لَوْ خَرَجُوا ف۪يكُمْ مَا زَادُوكُمْ اِلَّا خَبَالاً وَلَا۬اَوْضَعُوا خِلَالَكُمْ يَبْغُونَكُمُ الْفِتْنَةَۚ وَف۪يكُمْ سَمَّاعُونَ لَهُمْۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِالظَّالِم۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَوْ | eğer |
|
2 | خَرَجُوا | çıkmış olsalardı |
|
3 | فِيكُمْ | sizin içinizde |
|
4 | مَا |
|
|
5 | زَادُوكُمْ | size bir katkıları olmazdı |
|
6 | إِلَّا | başka |
|
7 | خَبَالًا | bozgunculuktan |
|
8 | وَلَأَوْضَعُوا | ve hemen sokulurlardı |
|
9 | خِلَالَكُمْ | aranıza |
|
10 | يَبْغُونَكُمُ | sizi düşürmek için |
|
11 | الْفِتْنَةَ | fitneye |
|
12 | وَفِيكُمْ | ve içinizde de vardı |
|
13 | سَمَّاعُونَ | kulak verenler |
|
14 | لَهُمْ | onlara |
|
15 | وَاللَّهُ | Allah |
|
16 | عَلِيمٌ | bilir |
|
17 | بِالظَّالِمِينَ | zalimleri |
|
لَوْ خَرَجُوا ف۪يكُمْ مَا زَادُوكُمْ اِلَّا خَبَالاً وَلَا۬اَوْضَعُوا خِلَالَكُمْ يَبْغُونَكُمُ الْفِتْنَةَۚ
لَوْ cezmetmeyen şart harfidir. Cümleye muzâf olur.
خَرَجُوا şart fiili olup damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
فٖيكُمْ car-mecruru خَرَجُوا fiiline müteallıktır. Muzâf hazfedilmiştir. Takdiri, في جيشكم (Askerleriniz arasından) şeklindedir.
الخُرُوجِ fiilinin فِي harf-i ceri ile müteaddi olduğunda orduyla beraber çıkmak manası yaygındır. (Âşûr)
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. زَادُوكُمْ damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اِلَّا hasr edatıdır. خَبَالاً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَ atıf harfidir. لَ harfi لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا۬اَوْضَعُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
خِلَالَكُمْ mekân zarfı, ا۬اَوْضَعُوا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَبْغُونَكُمُ الْفِتْنَةَ cümlesi لَا۬اَوْضَعُوا ’deki failin hali olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızdır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vâv-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal menfi (olumsuz) fiil cümlesi olarak geldiğinde başında و gelebilir de gelmeyebilir de. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَبْغُونَكُمُ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir كُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الْفِتْنَةَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اَوْضَعُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındandır. Sülâsîsi وضع ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
Bazı nahivciler اِلَّا خَبَالاً ifadesinin, istisna-i münkatı’ olduğunu söylemiştir. İstisna-i münkatı’; müstesnanın, müstesna minhin cinsinden olmamasıdır. Bu, tıpkı senin mesela, مَا زَادُوكُمْ خَيْرًا اِلَّا خَبَالًا (Onlar sizin hayrınızı değil, fakat sıkıntınızı artırdılar.) demen gibidir. Halbuki ayette, müstesna minh zikredilmemiştir. Müstesna minh zikredilmeyince de istisna, daha umumi olan bir şeyden yapılmış olur. Daha umumi olan da “şey” kelimesidir. Bundan dolayı müstesna, müstesna-i muttasıl olup, kelamın takdiri مَا زَادُوكُمْ شَيْئًا اِلَّا خَبَالًا şeklinde olur. (Fahreddin er-Râzî)
وَف۪يكُمْ سَمَّاعُونَ لَهُمْۜ
Cümle يَبْغُونَكُمُ ’deki mef’ûlun hali olarak mahallen mansubdur.
وَ haliyyedir. فٖيكُمْ car-mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
سَمَّاعُونَ muahhar mübteda olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
لَهُمْ car mecruru سَمَّاعُونَ ’ye müteallıktır.
Mübteda nekre olup haber car-mecrur ve zarftan oluşursa mübteda haberden sonra gelir; bu tür cümlelerde anlam verilirken “vardır”, “mevcuttur” anlamları eklenir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına و ve zamir veya yalnız و gelir. Bazen و gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِالظَّالِم۪ينَ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. ٱللَّهُ lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur.
عَلٖيمٌ haber olup lafzen merfûdur.
بِالظَّالِمٖينَ car-mecruru عَلٖيمٌ’e müteallıktır. الظَّالِمٖينَ ’nin cer alameti ي harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
Sıfat-ı müşebbehe (عَلٖيمٌ): Benzeyen sıfat demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder.
Sıfat-ı müşebbehenin fiil gibi amel şartları şunlardır:
1. Harf-i tarifli ( ال ) olmalıdır.
2. Haber olmalıdır.
3. Sıfat olmalıdır.
4. Hal olmalıdır.
5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır.
6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır.
Not: Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan mübalağalı ism-i fail kendisinden sonra fail ve mef’ûl alabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الظَّالِمٖينَ kelimesi sülâsî mücerred olan ظلم fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَلٖيمٌ kelimesi aynı zamanda mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail; bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَوْ خَرَجُوا ف۪يكُمْ مَا زَادُوكُمْ اِلَّا خَبَالاً وَلَا۬اَوْضَعُوا خِلَالَكُمْ يَبْغُونَكُمُ الْفِتْنَةَۚ وَف۪يكُمْ سَمَّاعُونَ لَهُمْۜ
وَ istînâfiyyedir. İlk cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Müspet mazi fiil sıygasındaki خَرَجُوا وَفٖيكُمْ cümlesi şarttır. Rabıta harfi olmadan gelen cevap cümlesi مَا زَادُوكُمْ اِلَّا خَبَالاً, menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
İki tekid hükmündeki مَا ve اِلَّا ile yapılan kasr, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
Cevap harfinin dahil olduğu وَلَا۬اَوْضَعُوا خِلَالَكُمْ cümlesi, şartın cevabına matuftur. Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
الخُرُوجِ fiilinin فِي harf-i ceri ile müteaddi olduğunda orduyla beraber çıkmak manası yaygındır. (Âşûr)
Faide-i haber ibtidaî kelam olan يَبْغُونَكُمُ الْفِتْنَةَ cümlesi, لَا۬اَوْضَعُوا ’nun failinden haldir.
يَبْغُونَكُمُ fiilinin mef’ûlünden veya failinden hal olan وَفٖيكُمْ سَمَّاعُونَ لَهُمْ cümlesi, hal وَ ’ı ile gelmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. فٖيكُمْ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. سَمَّاعُونَ, muahhar mübtedadır.
Muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
اِلَّا خَبَالاً ِ(fesat ve şerden başka) ifadesi bazı kimselerin söyledikleri gibi munkatı‘ istisna değildir, çünkü munkatı’ istisna; istisna edilen şeyin, istisna edildiği şeyden (müstesna minhden) ayrı bir cins olması durumunda söz konusu olur. Oysa ayette müstesna minh hiç zikredilmemiştir. Bu sebeple de istisna, en umumi ifade olan şeyden yapılmış olmaktadır ki bu durumda da yapılan istisna, muttasıl istisna olur; çünkü خَبَالاً umumi ifadenin kapsamına girer. Sanki ayette “Aranızda fesat ve şerden başka hiçbir şeyi artırmazlardı.” buyrulmaktadır. خَبَالاً, bozma ve şer anlamındadır. (Keşşâf)
لَا۬اَوْضَعُوا خِلَالَكُمْ (Aranızda koşarlardı.) tabiri için Tîbî şöyle der: Bunda istiare-i tebeiyye vardır. Onların koğuculuk yapmak suretiyle ara bozmalarının sürati, binicinin yürüyüş süratine benzetildi. Sonra bu sürati ifade etmek için, deve için kullanılan إيضأع kelimesi istiare edildi. Bunun aslı şöyledir: “Onlar, koğuculuk bineklerini aranızda koştururlar.” (Safvetu't Tefasir ve Âşûr)
Nemimenin (koğuculuğun) fesat hızı binicinin hızına benzetilmiş. أوضع (acele etmek) fiili develer için kullanılırken burada müstear olmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Beyan ilmi)
الخِلالُ kelimesi خَلَلٍ kelimesinin çoğuludur. İki şey arasındaki boşluğu ifade etmekle birlikte, burada ayrı ayrı kısımlar halindeki ordu birliklerine benzetilerek بَيْنَكم manasında istiare olarak kullanılmıştır. (Âşûr)
وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِالظَّالِم۪ينَ
وَ istînâfiyyedir. Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması korku ve haşyet uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
“Allah zalimleri iyi bilir.” Yani Allah onların cezasını iyi bilir ki onlar bu fiiller nedeniyle zalimdirler. Allah Teâlâ onları da başkalarını da biliyor olduğu halde burada hususen onları bildiğini ifade etmesinin sebebi tehdit maksadıdır. Bu şekilde söylemek en etkili tehdittir. (Ömer Nesefî/Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr, Keşşâf)
واللَّهُ عَلِيمٌ بِالظّالِمِينَ cümlesi tezyîl olup zalim münafıkların hallerinden Allah Teâlâ'nın haberdar olduğu Müslümanlara bildirilerek, onlara karşı tedbirli olmaları istenmiştir. (Âşûr)
“Allah zalimleri bilir.” lafzıyla, “Onlara gereken karşılığı verir.” anlamı kastedilmiştir. Bu lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürseldir.
عَلٖيمٌ isminin mübalağalı ism-i fail kalıbında olması dolayısıyla “Allah zalimlerin ciğerini bilir.” şeklinde tercüme edilebilir.
Ayette هم şeklinde zamir değil de الظَّالِمٖينَ şeklinde zahir ismin kullanılması, onları zemmetmek kastıyla yapılan ıtnâbtır.