪ي  fiiline mütealliktir. Muzaf mahzuftur. Takdiri, من تحت أشجارها (Ağaçlarının altından) şeklindedir. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

الْاَنْهَارُ  fail olup lafzen merfûdur. خَالِد۪ينَ  mukadder muzafın zamirinden hal olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. Takdiri, دخولكم جنّات خالدين فيها  (Ebedi kalacağınız cennetlere girmeniz) şeklindedir. ف۪يهَا  car mecruru  خَالِد۪ينَ ‘ye mütealliktir.

خَالِد۪ينَ  kelimesi, sülasi mücerredi  خلد  olan fiilin ism-i failidir.

مُؤْمِن۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


ذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُۚ

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. هُوَ  fasıl zamiridir. 

Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ  Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -irabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ  ayırma zamiri) denir.

Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat – mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْفَوْزُ  haber olup lafzen merfûdur.  الْعَظ۪يمُ  ikinci haber olup lafzen merfûdur.

 

يَوْمَ تَرَى الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ يَسْعٰى نُورُهُمْ بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَبِاَيْمَانِهِمْ

 

Fasılla gelen ayette zaman zarfı  يَوْمَ , takdiri أذكر (Hatırla, düşün) olan mahzuf fiile mütealliktir. Mahzufla birlikte cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

İlk görüşe göre 11. ayetteki infak edenlere verilen ecirler bahsiyle alakalı olarak, ibtidai istinafiye olarak gelmiş, müminlere sağlanan bazı faydalar açıklanmıştır. İkinci görüşe göre 11. ayetle ilişkili olarak gelmiştir. (Âşûr)

Muzâfun ileyh olarak mahallen mecrur olan  تَرَى الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Muzari fiil hudûs ve teceddüt, istimrar, ve tecessüm ifade etmiştir.

يَسْعٰى نُورُهُمْ بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَبِاَيْمَانِهِمْ  cümlesi  الْمُؤْمِن۪ينَ ‘nin halidir. Hal cümleleri anlamı açıklayan ıtnâb sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. 

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ  izafetiيَسْعٰى  fiiline mütealliktir.  بِاَيْمَانِهِمْ  car mecruru,  اَيْد۪يهِمْ ’e matuftur.

الْمُؤْمِنَاتِ  الْمُؤْمِن۪ينَ  kelimeleri arasında iştikak cinası, mürâât-ı nazîr ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

 بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ - بِاَيْمَانِهِمْ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Allah Teâlânın  يَسْعٰى نُورُهُمْ بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَبِاَيْمَانِهِمْ  sözünde tasrîhî istiare vardır. Nur, onlardaki rıdvan ve hidayet için müstear olmuştur. Müşebbeh hazf edilmiş, müşebbehe bih zikredilmiştir. 

يَسْعٰى  fiilinin, نُورُ ‘ya isnad edilmesinde aklî mecaz vardır. Aynı zamanda cümlede tecessüm sanatı vardır.

بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَبِاَيْمَانِهِمْ [Önlerinden ve sağlarından] buyurmuştur; çünkü cennetliklerin amel defterleri bu iki taraftan verilir; tıpkı cehennemliklere amel defterleri sol ve arka taraflarından verileceği gibi. Bu iki taraflarındaki nuru Allah, onlar için bir sembol ve işaret yapılmıştır; çünkü iyilikleriyle bahtiyar olan, bembeyaz amel sayfalarıyla murada ererler; cennete götürülürlerken ve sıratı koşarcasına geçerlerken, onların koşusuna paralel, nurları da yanlarında ve önlerinde hızla ilerler. (Keşşâf)

وبِأيْمانِهِمْ  ifadesindeki  بِ  harf-i ceri  عَنْ  manasındadır. Onların şerefine vurgu yapmak için kısaltılarak ‘’sağlarındaki’’ sözüyle yetinilmiştir. Bu harf mülabese için de olabilir. Bu durumda sağlarındaki nur, iyiliklerinin yazılı olduğu kitabın nurudur. (Âşûr)

Onların nurundan murad, önlerinde ve sağlarında görülen ışıktır. Diğer bir görüşe göre ise, nurları, hidayetleridir ve sağlarındakinden murat da, amel defterleridir. Yani onların îman ve salih amellerinin nuru, önlerinde koşup duruyor. Sağlarında da amel defterleri bulunur. (Ebüssuûd)

Burada zikredilen nur, Allah'ın, onların kıyamet yerinden çıkışları sırasında, onları şereflendiren ve o toplanma yerinde onların hallerini vurgulayan gerçek bir nurdur. (Âşûr)


بُشْرٰيكُمُ الْيَوْمَ جَنَّاتٌ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ 

 

Ayetin bu cümlesi  takdiri,  تقول الملائكة (Melekler der ki) olan cümlenin mekulü’l kavlidir. Bu takdire göre mahzufla birlikte cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiilin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mahzuf fiilin mekulü’l-kavli olan  بُشْرٰيكُمُ الْيَوْمَ جَنَّاتٌ  cümlesi, mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

بُشْرٰيكُمُ  mübteda, جَنَّاتٌ  haberdir.  الْيَوْمَ  zaman zarfı, mukadder fiile mütealliktir. 

تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ  cümlesi, جَنَّاتٌ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasıyla gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade etmiştir. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  مِنْ تَحْتِهَا , ihtimam için fail olan  الْاَنْهَارُ ‘ya takdim edilmiştir. 

Müsned olan  جَنَّاتٌ ’deki nekrelik nev, kesret ve tazim ifade eder.

خَالِد۪ينَ , mukadder muzâfın gizli  zamirinden haldir. Takdiri  بشراكم دخولكم جنات خالدين فيها (Sizin müjdeniz ebedi kalmak üzere cennetlere girmektir.) şeklindedir. Muzâfın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Hal, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır. 

خَالِد۪ينَ  ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir. İsm-i fail vezni,  ف۪يهَا  car mecruruna müteallak olmasını sağlamıştır.

Bu ayet, kıyametin dehşetinin, müminlere ulaşmayacağına delâlet etmektedir. Çünkü Allah Teâlâ, herhangi bir tahsiste bulunmaksızın, mümin kimselerin kıyamet günündeki durumlarının böyle olacağını beyan etmiştir. (Fahreddin er-Râzî) 


 ذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُۚ

 

 

Ayetin fasılla gelen son cümlesi itiraziyye olarak fasılla gelmiştir. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır.

Fasıl zamiri ve haberin tarifi ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. Ayrıca müsnedin  ال  ile marife gelişi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder. 

Cümle müjdeye dahil olan mükafatların toplamına delalet eden tezyîl cümlesidir. İsm-i işaret tazim ve tenbih, fasıl zamiri haberi takviye içindir. (Âşûr)

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, fasıl zamiri, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife olması sebebiyle üç katlı tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Mübteda konumundaki işaret ismi  ذٰلِكَ ‘de cem’ ve iktidâb vardır. Olayı özetleyen bir kelimedir. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilenin derecesinin yüksekliğini belirtmek ve dikkat çekmek içindir.

Ayetteki ism-i işaret, önce geçenlerin tümüne, yani o nura ve cennette ebedi kalma müjdesine râcidir. (Fahreddin er-Râzî)  

Müminlerin mükâfatına işaret edilen  ذٰلِكَ ’de istiare vardır. 

Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse aklî olan hissî olana benzetilmiş olduğundan, istiare oluşur. Câmi’, her ikisindeki vücudun tahakkukudur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Beyân İlmi)

الْفَوْزُ  için sıfat olan  الْعَظ۪يمُ۟ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

ذَ ٰ⁠لِكَ  ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sûreleri Belâgi Tefsiri, Duhan/57, C. 5, s. 190) 

وَذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ۟ [Ve işte büyük necât budur] sözü, gerçekten mükemmel bir fasıladır. Uzaklık için kullanılan işaret ismi bu kurtuluşun yüceliğine işaret eder.