A'râf Sûresi 85. Ayet

وَاِلٰى مَدْيَنَ اَخَاهُمْ شُعَيْباًۜ قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ قَدْ جَٓاءَتْكُمْ بَيِّنَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ فَاَوْفُوا الْكَيْلَ وَالْم۪يزَانَ وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ اَشْيَٓاءَهُمْ وَلَا تُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِ بَعْدَ اِصْلَاحِهَاۜ ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَۚ  ...

Medyen halkına da kardeşleri Şu’ayb’ı peygamber olarak gönderdik. Dedi ki: “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin için O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Rabbinizden size açık bir delil gelmiştir. Artık ölçüyü ve tartıyı tam yapın. İnsanların mallarını eksiltmeyin. Düzene sokulduktan sonra yeryüzünde bozgunculuk etmeyin. İnananlar iseniz bunlar sizin için hayırlıdır.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِلَىٰ ve
2 مَدْيَنَ Medyen’e
3 أَخَاهُمْ kardeşleri ا خ و
4 شُعَيْبًا Şuayb’i (gönderdik)
5 قَالَ dedi ق و ل
6 يَا قَوْمِ kavmim ق و م
7 اعْبُدُوا kulluk edin ع ب د
8 اللَّهَ Allah’a
9 مَا yoktur
10 لَكُمْ sizin
11 مِنْ hiç
12 إِلَٰهٍ tanrınız ا ل ه
13 غَيْرُهُ O’ndan başka غ ي ر
14 قَدْ doğrusu
15 جَاءَتْكُمْ size geldi ج ي ا
16 بَيِّنَةٌ açık bir delil ب ي ن
17 مِنْ -den
18 رَبِّكُمْ Rabbiniz- ر ب ب
19 فَأَوْفُوا tam yapın و ف ي
20 الْكَيْلَ ölçüyü ك ي ل
21 وَالْمِيزَانَ ve tartıyı و ز ن
22 وَلَا ve
23 تَبْخَسُوا eksiltmeyin ب خ س
24 النَّاسَ insanların ن و س
25 أَشْيَاءَهُمْ eşyalarını ش ي ا
26 وَلَا
27 تُفْسِدُوا bozgunculuk yapmayın ف س د
28 فِي
29 الْأَرْضِ yeryüzünde ا ر ض
30 بَعْدَ sonra ب ع د
31 إِصْلَاحِهَا düzeltildikten ص ل ح
32 ذَٰلِكُمْ böylesi
33 خَيْرٌ daha iyidir خ ي ر
34 لَكُمْ sizin için
35 إِنْ eğer
36 كُنْتُمْ iseniz ك و ن
37 مُؤْمِنِينَ inananlar ا م ن
 

Medyen, Mısır ile Filistin arasında, Sînâ yarımadasının kuzeyindeki bölgenin adıdır. Hz. Şuayb döneminde buralarda Araplar’ın Emur (Amoriler) koluna mensup kabileler oturuyordu.

 

 İslâmî kaynaklarda Medyen’le ilgili daha farklı bilgiler de verilmektedir. Bir görüşe göre Medyen’in, Hz. İbrâhim’in oğlunun ismi olduğu, zamanla onun soyundan gelenlerin de bu isimle anıldığı söylenir. Akabe körfezinin doğu kıyısındaki Maan yakınlarında bulunan eski bir şehir bu adı taşımaktaydı (bk. Yâkut, Mu‘cemü’l-büldân, Beyrut 1410/1990, V, 92-93; Fr. Buhl, “Medyen Şuayb”, İA, VII, 473-474; a.mlf., “Şu‘ayb”, İA, XI, 579-580). İbn Kesîr’e göre Medyen halkı “Eyke halkı” diye de anılırdı. Bunlar ağaçlara taptıkları için gür ağaçları ifade etmek üzere kullanılan Eyke ismiyle anılmışlardır (III, 443; VI, 168).

 Medyen halkı Şuayb aleyhisselâm döneminde Mısır krallarına bağlıydı. Araplar’la yakın ilişkileri neticesinde zamanla Araplaşmışlardır (İbn Âşûr, VIII, 239-240). Aynı soydan gelen Şuayb’ın şeceresi kaynaklarda İbrâhim oğlu Medyen oğlu Yeşcur oğlu Mîkâil oğlu Şuayb şeklinde verilir. Şeceresi hakkında farklı bilgiler de vardır (bk. Şevkânî, II, 256). Tevrat’ta ismi, Çıkış, 2/18’de Reuel; Çıkış, 3/1’de Midyan kâhini Yetro; Sayılar 10/18’de Reuel oğlu Hobab gibi farklı şekillerde verilmektedir. Tefsirlerde anlatıldığına göre Hz. Mûsâ Mısır’dan çıktıktan sonra Medyen’e gelmiş, Hz. Şuayb ile tanışarak on yıl kadar onun işinde çalışmış; sonunda  

Şuayb Mûsâ’yı kızıyla evlendirmiştir. Şuayb da Nûh’un davetini tekrarlayarak Medyen halkını Allah’a kulluk etmeye ve O’ndan başka tanrı tanımamaya çağırmış; ayrıca onlara, âyette mahiyeti hakkında bilgi verilmeyen bir “beyyine” (mûcize veya belge) göstermiştir. 

Medyen’in, inkârcılıkları yanında, başta gelen toplumsal hastalıkları ticaret ahlâkının bozulması ve din hürriyetinin ortadan kalkmasıydı. Bu yüzden peygamberleri onları bundan menetti; ölçü ve tartıda adaletli olmaya; insanların haklarını nicelik veya nitelik olarak eksiltmeden, zarar vermeden ödemeye; ülkenin düzenini bozup halkın huzurunu kaçırmaktan, gerçeği arayan insanların yollarını keserek onları tehdit etmekten, Allah yolunda gitmelerini engellemekten ve içlerinde kuşku uyandırmaktan vazgeçmeye çağırdı. Bu son ifadelerden anlaşıldığına göre Medyen’in inkârcı insanları, Hz. Şuayb ile görüşüp onun mesajını öğrenmek üzere huzuruna gelmek isteyen insanların yollarını kesiyor, onları tehdit ediyor, içlerine kuşku salıyor, peygamberle görüşmelerini engelliyorlardı. 

Fahreddin er-Râzî’ye göre 85. âyetteki Allah’a ibadet buyruğu ile peygamberin getirdiği “beyyine”yi ifade eden kısım “Allah’ın emrine saygı” (et-ta‘zîm li-emrillâh) ilkesinin; ardından gelen üç buyruk da “Allah’ın yarattıklarına şefkat” (eş-şefkatü alâ halkıllâh) ilkesinin kapsamına girer (XIV, 174). Ölçü ve tartıda dürüstlük buyruğu müşterinin haklarını, “insanların mallarının değerini düşürmeyin” buyruğu da satıcının haklarını korumayı hedefler (İbn Âşûr, VIII/2, s. 243-244). Aynı âyetin sonunda, insanların bu buyruklara uymalarının bizâtihi kendi iyiliklerine olduğu da belirtilmek suretiyle gerek iman, gerekse ahlâk kurallarının insanların yine kendilerine dünya ve âhiret saadeti kazandıracağına işaret edilmiş; buna mukabil 86. âyetin sonunda da inkârcılık ve haksız davranışlarıyla din ve dünya düzenini bozanların uğradıkları kötü âkıbet hatırlatılmıştır. 87. âyette ise Şuayb’ın davetine inananlardan da inanmayanlardan da bir süre sabredip beklemeleri istenmekte; hüküm verenlerin en iyisi olan yüce Allah’ın, mutlak adaletiyle kimin haklı olduğunu ortaya çıkaracağı bildirilmektedir.

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 554-556

 

وَاِلٰى مَدْيَنَ اَخَاهُمْ شُعَيْباًۜ

 

وَ  istînâfiyyedir.  اِلٰى مَدْيَنَ  car mecruru mahzuf fiile müteallıktır. Takdiri;  أرسلنا  şeklindedir.

اَخَاهُمْ  mef’ûlun bih olup harfle îrab olan beş isimden biridir. Nasb alameti eliftir.

Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

شُعَيْباً  kelimesi  اَخَاهُمْ ‘den bedel olup lafzen mansubtur.


 قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ

 

Fiil cümlesidir. قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. 

Mekulü’l-kavli,  يَا قَوْمِ ’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

يَا  nida harfi,  قَوْمِ  münadadır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim  ي ’sı mahzuftur.

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude. Burada münada muzâf olarak geldiği için mureb münadaya girer ve lafzen mansubtur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Nidanın cevabı  اعْبُدُوا اللّٰهَ ‘dır.  اعْبُدُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اللّٰهَ  lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile masubtur.

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  لَكُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. 

مِنْ  harf-i ceri zaiddir.  اِلٰهٍ  lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.

غَيْرُهُ  kelimesi  اِلٰهٍ  kelimesinin sıfatıdır. Bu kelimenin mahallen merfû oluşu dolayısıyla merfu olarak gelmiştir. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


قَدْ جَٓاءَتْكُمْ بَيِّنَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ

 

قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.  جَٓاءَتْكُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.

Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  بَيِّنَةٌ  fail olup lafzen merfûdur.

مِنْ رَبِّكُمْ  car mecruru  جَٓاءَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


فَاَوْفُوا الْكَيْلَ وَالْم۪يزَانَ وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ اَشْيَٓاءَهُمْ وَلَا تُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِ بَعْدَ اِصْلَاحِهَاۜ 

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri;  إن آمنتم بالبيّنة فأوفوا (Apaçık delillere iman ettiyseniz vefalı olun.) şeklindedir.

Şart ve cevap fiilleri mazi ve muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. 

Şart cümlesi mazi ve muzari fiille olur. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ‘si) gelmez. Ayrıca  لَمْ  (cahd-ı mutlak) ve  لَا  (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ‘si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف ‘si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَوْفُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

الْكَيْلَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  الْم۪يزَانَ  kelimesi atıf harfi  وَ ‘la  الْكَيْلَ kelimesine matuftur.

وَ  atıf harfidir.  لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَبْخَسُوا  fiili  نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

النَّاسَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  اَشْيَٓاءَهُمْ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

وَ  atıf harfidir.  لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تُفْسِدُوا fiili  نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

فِي الْاَرْضِ  car mecruru  تُفْسِدُوا  fiiline müteallıktır.

بَعْدَ  zaman zarfı,  تُفْسِدُوا  fiiline müteallıktır.  اِصْلَاحِهَا  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır.

Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَۚ

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  ذٰلِكُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

خَيْرٌ  haber olup lafzen merfûdur.  خَيْرٌ  kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır. Çok kullanıldığı için başındaki hemze hafifletilmiştir.

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsmi tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfatı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.

خَيْرٌ  ve  شَرٌّ  kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları  اَخْيَرُ  ve  اَشْرَرُ  veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:

1. ال ’sız  مِنْ ’li gelir.  مِنْ  hazfedilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.

2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat 

olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).

3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.

4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَكُمْ  car mecruru  خَيْرٌ ’a müteallıktır.

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  كُنتُم ’ün dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.  تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. 

مُؤْمِن۪ينَ  kelimesi  كان ’nin haberi olup nasb alameti  ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri; إن كنتم مؤمنين فافعلوا ذلك الخير (Eğer iman ettiyseniz bu hayırlı işi yapın.) şeklindedir.

مُؤْمِن۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
 

وَاِلٰى مَدْيَنَ اَخَاهُمْ شُعَيْباًۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  اِلٰى عَادٍ car-mecruru  takdiri  أرسلنا [gönderdik] olan fiile müteallıktır. Mef’ûl olan  اَخَاهُمْ ’a takdim edilmiştir. Mahzufla birlikte cümle, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اَخَاهُمْ  [içlerinden biri] demektir. Nitekim “Araplardan biri” anlamında 

 يا احَا العرب  derler. Onlardan birinin peygamber olarak seçilmiş olmasının sebebi, kendi içlerinden olan ve doğruluğunu, güvenilirliğini ve her halini gayet iyi bildikleri bir kimsenin söylediklerini daha iyi anlayacak olmalarıdır. (Keşşâf)


 قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli, nida üslubunda talebî inşaî isnaddır. 

Münada olan  قَوْمِ ’deki mütekellim zamirinin hazfi nida edenin münadaya yakın olma isteğine işarettir. Kelimedeki kesra, muzâfun ileyhten ivazdır.

Nidanın cevabı olan  اعْبُدُوا اللّٰهَ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

قَالَ يَا قَوْمِ  ifadesinde atıf harfi hazfedilmiş, Nûh kıssasında denildiği gibi  فَقَالََ denilmemiştir. Bu, farazî olarak soru soran bir kimsenin “Peki, Şuayb onlara ne dedi?” şeklinde sorduğu düşünülen bir soruya cevap şeklindedir. Bu yüzden cevap, bağlaçsız [dedi ki: ey kavmim! Sadece Allah’a kulluk edin] şeklinde verilmiştir. (Keşşâf, Âşûr)

Mutaffifin suresinde de ölçü-tartıdan bahsedilir ve Medyen halkını hatırlatır.

 تُفْسِدُوا -  اِصْلَاحِهَاۜ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.


مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Sübut ifade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır. 

Cümlede îcaz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  مَا  nafiyedir.  لَكُمْ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır. 

Muahhar mübteda olan  اِلٰهٍ , zaid  مِنْ  sebebiyle lafzen mecrur, mahallen merfûdur.  اِلٰهٍ ‘deki tenvin kıllet ve nev ifade eder. مِنْ  harfi bu kelimeye “hiçbir”manası katmıştır. Bilindiği gibi nefy sıyakında nekre, umum ifade eder.

اِلٰهٍ , غَيْرُهُۜ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

غَيْرُهُۜ izafeti, gayrının tahkiri içindir.

اِلٰهٍ - اللّٰهَ  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayetin ilk cümleleri, 65. ve 73. ayetlerdeki cümlelerin tekrarıdır. Bu ayetler arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekit edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri  Ahkaf/29)

Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.


 قَدْ جَٓاءَتْكُمْ بَيِّنَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ

 

Fasılla gelen ve Şuayb (as)’ın sözlerinin devamı olan cümle istînâfiyyedir.  قَدْ  ile tekid edilmiş, mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.  بَيِّنَةٌ  ’deki tenvin tazim ve nev ifade eder.

رَبِّكُمْۜ  izafeti, emre itaati teşvik amacıyla gelmiştir.

جَٓاءَتْكُمْ بَيِّنَةٌ  [size ayetler geldi] ifadesinde mecaz-i isnad ve tecessüm sanatı vardır.

Ayette ayrıca îcâz-ı hazif sanatı vardır.

قَدْ جَٓاءَتْكُمْ بَيِّنَةٌ [Muhakkak size bir beyyine geldi] cümlesinde apaçık manasındaki sıfat olan [beyyine] kelimesi zikredilmiş, mevsuf olan ‘’ayetler’’ kelimesi hazfedilmiştir. 

Bu cümle de 73.ayetteki cümlenin tekrarıdır. Cümleler arasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


فَاَوْفُوا الْكَيْلَ وَالْم۪يزَانَ وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ اَشْيَٓاءَهُمْ وَلَا تُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِ بَعْدَ اِصْلَاحِهَاۜ

 

 فَ  mahzuf şartın cevabına gelmiş rabıtadır. Sebebi müsebbebe bağlayan harf olması da caizdir.

Cevap olan  فَاَوْفُوا الْكَيْلَ وَالْم۪يزَانَ  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Takdiri  إن آمنتم بالبيّنة [Apaçık ayetlere iman ettiyseniz] olan mahzufla birlikte terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Nehiy üslubunda talebî inşâî isnad olan  وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ اَشْيَٓاءَهُمْ  cümlesi şartın cevabına وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi tezâyüftür.

Yine tezâyüf sebebiyle makabline atfedilen …وَلَا تُفْسِدُوا فِي  cümlesi aynı üslupta gelmiştir.

الْكَيْلَ - الْم۪يزَانَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

تُفْسِدُوا - اِصْلَاحِهَاۜ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

لَا تَبْخَسُوا النَّاسَ اَشْيَٓاءَهُمْ [İnsanların eşyasını kısmayın” haklarını eksik vermeyin. Genel olarak  اَشْيَٓاءَهُمْ  demesi, onların önemli ve önemsiz, az ve çok kıstıklarını vurgulamak içindir. (Beyzâvî)

Ayette  لَا تُفْسِدُوا /bozgunculuk etmeyin ifadesi nehy-i hazırdır. Nehiy bazen yasaklama anlamından çıkarak cümlenin gelişinden ve durum karinelerinden anlaşılan başka manalara da gelebilir. Bu manaların başlıcaları şunlardır: Dua, irşad, iltimas, temenni, kınama, ümitsizliğe düşürme, tehdit, tahkir, devam, sonuç açıklama, kerahat, i'tinas, tesviye. (Elif Yavuz / Belagat İlminde Haber Ve İnşa Bakara Suresi Örneği)


  ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ 

 

Şibh-i kemâl-i ittisâl nedeniyle fasılla gelen cümle, ta’liliyyedir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatıdır. Zamandan bağımsız, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Müsnedün ileyhin işaret ismi olan  ذلك  ile marife olması, en güzel şekilde temyiz etmek ve tazim içindir. 

ذٰلِكَ  ile Allah’ın koyduğu hükümlere işaret edilerek konunun önemi vurgulanmıştır.

İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de ‘‘vücudun tahakkuku’’dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

ذٰلِكَ  ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Duhan/57, S. 190) 

خَيْرٌ  sözündeki tenkir, dünya ve ahiret hayırlarını bir araya topladığı için tazim ve kemâl manası içindir. (Âşûr) 


اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَۚ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen son cümle, şart üslubunda talebî inşaî isnaddır. Şart cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sübut ifade eden isim cümlesidir.

Takdiri  إن كنتم مؤمنين فافعلوا ذلك الخير  (Eğer müminseniz bu hayırlı işi yapın.) olan terkipte, öncesinin delaletiyle cevap cümlesi hazfedilmiştir. Dolayısıyla cümlede  îcâz-ı hazif sanatı vardır.

Ayetin sonundaki şart cümlesinin cevabı Kur’an’da çoğu yerde olduğu gibi mahzuftur, öncesinin delaletinden mana anlaşılır.