يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ اَلَمْ يَأْتِكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ يَقُصُّونَ عَلَيْكُمْ اٰيَات۪ي وَيُنْذِرُونَكُمْ لِقَٓاءَ يَوْمِكُمْ هٰذَاۜ قَالُوا شَهِدْنَا عَلٰٓى اَنْفُسِنَا وَغَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَشَهِدُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ اَنَّهُمْ كَانُوا كَافِر۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا مَعْشَرَ | topluluğu |
|
2 | الْجِنِّ | cin |
|
3 | وَالْإِنْسِ | ve insan |
|
4 | أَلَمْ |
|
|
5 | يَأْتِكُمْ | gelmedi mi? |
|
6 | رُسُلٌ | elçiler |
|
7 | مِنْكُمْ | içinizden |
|
8 | يَقُصُّونَ | anlatan |
|
9 | عَلَيْكُمْ | size |
|
10 | ايَاتِي | ayetlerimi |
|
11 | وَيُنْذِرُونَكُمْ | ve sizi uyaran |
|
12 | لِقَاءَ | karşılaşacağınıza dair |
|
13 | يَوْمِكُمْ | gününüzle |
|
14 | هَٰذَا | bu |
|
15 | قَالُوا | dediler |
|
16 | شَهِدْنَا | şahidiz |
|
17 | عَلَىٰ | aleyhine |
|
18 | أَنْفُسِنَا | nefsimiz |
|
19 | وَغَرَّتْهُمُ | onları aldattı |
|
20 | الْحَيَاةُ | hayatı |
|
21 | الدُّنْيَا | dünya |
|
22 | وَشَهِدُوا | ve şahidlik ettiler |
|
23 | عَلَىٰ | karşı |
|
24 | أَنْفُسِهِمْ | nefislerine |
|
25 | أَنَّهُمْ | şüphesiz |
|
26 | كَانُوا | olduklarına |
|
27 | كَافِرِينَ | kafir |
|
İnsanoğlunun, imanla inkâr arasında nihaî bir tercih yapmakla karşı karşıya bulunduğu, fakat aklının, bilgisinin, bütün beşerî imkânlarının doğruyu bulmakta yetersiz kaldığı kaderinin en kritik anında, Allah’ın engin rahmetinin eseri olarak gönderdiği peygamberler, ebedî kurtuluşlarını düşünen insanlar için nihaî bir fırsattır. Âyette, “İçinizden size âyetlerimi anlatan ve bugünle (mahşer günüyle) karşılaşacağınıza dair sizi uyaran peygamberler gelmedi mi?” şeklindeki bir soru ifadesiyle bu büyük fırsatı kaçırmış olanların yaptıkları korkunç hataya dikkat çekilmekte, bir bakıma insanlar, böyle bir soru ve suçlamayla karşılaşmadan önce uyarılmaktadır. Zira dünyanın aldatıcı zevklerine, çıkar kaygısı veya benlik davası gibi yıkıcı duygulara kapılarak peygamberlerin tebliğlerini hiçe sayan veya onları etkisiz kılmaya çalışan ve bu suretle hüsranı tercih edenlerin, mahşerde bu kaçınılmaz soruyla karşı karşıya kalınca kâfir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik etmekten başka çareleri kalmayacaktır.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 471-472
يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ اَلَمْ يَأْتِكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ يَقُصُّونَ عَلَيْكُمْ اٰيَات۪ي وَيُنْذِرُونَكُمْ لِقَٓاءَ يَوْمِكُمْ هٰذَاۜ
يَا nida harfidir. مَعْشَرَ münada ve muzâftır. الْجِنِّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الْاِنْسِ kelimesi atıf harfi وَ ’la الْجِنِّ’ye matuftur.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude. Burada münada muzâf olarak geldiği için mureb münadaya girer ve lafzen mansubtur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Nidanın cevabı اَلَمْ يَأْتِكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ’dır. Hemze istifhamdır. لَمۡ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
يَأْتِكُمْ illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
رُسُلٌ fail olup lafzen merfûdur. مِنْكُمْ car mecruru رُسُلٌ’un mahzuf sıfatına müteallıktır.
يَقُصُّونَ fiili, رُسُلٌ’un sıfatı olarak mahallen merfûdur. يَقُصُّونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَلَيْكُمْ car mecruru يَقُصُّونَ fiiline müteallıktır. اٰيَات۪ي mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.
Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُنْذِرُونَكُمْ لِقَٓاءَ يَوْمِكُمْ هٰذَا cümlesi atıf harfi وَ ’la يَقُصُّونَ cümlesine atfedilmiştir.
يُنْذِرُونَكُمْ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. لِقَٓاءَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
يَوْمِكُمْ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
هٰذَا işaret ismi يَوْمِكُمْ ’den bedel veya atf-ı beyan olup mahallen mecrurdur.
Atf-ı beyan konusuna giren kelime grupları ve cümleler şunlardır:
1. İsm-i işaretten sonra gelen camid ismin (muşârun ileyhin) atf-ı beyan olarak gelmesi,
2. اَيُّهَا ve اَيَّتُهَا ’dan sonra gelen camid ismin atf-ı beyan olarak gelmesi,
3. Sıfattan sonra gelen mevsufun atf-ı beyan olarak gelmesi,
4. Tefsir harfi اَنْ ’den sonra gelen kelime veya cümleler. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالُوا شَهِدْنَا عَلٰٓى اَنْفُسِنَا وَغَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَشَهِدُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ اَنَّهُمْ كَانُوا كَافِر۪ينَ
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, شَهِدْنَا عَلٰٓى اَنْفُسِنَا’dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
شَهِدْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
عَلٰٓى اَنْفُسِنَا car mecruru شَهِدْنَا fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ istînâfiyyedir. غَرَّتْهُمُ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir.
Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. الْحَيٰوةُ fail olup lafzen merfûdur.
الدُّنْيَا kelimesi الْحَيٰوةُ ’nun sıfatı olup mukadder damme ile merfûdur.
Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere maksûr isimler denir. Maksûr isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksûr isimler de vardır. Maksûr isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksûre” denir. اَلْفَتَى – اَلْعَصَا gibi.
Maksûr isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksûr isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdirî olarak îrab edilir. الدُّنْيَا kelimesi burada maksûr bir isim olduğu için takdirî olarak îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat,
2. Sebebi sıfat.
Hakiki Sıfat:
1. Müfred olan sıfatlar,
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred Olan Sıfatlar:
Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsufuna, cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır:
1. İsim cümlesi olan sıfatlar,
2. Fiil cümlesi olan sıfatlar,
3. Şibhi cümle olan sıfatlar.
الدُّنْيَا kelimesi burada hakiki ve müfred sıfat olarak gelmiştir.
Not: Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ atıf harfidir. شَهِدُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, siga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ car mecruru شَهِدُوا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel mahzuf harf-i ceriyle birlikte شَهِدُوا fiiline müteallıktır.
اَنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُمْ zamiri, اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.
اَنَّ ’nin haberi ise كَانُوا ’nun dahil olduğu isim cümlesi olup mahallen merfûdur.
كَانَ isim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا damme üzere mebni nakıs fiildir.
كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur. كَافِر۪ينَ kelimesi كَانُوا ’nun haberi olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
كَافِر۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan كفر fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ اَلَمْ يَأْتِكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ يَقُصُّونَ عَلَيْكُمْ اٰيَات۪ي وَيُنْذِرُونَكُمْ لِقَٓاءَ يَوْمِكُمْ هٰذَاۜ
… يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ cümlesi nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nidanın cevabı olan, اَلَمْ يَأْتِكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ يَقُصُّونَ عَلَيْكُمْ اٰيَات۪ي cümlesi istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen gerçek manada soru olmayıp kınama ve azarlama manası taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. (Âşûr)
Allah Teâlâ bu ayet ile kâfirleri azarlayıp susturmuştur. Çünkü O, bütün herkese müjdeleyici ve korkutucu olarak peygamberler göndermekle her türlü mazeret kapısını kapatmıştır. Binaenaleyh işte bu yolla herkese müjde ve inzar (korkutma-ikaz) ulaşınca her türlü mazeret ve bahaneyi kaldırma maksadı gerçekleşmiş olur. Böylece de bizzat maksadın kendisi meydana gelmiş olur. (Fahreddin er-Râzî)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır. Çünkü Allah Teâlâ’nın soru sorup cevap beklemesi muhaldir.
يَقُصُّونَ عَلَيْكُمْ اٰيَات۪ي cümlesi, رُسُلٌ ’dan hal veya onun sıfatı olarak ıtnâb sanatıdır.
اٰيَات۪ي izafetinde Allah Teâlâ’ya ait olan mütekellim zamirine muzâf olan اٰيَات۪ şan ve şeref kazanmıştır.
والرُّسُلُ zahiri olarak şer’î ıstılahtaki meşhur mana ile رَسُولٍ kelimesinin çoğuludur. Yani Allah tarafından kullarına inanacakları ve yapacakları şeylere kılavuzluk edecek şekilde gönderilen elçidir. رَسُولٍ kelimesinin lügat manasının çoğulu olması da caizdir. (Âşûr)
مِنكم ifadesindeki مِن hücceti arttırmak içindir. Yani tanıdığınız, sesini işittiğiniz resuller demektir. Bu harfin لَسْتُ مِنكَ ولَسْتَ مِنِّي (Ben senden değilim, sen de benden değilsin.) sözünde olduğu gibi “ittisaliyye” olması da caizdir. Yani bu harfi teb’iz için değildir. هُوَ الَّذِي بَعَثَ في الأُمِّيِّينَ رَسُولًا مِنهُمْ (Cuma Suresi, 2) ayetindeki manada değildir. Çünkü Allah’ın resulleri sadece insan cinsinden olur. Çünkü makam Allah’ın risaleti makamıdır. Bu makam da resulun melek veya insan cinsinin en şereflisi olmasını gerektirir. Cin cinsi beşerden daha alçaktır. Zira nâr’dan yaratılmıştır. (Âşûr)
Aynı üsluptaki وَيُنْذِرُونَكُمْ لِقَٓاءَ يَوْمِكُمْ هٰذَا cümlesi de hal cümlesine matuftur. Atıf sebebi temâsüldür.
İşaret ismi يَوْمِكُمْ ,هٰذَا ’den bedel olup ıtnâb sanatıdır.
لِقَٓاءَ يَوْمِكُمْ هٰذَا ifadesi hesap gününden kinayedir.
قصّ; ibretlik olan şeyleri anlatmak demektir. “Kıssadan hisse almak” tabiri hikayelerden ibret alındığı için kullanılır.
Her ne kadar peygamberler, insanlardan gönderilmiş ise de müzekkerin müennese tağlîb yoluyla (sıyga müzekker) geldiği gibi burada da hitapta insanlar cinlere tağlib edilmişlerdir. (Kurtubî)
قَالُوا شَهِدْنَا عَلٰٓى اَنْفُسِنَا
Soruya cevap olan cümle beyanî istinâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemal-i ittisâldır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli شَهِدْنَا عَلٰٓى اَنْفُسِنَا cümlesi mazi fiil sıygasında lâzım-ı faideî haber ibtidaî kelamdır.
وَغَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَشَهِدُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ اَنَّهُمْ كَانُوا كَافِر۪ينَ
وَ istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıgasında faideî haber ibtidaî kelamdır.
Akabindeki aynı üsluptaki شَهِدُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ cümlesi, bu cümleye matuftur.
Dünya hayatının غَرَّتْهُمُ fiiline fail olması mecaz-ı isnad sanatıdır. Ya da غَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا ibaresinde aldatmak dünya hayatına isnat edilmesinde istiare vardır. Bayağı arzularının meylettiği şeyler dünya hayatında bulunduğu için bu ifade caiz olmuştur. (Râdî)
Onlarla ilgili bu haberin maksadı durumlarını ortaya koymak ve muhatabı, buna benzer kötü bir duruma düşmemeleri için uyarmaktır. (Âşûr)
Masdar ve tekid harfi اَنَّ ’yi takip eden isim cümlesi اَنَّهُمْ كَانُوا كَافِر۪ينَ, faide-i haber inkârî kelamdır. Müsnedi كَانُوا كَافِر۪ينَ cümlesidir. اَنَّ ve akabindeki cümle masdar tevilinde takdir edilen ب harf-i ceriyle birlikte شَهِدُوا fiiline müteallıktır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi )
اَنَّهُمْ كَانُوا كَافِر۪ينَ cümlesi ibhamdan sonra izah itnâbıdır. (Medine Balcı Dergâhu’l Kur’an)
شَهِدْنَا عَلٰٓى اَنْفُسِنَا cümlesiyle شَهِدُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
شَهِدْنَا - شَهِدُوا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır..
اَنْفُسِ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Bu cümle, matufu olan cümle ile beraber onların, dünyada irtikâp ettikleri çirkinlikleri işlemelerine, ahirette de küfürlerini itiraf ve azabı hak etmelerine sebep olan şeyi anlatır ve onları bu şekilde zemmeder. (Ebüssuûd)