قُلْ اِنَّمَا حَرَّمَ رَبِّيَ الْفَوَاحِشَ مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَمَا بَطَنَ وَالْاِثْمَ وَالْبَغْيَ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَاَنْ تُشْرِكُوا بِاللّٰهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِه۪ سُلْطَاناً وَاَنْ تَقُولُوا عَلَى اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | إِنَّمَا | kesinlikle |
|
3 | حَرَّمَ | haram etmiştir |
|
4 | رَبِّيَ | Rabbim |
|
5 | الْفَوَاحِشَ | fuhuşları |
|
6 | مَا | (gerek) |
|
7 | ظَهَرَ | açığını |
|
8 | مِنْهَا | onun |
|
9 | وَمَا | (gerek) |
|
10 | بَطَنَ | kapalısını |
|
11 | وَالْإِثْمَ | ve günahı |
|
12 | وَالْبَغْيَ | ve saldırmayı |
|
13 | بِغَيْرِ | yere |
|
14 | الْحَقِّ | haksız |
|
15 | وَأَنْ | ve |
|
16 | تُشْرِكُوا | ortak koşmayı |
|
17 | بِاللَّهِ | Allah’a |
|
18 | مَا | bir şeyi |
|
19 | لَمْ |
|
|
20 | يُنَزِّلْ | indirmediği |
|
21 | بِهِ | hakkında |
|
22 | سُلْطَانًا | hiçbir delil |
|
23 | وَأَنْ | ve |
|
24 | تَقُولُوا | söylemenizi |
|
25 | عَلَى | hakkında |
|
26 | اللَّهِ | Allah |
|
27 | مَا | şeyler |
|
28 | لَا |
|
|
29 | تَعْلَمُونَ | bilmediğiniz |
|
Önceki âyetlerde helâl nimetleri haram saymanın yanlışlığına işaret edildikten sonra burada da Allah’ın asıl haram kıldığı şeylerin neler olduğu özetle belirtilmektedir. Buna göre Allah yalnızca, başta zina ve fuhuş olmak üzere, açık ve gizli kötülükleri, ahlâksızlıkları; başkalarının malına, canına, namus ve şerefine karşı saldırıyı; Allah’ın, hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri O’na ortak koşmayı yani aslı esası bulunmadığı apaçık ortada olduğu halde birtakım varlıkları tanrılaştırmayı ve nihayet Allah hakkında herhangi bir doğru bilgi ve delile dayanmadığı halde “Allah şunu helâl kıldı, bunu haram kıldı” gibi rastgele sözler sarfetmeyi yasaklamıştır.
Son iki âyet, bir bakıma, 29. âyetteki “Rabbim adaleti (kıst) emretti” meâlindeki bölümün açıklamasıdır. Zira kıst hem “adalet” hem de “itidal, denge, ölçü” anlamına gelir. Böylece bu iki âyet, bir adalet ve itidal dini olan İslâm’ın, aşırı yasakçılığı da aşırı serbestliği de onaylamadığını; esasen temiz fıtratlı ve aklıselim sahibi her insanın doğru, iyi, hoş ve faydalı bulduğu maddî ve mânevî şeyleri kullandığını; yanlış, kötü, çirkin ve zararlı bulduğu şeylerden de kaçındığını ortaya koymaktadır. Kur’an’da veya hadislerde İslâm dininin “sırât-ı müstakîm” (En‘âm 6/161; Tirmizî, “Fezâilü’l-Kur’ân”, 14), “Hanîf dini” (Yûnus 10/105; Rûm 30/30), “semâhat (hoşgörü ve kolaylık) dini” (Buhârî, “Îmân”, 29; Müsned, VI, 116, 233) gibi denge, gerçekçilik ve kolaylık ifade eden niteliklerle anılması daburadan ileri gelmektedir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 520
قُلْ اِنَّمَا حَرَّمَ رَبِّيَ الْفَوَاحِشَ مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَمَا بَطَنَ وَالْاِثْمَ وَالْبَغْيَ بِغَيْرِ الْحَقِّ
قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ’dir.
Mekulü’l-kavli, اِنَّمَا حَرَّمَ رَبِّيَ الْفَوَاحِشَ ’dur. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
اِنَّمَا kâffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup, buradaki مَا harfidir, اِنَّ harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur. اِنَّ’nin ameli ise engellenmiştir yani mekfûfedir.
حَرَّمَ fetha üzere mebni mazi fiildir. رَبِّيَ fail olup mukadder damme ile merfûdur. Mütekellim zamiri ی muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الْفَوَاحِشَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
مَا müşterek ism-i mevsûlu, الْفَوَاحِشَ ’den bedel olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası ظَهَرَ مِنْهَا ’dır. İrabtan mahalli yoktur.
ظَهَرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. مِنْهَا car mecruru ظَهَرَ’deki failin mahzuf haline müteallıktır.
مَا بَطَنَۚ cümlesi atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْاِثْمَ وَالْبَغْيَ kelimeleri atıf harfi وَ ’la الْفَوَاحِشَ ‘ye matuftur. بِغَيْرِ car mecruru الْبَغْيَ’nin mahzuf haline müteallıktır.
الْحَقِّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
حَرَّمَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi حرم’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَاَنْ تُشْرِكُوا بِاللّٰهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِه۪ سُلْطَاناً وَاَنْ تَقُولُوا عَلَى اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ
وَ atıf harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, الْبَغْيَ’e matuf olup mahallen mansubtur. Veya mahzuf fiilin mef’ûlun bihi olup mahallen mansubtur. Takdiri; حرم أي حرم الشرك بالله (Haram kıldı yani Allah’a şirk koşmayı haram kıldı.) şeklindedir.
تُشْرِكُوا fiili نْ harfinin hazfiyle mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِاللّٰهِ car mecruru تُشْرِكُوا fiiline müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
لَمْ, muzari fiili cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يُنَزِّلْ fiili meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
بِه۪ car mecruru يُنَزِّلْ fiiline müteallıktır. سُلْطَانًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
وَ atıf harfidir. اَنْ muzariyi nasb ederek manasını masdara çevirir. عَلَى ٱللَّهِ car mecruru تَقُولُوا۟ fiiline müteallıktır.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, önceki masdar-ı müevvele matuftur.
مَا müşterek ism-i mevsûlu, تَقُولُوا۟ fiilinin mef‘ûlü olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası لَا تَعۡلَمُونَ ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَعۡلَمُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur.
يُنَزِّلْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi نزل’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
قُلْ اِنَّمَا حَرَّمَ رَبِّيَ الْفَوَاحِشَ مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَمَا بَطَنَ وَالْاِثْمَ وَالْبَغْيَ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَاَنْ تُشْرِكُوا بِاللّٰهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِه۪ سُلْطَاناً وَاَنْ تَقُولُوا عَلَى اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mekulü’l-kavl cümlesi اِنَّمَا kasr edatıyla tekid edilmiştir. Faide-i haber talebî kelamdır. Hudûs ifade eden müspet mazi fiil sıygasında gelmiştir.
Kasr, fiil ve mef’ûl arasındadır. حَرَّمَ, sıfat/maksûr, haram edilenler, الْفَوَاحِشَ mevsuf/maksûrun aleyhtir. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.
Bu ayetin başındaki اِنَّمَا edatı hasr manası ifade eder. O halde, “Rabbin ancak şunları şunları haram etmiştir.” sözü, hasr ifade eder. Halbuki bütün haramlar burada sayılanlardan ibaret değildir. (Fahreddin er-Râzî)
اِنَّمَا ile yapılan kasrlarda muhatap, konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. Ancak bunun aksi durumlarda da اِنَّمَا ile kasrın yapıldığı görülmektedir. Yani muhatabın inkâr ettiği durumlarda, inkâr etmiyormuş menzilesine konarak اِنَّمَا ile kasr yapılır. Böylece tariz yoluyla başka bir maksat için gelmiş olur. Ancak bu harf ile yapılan kasrlarda sıfat ve mevsûfu tespit etmek zordur. Aslında bunun lafzî bir karinesi yoktur. Siyaktan tespit edilmesi gerekir. (Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Meânî İlmi Fatma Serap Karamollaoğlu)
اِنَّمَا ile gelen kasr; Allah’ın sizin kendinize haram kıldığınız ziynet ve tayyibatı değil, ahlaksızlığı ve ahlaksızlıkla birlikte anılanları haram kıldığını ifade eden izafî kasrdır. Onların inançlarının batıl olduğunu ifade etmiştir. Diğer taraftan tariz yoluyla onların Allah’ın kesin olarak haram kıldığı şeyleri değiştirdiğini haber vermiştir. Çünkü Allah bir şeyleri saydığında insanlar yasakların bu sayılanlarla sınırlı olmadığını bilir. Bu sayılanları işiten kişi bundan maksadın kendisinin değiştirdiği, karıştırdığı şeyleri tayin etmek olduğunu anlar. Dolayısıyla إنَّما ile biri olumlu diğeri olumsuz iki mana kastedilir. Yani إنَّما edatı ما - وإلّا manalarını taşır. Böylece onların haram saydıklarını helal kılarken mübah gördükleri ahlaksızlık ve ahlaksızlıkla birlikte anılanları haram kılmıştır. (Âşûr)
رَبِّيَ izafeti, muzâfun ileyhin şanı içindir. Ayrıca Hz. Peygambere teşvik ve destek ifade eder.
الْفَوَاحِشَ kelimesine bedel konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَٓا’nın sılası olan ظَهَرَ مِنْهَا, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. İkinci ism-i mevsûl مَٓا, birinciye hükümde ortaklık ve tezat sebebiyle atfedilmiştir. Sılası müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûllerde müphem yapıları nedeniyle tevcih sanatı vardır.
الإثْمُ ile her çeşit günah kastedilir. الفَواحِشِ’den daha umumidir. الفَواحِشِ kelimesinin الإثْمُ kelimesinden önce zikredilmesi önemi ve önceliği dolayısıyladır. Tıpkı önceliği dolayısıyla umumdan sonra hususun zikri gibi önceliği dolayısıyla umumdan önce hususinin zikri babından takdim edilmiştir. (Âşûr)
البَغْيِ kelimesinin الإثْمِ üzerine atfedilmesi, kendisine ihtimam için hususun umuma atfı kabilindendir. Çünkü البَغْيَ cahiliyede onların âdetiydi. (Âşûr)
الْفَوَاحِشَ ile الْاِثْمَ bu iki ifade arasındaki fark hususunda ihtilaf etmişlerdir. Şöyle ki:
1. الْفَوَاحِشَ kelimesi, büyük günahları gösterir. Çünkü büyük günahların çirkinliği, alabildiğine hayasız ve aşırı olmuş demektir, الْاِثْمَ ise küçük günahlar demektir. Buna göre ayetin manası, “Cenab-ı Hakk, büyük ve küçük günahları haram kıldı...” şeklinde olur.
2. “Fahişe”, büyük günahlara denilir, الْاِثْمَ kelimesi ise ister büyük ister küçük olsun mutlak manada günah hakkında kullanılır. Bunun manası şudur: Allah Teâlâ büyük günahları haram kılınca bu haram kılma işinin sadece büyük günahlara hasredildiği akla gelmesin diye bunun peşinden de mutlak olarak her günahı haram kıldığını beyan buyurmuştur.
3. “Fahişe” kelimesi, her ne kadar Arapçada her şeyin artıp fazlalaşan hakkında kullanılmış bir tabir ise de örfte, zina manasına tahsis edilmiştir. Bunun delili ise Cenab-ı Hakk’ın zina hakkında, “Çünkü o, şüphesiz bir fahişedir, hayasızlıktır...” (İsra Suresi, 32) buyurmuş olmasıdır. (Fahreddin er-Râzî)
Ayetteki “الْبَغْيَ ” (isyan), ancak başkasının canına, malına veya ırzına saldırma manasında kullanılır. Bazen de bu kelime, o günün hükümdarına (idarecilerine) isyan etme manası kastedilir. (Fahreddin er-Râzî)
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki تُشْرِكُوا بِاللّٰهِ cümlesi, masdar teviliyle الْبَغْيَ ’e matuftur veya takdiri حَرَّمَ olan mahzuf fiilin mef’ûlüdür. Masdar-ı müevvel cümlesi müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
تُشْرِكُوا fiilinin mef’ûlü konumundaki üçüncü müşterek ism-i mevsul مَٓا’nın sılası لَمْ يُنَزِّلْ بِه۪ سُلْطَاناً, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
بِ harf-i ceri musahabe (beraberlik) içindir. Yani لَمْ يُنَزِّلْ حُجَّةً مُصاحِبَةً لَهُ (onu delille beraber indirmedi) manasındadır. Bu; delilin beraberliği iddia eden kişi için demektir. Mecazî bir beraberliktir. Ya da بِ harf-i ceri istila manası için عَلى manasında gelmiştir. Ali imran suresi 75. ayetteki مَن إنْ تَأْمَنهُ بِقِنْطارٍ [Kim yüklerle emanet etse] sözündeki gibi had, sınır hakkında mecazî bir istila manasındadır. (Âşûr)
Ayetteki dördüncü ism-i mevsûl تَقُولُوا ,مَا fiilinin mef’ûlü konumundadır. Sılası لَا تَعْلَمُونَ, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Lafza-i celâlin, kalplerde haşyet duygularını artırmak için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayette cem’ maa’t-taksim sanatı vardır. “Açık ve gizli çirkin işler, günah, haksız saldırı, hakkında hiçbir delil indirmediği herhangi bir şeyi Allah’a ortak koşmak ve Allah’a karşı bilinmeyen şeyler söylemek” şeklinde sayılan taksim, haram olmakta cem’ edilmiştir.
الْفَوَاحِشَ - الْاِثْمَ - الْبَغْيَ - تُشْرِكُوا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
ظَهَرَ- بَطَنَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
قُلْ - تَقُولُوا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِه۪ سُلْطَاناً [Hakkında Allah’ın hiçbir güçlü kanıt indirmediği şeyleri] ifadesinde bir tehekküm (alay) söz konusudur. Çünkü Allah’ın, kendisine başkasının ortak koşulmasına dair kanıt indirmesi mümkün değildir. وَاَنْ تَقُولُوا عَلَى اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ [Bilginize konu olmayan (asılsız) şeyleri Allah adına uydurmanızı] yani haram kılma ve benzeri konularda Allah adına yalanlar uydurup iftiralar atmanızı [haram kılmıştır.] (Keşşâf)
تُشْرِكُوا - تَقُولُوا - تَعْلَمُونَ kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)