فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً اَوْ كَذَّبَ بِاٰيَاتِه۪ۜ اُو۬لٰٓئِكَ يَنَالُهُمْ نَص۪يبُهُمْ مِنَ الْكِتَابِۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُنَا يَتَوَفَّوْنَهُمْۙ قَالُٓوا اَيْنَ مَا كُنْتُمْ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ قَالُوا ضَلُّوا عَنَّا وَشَهِدُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ اَنَّهُمْ كَانُوا كَافِر۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَمَنْ | kim olabilir? |
|
2 | أَظْلَمُ | daha zalim |
|
3 | مِمَّنِ | kimseden |
|
4 | افْتَرَىٰ | uyduran |
|
5 | عَلَى | karşı |
|
6 | اللَّهِ | Allah’a |
|
7 | كَذِبًا | yalan |
|
8 | أَوْ | ya da |
|
9 | كَذَّبَ | yalanlayan |
|
10 | بِايَاتِهِ | O’nun ayetlerini |
|
11 | أُولَٰئِكَ | onlara |
|
12 | يَنَالُهُمْ | erişir |
|
13 | نَصِيبُهُمْ | nasipleri |
|
14 | مِنَ | -tan |
|
15 | الْكِتَابِ | Kitap- |
|
16 | حَتَّىٰ | nihayet |
|
17 | إِذَا |
|
|
18 | جَاءَتْهُمْ | gelince |
|
19 | رُسُلُنَا | elçilerimiz |
|
20 | يَتَوَفَّوْنَهُمْ | canlarını alırken |
|
21 | قَالُوا | diyecekler |
|
22 | أَيْنَ | hani nerede? |
|
23 | مَا |
|
|
24 | كُنْتُمْ | olduklarınız |
|
25 | تَدْعُونَ | yalvarmış |
|
26 | مِنْ |
|
|
27 | دُونِ | başkasına |
|
28 | اللَّهِ | Alah’tan |
|
29 | قَالُوا | dediler |
|
30 | ضَلُّوا | sapıp kayboldular |
|
31 | عَنَّا | bizden |
|
32 | وَشَهِدُوا | ve şahidlik ettiler |
|
33 | عَلَىٰ | aleyhlerine |
|
34 | أَنْفُسِهِمْ | kendi |
|
35 | أَنَّهُمْ | kendilerinin |
|
36 | كَانُوا | olduklarına |
|
37 | كَافِرِينَ | kafirler |
|
Allah’a ortak koşmak ve “Şu helâldir, bu haramdır” gibi keyfî hükümler koymak suretiyle Allah hakkında yalan uyduranlar veya Allah’ın âyetlerini yalan sayanlar zalimlerin en zalimi, en haksızıdırlar. Onlar “kitap”ta (ilm-i ilâhîde) tayin edilmiş bulunan nasiplerini alır yani rızıklarını ve ömürlerini bitirirler; ardından Allah’ın “elçileri” (ölüm veya azap melekleri) gelince güvendikleri her varlığın, bilhassa Allah’tan başka tanrı diye inandıklarının kendilerini terkettiğini görür; o zaman, tam bir çaresizlik içinde, inkârcı olduklarına yine kendileri şahitlik ederler.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 523
فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً اَوْ كَذَّبَ بِاٰيَاتِه۪ۜ
فَ istînâfiyyedir. مَنْ istifham ismidir. Mübteda olarak mahallen merfûdur. اَظْلَمُ haberdir. İsm-i tafdil kalıbındandır.
İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.
خَيْرٌ ve شَرٌّ kelimeleri, Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları اَخْيَرُ ve اَشْرَرُ veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:
1. ال ’sız مِنْ ’li gelir. مِنْ hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.
2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat
olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).
3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.
4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır.
Burada مِنْ harf-i ceri ile geldiğinden karşılaştırma manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَنْ müşterek ism-i mevsûlu مِنْ harf-i ceriyle birlikte اَظْلَمُ’ye müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
افْتَرٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو’dir. عَلَى اللّٰهِ car mecruru افْتَرٰى fiiline müteallıktır. كَذِباً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
اَوْ atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. كَذَّبَ fetha üzere mebni mazi fiildir. بِاٰيَاتِه۪ car mecruru كَذَّبَ fiiline müteallıktır.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَوْ : Türkçede “veya, yahut, ya da, yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كَذَّبَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındadır. Sülâsîsi كذب ’dir. Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. Tef’il babının en yaygın anlamı teksirdir.
افْتَرٰى fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi فري ’dır.
İftiâl babı fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اُو۬لٰٓئِكَ يَنَالُهُمْ نَص۪يبُهُمْ مِنَ الْكِتَابِۜ
İsim cümlesidir. اُو۬لٰٓئِكَ ism-i işareti mübteda olarak mahallen merfûdur. يَنَالُهُمْ fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يَنَالُهُمْ merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. نَص۪يبُهُمْ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنَ الْكِتَابِ car mecruru نَص۪يبُهُمْ ‘ un mahzuf haline müteallıktır.
حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُنَا يَتَوَفَّوْنَهُمْۙ
حَتّٰٓى ibtida harfidir. حَتّٰٓى edatı üç şekilde kullanılabilir:
Burada ibtida (başlangıç) edatı olarak kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.
اِذَا şart harfi vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
جَٓاءَتْهُمْ şeklinde mazi sıyga ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
(إِذَا)’dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a. (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b. (إِذَا) nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır. (Bk. Meczum muzariler, Cümle Kuruluşu, s. 114, 118)
c. Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَٓاءَتْهُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
رُسُلُنَا fail olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Fail müzekker ismin cemi mükesseri ise fiil umumiyetle müzekker gelir bazen müennes de gelebilir. Burada رُسُلُ cemi mükesser olduğundan dolayı fiili müennes olarak جَٓاءَتْ şeklinde gelebilmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَتَوَفَّوْنَهُمْ fiili رُسُلُنَا’nın hali olarak mahallen mansubtur. يَتَوَفَّوْنَهُمْ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
يَتَوَفَّوْنَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi وفي ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
قَالُٓوا اَيْنَ مَا كُنْتُمْ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ
قَالُٓوا اَيْنَ مَا cümlesi şartın cevabıdır. Fiil cümlesidir. قَالُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, اَيْنَ مَا كُنْتُمْ’dur. قَالُٓوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
اَيْنَ mekân zarfı olarak mahzuf mukaddem habere müteallıktır. مَا müşterek ism-i mevsûl, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
İsm-i mevsûlun sılası كُنْتُمْ ‘un dahil olduğu isim cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.
كُنْتُمْ ismini ref haberini nasb eder. تُمْ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
تَدْعُونَ fiili كُنْتُمْ ’un haberi olarak mahallen mansubtur.
تَدْعُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مِنْ دُونِ car mecruru تَدْعُونَ fiiline müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
كَانَ ’nin haberinin muzari fiil olması, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylem olduğuna veya geçmişte mutat olarak yapılan ve âdet haline getirilen davranış olduğuna işaret eder. Fail onu sürekli yaptığından âdet haline getirmiştir. (M. Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde Kane Fiili Ve Kur’an’da Kullanımı)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi ise durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafat, s. 103)
قَالُوا ضَلُّوا عَنَّا وَشَهِدُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ اَنَّهُمْ كَانُوا كَافِر۪ينَ
Fiil cümlesidir. قَالُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, ضَلُّوا عَنَّا’dur. قَالُٓوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
ضَلُّوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَنَّا car mecruru ضَلُّوا fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. شَهِدُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ car mecruru شَهِدُوا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel mahzuf harf-i ceriyle birlikte شَهِدُوا fiiline müteallıktır.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhuddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiili muzarinin başına “ اَنْ ” harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. Kur’an-ı Kerim’de çok nadir de olsa bazen cümlede اَنْ ’den önce (لِ) harfi cerini ve اَنْ ’den sonra da nâfiye lâ’sını (لَا) görebiliriz. لِئَلَّا şeklinde yazılır. Bazen ise bu اَنْ ’den önce (لِ) harf-i ceri ve nâfiye lâ’sının (لَا) hazf edildiğini görebiliriz. Ancak lafızda olmadığı halde manaları geçerlidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُمْ zamiri, اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.
Tekid (takip ve pekiştirme) harfidir. İsim cümlesine kattığı anlam bakımından اِنَّ ile aynıdır. Şunu söylemek mümkündür: Cümle başında daima اِنَّ kullanılırken cümle ortasında اَنَّ kullanılır. أَنَّ iki cümleyi birbirine bağlamada kullanıldığında “muhakkak, gerçekten, kuşkusuz…” gibi anlamlarla beraber “-ki, -eceği, -eceğini, …dığı, …dığında, … olduğu” gibi manalar verir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنَّ ’nin haberi ise كَانُوا ’nun dahil olduğu isim cümlesi olup mahallen merfûdur.
كَانَ isim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا damme üzere mebni nakıs fiildir.
كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.
كَافِر۪ينَ kelimesi كَانُوا ’nun haberi olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
كَافِر۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan كفر fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً اَوْ كَذَّبَ بِاٰيَاتِه۪ۜ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Mahzuf şartın cevap cümlesi istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Sübut ifade eden isim cümlesidir.
Mahzufla birlikte terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
ف harfi, bir önceki cümleyi dallandırmak için tefri' amacıyla gelmiştir. Bu; fezleke gibi şimdiye kadar anlatılan şeyleri açıklayarak sapkınlığın niteliklerini gösterir. (Âşûr)
İstifham ismi مَنْ mübteda konumundadır. İnkârî manadadır.
مَن harfi istifhâmı inkârîdir. Bu grubun zülmunu, adaletsizliğini abartmak için gelmiştir. İkinci gelen مَن harfi ism-i mevsûldur. Haberin sılada açıklanan özelliğini taşıyan herkesi ifade eder. (Âşûr)
Ayetin başındaki فَ ’nin istînâfiyye olduğu da söylenmiştir.
Müsnedi olan اَظْلَمُ ism-i tafdil kalıbındadır. Mübalağa ifade eder. Soru kastı taşımayıp tevbih ve inkârî anlamda gelen cümle, mecâz-ı mürsel mürekkebtir.
Ayrıca mütekellimin Allah Teâlâ olduğu istifhamda tecâhül-i ârif sanatı, lafza-i celâlin zikrinde tecrîd sanatı vardır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’in sılası olan افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً cümlesi, mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, sübut, temekkün ve istikrara işaret etmiş haberî isnaddır. Mevsûlde tevcih sanatı vardır.
كَذَّبَ بِاٰيَاتِه۪ cümlesi de aynı üslupta gelerek اَوْ atıf harfiyle makabline atfedilmiştir.
كَذِباً ‘deki tenvin taklîl ve tahkir ifade eder.
بِاٰيَاتِه۪ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan اٰيَاتِ, şan ve şeref kazanmıştır.
افْتَرٰى - كَذِباً - اَظْلَمُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
كَذَّبَ - كَذِباً kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
أوْ (veya) harfi taksim içindir. En zalim olanlar yani müşrikler iki kısımdır: Birincisi Allah'a karşı yalan uyduranlardır ki bunlar şirk ehlinin efendileri ve büyükleridir. İkincisi de gerek Mekke ehli ve çevresinden Allah’a iftira etmeyen ama ayetleri inkâr edenlerdir ki bunlar da umumi olarak müşriklerdir. (Âşûr)
أوْ harfi و anlamında da değerlendirilebilir. Öyle ki, insanların en zalimi olarak nitelendirilen kişi iki şeyle vasıflandırılmıştır: yalan ve inkâr. (Âşûr)
اُو۬لٰٓئِكَ يَنَالُهُمْ نَص۪يبُهُمْ مِنَ الْكِتَابِۜ
Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin ism-i işaretle marife olması işaret edilenleri tahkir amacına matuftur.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
اُو۬لٰٓئِك işaret ismi bu kişileri işaret ederek sanki gözümüzün önündeymiş gibi düşünmemizi sağlar.
فَمَنْ اَظْلَمُ yani Allah hakkında, O’nun söylemediği bir şeyi uyduran ya da O’nun söylediği bir şeyi yalanlayan kimseden daha çirkin bir zulmü kim işlemiş olabilir? [Kitaptaki payları] yani kendileri için yazılmış olan rızık ve ömür süresi “bunları” bulur. (Keşşâf)
نَص۪يبُهُمْ izafeti, hem muzâfı hem de muzâfun ileyhi tahkir içindir.
أُولَئِكَ يَنالُهم نَصِيبُهم مِنَ الكِتابِ ifadesindeki işaret ismi, فَ harfindeki tefri’ manasının delaletiyle işaret edilenlerin başlarına azap gelmesinin onların hür iradeleriyle alakalı olduğuna delalet içindir. (Âşûr)
حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُنَا يَتَوَفَّوْنَهُمْۙ قَالُٓوا اَيْنَ مَا كُنْتُمْ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ
حَتّٰٓى ibtidaiyye, اِذَا şart harfidir. حَتّٰٓى’nın, gaye ve cer harfi olduğu da söylenmiştir.
Akabindeki اِذَا جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُنَا cümlesi, şart üslûbunda haberî isnaddır. Şart fiili olan جَٓاءَتْهُمْ, müstakbel şart manalı zaman zarfı إِذَا ’nın muzâfun ileyhidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil sıygasında gelen يَتَوَفَّوْنَهُمْۙ cümlesi, جَٓاءَتْهُمْ fiilinin failinden haldir. و olmadan gelen bu hal cümlesi onların bu durumunun, onların değişmez özellikleri olduğuna işaret eder. Hal cümleleri anlamı kuvvetlendiren ıtnâb sanatıdır. Ayrıca muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Şartın cevabı … قَالُٓوا, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip de faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يَقُولُ fiilinin mekulü’l-kavli اَيْنَ مَا كُنْتُمْ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve kınama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Lafza-i celâlin, kalplerde haşyet duygularını artırmak için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
دُونِ اللّٰهِ izafeti, gayrının tahkirini ifade eder.
حَتّٰٓى onların kitaptaki nasiplerine nail olduklarını, kendileri için belirlenmiş olan nihaî süreyi tamamladıklarını ifade eder. Bu, kendisinden sonra yeni bir ifadenin başladığı حَتّٰٓى olup bu söz de şart cümlesidir yani “görevli meleklerimiz canlarını almak üzere kendilerine geldiğinde… derler.” يَتَوَفَّوْنَهُمْۙ ise “elçiler”den haldir; anlam متَوَفّيهُمْۙ (canlarını almak üzere) şeklindedir. Elçilerden maksat da ölüm meleği ve onun yardımcılarıdır. (Keşşâf)
Ayetteki, “Nihayet elçi (melek)lerimiz, canlarını almak üzere onlara geldikleri vakit...” ifadesi ile ilgili iki görüş (mana) vardır:
1. Bundan murad, canları (ruhları) almadır. Çünkü “vefat” kelimesi, bu manadadır. İbni Abbas, “Ölüm kâfirin kıyametidir. Binaenaleyh melekler, o kâfirleri ölüm esnasında bir zecr, bir tehdit ve bir azarla (canlarını alırlar.) Ayette bahsedilen ‘elçiler’, ölüm meleği Azrail ile onun yardımcısı olan meleklerdir.” demiştir.
2. Hasan el-Basrî’nin görüşü ile Zeccâc’ın iki görüşünden biri olup buna göre bu iş, ahirette olmaz. O halde ayet, “Elçilerimiz yani azap melekleri onlara geldiğinde onların canlarını alır, ‘Onlar müddetlerini tamamlayıp bitirirler ve onlardan hiçbiri o meleklerden kurtulamaz.’ manasında, ‘Onlar cehenneme doğru sevk olunup toplandıkları zaman onların müddetleri (ömürleri) sona erer.’ manasındadır.” (Fahreddin er-Râzî)
قَالُوا ضَلُّوا عَنَّا وَشَهِدُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ اَنَّهُمْ كَانُوا كَافِر۪ينَ
Ayetin son cümlesi mukadder soruya cevap olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan …ضَلُّوا عَنَّا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ضَلُّوا عَنَّا onlar bizi bırakıp kayboldular yani “yok olup gittiler” diyeceklerini bildirmiştir. Binaenaleyh onlar, ölümü apaçık gördüklerinde kendilerinin kâfirler olduklarına şahitlik ederler. Bil ki bu izahlara göre ayetin maksadı, kâfirleri, inkârlarından men etmektir. Çünkü bu durumlardan bahsederek yapılan korkutma, akıllı insanları iyiden iyiye düşünmeye, istidlâle ve taklitten sakınıp doğru olanı yapmaya sevk eder. (Fahreddin er-Râzî)
وَشَهِدُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ cümlesi, aynı üsluptaki قَالُوا cümlesine matuftur. Veya müstenefedir.
Masdar ve tekid harfi اَنَّ ’yi takip eden isim cümlesi اَنَّهُمْ كَانُوا كَافِر۪ينَ, faide-i haber inkârî kelamdır. Müsnedi كَانُوا كَافِر۪ينَ cümlesidir.
اَنّ ve akabindeki cümle masdar tevilinde olup takdir edilen ب harf-i ceriyle birlikte شَهِدُوا fiiline müteallıktır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
اَنَّهُمْ كَانُوا كَافِر۪ينَ cümlesi, ibhamdan sonra izah ıtnâbıdır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
قَالُوا kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
كَانُوا - كُنْتُمْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اَظْلَمُ - كَذَّبَ - كَافِر۪ينَ - افْتَرٰى ve اٰيَاتِه۪ۜ - الْكِتَابِ kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr vardır.