وَاَذَانٌ مِنَ اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ٓ اِلَى النَّاسِ يَوْمَ الْحَجِّ الْاَكْبَرِ اَنَّ اللّٰهَ بَر۪ٓيءٌ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۙ وَرَسُولُهُۜ فَاِنْ تُبْتُمْ فَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْۚ وَاِنْ تَوَلَّيْتُمْ فَاعْلَمُٓوا اَنَّكُمْ غَيْرُ مُعْجِزِي اللّٰهِۜ وَبَشِّرِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِعَذَابٍ اَل۪يمٍۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَأَذَانٌ | ve duyurudur |
|
2 | مِنَ | -tan |
|
3 | اللَّهِ | Allah- |
|
4 | وَرَسُولِهِ | ve Elçisinden |
|
5 | إِلَى |
|
|
6 | النَّاسِ | insanlara |
|
7 | يَوْمَ | günü |
|
8 | الْحَجِّ | Hac |
|
9 | الْأَكْبَرِ | en büyük |
|
10 | أَنَّ | şüphesiz |
|
11 | اللَّهَ | Allah |
|
12 | بَرِيءٌ | uzaktır |
|
13 | مِنَ | -dan |
|
14 | الْمُشْرِكِينَ | puta tapanlar- |
|
15 | وَرَسُولُهُ | ve Elçisi |
|
16 | فَإِنْ | eğer |
|
17 | تُبْتُمْ | tevbe ederseniz |
|
18 | فَهُوَ | bu |
|
19 | خَيْرٌ | daha iyidir |
|
20 | لَكُمْ | sizin için |
|
21 | وَإِنْ | ve eğer |
|
22 | تَوَلَّيْتُمْ | dönerseniz |
|
23 | فَاعْلَمُوا | bilin ki |
|
24 | أَنَّكُمْ | siz |
|
25 | غَيْرُ | değilsiniz |
|
26 | مُعْجِزِي | aciz bırakacak |
|
27 | اللَّهِ | Allah’ı |
|
28 | وَبَشِّرِ | ve müjdele |
|
29 | الَّذِينَ | kimselere |
|
30 | كَفَرُوا | inkar eden(lere) |
|
31 | بِعَذَابٍ | bir azabı |
|
32 | أَلِيمٍ | acı |
|
وَاَذَانٌ مِنَ اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ٓ اِلَى النَّاسِ يَوْمَ الْحَجِّ الْاَكْبَرِ اَنَّ اللّٰهَ بَر۪ٓيءٌ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۙ وَرَسُولُهُۜ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. اَذَانٌ mübteda olup lafzen merfûdur. Veya mahzuf mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Takdiri, هذا أذان ... أو هذه الآيات أذان (Bu bir ilandır veya bu ayetler bir ilandır.) şeklindedir.
مِنَ اللّٰهِ car mecruru اَذَانٌ kelimesinin mahzuf sıfatına müteallıktır.
رَسُولِه۪ٓ kelimesi atıf harfi وَ ’la lafza-i celâle matuftur. Muttasıl zamir ه۪ٓ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِلَى النَّاسِ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. يَوْمَ zaman zarfı, mahzuf habere müteallıktır. الْحَجِّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
الْاَكْبَرِ kelimesi الْحَجِّ ‘nin sıfatıdır. اَنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel, اَذَانٌ kelimesinin sıfatı veya haberidir.
اللّٰهَ lafza-i celâli, اَنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubtur. بَر۪ٓيءٌ kelimesi اَنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ car mecruru بَر۪ٓيءٌ’e müteallıktır. الْمُشْرِك۪ينَ’nin cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْمُشْرِك۪ينَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ atıf harfidir. رَسُولُهُ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Haber mahzuftur. Takdiri, بريء şeklindedir.
فَاِنْ تُبْتُمْ فَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْۚ
فَ istînâfiyyedir. اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. تُبْتُمْ şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur.
Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur.
خَيْرٌ haber olup lafzen merfûdur. لَكُمْ car mecruru خَيْرٌ’e müteallıktır.
خَيْرٌ kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır. Çok kullanıldığı için başındaki hemze hafifletilmiştir.
İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindedir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme mufaddal, sonra gelen isme mufaddalun aleyh denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.
خَيْرٌ ve شَرٌّ kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları اَخْيَرُ ve اَشْرَرُ veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:
1. ال ’sız مِنْ ’li gelir. مِنْ hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.
2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat
olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).
3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.
4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِنْ تَوَلَّيْتُمْ فَاعْلَمُٓوا اَنَّكُمْ غَيْرُ مُعْجِزِي اللّٰهِۜ
وَ istînâfiyyedir. اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. تَوَلَّيْتُمْ şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur.
Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. اعْلَمُٓوا fiili نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel, اعْلَمُٓوا fiilinin iki mef’ûlu yerinde olup mahallen mansubtur.
اَنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. كُم muttasıl zamiri, اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar,
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.
Bu ayette اعْلَمُٓوا fiili bilmek manasına gelen fiillerdendir ve iki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak almıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
غَيْرُ kelimesi اَنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
مُعْجِزِي muzâfun ileyh olup cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar. Sonundaki نَ izafetten dolayı hazfedilmiştir.
اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
مُعْجِزِي sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَبَشِّرِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِعَذَابٍ اَل۪يمٍۙ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. بَشِّرِ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ’dir.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِعَذَابٍ car mecruru بَشِّرِ ‘e müteallıktır. اَل۪يمٍ kelimesi عَذَابٍ’in sıfatıdır.
بَشِّرِ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi بشر ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَاَذَانٌ مِنَ اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ٓ اِلَى النَّاسِ يَوْمَ الْحَجِّ الْاَكْبَرِ اَنَّ اللّٰهَ بَر۪ٓيءٌ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۙ وَرَسُولُهُۜ
Baştaki berâet “o kimselere” diye henüz ulaşmak üzere bulunan mutlak anlamda bir berâattir. Bu ikinci ise bilfiil gerçekleşmeye başlamış olan berâettir. Ve her ikisinde de berâetin müteallakı (ilgi alanı) müşrikler, ilanın müteallakı ise gerek kâfir gerek mümin bütün insanlardır. (Elmalılı)
İbtidaiyye olan ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. وَاَذَانٌ, takdiri هذَا olan mübtedanın haberidir. Veya mahzuf haber için mübtedadır. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. Lafza-i celâlin zikri, konunun önemini de vurgulamaktadır.
اللّٰهِ - رَسُولِه۪ٓ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. الْاَكْبَرِ kelimesi الْحَجِّ kelimesi için sıfattır. Sıfatlar ıtnâb babındandır.
Hac, ekber (büyük) vasfıyla vasıflandırılmıştır. Çünkü umreye hacc-ı asgar (küçük hac) denir.
Yahut hacdan murad, o gün ifa edilen hac-c menâsikidir (ibadetleridir). Zira o gün ifa edilen hac menâsiki, diğerlerinden daha büyüktür.
Yahut Müslümanlar ile müşrikler o hacda bir araya gelmişlerdi.
Yahut Müslümanların azizliği ve müşriklerin zelilliği o hacda ortaya çıkmıştı. (Ebüssuûd)
وَاَذَانٌ kelimesinin tenvini, olayın büyüklüğünü ifade eder.
مِنَ اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ٓ kaydı ise bu büyüklüğü daha da artırmak içindir. (Safvetu’t Tefasir)
رَسُولِه۪ٓ şeklindeki izafet Resulullah’ı (s.a.) yüceltmek içindir.
وَرَسُولُهُۜ kelimesinin Allah ve Resulü anlamını taşıması için ötreli olması gerekir. Aksi takdirde رَسُول kelimesi esreli okunursa “Allah, müşriklerden ve resulünden uzaktır.” gibi bir mana anlaşılır ki bu ayetin maksadına muhaliftir. O yüzden bu ayetten sonra harekeleme hareketi başlamıştır.
Tekid ve masdar harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi اَنَّ اللّٰهَ بَر۪ٓيءٌ, lazım-ı faide-i haber inkârî kelamdır.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel, takdir edilen ب harfiyle birlikte اَذَانٌ kelimesinin sıfatına müteallıktır. Masdar-ı müevvelin اَذَانٌ için sıfat veya haber olması caizdir.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak ve konunun önemini belirtmek içindir.
فَاِنْ تُبْتُمْ فَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْۚ وَاِنْ تَوَلَّيْتُمْ فَاعْلَمُٓوا اَنَّكُمْ غَيْرُ مُعْجِزِي اللّٰهِۜ
فَ istînâfiyyedir. Şart üslubunda gelmiş haberî isnaddır.
Şart cümlesi تُبْتُمْ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْۚ ise faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesidir.
Bu ifade, Allah tarafından tövbeye ve Allah ile Resulullah'ın kendilerinden berî olmalarına sebep olan şirkten sıyrılıp çıkmalarına bir teşviktir. (Fahreddin er-Râzî)
Şart üslubunda talebî inşâî isnad olan …وَاِنْ تَوَلَّيْتُمْ فَاعْلَمُٓوا cümlesi, makabline matuftur. Şart cümlesi تَوَلَّيْتُمْ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
…اعْلَمُٓوا اَنَّكُمْ cümlesi فَ karinesiyle gelen cevap cümlesidir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Tekid ve masdar harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi اَنَّكُمْ غَيْرُ مُعْجِزِي اللّٰهِۙ, faide-i haber inkârî kelamdır. اَنَّ ve masdar-ı müevvel, اعْلَمُٓوا fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.
Müsnedin izafetle gelmesi az sözle çok anlam ifadesi içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, haşyet ve mehabet duygularını artırmak için yapılan tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
فَاِنْ تُبْتُمْ… - وَاِنْ تَوَلَّيْتُمْ cümleleri arasında mukabele vardır.
اَنَّكُمْ غَيْرُ مُعْجِزِي اللّٰهِ ibaresi önceki ayette de geçmişti. İki cümle arasında ıtnâb ve reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf Suresi, 29)
Böyle tekrarlanan kelimeler kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 7, Ahkaf Suresi, 29)
تُبْتُمْ - تَوَلَّيْتُمْ arasında tıbâk-ı îcab vardır.
وَبَشِّرِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِعَذَابٍ اَل۪يمٍۙ
وَ istînâfiyyedir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mef’ûl konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ’nin sılası olan كَفَرُوا, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
بِعَذَابٍ ,اَل۪يمٍۙ için sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Burada muhataptan gaibe dönüş şeklinde iltifat sanatı vardır. Allah insanlara uyarısını onları muhatap alarak yapmış, ancak bu uyarı sonrasında inkârı seçenleri muhatabı olmaktan çıkarmıştır. Bu durum kâfirler için alçaltıcı bir durumdur. İşte bu tahkir anlamının ortaya çıkması için ayette iltifat sanatı yapılmıştır.
وَبَشِّرِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِعَذَابٍ اَل۪يمٍۙ ibaresinde edebiyatta ‘alaylı üslup’ denilen bir üslup sözkonusudur. Çünkü bir kimseyi azap ile müjdelemek onunla alay etmek demektir. (Safvetu’t Tefasir)
[“Kâfirleri müjdele!”] ibaresinde tebei istiare vardır. Tehekküm ve alay maksadıyla uyarmak, ikaz etmek müjdelemeye benzetilmiştir. Câmi’ her ikisinde de sürura kavuşmak olmasıdır. İnzar masdarı tebşir masdarına benzetilmiş, sonra bu masdarlardan mazi fiil türetilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Beyân ilmi, Âl-i İmran Suresi 21’de geçen aynı ibarenin açıklaması)
عذاب: Hale ve tabiata münasip demektir. Mekruh şeyler ve ceza için kullanılması da o kişinin haline cezanın uygun olması sebebiyledir. Kökünde şiddet manası olmadığı için Kur’an’da çoğunlukla makama uygun bir sıfatla gelmiştir (et-Tahkîk). Kur’an’da 373 kez geçer (Kur’an-ı Kerim Lügatı).
Cehennem kâfirin tabiatına, cennet de müminin tabiatına uygun bir karşılıktır.
عذاب kelimesinin nekre gelişi de tazim ifade eder.
اللّٰهِ - رَسُولِه۪ٓ - اِنْ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
كَفَرُوا - الْمُشْرِك۪ينَۙ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.