Tevbe Sûresi 100. Ayet

وَالسَّابِقُونَ الْاَوَّلُونَ مِنَ الْمُهَاجِر۪ينَ وَالْاَنْصَارِ وَالَّذ۪ينَ اتَّبَعُوهُمْ بِاِحْسَانٍۙ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ وَاَعَدَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي تَحْتَهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَداًۜ ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ  ...

İslâm’ı ilk önce kabul eden muhâcirler ve ensar ile, iyilikle onlara uyanlar var ya, Allah onlardan razı olmuş; onlar da O’ndan razı olmuşlardır. Allah, onlara içinden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük başarıdır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالسَّابِقُونَ öne geçenlerden س ب ق
2 الْأَوَّلُونَ ilk olanlar ا و ل
3 مِنَ -den
4 الْمُهَاجِرِينَ Muhacirler- ه ج ر
5 وَالْأَنْصَارِ ve Ensardan ن ص ر
6 وَالَّذِينَ ve kimseler
7 اتَّبَعُوهُمْ ona tabi olan(lar) ت ب ع
8 بِإِحْسَانٍ güzelce ح س ن
9 رَضِيَ razı olmuştur ر ض و
10 اللَّهُ Allah
11 عَنْهُمْ onlardan
12 وَرَضُوا onlar da razı olmuşlardır ر ض و
13 عَنْهُ O’ndan
14 وَأَعَدَّ ve hazırlamıştır ع د د
15 لَهُمْ onlara
16 جَنَّاتٍ cennetler ج ن ن
17 تَجْرِي akan ج ر ي
18 تَحْتَهَا altlarından ت ح ت
19 الْأَنْهَارُ ırmaklar ن ه ر
20 خَالِدِينَ kalacakları خ ل د
21 فِيهَا içinde
22 أَبَدًا ebedi ا ب د
23 ذَٰلِكَ işte budur
24 الْفَوْزُ kurtuluş ف و ز
25 الْعَظِيمُ büyük ع ظ م
 
Önceki âyetlerde bedevî Araplar’ın içinde hem münafıkların hem de samimi müminlerin bulunduğu belirtildiği gibi 101-106. âyetlerde müminlerin çevresinde gerçek iman ve ona uygun amel sahibi olup olmama bakımından farklı grupların bulunduğuna değinilecektir. Bu âyette ise, en zor şartlar altında Hz. Peygamber’e ilk desteği veren, İslâm mesajının insanlığa ulaştırılması uğruna kendilerini feda etmeyi göze alan örnek nesle özel bir gönderme yapılmış, onların Allah’ın hoşnutluğunu kazandığında şüphe bulunmadığı ifade edilmiş ve iyilik yolunda onları kendileri için model kişilikler olarak görüp onlar gibi davranmaya çalışanların da bu övülen gruba dahil olacağı bildirilmiştir.
Sözlükte muhâcirûn “bir yeri terkeden, ülkesinden ayrılıp başka yere göç eden kişi” anlamındaki muhâcir kelimesinin çoğuludur. İslâmî terminolojide muhâcirûn kelimesiyle, Allah’a ve Hz. Muhammed’in O’nun peygamberi olduğuna iman ettikleri ve müslümanca yaşamak istedikleri için Mekkeli müşriklerce çeşitli eziyetlere uğratılan ve yurtlarından çıkmaya mecbur edilen kimseler kastedilir. Bu baskılar karşısında gerçekleşen ilk hicret, peygamberliğin beş ve altıncı yıllarında az sayıda müslümanın Habeşistan’a göç etmesi şeklinde olmuştur. Asıl büyük hicret ise peygamberliğin on üçüncü yılında Resûlullah’ın da katıldığı Medine’ye yapılan göçtür. Sözlükte ensar “çok yardım edenler” anlamına gelir; İslâmî bir terim olarak Resûlullah’a ve Mekke’den göç eden müminlere kucak açan Medineli müslümanları ifade eder. Bu topluluktan bir kişiyi belirtmek üzere ensarî kelimesi kullanılır. Hz. Peygamber’in zorlu iman mücadelesinde onun en yakınında yer alan muhacirlerle gerek onu gerekse muhacirleri bağırlarına basan ensar, birçok âyet ve hadiste övgüyle anılmışlardır.
 “Muhacir ve ensarın ilkleri” ifadesiyle kimlerin kastedildiği hakkında değişik yorumlar yapılmıştır. Bunların başlıcaları şöyledir: İki kıbleye (hem Mescid-i Aksâ’ya hem Mescid-i Harâm’a) doğru namaz kılmış olanlar, Bedir Savaşı’na katılanlar, Bey‘atürrıdvân’da hazır bulunanlar (Taberî, XI, 6-8; Râzî, XVI, 168). Râzî’ye göre âyette bu erdemli kişilerin hangi hususta “ilk” oldukları açıklanmadığına göre bu sözcüğü muhacir ve ensar nitelemesiyle birlikte kullanıldığı dikkate alınarak yorumlamak isabetli olur. Buna göre anılan ifadeyi “ilk hicret edenler ve Resûlullah’a ilk yardım edenler” şeklinde anlamak uygun olur (XVI, 168-169). Burada sahâbenin belirli bir kısmının değil, “muhacirler ve ensar olarak nitelenen ilk müslümanlar” anlamının yani bütün sahâbenin kastedildiği yorumu da yapılmıştır. Yine, âyetin “onlara güzelce uyanlar” diye tercüme ettiğimiz kısmını tâbiîn nesli şeklinde anlayanlar olduğu gibi, bu ifade “kıyamete kadar onların yolunda yürüyen müminler” şeklinde de tefsir edilmiştir. Öte yandan, “onlara güzelce uyanlar” denince hatıra ilk gelen mâna, onların iyi davranışlarının örnek alınmasıdır; ancak bu ifadeye “onları iyilikle ananlar, onların hâtırasına saygı duyanlar” anlamı da verilmiştir (İbn Atıyye, III, 75; Râzî, XVI, 171-172; Şevkânî, II, 452-453).

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 51-52
 
فوز Feveze: فَوْزٌ selametle birlikte hayır elde etmektir. Kuran-ı Kerim’de üç defa geçen مَفازٌ ve مَفازَةٌ kelimeleri bu fiile ait mastarlardan biridir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 29 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli Fevzi’dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
 

وَالسَّابِقُونَ الْاَوَّلُونَ مِنَ الْمُهَاجِر۪ينَ وَالْاَنْصَارِ وَالَّذ۪ينَ اتَّبَعُوهُمْ بِاِحْسَانٍۙ 

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  السَّابِقُونَ  mübteda olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

الْاَوَّلُونَ   kelimesi  السَّابِقُونَ nin sıfatı olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

مِنَ الْمُهَاجِر۪ينَ  car mecruru  mübtedanın mahzuf haline müteallıktır.  الْمُهَاجِر۪ينَ nin cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الْاَنْصَارِ  kelimesi atıf harfi  وَ la  الْمُهَاجِر۪ينَ ye matuf olup kesra ile mecrurdur.

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, atıf harfi  وَ la  الْمُهَاجِر۪ينَ ye matuf olup mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  اتَّبَعُوهُمْ بِاِحْسَانٍ dir.

اتَّبَعُوهُمْ  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

بِاِحْسَانٍ  car mecruru   اتَّبَعُوهُمْ deki failin mahzuf haline müteallıktır. 

السَّابِقُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  سبق  fiilinin ism-i failidir.

الْمُهَاجِر۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan mufâale babının ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اتَّبَعُوهُمْ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

İftiâl babındadır. Sülâsîsi  تبع ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ 

 

Fiil cümlesidir.  رَضِيَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

عَنْهُمْ  car mecruru  رَضِيَ  fiiline müteallıktır.

وَ  atıf harfidir.  رَضُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

عَنْهُ  car mecruru  رَضُوا  fiiline müteallıktır. 


وَاَعَدَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي تَحْتَهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَداًۜ 

 

 

 Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  اَعَدَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  لَهُمْ  car mecruru  mahzuf  mukaddem habere müteallıktır.

جَنَّاتٍ  kelimesi mef’ûlun bih olup cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.

تَجْر۪ي تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ  cümlesi  جَنَّاتٍ  kelimesinin sıfatı olarak mahallen mansubdur.

تَجْر۪ي  fiili  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.  تَحْتِهَا  car mecruru, تَجْرِي fiiline müteallıktır. Muzâf hazfedilmiştir. Takdiri,  من تحت أشجارها  (ağaçlarının altından) şeklindedir.

الْاَنْهَارُ  kelimesi,  تَجْرِي  fiilinin  failidir.

خَالِد۪ينَ  hal olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler,  ي  ile nasb olurlar.  ف۪يهَا  car mecruru  خَالِد۪ينَ ’ye müteallıktır. 

خَالِد۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  خلد  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

الْفَوْزُ  haber olup lafzen merfûdur.  الْعَظ۪يمُ  ise  الْفَوْزُ  kelimesinin sıfatıdır.

 

وَالسَّابِقُونَ الْاَوَّلُونَ مِنَ الْمُهَاجِر۪ينَ وَالْاَنْصَارِ وَالَّذ۪ينَ اتَّبَعُوهُمْ بِاِحْسَانٍۙ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ

 

وَ  istînâfiyedir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesidir.  مِنَ الْمُهَاجِر۪ينَ, mübtedanın mahzuf haline müteallıktır.  الْاَنْصَارِ  ve  مِنَ الْمُهَاجِر۪ينَ  ,الَّذ۪ينَ’ye matuftur. Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûlün sılası mazi fiil sıygasında  اتَّبَعُوهُمْ بِاِحْسَانٍۙ  cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

السَّابِقُونَ الْاَوَّلُونَ مِنَ الْمُهَاجِر۪ينَ وَالْاَنْصَارِ  ifadesinden murad, bütün Muhacir ve Ensardır.

(Ebüssuûd)

Ayetteki “Muhacirlerden ve Ensardan” ifadesinin başındaki  مِنَ  edatı tebiz için değil, aksine tebyin içindir. Buna göre bunun manası, “Muhacir ve Ensar olarak tavsif edilen sabikûn (öncüler)...” şeklindedir. Bu tıpkı, [O halde murdar putlardan kaçınınız. (Hac Suresi, 30)] ayetinde olduğu gibidir. Alimlerin çoğu bu görüşü benimsemişlerdir. (Fahreddin er-Râzî)

Mübtedanın haberi olan  رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمْ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin mazi fiil cümlesi olması hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Müsnedün ileyhin, bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve haşyet duyguları uyandırma amacına matuftur. Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle ayetteki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Aynı üsluptaki  وَرَضُوا عَنْهُ  cümlesi makabline atfedilmiştir. Aralarında mukabele sanatı vardır.

الْمُهَاجِر۪ينَ - الْاَنْصَارِ  arasında mürâât-ı nazîr,  رَضِيَ - رَضُوا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


وَاَعَدَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي تَحْتَهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَداًۜ

 

Makabline matuf olan cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Car-mecrur  لَهُمْ, önemine binaen mef’ûle takdim edilmiştir.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir. Ve ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, tecessüm ve istimrara işaret eden تَجْر۪ي تَحْتَهَا الْاَنْهَارُ  cümlesi,  جَنَّاتٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

جَنَّاتٍ ’deki tenvin nev, kesret ve tazim ifade eder.

خَالِد۪ينَ  ise haldir. Hal ıtnâb babındandır.

“Altından nehirler akma” tabiri otoritenin onlara ait olduğunu gösterir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 4, Zuhruf/51, s. 239)

72. ayette ve Kuranda başka yerlerin hepsinde min harfiyle gelen “Altından nehirler akma” tabiri burada bu harf olmadan gelmiştir.

جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ ﴿٧٢﴾ 
[ İçinden ırmaklar akan cennetler ] (Tevbe/72)

 جَنَّاتٍ تَجْر۪ي تَحْتَهَا الْاَنْهَارُ
[ İçinden ırmaklar akan cennetler ] (Tevbe/100)
Diğer yerlerdeki min harfi ibtida manasındadır. Nehirler cennetlerden, yani bitişik olduğu yerden fışkırmaya başlarlar. Bu ifade bu ayettekine göre daha mükemmeldir. Çünkü 100. ayette cennetlerin altından nehirlerin aktığı zikredilmiştir, fakat bu nehirlerin cennetlerden fışkırdığı söylenmemiştir.
Bu tabir Kur'an'da sadece bu ayeti kerimede min harfi olmaksızın gelmiştir. Cennetlerin ve min harfinin zikredildiği ayetlerde kelam umumi olarak aralarında enbiya, resuller ve diğerlerinin de bulunduğu müminler hakkındadır ve bunların rütbesi  ilk iman eden muhacirlerden ve ensardan daha yüksektir. 100. ayetteki mükafatlar ise sadece ilk iman eden muhacirlere ve ensara mahsustur. Dolayısıyla 72. ayette min harfinin ilave edilmesi münasip olmuştur. Çünkü bunların arasında onlardan daha üst seviyede olan kişiler de vardır.
Dürretü't Tenzîl'de şöyle yazılıdır: Hepsine selam olsun enbiya ve diğerleri için hazırlanan cennetlerden fışkıran nehirlerden haber verilen ayetteki min  harfi ibtidai gaye içindir. Bu nehirler kaynakları dolayısıyla daha şereflidir. Cennetlerden fışkıran nehirler ve ağaçları diğerlerinden daha şereflidir. Min harfinin zikredilmediği cümle ise arasında peygamberlerin olmadığı bir kavme mahsustur.
Çünkü Kur'an'da bu ayetten başka cennetlerin ve onların altından fışkıran nehirlerin vaad edildiği ve bu vaadin verildiği kişiler arasında peygamberlerin olmadığı hiçbir yer yoktur. Bu; bütün Kur'an için geçerlidir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Tabiril Kurani)

اَعَدَّ اللّٰهُ  [Allah hazırladı.] ibaresinde de bu kişiler için tazim vardır. Misafire ikram ettiğimiz şeyler için “Ellerimle yaptım.” dememiz gibidir.

Zaman  zarfı  خَالِد۪ينَ  ,اَبَداً ’ye müteallıktır.


ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ

 

 

Ta’lil hükmünde, istînâfiyye olarak fasılla gelmiş, sübut ifade eden isim cümlesidir. Mübteda ve haberden müteşekkil faide-i haber talebî kelamdır.

Müsnedün ileyhin işaret ism-i  ذٰلِكَ  ile marife olması, işaret edilenin önemini belirterek tazim ve tecessüm ifade eder. 

Haberin marife oluşu bu vasfın müsnedün ileyhte kemâl derecede olduğunu belirtmek yanında tahsis ifade etmiştir. Haberin  sadece mübtedaya mahsus olması; başkasına ait olmaması demektir.

Uzak için kullanılan ve önceki ayetteki hayra ve felaha işaret eden  ذٰلِكَ, bunlara mazhar olanların şanının ve faziletinin yüceliğine delalet eder.

İşaret ismi ذٰلِكَ ’de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

ذَ ٰ⁠لِكَ ile müşarun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman müşarun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/57, s. 190)

ذٰلِكَ ’de iktidâb vardır. 

الْعَظ۪يمُ,  müsned olan  الْفَوْزُ  için sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ۟  cümlesinde müminlerin mertebelerinin yüksekliği ve şerefli makamlarının yüceliğinden dolayı yakında olanlar için uzaklık ifade eden ism-i işaret yani   ذٰلِكَ  kullanılmıştır. (Safvetü't Tefasir)

Kur’an’da “altından ırmaklar akan” ibaresinde “مِنَ ” harfi kullanılmayan tek yer burasıdır. 

Bu ayet 89. ayete benziyor ama orada  اَبَداًۜ  gelmemiştir. Bu ayetle 89. ayet arasında  reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.