وَمِمَّنْ حَوْلَكُمْ مِنَ الْاَعْرَابِ مُنَافِقُونَۜ وَمِنْ اَهْلِ الْمَد۪ينَةِ مَرَدُوا عَلَى النِّفَاقِ لَا تَعْلَمُهُمْۜ نَحْنُ نَعْلَمُهُمْۜ سَنُعَذِّبُهُمْ مَرَّتَيْنِ ثُمَّ يُرَدُّونَ اِلٰى عَذَابٍ عَظ۪يمٍۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمِمَّنْ | ve vardır |
|
2 | حَوْلَكُمْ | çevrenizdeki |
|
3 | مِنَ |
|
|
4 | الْأَعْرَابِ | bedevi Araplardan |
|
5 | مُنَافِقُونَ | münafıklar |
|
6 | وَمِنْ | ve |
|
7 | أَهْلِ | halkından |
|
8 | الْمَدِينَةِ | Medine |
|
9 | مَرَدُوا | iyice alışmış |
|
10 | عَلَى |
|
|
11 | النِّفَاقِ | iki yüzlülüğe |
|
12 | لَا |
|
|
13 | تَعْلَمُهُمْ | sen onları bilmezsin |
|
14 | نَحْنُ | biz |
|
15 | نَعْلَمُهُمْ | onları biliriz |
|
16 | سَنُعَذِّبُهُمْ | onlara azabedeceğiz |
|
17 | مَرَّتَيْنِ | iki kere |
|
18 | ثُمَّ | sonra da |
|
19 | يُرَدُّونَ | onlar itileceklerdir |
|
20 | إِلَىٰ |
|
|
21 | عَذَابٍ | azaba |
|
22 | عَظِيمٍ | büyük |
|
وَمِمَّنْ حَوْلَكُمْ مِنَ الْاَعْرَابِ مُنَافِقُونَۜ
وَ atıf harfidir. مَنْ müşterek ism-i mevsûlü, مِنْ harf-i ceriyle birlikte mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
حَوْلَكُمْ mekân zarfı, mahzuf sılaya müteallıktır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنَ الْاَعْرَابِ car mecruru ism-i mevsûlun mahzuf haline müteallıktır.
مُنَافِقُونَ muahhar mübteda olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
مُنَافِقُونَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan mufâale babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمِنْ اَهْلِ الْمَد۪ينَةِ مَرَدُوا عَلَى النِّفَاقِ لَا تَعْلَمُهُمْۜ
وَ atıf harfidir. مِنْ اَهْلِ car mecruru mahzuf habere müteallıktır. الْمَد۪ينَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
مَرَدُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَلَى النِّفَاقِ car mecruru مَرَدُوا fiiline müteallıktır.
لَا تَعْلَمُهُمْ cümlesi مَرَدُوا ’deki failin hali olarak mahallen mansubtur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَعْلَمُهُمْ merfû muzari fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ’dir.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
نَحْنُ نَعْلَمُهُمْۜ
İsim cümlesidir. Munfasıl zamir نَحْنُ mübteda olarak mahallen merfûdur. نَعْلَمُهُمْ fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
نَعْلَمُهُمْ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İkinci mef’ûlu mahzuftur. Takdiri, نعلمهم منافقين şeklindedir.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller ‘etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi’ gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
سَنُعَذِّبُهُمْ مَرَّتَيْنِ ثُمَّ يُرَدُّونَ اِلٰى عَذَابٍ عَظ۪يمٍۚ
Fiil cümlesidir. سَنُعَذِّبُهُمْ fiilinin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.
سَنُعَذِّبُهُمْ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. مَرَّتَيْنِ mef’ûlu mutlaktan naib olup müsenna olduğu için ى ile mansubtur.
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. يُرَدُّونَ fiili نَ ’un sübutuyla meçhul merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.
اِلٰى عَذَابٍ car mecruru يُرَدُّونَ fiiline müteallıktır. عَظ۪يمٍ kelimesi عَذَابٍ ‘in sıfatıdır.
سَنُعَذِّبُهُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi عذب ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.وَمِمَّنْ حَوْلَكُمْ مِنَ الْاَعْرَابِ مُنَافِقُونَۜ وَمِنْ اَهْلِ الْمَد۪ينَةِ
Ayet وَ ’la önceki ayetteki istînâfa atfedilmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır. مِمَّنْ mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
Car-mecrurun takdimi sıfat değil haber olduğuna tenbih içindir. مِمَّنْ حَوْلَكُمْ ’deki مِنْ tebiz için مِنَ الْاَعْرَابِ ’daki مِنْ ise müşterek ismi mevsûl مَنْ ’in beyanı içindir. (Âşûr)
مُنَافِقُونَ muahhar mübtedadır. Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’in sılası mahzuftur. Mekân zarfı حَوْلَكُمْ bu mahzuf sılaya müteallıktır.
مِمَّنْ ,وَمِنْ اَهْلِ الْمَد۪ينَةِ ’e matuftur.
وَمِنْ اَهْلِ الْمَد۪ينَةِ sözündeki مِنْ ba’d manasındadır. مَرَدُوا ise haberdir. Veya مِنْ mahzuf bir kısma delalet eden teb'izdir..Takdiri, ومِن أهْلِ المَدِينَةِ جَماعَةٌ مَرَدُوا (Medine halkından inad eden bir topluluk var) şeklindedir. (Âşûr)
مَرَدُوا عَلَى النِّفَاقِ لَا تَعْلَمُهُمْۜ نَحْنُ نَعْلَمُهُمْۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle önceki manayı tekid hükmündedir. Bu cümlenin, مُنَافِقُونَۜ ’den hal olması da caizdir.
Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan bu cümle temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
مَرَدُوا fiilinin failinden hal olan لَا تَعْلَمُهُمْ cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hal cümleleri anlamı açıklamak için yapılan ıtnâb sanatıdır.
مَرَدُوا kelimesi asıl itibari ile yumuşaklık, dokunmak ve başka şeylerden soyutlanmak anlamındadır. Sanki onlar her şeyden soyutlanarak münafıklığa girmiş gibidirler. Üzerinde bitki yeşermemiş bulunan “yumuşak kum” ifadesi ile üzerinde yaprak bulunmayan dal demek olan; (وغصن أمرد لا ورق عليه) ifadesi de
buradan gelmektedir. (Kurtubî, Fahreddin er-Râzî)
مَرَدُوا عَلَى النِّفَاقِ sözündeki “nifakta inat” vasfına en uygun mana, önce çöl, sonra Medine çevresindeki bedevî Arapların daha sonra da Medine münafıklarının zikredilmesidir. (Ebüssuûd)
Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiş cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Sübut ifade eden isim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlenin müsnedinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
نَعْلَمُهُمْ fiili azamet zamirine isnad edilmiştir. Önceki ayetteki Allah lafzından sonra bu ayette azamet zamirine iltifat edilmiştir.
Allah Teâlâ Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 421)
لَا تَعْلَمُهُمْ - نَعْلَمُهُمْ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı ve لَا تَعْلَمُهُمْ cümlesi ile نَحْنُ نَعْلَمُهُمْ cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.
سَنُعَذِّبُهُمْ مَرَّتَيْنِ ثُمَّ يُرَدُّونَ اِلٰى عَذَابٍ عَظ۪يمٍۚ
Gizli bir soruya cevap olarak gelen cümle beyanî istînâftır. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâl olan cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Makabline matuf يُرَدُّونَ اِلٰى عَذَابٍ عَظ۪يمٍۚ cümlesi, yine muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Fiiller muzari sıygada gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
سَنُعَذِّبُهُمْ مَرَّتَيْنِ cümlesinin başındaki gelecek zaman bildiren سَ harfi azabın mutlaka gerçekleşeceğinin göstergesidir. Tekid ifade eder. Ayrıca سَنُعَذِّبُهُمْ fiili tef’il babında gelerek çokluk anlamı kazandırmıştır.
عَذَابٍ عَظ۪يمٍۚ tabirinin nekre gelişi bu azabın tahayyül edilemeyecek kadar büyük bir azap olduğunun işaretidir.
Medineliler arasında ve bedeviler arasında iki farklı grup olan münafıklar, azap edilecekleri konusunda cem’ edilmişlerdir. Bu üslup, cem' ma’at-taksim sanatıdır.
عَذَابٍ ,عَظ۪يمٍۚ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
عَذَابٍ عَظ۪يمٍۚ cehennem azabından kinayedir.
يُرَدُّونَ اِلٰى عَذَابٍ عَظ۪يمٍۚ ayetiyle ilgili hayat, üç türlüdür: Dünya hayatı, kabir hayatı ve kıyamet hayatı. Binaenaleyh Cenab-ı Allah'ın bu ifadesinden murad, her türlüsü ile dünya azabı ve kabir azabıdır. Ayetteki, “Sonra da onlar daha büyük bir azaba döndürüleceklerdir.” ifadesi ile de onların üçüncü hayatta yani kıyamet hayatında görecekleri azap kastedilmiştir.(Fahreddin er-Râzî, Ebüssuûd)