Haşr Sûresi 10. Ayet

وَالَّذ۪ينَ جَٓاؤُ۫ مِنْ بَعْدِهِمْ يَقُولُونَ رَبَّـنَا اغْفِرْ لَنَا وَلِاِخْوَانِنَا الَّذ۪ينَ سَبَقُونَا بِالْا۪يمَانِ وَلَا تَجْعَلْ ف۪ي قُلُوبِنَا غِلاًّ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا رَبَّـنَٓا اِنَّكَ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ۟  ...

Onlardan sonra gelenler ise şöyle derler: “Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin tutturma! Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen çok esirgeyicisin, çok merhametlisin.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالَّذِينَ kimseler
2 جَاءُوا gelen(ler) ج ي ا
3 مِنْ
4 بَعْدِهِمْ onlardan sonra ب ع د
5 يَقُولُونَ derler ki ق و ل
6 رَبَّنَا Rabbimiz ر ب ب
7 اغْفِرْ bağışla غ ف ر
8 لَنَا bizi
9 وَلِإِخْوَانِنَا ve kardeşlerimizi ا خ و
10 الَّذِينَ
11 سَبَقُونَا bizden önce س ب ق
12 بِالْإِيمَانِ inanmış olan ا م ن
13 وَلَا ve
14 تَجْعَلْ bırakma ج ع ل
15 فِي
16 قُلُوبِنَا kalblerimizde ق ل ب
17 غِلًّا bir kin غ ل ل
18 لِلَّذِينَ karşı
19 امَنُوا inananlara ا م ن
20 رَبَّنَا Rabbimiz ر ب ب
21 إِنَّكَ elbette sen
22 رَءُوفٌ çok şefkatli ر ا ف
23 رَحِيمٌ çok merhametlisin ر ح م
 

  Ehave أخو :

  أخٌ kelimesinin aslı أخَوٌ şeklindedir. Kişinin aynı ana-babadan veya sadece  birinden doğması yönüyle, ya da süt kardeşliğinde diğer ortağı/kardeşi anlamındadır.

  Kabile, din, zanaat, muamele, alışveriş, sevgi ya da bunların dışındaki ilişkilerde başkasıyla ortaklık kuran herkesle ilgili müstear olarak kullanılır.

  اُخْتٌ ise أخَوٌ kelimesinin dişilidir. Sonundaki و harfi hazfedilmiş yerine ت harfi getirilmiştir.

  Kardeşlik manasındaki إخْوَةٌ sözcüğündeki ayrılmazlık/sürekli beraberlik anlamı göz önünde bulundurularak hayvanın bağlandığı ilmeğe de أخِيَّةٌ denmiştir. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de üç farklı isim formunda 96 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri Âhi ocakları, ihvan ve uhuvvettir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

 

وَالَّذ۪ينَ جَٓاؤُ۫ مِنْ بَعْدِهِمْ يَقُولُونَ رَبَّـنَا اغْفِرْ لَنَا وَلِاِخْوَانِنَا الَّذ۪ينَ سَبَقُونَا بِالْا۪يمَانِ 

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mübteda  olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  جَٓاؤُ۫ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.  

جَٓاؤُ۫  damme ile merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  مِنْ بَعْدِهِمْ  car mecruru  جَٓاؤُ۫  fiiline mütealliktir.

يَقُولُونَ  ile başlayan cümle mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. يَقُولُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli  رَبَّـنَا اغْفِرْ لَنَا ’dır.  يَقُولُونَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

Nida harfi mahzuftur. Münada olan  رَبَّ  muzâftır. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Nidanın cevabı  اغْفِرْ لَنَا وَلِاِخْوَانِنَا ’dir. 

اغْفِرْ  sükun üzere mebni emir fiil olup dua manasındadır. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.  لَنَا  car mecruru  اغْفِرْ ’in mahzuf ikinci mef’ûlün bihine mütealliktir.  

لِاِخْوَانِنَا  atıf harfi  و ‘la makabline matuftur.  الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  اِخْوَانِنَا ‘ nın sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  سَبَقُونَا بِالْا۪يمَانِ ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur.  

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

سَبَقُونَا  damme üzere mebni mazi fiildir.  Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Mütekellim zamiri  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  بِالْا۪يمَانِ  car mecruru,  سَبَقُونَا  fiiline  mütealliktir. 


 وَلَا تَجْعَلْ ف۪ي قُلُوبِنَا غِلاًّ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لَا  nehy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَجْعَلْ  sükun üzere meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir. 

ف۪ي قُلُوبِنَا  car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlun bihe mütealliktir. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. غِلاًّ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  غِلاًّ ‘e mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

اٰمَنُوا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  امن ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


رَبَّـنَٓا اِنَّكَ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ۟

 

Nida harfi mahzuftur. Münada olan  رَبَّ  muzâftır. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Nidanın cevabı  اِنَّكَ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ۟ ’dır.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  كَ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  رَؤُ۫فٌ  kelimesi,  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.  رَح۪يمٌ۟  ikinci haberi olup lafzen merfûdur. 

رَؤُ۫فٌ  ve  رَح۪يمٌ۟  kelimeleri mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta surekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَالَّذ۪ينَ جَٓاؤُ۫ مِنْ بَعْدِهِمْ يَقُولُونَ رَبَّـنَا اغْفِرْ لَنَا وَلِاِخْوَانِنَا الَّذ۪ينَ سَبَقُونَا بِالْا۪يمَانِ وَلَا تَجْعَلْ ف۪ي قُلُوبِنَا غِلاًّ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا

 

Ayet atıf harfi  وَ ‘la … الذين تبوّؤا  cümlesine atfedilmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  الَّذ۪ينَ  müsnedün ileyh, … يَقُولُونَ رَبَّـنَا  cümlesi, müsneddir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bilinen kişiler olduklarını belirtmesi yanında, tazim ve teşvik için olabilir.

Mübteda olan ism-i mevsûlun sılası olan  جَٓاؤُ۫ مِنْ بَعْدِهِمْ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107) 

Haber konumundaki  يَقُولُونَ رَبَّـنَا اغْفِرْ لَنَا وَلِاِخْوَانِنَا الَّذ۪ينَ سَبَقُونَا بِالْا۪يمَانِ  cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يَقُولُونَ  fiilinin mekulü’l-kavli  olan  رَبَّـنَا اغْفِرْ لَنَا وَلِاِخْوَانِنَا الَّذ۪ينَ سَبَقُونَا بِالْا۪يمَانِ  cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Nida harfinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu hazif, mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.

Nidanın cevabı olan  اغْفِرْ لَنَا وَلِاِخْوَانِنَا الَّذ۪ينَ سَبَقُونَا بِالْا۪يمَانِ  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Emir üslubunda gelmesine karşın, cümle emir anlamından çıkarak dua manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

اِخْوَانِنَا  için sıfat konumundaki cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan  سَبَقُونَا بِالْا۪يمَانِ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)

الَّذ۪ينَ ‘nin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

بَعْدِهِمْ - سَبَقُونَا  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

اٰمَنُوا - بِالْا۪يمَانِ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Onlardan sonra gelenlere de ifadesi, 9. ayette zikredilen muhacirlere atfedilmiş olup bunlar daha sonra hicret edenlerdir. Bunların, en güzel biçimde (ashaba) uyanlar (yani tabiûn) olduğu da söylenmiştir. (Keşşâf)

وَلَا تَجْعَلْ ف۪ي قُلُوبِنَا غِلاًّ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  cümlesi, nidanın cevabına atıf harfi  وَ ‘la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

ف۪ي قُلُوبِنَا  car mecruru  تَجْعَلْ  fiilinin mahzuf ikinci mef’ûlüne mütealliktir.  غِلاًّ birinci mef’ûldür. 

Mecrur mahaldeki cemi müzekker has ism-i mevsûlü, başındaki  لِ  harf-i ceriyle birlikte     غِلاًّ ’e mütealliktir. Sılası olan  اٰمَنُوا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)

Mef’ûl olan  غِلاًّ ‘in nekreliği, kıllet, nev ve umum içindir. Olumsuz siyakta tenkir, umum ve şumûle işarettir.

الغِلُّ , haset ve buğz demektir. (Âşûr)

ف۪ي قُلُوبِنَا  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  قُلُوبِ , mazruf mesabesindedir. Kalplerinde kin bulundurmamayı, mübalağalı bir şekilde belirtmek üzere bu harf, istila manası taşıyan  عَلَيْ  yerine kullanılmıştır. Kalpte kine  sahip olmak, adeta bir şeyin, bir kabın içinde muhafaza edilmesine benzetilmiştir.  Çünkü  kalpler, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Câmî’, her iki durumdaki mutlak irtibattır.

Bu ayetler, bütün müminleri içine alır. Çünkü müminler, ya muhacirdir, ya ensardır, yahut da onlardan sonra gelenlerdir. Allah Teâlâ, muhacir ve ensarlardan sonra gelenlerin halinin, kendilerinden önce geçmiş olan bu ensar ve muhacirini dua ve rahmetle anmak olduğunu beyan etmiştir. Dolayısıyla kim böyle olmaz, aksine onları kötülükle anarsa, haklarında kötü konuşursa, bu ayetin nassına (açık ifadesine) göre, müminlerin dışına çıkmış olur. (Fahreddin er-Râzî)

Denildi ki: ”Onlar, evvela kendilerinin mağfiret olunmasını istediler. Zira meşhurdur ki, kulun evvela kendisinin mağfiret olunması lazımdır ki, başkaları hakkında yaptığı dualar kabul olunsun." Bu ayette mağfiret olunmadan önce günahkâr insanların yaptıkları duaların kabul olunmayacağına dair bir hüküm vardır. Fakat haberlerin ifadesine göre hakikat böyle değildir. Gerçek şu olabilir: Dua ve istiğfarda kişinin kendi nefsini takdim etmesi nefsinin kendisine her nefisden daha yakın olmasındandır. Üstelik Allah'tan mağfiret istemede, günahını itiraf vardır. Kul için en güzel olanı, evvela kendi günahını görmesidir. Bazı tefsirlerde böyle söylenmiştir. (Rûhu’l-Beyân)

 

 رَبَّـنَٓا اِنَّكَ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ۟

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Nida harfinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu hazif, mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.

Nidanın cevabı olan  اِنَّكَ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ۟  cümlesi  اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Haber konumundaki Allah’ın  رَؤُ۫فٌ  ve  رَح۪يمٌ  sıfatlarının tenvinli gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

رَؤُ۫فٌ - رَح۪يمٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Ayetin fasılası, tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Bu son cümle Kur'an’da ufak değişikliklerle tekrarlanmıştır. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitlensin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır

Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Fussilet  Suresi 44, C. 2, s. 189) 

اِنَّ  ile, haberdeki mübalağa sıygalarıyla, celâl ve kemal ifade eden lafza-i celâlin zikredilmesi ile tekid edilmiştir. Bu lafza-i celâl, dinleyen kişinin kalbine korku saçar. Bu nedenle birçok fasılada bulunur. Bu mevki, bulunduğu siyaka bağlı olarak başka ayetlerde bulunmayan manalar da kazandırır. Bu gerçekten mühimdir. Yani aynı kelimeler ve aynı terkipten oluşmuş bir fasıla, her zaman aynı şeye delalet etmez. Çünkü siyak, o ibareye başka delaletler de kazandırır. Lafız ve terkiplerin bir olması, onları asıl manada birleştirir, ancak siyak onları ayırır, çeşitlendirir ve aynı olan ibareleri birbirinden uzaklaştırır ya da yaklaştırır. Siyak, manaları dolayısıyla bu farklılığa sebep olur. Bunları söylememin sebebi, bu fasılanın şibhi kemal-i ittisal yolu ile öncesindeki manayı tekid ederek gelmesidir. Zira öncesindeki manalar bu şekilde bir müjdeleme ihsanının sebebini merak ettirir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.166)

رَبَّـنَٓا - الَّذ۪ينَ  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Burada "Muhakkak müminler kardeştirler." (Hucurât, 49/10) ayetince müminlerin kardeşliği gereğine, yani imanın sonucu olarak birbirlerini sevmeleri, büyüklerine hürmet göstermeleri ve insanlık icabı meydana gelen kusurlarına bakmayıp, kendileri gibi bağışlanmalarına dua etmeleri ve hiç bir mümine kin beslememeleri lüzumuna tenbih edilmiştir. İşte Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat'ten maksad, "Peygamber (sav) size ne verdiyse onu alın.." (Haşr, 59/7) ayetince bu ahlaka uymayı, bir hareket tarzı kabul etmektir. Bu ise, iyiliği emredip, kötülükten sakındırma vazifesini ihmal etmek değil. ["İnanan erkekler ve kadınlar, birbirlerinin velisidirler. İyiliği emrederler, kötülükten men ederler.."] (Tevbe, 9/71) ayeti gereğince müminliğin alameti olan, o vazifenin yerine getirilmesinden memnun olup, ["İyilik ve takva üzerinde yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın ve Allah'tan korkun."] (Mâide, 5/2) ayetine göre yardımlaşmak ["Birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler.."] (Asr, 104/3) ayetindeki tavsiyeye sarılmaktır. (Elmalılı, Âşûr)