وَنَادٰٓى اَصْحَابُ الْجَنَّةِ اَصْحَابَ النَّارِ اَنْ قَدْ وَجَدْنَا مَا وَعَدَنَا رَبُّنَا حَقاًّ فَهَلْ وَجَدْتُمْ مَا وَعَدَ رَبُّكُمْ حَقاًّۜ قَالُوا نَعَمْۚ فَاَذَّنَ مُؤَذِّنٌ بَيْنَهُمْ اَنْ لَعْنَةُ اللّٰهِ عَلَى الظَّالِم۪ينَۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَنَادَىٰ | ve seslendi |
|
2 | أَصْحَابُ | halkı |
|
3 | الْجَنَّةِ | cennet |
|
4 | أَصْحَابَ | halkına |
|
5 | النَّارِ | ateş |
|
6 | أَنْ | ki |
|
7 | قَدْ | muhakkak |
|
8 | وَجَدْنَا | biz bulduk |
|
9 | مَا | şeyi |
|
10 | وَعَدَنَا | bize va’dettiğini |
|
11 | رَبُّنَا | Rabbimizin |
|
12 | حَقًّا | gerçek |
|
13 | فَهَلْ | mu? |
|
14 | وَجَدْتُمْ | siz buldunuz |
|
15 | مَا | şeyi |
|
16 | وَعَدَ | size va’dettiğini |
|
17 | رَبُّكُمْ | Rabbinizin |
|
18 | حَقًّا | gerçek |
|
19 | قَالُوا | dediler |
|
20 | نَعَمْ | evet |
|
21 | فَأَذَّنَ | ve seslendi |
|
22 | مُؤَذِّنٌ | bir ünleyici |
|
23 | بَيْنَهُمْ | aralarından |
|
24 | أَنْ | diye |
|
25 | لَعْنَةُ | la’neti |
|
26 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
27 | عَلَى | üzerine olsun |
|
28 | الظَّالِمِينَ | zalimlerin |
|
Yukarıdaki âyetlerde inkâr ve isyanda direnenlerin “cehennem ehli”, inananların da “cennet ehli” oldukları, her iki zümrenin yaptıklarının karşılığını âhirette bulacakları bildirildikten sonra 44 ve 50. âyetlerde iki zümre arasında, mahiyetini bilemeyeceğimiz bir iletişimden bahsedilmekte, bu suretle âhiretle ilgili vaad ve tehditlerin gerçekliği, farklı bir anlatımla bir defa daha vurgulanmaktadır.
Her ne kadar bütün inkârcılar cehenneme atılacaksa da, burada insanları Allah yolundan alıkoyma ve bu dosdoğru yolu eğri büğrü göstermeye kalkışma suçunun özellikle zikredilmesi, ayrıca bunu yapanların “zalimler” diye nitelendirilmesi oldukça önemlidir. Bu bilgiler bize, ilâhî dine, onun öğretilerine, kutsal değerlerine, kurumlarına ve bağlılarına karşı kin ve düşmanlık besleyen; duruma göre yalan, iftira, hakaret, hile, tehdit, fiziksel şiddet ve baskı gibi haksız ve zalimce yöntemlere başvurarak insanların İslâm’ı ve onun ilkelerini benimsemelerine engel olan; bedenî, ilmî, malî, sosyal ve siyasî gücünü hak dine karşı kullanıp onunla ilgili şüpheler uyandırmaya, onu zaafa düşürmeye, zararlı göstermeye kalkışan “zalimler”in, lânete uğramayı yani Allah’ın rahmet ve inâyetinden büsbütün mahrum kalmayı gerektiren bir suç işlediklerini göstermektedir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 530
Hz.Peygamber (s.a.s), Bedirden ayrılacağı gece, müşrik ölülerinin atıldığı kuyuya doğru yürüdü. Sahabiler de peşinden yürüdüler. Sonunda kuyunun kenarına gelerek durdu: “Ey kuyuya atılanlar!” diye seslendi. Sonra onların isimlerini babalarının isimleriyle birlikte birer birer saydıktan sonra:
“Sizler peygamberinize karşı ne kötü bir topluluktunuz! Sizler beni yalanladınız, başkaları ise beni tasdik edip doğruladılar. Siz beni yurdumdan çıkardınız, başkaları ise bana kucak açtılar. Siz benimle çarpıştınız, başkaları ise bana yardım ettiler. Şimdi Rabbinizin vaad etmiş olduğu azabı gerçekleşmiş buldunuz mu? Ben Rabbimin bana vaad etmiş olduğu zaferi gerçekleşmiş buldum” buyurdu.
Müslümanlar bu konuşmaya şaşırdılar. Hz.Ömer (r.a), “Ya Resulallah! Şu cansız cesetlere ne diye konuşursun?” deyince Hz. Peygamber, “Varlığım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, söylediklerimi siz onlardan daha iyi işitiyor değilsiniz. Ama onlar bana cevap vermeye güç yetiremiyorlar!” buyurdu.
(Buhâri,Cenâiz 86,Megâzi 8).
(Ayet ve hadislerle açıklamalı KUR’AN-I KERİM MEALİ
PROF. DR. MEHMET YAŞAR KANDEMİR)
وَنَادٰٓى اَصْحَابُ الْجَنَّةِ اَصْحَابَ النَّارِ اَنْ قَدْ وَجَدْنَا مَا وَعَدَنَا رَبُّنَا حَقاًّ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. نَادٰٓى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. اَصْحَابُ fail olup lafzen merfûdur. الْجَنَّةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اَصْحَابَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. النَّارِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اَنْ tefsiriyye harfidir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. وَجَدْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir.
Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası وَعَدَنَا’dır. Îrabtan mahalli yoktur.
وَعَدَنَا fetha üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
رَبُّنَا fail olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
حَقاًّ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
نَادٰٓى fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi ندي ’dır.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
فَهَلْ وَجَدْتُمْ مَا وَعَدَ رَبُّكُمْ حَقاًّۜ
فَ atıf harfidir. هَلْ istifham harfidir. وَجَدْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası وَعَدَ رَبُّكُمْ حَقاًّ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.
وَعَدَ fetha üzere mebni mazi fiildir.
رَبُّكُمْ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
حَقاًّ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Birinci mef’ûlun bih hazfedilmiştir. Takdiri; وعدكم أو وعدنا (Size vadetti veya vadettik.) şeklindedir.
قَالُوا نَعَمْۚ
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli cevap harfidir. نَعَمْ cevap harfidir. Cevap cümlesi mahzuftur. Takdiri; نعم قد وجدنا ذلك (Evet, böyle bulduk.) şeklindedir.
فَاَذَّنَ مُؤَذِّنٌ بَيْنَهُمْ اَنْ لَعْنَةُ اللّٰهِ عَلَى الظَّالِم۪ينَۙ
Fiil cümlesidir. فَ istînâfiyyedir. اَذَّنَ fetha üzere mebni mazi fiildir. مُؤَذِّنٌ fail olup lafzen merfûdur.
بَيْنَهُمْ mekân zarfı, اَذَّنَ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَنْ tefsiriyye harfidir. لَعْنَةُ mübteda olup lafzen merfûdur. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
عَلَى الظَّالِم۪ينَ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. الظَّالِم۪ينَ’nin cer alameti ي ’dir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الظَّالِم۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan ظلم fiilinin ism-i failidir.
مُؤَذِّنٌ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَنَادٰٓى اَصْحَابُ الْجَنَّةِ اَصْحَابَ النَّارِ اَنْ قَدْ وَجَدْنَا مَا وَعَدَنَا رَبُّنَا حَقاًّ
وَ istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. اَنْ, tefsiriyye veya muhaffefe أن ’dir. Akabindeki قَدْ وَجَدْنَا مَا وَعَدَنَا رَبُّنَا حَقاًّ şeklindeki fiil cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır. قَدْ cümleyi tekid etmiştir.
وَجَدْنَا fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ‘nın sılası وَعَدَنَا رَبُّنَا, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
وَجَدْنَا fiilinin ikinci mef’ûlü olan حَقاًّ ’daki tenvin, tazim ve nev ifade eder.
اَنْ قَدْ وَجَدْنَا sözündeki اَنْ nida için tefsiriyyedir. (Âşûr)
Cennet ehli, kendi halleri ile ferahlanmak ve cehennem ehlini üzmek için bu sözleri söyleyecekler, yoksa sadece kendi hallerini haber vermek ve muhatapların halini öğrenmek için değil. Onlar şöyle diyecekler:
- Biz, Rabbimizin bize vadettiğini gerçek bulduk; bu büyük nimetlere eriştik; siz de Rabbinizin size vadettiğini gerçek buldunuz mu?
Onlar da:
- Evet! Biz de bize vadedilen azabı gerçek bulduk diyecekler. (Ebüssuûd)
فَهَلْ وَجَدْتُمْ مَا وَعَدَ رَبُّكُمْ حَقاًّۜ
فَ atıf harfi ile gelen cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Fakat gerçek manada soru kastı taşımayan kelamda mütekellimin amacı, muhatabı kınamaktır. Bu nedenle cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca muhatabın cevabının belli olduğu soruda, tecâhül-i ârif sanatı vardır.
فَهَلْ وَجَدْتُمْ مَا وَعَدَ رَبُّكُمْ حَقاًّ cümlesindeki istifham, lüzum alakasıyla mecaz-ı mürseldir. (Âşûr)
Bu cümlenin haber manalı olması, haber cümlesine atfını mümkün kılmıştır.
قَدْ وَجَدْنَا مَا وَعَدَنَا رَبُّنَا حَقاًّ cümlesiyle وَجَدْتُمْ مَا وَعَدَ رَبُّكُمْ حَق cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
Cennetliklerin cehennemliklere bu sözü söylemiş olmasının sebebi, onların kendi hallerinden memnuniyetlerini ifade etmek, cehennemliklerin kötü halleriyle dalga geçip onları daha fazla gam ve kedere gark etmek ve bu ifadeleri dinleyenler için bunun bir lütuf olmasıdır.
Şayet وَعَدَنَا رَبُّنَا [Rabbimizin bize vadettiği] ifadesinde olduğu gibi, مَا وَعَدَ رَبُّكُمْ
yerine, مَا وَعَدَكُمْ رَبُّكُمْ (Rabbinizin size vadettiği) denilseydi olmaz mıydı?” dersen şöyle derim: “Rabbimizin bize vadettiği” ifadesinin delaleti sebebiyle ifadeyi hafifleştirmek için bu hazfedilmiştir. Birinin şöyle demesi de mümkündür: İfadenin mutlak kullanılmış olması, Allah’ın diriliş, hesap, sevap-ceza ve diğer kıyamet ahvalini kapsayan bütün vaatlerini içine alması içindir; çünkü bunların tamamını yalanlamaktaydılar. Ayrıca vadedilen şeylerin tamamı, hoşlarına gitmeyecek şeylerdir, cennet ehlinin nimetleri de cehennemlikler için tamamen azaptır. Bu sebeple ifade (“ كُمْ ,size” kaydı konulmadan) mutlak olarak kullanılmıştır. (Keşşâf)
قَالُوا نَعَمْۚ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli mahzuftur. نَعَمْۚ, takdiri نعم قد وجدنا ذلك [Evet, böyle bulduk] olan cümlenin yerindedir.
نَعَمْ ile بَلٰى arasındaki fark: Sîbeveyhi, نَعَمْ (evet) kelimesi, bir vaat ve bir tasdiktir demiştir. Sîbeveyhi’nin bu sözünü açıklayanlar şöyle demişlerdir: Bunun manası şudur: Bu kelime, bazen bir şeyi vadetmek için bazen de tasdik etmek için kullanılır, Yoksa bunun manası: نَعَمْ aynı anda hem vaat hem de tasdik ifade eder, demek değildir. Bir kimse “Bana veriyor musun?” dediğinde, öteki, “evet (نَعَمْ )” derse bu bir vaat olup bunda bir tasdik manası bulunmaz. Yine bir kimse, “Şöyle şöyle oldu…” dediğinde, sen de “Evet (نَعَمْ ) doğru söylüyorsun…” dersen, bunda bir vaat manası bulunmaz. Zeyd, kalkıyor mu? ifadesinde olduğu gibi müspet bir ifade kullanıp birşeyi sorduğunda, karşısındaki “Evet (نَعَمْ)” der. Eğer menfi bir ifade ile “Zeyd, kalkmıyor mu?” şeklinde sorulursa, sen de: “نَعَمْ (evet), kalkmıyor” diye değil, “ بَلٰى (evet, kalkıyor)” diye cevap verirsin. O halde نَعَمْ kelimesi, müspet ifadelerin cevabında; بَلٰى kelimesi ise menfi ifadelerin cevabında kullanılır.
Nitekim Cenab-ı Hakk da: اَلَسْتُ بِرَبِّكُمْ [ (Allah), Ben sizin Rabbiniz değil miyim?] dedi,onlar da: قَالُوا بَلٰىۚۛ [Evet, (Rabbimizsin) dediler.] (Araf Suresi, 172) buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)
فَاَذَّنَ مُؤَذِّنٌ بَيْنَهُمْ اَنْ لَعْنَةُ اللّٰهِ عَلَى الظَّالِم۪ينَۙ
Ayetin son cümlesindeki فَ istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. اَنْ tefsir harfidir. Tefsiriyye olan لَعْنَةُ اللّٰهِ عَلَى الظَّالِم۪ينَۙ cümlesinde müsnedün ileyhin izafetle marife olması, az sözle çok anlam ifade etme amacına matuftur.
عَلَى الظَّالِم۪ينَۙ ‘nin müteallakı olan haberin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
لَعْنَةُ اللّٰهِ izafeti muzâfun tazimi içindir.
Henüz gerçekleşmemiş olayların mazi fiil sıygasıyla ifade edilmesi, Kur’an’ın beyan üsluplarındandır.
Fiillerde gerçekleşen bir diğer istiare şekli de mazi ve muzari fiillerin birbiri yerine kullanılmasıdır.
النَّارِ - الْجَنَّةِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
وَعَدَنَا - وَعَدَ ve اَذَّنَ - مُؤَذِّنٌ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
رَبُّ - حَقاًّ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
الظَّالِم۪ينَ ile kastedilen, Allah yolundan yüz çeviren müşriklerdir. (Âşûr)