Hadid Sûresi 27. Ayet

ثُمَّ قَفَّيْنَا عَلٰٓى اٰثَارِهِمْ بِرُسُلِنَا وَقَفَّيْنَا بِع۪يسَى ابْنِ مَرْيَمَ وَاٰتَيْنَاهُ الْاِنْج۪يلَ وَجَعَلْنَا ف۪ي قُلُوبِ الَّذ۪ينَ اتَّبَعُوهُ رَأْفَةً وَرَحْمَةًۜ وَرَهْبَانِيَّةًۨ ابْتَدَعُوهَا مَا كَتَبْنَاهَا عَلَيْهِمْ اِلَّا ابْتِغَٓاءَ رِضْوَانِ اللّٰهِ فَمَا رَعَوْهَا حَقَّ رِعَايَـتِهَاۚ فَاٰتَيْنَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مِنْهُمْ اَجْرَهُمْۚ وَكَث۪يرٌ مِنْهُمْ فَاسِقُونَ  ...

Sonra bunların peşinden ard arda peygamberlerimizi gönderdik. Onların arkasından da Meryem oğlu İsa’yı gönderdik, ona İncil’i verdik ve kendisine uyanların kalplerine şefkat ve merhamet duygusu koyduk. (Kendiliklerinden) icat ettikleri ruhbanlığa gelince; biz onu onlara farz kılmamıştık. Allah’ın rızasını kazanmak için onu kendileri icat etmişlerdi. Fakat ona da gereği gibi uymadılar. Biz de içlerinden iman edenlere mükâfatlarını verdik. Fakat onlardan birçoğu da fasık kimselerdir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ثُمَّ sonra
2 قَفَّيْنَا ardarda gönderdik ق ف و
3 عَلَىٰ üzerine
4 اثَارِهِمْ bunların izleri ا ث ر
5 بِرُسُلِنَا elçilerimizi ر س ل
6 وَقَفَّيْنَا ve onların ardına kattık ق ف و
7 بِعِيسَى Îsa’yı
8 ابْنِ oğlu ب ن ي
9 مَرْيَمَ Meryem
10 وَاتَيْنَاهُ ve ona verdik ا ت ي
11 الْإِنْجِيلَ İncil’i
12 وَجَعَلْنَا ve koyduk ج ع ل
13 فِي içine
14 قُلُوبِ kalbleri ق ل ب
15 الَّذِينَ
16 اتَّبَعُوهُ ona uyanların ت ب ع
17 رَأْفَةً şefkat ر ا ف
18 وَرَحْمَةً ve merhamet ر ح م
19 وَرَهْبَانِيَّةً ve ruhbanlığı ر ه ب
20 ابْتَدَعُوهَا icadettikleri ب د ع
21 مَا
22 كَتَبْنَاهَا biz yazmamıştık ك ت ب
23 عَلَيْهِمْ onlara
24 إِلَّا dışında bir şey
25 ابْتِغَاءَ kazanmaları ب غ ي
26 رِضْوَانِ rızasını ر ض و
27 اللَّهِ Allah’ın
28 فَمَا ama
29 رَعَوْهَا ona uymadılar ر ع ي
30 حَقَّ hakkıyla ح ق ق
31 رِعَايَتِهَا riayet ederek ر ع ي
32 فَاتَيْنَا biz de verdik ا ت ي
33 الَّذِينَ kimselere
34 امَنُوا iman eden(lere) ا م ن
35 مِنْهُمْ onlardan
36 أَجْرَهُمْ mükafatlarını ا ج ر
37 وَكَثِيرٌ fakat birçoğu ك ث ر
38 مِنْهُمْ onlardan
39 فَاسِقُونَ yoldan çıkmıştır ف س ق
 

Önceki âyette peygamberler gönderilmesinden söz edilmişti; bu âyetlerde de insanlığın ikinci atası olarak bilinen Hz. Nûh ve sonrasındaki peygamberler tarihine genel bir bakış yapılması sağlanmaktadır. Kur’an’da peygamberler zinciri ve birçok peygamber hakkında daha ayrıntılı bilgiler verilmiş olup burada bu sürecin nasıl tamamlandığı hususu öne çıkarılmaktadır. Pek çok peygamber gönderildikten sonra nihayet Hz. Muhammed öncesinde Hz. Îsâ’ya kutsal kitap İncil verilmiştir. Ona uyanlar, yani Hz. Îsâ’nın örnek ahlâkını, İncil öğretisine hâkim olan hoşgörü vb. ahlâkî erdemleri özümseyenler kalpleri şefkat ve merhamet dolu insanlar oldular. Allah onlara ruhbanlık gibi bir görev yüklememişti; fakat Hıristiyanlığın başlangıcında samimi müminler ağır sosyal ve siyasî baskılara mâruz kaldılar. Bu durum karşısında onlardan bir kısmı sırf bu katliam ve çatışmalarda eriyip gitmemek ve böylece dinlerini koruyabilmek amacıyla dağlara, ücra yerlere çekilip kendilerini ibadete verdiler. Fakat zaman içinde bu hareket amacından saptırıldı ve dinin istismar aracı olmasını kurumlaştıran hatta toplum içi ve toplumlar arası çatışmaları körükleyen bir örgütlenmeye dönüştü (Hz. Îsâ hakkında bilgi için bk. Âl-i İmrân 3/45; İncil hakkında bilgi için bk. Âl-i İmrân 3/3; ruhbanlık hakkında bilgi ve değerlendirme için bk. Tevbe 9/31, 34; hıristiyanların Kur’an tarafından olumlu bulunan nitelikleri hakkında bk. Mâide 5/82-85).

26. âyetin son cümlesindeki “onlar” zamiri genellikle “Nûh ve İbrâ­him’in soyundan gelenler” şeklinde açıklanmıştır; fakat bunu “bildirimde bulundukları insanlar” diye yorumlamak da mümkündür. Yine, buradaki “yoldan çıkmışlar” anlamı verilen fâsık kelimesi –Kur’an’daki kullanımlar ve bağlam dikkate alınarak– hem “günahkâr”hem de “kâfir” anlamlarıyla izah edilmiştir (Taberî, XXVII, 237-238; Râzî, XXIX, 244). “Onlar” zamiri konusunda birinci yorum esas alındığında burada, peygamber soyundan gelmenin iman etme veya iyi mümin olma garantisi sağlamadığına işaret edildiği söylenebilir. 

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 254-255
 
Resûl-i Ekrem Efendimiz kendisine öğüt vermesini isteyen birine şunları söyledi:” Sana Allah’tan korkmanı tavsiye ederim; çünkü Allah korkusu her şeyin başındadır. Sana cihadı tavsiye ederim; çünkü İslamiyet’in ruhbanlığı cihaddır. Sana Allah’ı zikretmeni ve Kur’an okumanı tavsiye ederim; çünkü bu senin Allah’ın rahmetini kazanmana, insanlar arasında hayırla anılmana vesiledir. “
(Ahmed b Hanbel, Müsned ,III,82; Elbani , Silsiletü’l-ehadisi’s-sahiha ,II , nr. 555)
 

ثُمَّ قَفَّيْنَا عَلٰٓى اٰثَارِهِمْ بِرُسُلِنَا وَقَفَّيْنَا بِع۪يسَى ابْنِ مَرْيَمَ وَاٰتَيْنَاهُ الْاِنْج۪يلَ وَجَعَلْنَا ف۪ي قُلُوبِ الَّذ۪ينَ اتَّبَعُوهُ رَأْفَةً وَرَحْمَةًۜ وَرَهْبَانِيَّةًۨ 

 

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.  ثُمَّ  edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani; aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir. Fiil cümlesidir. 

قَفَّيْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. عَلٰٓى اٰثَارِهِمْ  car mecruru  قَفَّيْنَا  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

بِرُسُلِنَا  car mecruru  قَفَّيْنَا  fiiline mütealliktir. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. قَفَّيْنَا  atıf harfi وَ ‘la birinci  قَفَّيْنَا ‘ya matuftur. بِع۪يسَى  car mecruru  قَفَّيْنَا ‘ya matuftur.  ابْنِ  kelimesi  ع۪يسَى ‘nın sıfatı olup mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَرْيَمَ  muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğundan cer alameti fethadır.  اٰتَيْنَاهُ  atıf harfi  وَ ‘ la  قَفَّيْنَا ‘ya matuftur. 

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اٰتَيْنَاهُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الْاِنْج۪يلَ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. جَعَلْنَا  atıf harfi وَ ‘la  اٰتَيْنَاهُ ‘ya matuftur. 

جَعَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. ف۪ي قُلُوبِ  car mecruru  جَعَلْنَا  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  اتَّبَعُوهُ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

اتَّبَعُوهُ  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  رَأْفَةً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. رَحْمَةًۜ  ve رَهْبَانِيَّةًۨ  kelimeleri atıf harfi وَ ‘la  رَأْفَةً ‘e matuftur. 

قَفَّيْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  قفو ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

اٰتَيْنَاهُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أتي ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  

اتَّبَعُوهُ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  تبع ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


 ابْتَدَعُوهَا مَا كَتَبْنَاهَا عَلَيْهِمْ اِلَّا ابْتِغَٓاءَ رِضْوَانِ اللّٰهِ فَمَا رَعَوْهَا حَقَّ رِعَايَـتِهَاۚ 

 

ابْتَدَعُوهَا  cümlesi  رَهْبَانِيَّةًۨ ‘nin sıfatı olarak mahallen mansubdur. 

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Fiil cümlesidir. ابْتَدَعُوهَا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

مَا كَتَبْنَاهَا عَلَيْهِمْ  cümlesi  رَهْبَانِيَّةً ‘nin ikinci sıfatı olarak mahallen mansubdur.

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كَتَبْنَاهَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

عَلَيْهِمْ  car mecruru  كَتَبْنَا  fiiline mütealliktir. اِلَّا  hasr edatıdır.  ابْتِغَٓاءَ  mef’ûlü lieclih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. 

Fiilin oluş sebebini bildiren mef’ûldür. “Mef’ûlün lieclihi” veya “Mef’ûlün min eclihi” de denir. Mef’ûlün leh mansubdur. Fiile, “neden, niçin?” soruları sorularak bulunur.

Türkçede “için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir.

2 tür kullanımı vardır: 1) Harf-i cersiz kullanımı. 2) Harf-i cerli kullanımı

Harf-i cersiz olması için şu şartlar gereklidir:

a. Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.

b. Nekre (belirsiz) olmalıdır.

c. Mef’ûlün leh olacak masdarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, “saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek” gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.

d. Fiilin faili ile mef’ûlün faili aynı olmalıdır.

e. Fiilin oluş zamanı ile mef’ûlün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır.

Not: Mef’ûlün lehin harf-i cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki 5 şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

رِضْوَانِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  اللّٰهِ  lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  مَا رَعَوْهَا  atıf harfi  فَ  ile  كَتَبْنَا ‘ya matuftur. 

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  رَعَوْهَا  fiili mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

حَقَّ  masdardan naib mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. رِعَايَـتِهَا  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

ابْتَدَعُوهَا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  بدع ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


 فَاٰتَيْنَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مِنْهُمْ اَجْرَهُمْۚ 

 

Cümle, atıf harfi  فَ  ile  رَعَوْهَا ‘ya matuf olup mahallen mansubdur. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Fiil cümlesidir.  اٰتَيْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

مِنْهُمْ  car mecruru  اٰمَنُوا ‘daki failin mahzuf haline mütealliktir.  اَجْرَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اٰمَنُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  


 وَكَث۪يرٌ مِنْهُمْ فَاسِقُونَ

 

وَ  atıf harfidir. İsim cümlesidir. كَث۪يرٌ  mübteda olup lafzen merfûdur.  مِنْهُمْ  car mecruru كَث۪يرٌ ‘nun mahzuf sıfatına mütealliktir. فَاسِقُونَ  haber olup ref alameti  و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

فَاسِقُونَ  kelimesi, sülasi mücerredi  فسق  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

ثُمَّ قَفَّيْنَا عَلٰٓى اٰثَارِهِمْ بِرُسُلِنَا

 

Ayet  tertip ve terahi ifade eden atıf harfi  ثُمَّ  ile önceki ayetteki … جَعَلْنَا  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

ثُمَّ  hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiştir) açısından terahî ifade eder.  عَلٰٓى  harf-i ceri istila içindir. (Âşûr)

عَلٰٓى اٰثَارِهِمْ  car mecruru  قَفَّيْنَا  fiiline mütealliktir. عَلٰٓى اٰثَارِهِمْ (Onların izinden) ifadesindeki  هِمْ  zamiri, zürriyete ait değildir. Çünkü peygamberler de zürriyettendir. Yani onlardan sonra birer birer peygamberlerimizi gönderdik demektir. (Ruhu’l Beyan)

رُسُلِنَا  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması Resul için tazim ve teşrif ifade eder.


وَقَفَّيْنَا بِع۪يسَى ابْنِ مَرْيَمَ وَاٰتَيْنَاهُ الْاِنْج۪يلَ وَجَعَلْنَا ف۪ي قُلُوبِ الَّذ۪ينَ اتَّبَعُوهُ رَأْفَةً وَرَحْمَةًۜ 

 

Aynı üsluptaki  وَقَفَّيْنَا بِع۪يسَى ابْنِ مَرْيَمَ  cümlesi  وَ  ile makabline  atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

قَفَّيْنَا  fiiline müteallik  بِع۪يسَى ابْنِ مَرْيَمَ  ifadesinde  مَرْيَمَ  muzâfun ileyhtir.

وَاٰتَيْنَاهُ الْاِنْج۪يلَ  cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle  وَقَفَّيْنَا بِع۪يسَى ابْنِ مَرْيَمَ  cümlesine atfedilmiştir.

Aynı üsluptaki … وَجَعَلْنَا ف۪ي قُلُوبِ  cümlesi  وَ  ile makabline  atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

ف۪ي قُلُوبِ  car mecruru  جَعَلْنَا ’nın mahzuf ikinci mef’ûlune mütealliktir. 

Fiillerin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.

قُلُوبِ  için muzâfun ileyh konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  اتَّبَعُوهُ   cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

جَعَلْنَا fiilinin mef'ûlleri olan رَأْفَةً وَرَحْمَةً ve رَهْبَانِيَّةًۨ kelimelerindeki nekrelik, kesret ve tazim içindir.

قَفَّيْنَا  fiilinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

ف۪ي قُلُوبِ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  قُلُوبِ , mazruf mesabesindedir. Allah’ın onlara verdiği şefkat ve merhamet duygusunu mübalağalı bir şekilde belirtmek üzere bu harf  عَلَيْ  yerine kullanılmıştır. Merhamet ve şefkat duygularına sahip olmak, adeta bir şeyin, bir kabın içinde muhafaza edilmesine benzetilmiştir.  Çünkü  kalpler, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Câmî’, heriki durumdaki mutlak irtibattır.


ابْتَدَعُوهَا مَا كَتَبْنَاهَا عَلَيْهِمْ اِلَّا ابْتِغَٓاءَ رِضْوَانِ اللّٰهِ فَمَا رَعَوْهَا حَقَّ رِعَايَـتِهَاۚ فَاٰتَيْنَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مِنْهُمْ اَجْرَهُمْۚ

 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  ابْتَدَعُوهَا  cümlesi,  رَهْبَانِيَّةً  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

مَا كَتَبْنَاهَا عَلَيْهِمْ اِلَّا ابْتِغَٓاءَ رِضْوَانِ اللّٰهِ  cümlesi  رَهْبَانِيَّةً  için ikinci sıfattır. Mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Nefy harfi  مَٓا  ve istisna harfi  اِلَّا  ile oluşan kasr, cümleyi tekid etmiştir. Kasr, fiille mef’ûlü arasındadır. Kasr-ı mevsûf, ale’s-sıfattır. Fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf olması da caizdir. Bu durumda fail tarafından gerçekleştirilen fiil, başka mef'ûllere değil zikredilen mef'ûle tahsis edilmiş olur. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Car mecrur  عَلَيْهِمْ , ihtimam için mef’ûl olan  ابْتِغَٓاءَ رِضْوَانِ اللّٰهِ ‘e takdim edilmiştir.

Veciz ifade kastına matuf  ابْتِغَٓاءَ رِضْوَانِ اللّٰهِ  ifadesinde, Allah ismine muzâf olan  ابْتِغَٓاءَ رِضْوَانِ , tazim edilmiştir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Bu cümlede azamet zamirinden zahir isme iltifat sanatı vardır.

فَمَا رَعَوْهَا حَقَّ رِعَايَـتِهَا  cümlesi atıf harfi  فَ  ile …مَا كَتَبْنَاهَا  cümlesine atfedilmiştir. Menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Veciz ifade kastıyla gelen  حَقَّ رِعَايَـتِهَا  izafetinde, mef’ûlü mutlaktan naib olan  حَقَّ  muzâf,  رِعَايَـتِهَا  muzâfun ileyhtir.

رِعَايَـتِ  -  رَعَوْ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

فَاٰتَيْنَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مِنْهُمْ اَجْرَهُمْۚ  cümlesi atıf harfi  فَ  ile makabline atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mef’ûl konumundaki cemi müzekker has ism-i mevsul  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  اٰمَنُوا مِنْهُمْ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

مِنْهُمْ  car mecruru  اٰمَنُوا ‘deki failin mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

اَجْرَهُمْ  ikinci mef’ûldür.  اَجْرَهُمْۚ  ifadesinde istiare vardır. İman edenlerin mükâfatı, işçiye ödenen ücrete benzetilmiştir.

اٰتَيْنَا - الَّذ۪ينَ  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

رَهْبَانِيَّةً ’in kendinden öncekine atfedilmesi de mümkündür ki bu durumda  ابْتَدَعُوهَا  cümlesi mahallen mansub olarak onun sıfatı olur; yani onların kalplerine şefkat, merhamet ve icat ettikleri bir ruhbanlık yerleştirdik. Şu manada ki: “Onları kendi aralarında merhametli davranmaya, bir ruhbanlık icat ve ihdas etmeye muvaffak kıldık. Ruhbanlığı onlara farz kılmamızın sebebi, Allah’ın rızasını aramaları ve sevabı hak etmeleriydi.” -Bu durumda, Allah’ın ruhbanlığı onlara farz ve gerekli kılmasının sebebi fitneden kurtulmaları ve bununla Allah’ın rızasını ve sevabını aramaları olmaktadır.- Ne var ki hepsi bunu hakkıyla gözetemedi; az bir kısmı bunu başarabildi. Biz de onlardan ruhbanlığı gözeten müminlere mükâfatlarını verdik. Çoğu ise yoldan çıkmıştır! Bunlar da ruhbanlığın hakkını veremeyenlerdir. (Keşşâf)

اِلَّا ابْتِغَٓاءَ رِضْوَانِ اللّٰهِ [fakat Allah’ın rızasını kazanma gayesi ile] ifadesi munkatı‘ bir istisnadır; yani Allah’ın rızasını kazanmak için onu kendileri uydurdular! “Fakat ona hakkıyla” yani adak adayanın, adağına riayet etmesi gerektiği gibi “riayet edemediler.” Çünkü adak, Allah’a verilmiş bir söz olup ihlal edilmesi helal değildir. “Biz yine de iman etmiş olanlarına” yani Hz. Îsa’ya tabi olan merhamet ve şefkat sahiplerine “ecirlerini verdik. [Birçoğu ise fasıktır!] Bunlar da adaklarını yerine getirmeyen kimselerdir. (Keşşâf, Beyzâvî, Âşûr) 


وَكَث۪يرٌ مِنْهُمْ فَاسِقُونَ

 

وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كَث۪يرٌ  mübtedadır.  مِنْهُمْ  car mecruru كَث۪يرٌ ’un mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.   

Müsned olan  فَاسِقُونَ , ism-i fail vezninde gelerek durumun devam ve sübutuna işaret etmiştir. 

Müsnedün ileyh olan كَث۪يرٌ  kelimesinin nekre gelmesi tahkir ifade etmiştir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)