قُلْ مَنْ حَرَّمَ ز۪ينَةَ اللّٰهِ الَّت۪ٓي اَخْرَجَ لِعِبَادِه۪ وَالطَّيِّبَاتِ مِنَ الرِّزْقِۜ قُلْ هِيَ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا خَالِصَةً يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ كَذٰلِكَ نُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | مَنْ | kim |
|
3 | حَرَّمَ | haram etti |
|
4 | زِينَةَ | süsü |
|
5 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
6 | الَّتِي |
|
|
7 | أَخْرَجَ | çıkardığı |
|
8 | لِعِبَادِهِ | kulları için |
|
9 | وَالطَّيِّبَاتِ | ve güzel |
|
10 | مِنَ |
|
|
11 | الرِّزْقِ | rızıkları |
|
12 | قُلْ | de ki |
|
13 | هِيَ | O |
|
14 | لِلَّذِينَ | kimselerindir |
|
15 | امَنُوا | inanan(larındır) |
|
16 | فِي |
|
|
17 | الْحَيَاةِ | hayatında |
|
18 | الدُّنْيَا | dünya |
|
19 | خَالِصَةً | yalnız onlarındır |
|
20 | يَوْمَ | günü de |
|
21 | الْقِيَامَةِ | kıyamet |
|
22 | كَذَٰلِكَ | işte böyle |
|
23 | نُفَصِّلُ | biz açıklıyoruz |
|
24 | الْايَاتِ | ayetleri |
|
25 | لِقَوْمٍ | bir topluluk için |
|
26 | يَعْلَمُونَ | bilen |
|
Bu ve bundan önceki âyette elbiseye “ziynet” denilmesi, giyinmenin ahlâkî bakımda n olduğu gibi estetik bakımdan da önemli ve gerekli olduğuna işaret eder; ayrıca yine ziynet kelimesinden hareketle kaliteli ve değerli elbiseler giyinmenin mubah olduğuna hükmedilmiştir. Taberî (VIII, 163-164),
Şevkânî (II, 230) gibi önde gelen müfessirler bu âyeti açıklarken, haram olmayan güzel ve değerli nimetlerden uzak kalmayı zühd ve fazilet sayanların hatalı olduklarını belirtirler. Haram, dinî bir terim olarak, “Açık, kesin ve bağlayıcı bir ifade ve üslûpla yapılması şer‘an yasaklanmış olan tutum ve davranış” anlamına gelir.
Eğer bir işin yapılmamasını isteyen bir ifade bulunmakla birlikte, bunun anlamı yeterince açık veya kaynağı kesin değilse buna haram değil mekruh denir. Hakkında yasaklayıcı hiçbir delil bulunmayan fiiller ise mubah ve helâl kabul edilir. Bir fiilin helâl kabul edilmesi için dinî kaynaklarda bu yönde bir açıklama bulunması gerekli değildir; çünkü “Eşyada asıl olan mubah olmasıdır”. Buna göre ölçüsüz dindarlık duygusu, şahsî tercihler, ortalıkta görülen kötülüklerle mücadele arzusu gibi –iyi niyetli de olsa– kişisel hassasiyetlerin etkisiyle dinin izin verdiği alan içinde kalan tutum ve davranışları, yiyecek, içecek, giyecek gibi nesneleri haram, sakıncalı ve günah olarak nitelendirmek bu âyetin hükmüne aykırı ve yanlıştır.
Hatta müfessirler, âyetin “De ki: O nimetler dünya hayatında müminlere yaraşır” meâlindeki kısmından hareketle, bunların esas itibariyle müminlere lutuf olmak üzere yaratıldığını ve onlar sayesinde bu nimetlerden herkesin yararlanmalarına imkân verildiğini belirtirler.Âyetin anlatımına göre mânevî kemal ve güzellikler gibi birey ve toplumun refah, sağlık, güvenlik ve esenliğine katkıda bulunacak her türlü maddî imkânlar da öncelikle müminlere yaraşır. Bu imkânlarda geri olan bir toplum, Kur’an bakımından ideal bir toplum değildir. Zühde ve kanaate teşvik eden açıklamalarla bu yöndeki uygulamalar ise, dünya nimetlerini araç olarak görmek yerine amaç kılmayı hedefleyen eğilimleri önlemeye yöneliktir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 2 Sayfa: 519-520
قُلْ مَنْ حَرَّمَ ز۪ينَةَ اللّٰهِ الَّت۪ٓي اَخْرَجَ لِعِبَادِه۪ وَالطَّيِّبَاتِ مِنَ الرِّزْقِۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ’dir. Mekulü’l-kavli, مَنْ حَرَّمَ ز۪ينَةَ اللّٰهِ ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
مَنْ istifham ismidir. Mübteda olarak mahallen merfûdur.
حَرَّمَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
ز۪ينَةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
الَّت۪ٓي müfred müennes has ism-i mevsûl, ز۪ينَةَ’nin sıfatı olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası اَخْرَجَ لِعِبَادِه۪’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اَخْرَجَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
لِعِبَادِه۪ car mecruru اَخْرَجَ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الطَّيِّبَاتِ kelimesi atıf harfi وَ ’la ز۪ينَةَ’ye matuftur. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الطَّيِّبَاتِ kelimesi, cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.
مِنَ الرِّزْقِ car mecruru الطَّيِّبَاتِ’ye müteallıktır.
حَرَّمَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi حرم’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
قُلْ هِيَ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا خَالِصَةً يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ’dir. Mekulü’l-kavli, هِيَ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
Munfasıl zamir هِيَ mübteda olarak mahallen merfûdur.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûlu, لِ harf-i ceriyle mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا’dır. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
فِي الْحَيٰوةِ car mecruru اٰمَنُوا fiiline müteallıktır.
الدُّنْيَا kelimesi الْحَيٰوةِ ’nin sıfatı olup mukadder kesra ile mecrurdur. خَالِصَةً mahzuf haberin hali olup fetha ile mansubtur. Takdiri, هي كائنة لهم يوم القيامة حالة كونها خالصة (Kıyamet günü onlar için halis olarak var olacaktır.) şeklindedir.
يَوْمَ zaman zarfı, خَالِصَةً’e müteallıktır. يَوْمَ hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْقِيٰمَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
خَالِصَةً kelimesi, sülâsî mücerred olan خلص fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَذٰلِكَ نُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ
كَ harf-i cerdir. مثل ; “gibi” demektir. Bu ibare نُفَصِّلُ fiilinin mahzuf mef’ûlu mutlakına müteallıktır. Takdiri, نفصّلها تفصيلا مثل ذلك التفصيل (Bunun benzeri bir açıklamayla ayetleri açıklarız) şeklindedir.
ذا işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
نُفَصِّلُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. الْاٰيَاتِ mef’ûlun bih olup cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.
لِقَوْمٍ car mecruru نُفَصِّلُ fiiline müteallıktır.
نُفَصِّلُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi فصل’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
يَعْلَمُونَ fiili قَوْمٍ kelimesinin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. يَعْلَمُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat,
2. Sebebi sıfat.
Hakiki Sıfat:
1. Müfred olan sıfatlar,
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred Olan Sfatlar:
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar:
Cinsiyet, adet, marifelik-nekrelik ve îrab.
Not: Gayrı âkil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır:
1. İsim cümlesi olan sıfatlar,
2. Fiil cümlesi olan sıfatlar,
3. Şibhi cümle olan sıfatlar. Burada sıfat, fiil cümlesi şeklinde gelmiştir.
Not: Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُلْ مَنْ حَرَّمَ ز۪ينَةَ اللّٰهِ الَّت۪ٓي اَخْرَجَ لِعِبَادِه۪ وَالطَّيِّبَاتِ مِنَ الرِّزْقِۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen soru kastı taşımayıp tevbih ve inkârî anlamda olan cümle mecâz-ı mürsel mürekkebtir. Alay manası kastedilen istifhamı inkârîdir. (Âşûr)
Bu bir inkârî istifhamdır. Yani Allah’ın çıkardığı bu ziynetleri ve tertemiz şeyleri haram kılmak kimsenin haddi değildir. Şu halde bu ayet yenecek ve giyilecek ve çeşitli süs eşyalarında aslolan mübahlık olduğuna delildir. (Elmalılı)
Bu ifadenin zahiri, istifham manası taşır. Ancak ne var ki bu istifhamla inkâr manası murad edilmiş ve bu inkâr, mükemmel bir biçimde ortaya konulmuştur. (Fahreddin er-Râzî)
Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır
Ziynet için sıfat konumundaki has ism-i mevsûl الَّت۪ٓي’nin sılası اَخْرَجَ لِعِبَادِه۪, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
ز۪ينَةَ ,الطَّيِّبَاتِ ’ye matuftur. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
[Allah’ın ziyneti] nden maksat, elbiseler ve her türlü süslenilen şeydir. [Tertemiz-hoş rızıkları] yani lezzetli yiyecek ve içecekleri [kim haram kılabilir?! ifadesindeki sorunun manası, bu şeylerin haram kılınmasına yönelik bir yadırgamadır. (Keşşâf)
Bu ayetin muktezâsı (gerekli olan), insanın ziynet olarak kullandığı her şeyin helal olmasını gerektirir. Yine güzel bulunan her şeyin de helal olması icap eder. İşte bu ayet, bütün faydalı şeylerin helalliğini ifade eder. İşte bu da şeriatın bütünü için nazarı itibare alınan bir düsturdur. (Fahreddin er-Râzî)
قُلْ هِيَ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا خَالِصَةً يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan … هِيَ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فِي, sübut ifade eden isim cümlesidir. Lâm harf-i ceri ibahaya delalet eden tahsis manasında gelmiştir. (Âşûr)
Cümlede îcaz-ı hazif sanatı vardır. Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûl لِلَّذ۪ينَ mahzuf habere müteallıktır. Sılası olan …اٰمَنُوا فِي الْحَيٰوةِ, mazi fiil sıygasında gelerek sübuta, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. Mevsûlde, müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
Müsnedin ism-i mevsûlle gelmesi herkes tarafından biliniyor olduğunu belirtmesi yanında sonradan gelen habere dikkat çekmek içindir.
خَالِصَةً, mahzuf haberdeki zamirden haldir. Takdiri, هي كائنة لهم يوم القيامة حالة كونها خالصة [Kıyamet günü onlar için var olacaktır.] şeklindedir.
“Kıyamet günü ise tamamen onlara mahsustur.” O gün hiç kimse onlara bu konuda ortak olmayacaktır. Şayet “Bunlar hem iman edenlerindir hem de başkalarınındır, denilse olmaz mıydı?” dersen şöyle derim: Ayette bunların asıl olarak iman edenler için yaratılmış olduğuna ama kâfirlerin de onlara tâbi olduğuna dikkat çekmek için böyle denilmiştir. Tıpkı “Nankörce inkâr edeni kısa bir süre yaşatıp daha sonra ateş azabına sürüklerim!’ buyurmuştur.” [Bakara Suresi, 126] ayetinde olduğu gibi. خَالِصَةً ifadesi hal olarak mansub olarak da haberin ardından ikinci bir haber olarak merfû olarak da okunmuştur. (Keşşâf)
Ebu Ali ise şöyle demektedir: “Ayette geçen خَالِصَةً kelimesinin mübteda olan هِيَ’nin haberi olması, لِلَّذ۪ينَ kelimesinin başındaki lâm harf-i cerinin de خَالِصَةً kelimesine taalluk etmesi ve ayetin takdirinin, هِىَ خَالِصَةٌ لِلَّذٖينَ اٰمَنُوا فِى الْحَيٰوةِ الدُّنْيَ (Bu nimetler, dünya hayatında iman edenlere mahsustur.) şeklinde olması mümkündür. Bu kelimenin mansub olarak okunması ise cümlede hal olmasından dolayıdır. Buna göre ayetin takdîri manası: “Bu nimetler, ahirette sadece müminlere mahsus olacak iken, dünya hayatında da müminler için sabittir.” şeklinde olur. (Fahreddin er-Râzî)
Rızıklar dünya hayatında da özellikle iman edenler içindir, çünkü onlar bunun şükrünü eda ederler.
كَذٰلِكَ نُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ
Ayetin bu son cümlesi istînâfiyyedir. Ayette îcâz-ı hazif vardır. نُفَصِّلُ ,كَذٰلِكَ fiilinin mahzuf mef’ûlu mutlakına müteallıktır. Takdiri; نفصّلها تفصيلا مثل ذلك التفصيل (Bunun benzeri bir açıklamayla ayetleri açıklarız) şeklindedir.
Cümle müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. .
كَذٰلِكَ kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem كَ hem de ذٰ işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, c. 5, Duhan/28, s. 101)
كَذٰلِكَ [İşte böyle], aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Buradaki kullanımı işaret edilen nimetin derecesinin, faziletteki mertebesinin yüksekliğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
Cenab-ı Hakk’ın, لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ “bilen kimseler için...” buyruğuna gelince: Bu, “istidlalde (çıkarımda) bulunup tefekkür edebilen, bu sayede de nazarî ilimleri elde etmeye imkân bulan bir topluluk için...” anlamındadır. Allah en iyi bilendir. (Fahreddin er-Râzî)