Yunus Sûresi 9. Ayet

اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ يَهْد۪يهِمْ رَبُّهُمْ بِا۪يمَانِهِمْۚ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهِمُ الْاَنْهَارُ ف۪ي جَنَّاتِ النَّع۪يمِ  ...

(Fakat) iman edip salih ameller işleyenlere gelince, Rableri onları imanları sebebiyle, hidayete erdirir. Nimetlerle dolu cennetlerde altlarından ırmaklar akar.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 الَّذِينَ kimseleri
3 امَنُوا iman eden(leri) ا م ن
4 وَعَمِلُوا ve ameller işleyen(leri) ع م ل
5 الصَّالِحَاتِ salih ص ل ح
6 يَهْدِيهِمْ doğru yola iletir ه د ي
7 رَبُّهُمْ Rableri ر ب ب
8 بِإِيمَانِهِمْ imanları dolayısıyla ا م ن
9 تَجْرِي akar ج ر ي
10 مِنْ
11 تَحْتِهِمُ onların altlarından ت ح ت
12 الْأَنْهَارُ ırmaklar ن ه ر
13 فِي
14 جَنَّاتِ cennetlerinde ج ن ن
15 النَّعِيمِ naim ن ع م
 

اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ يَهْد۪يهِمْ رَبُّهُمْ بِا۪يمَانِهِمْۚ 

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlu,  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası آمَنُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

عَمِلُوا الصَّالِحَاتِ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la sılaya matuftur.

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عَمِلُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  الصَّالِحَاتِ mef’ûlun bih olup cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.

يَهْد۪يهِمْ  fiili,  اِنَّ nin  haberi olarak mahallen merfûdur.  يَهْد۪يهِمْ   fiili  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.

Muttasıl zamir  هِمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

رَبُّهُمْ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بِا۪يمَانِهِمْ  car mecruru   يَهْد۪يهِمْ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

بِ  harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık-bedel, istiane, zaman-mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada sebep manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الصَّالِحَاتِ  kelimesi sülâsî mücerred olan  صلح  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اٰمَنُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

İf’al babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin ( imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.


تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهِمُ الْاَنْهَارُ ف۪ي جَنَّاتِ النَّع۪يمِ

 

Cümle  اِنَّ ’nin  haberi olarak mahallen merfûdur. Veya  يَهْد۪يهِمْ ’deki mef’ûlun hali olarak mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal menfi (olumsuz) fiil cümlesi olarak geldiğinde başında “و” gelebilir de gelmeyebilir de. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَجْر۪ي  fiili  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.

مِنْ تَحْتِهِمُ  car mecruru,  تَجْرِي  fiiline müteallıktır. 

مِنْ  harf-i ceri mecruruna ibtidaiye, ba’z, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel-karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. Burada ibtidaiyye manasında gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْاَنْهَارُ  kelimesi,  تَجْرِي  fiilinin  failidir.

ف۪ي جَنَّاتِ  car mecruru  الْاَنْهَارُ nun mahzuf haline müteallıktır.  النَّع۪يمِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

فِي  harf-i ceri mecruruna mekân zarfı, zaman zarfı, söz ve görüş konusu olarak, vardır – mevcuttur, hal, sebep, mukayese, karşılaştırma gibi manalar kazandırabilir. Burada mekân zarfı manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ يَهْد۪يهِمْ رَبُّهُمْ بِا۪يمَانِهِمْۚ 

 

Müstenefe cümlesi olarak fasılla gelen ayet,  اِنَّ  ile tekid edilmiş, isim cümlesi formunda faide-i haber inkârî kelamdır.

اِنَّ ’nin ismi olan has ismi mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  اٰمَنُوا, mazi fiil cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Akabindeki aynı formda gelen cümle sılaya matuftur.

يَهْد۪يهِمْ رَبُّهُمْ بِا۪يمَانِهِمْۚ  cümlesi  اِنَّ ’nin haberidir. Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Meânî ilminde malum olduğu üzere bu çeşit cümleler kasr (tahsis) veya hükmü kuvvetlendirme ifade ederler. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ  ve isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr, 1)

رَبُّهُمْ  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan  هُمْ  zamiri şan ve şeref kazanmıştır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

بِا۪يمَانِهِمْ  - اٰمَنُوا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

بِا۪يمَانِهِمْ  lafzında  بِ  harf-i ceri mecruruna sebep manası katmıştır. (Âşûr)

اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ يَهْد۪يهِمْ رَبُّهُمْ بِا۪يمَانِهِمْ  [Şüphesiz iman edip iyi şeyler yapanları Rableri imanları ile hidayet eder.]  cümlesi “İmanları sebebiyle cennete veya gerçekleri idrake ulaştıracak bir yola hidayet eder.” manasındadır. Nitekim Aleyhissalâtu ve’sselam “Kim bildiği ile amel ederse Allah ona bilmediğini öğretir.” buyurmuştur.

Ya da “İstedikleri cennete ulaştırır.” demektir. Mefhumdan anlaşıldığına göre her ne kadar hidayetin sebebi iman ve amel-i salih ise de “imanları ile” kavlinden anlaşıldığına göre iman sebep olmaktadır, amel-i salih de arkadan gelen tamamlayıcı gibidir.

İslam açısından salih amel sayılan ve imana layık olan işleri yapanlar var ya; işte onları Rableri imanları sebebiyle son meskenleri ve amaçları olan cennete kavuşturacaktır.

Bu ilahi kelam, sırf iman ve salih amelin cennete girmek için yeterli olmadığını fakat bunlardan başka bir de ilahi hidayet gerektiğini bildirir.

Cehenneme girmek için ise küfür ile günahlar yeterlidir.

İlahi hidayete sebep kılınmış olan imandan murad, salih ameller ile beraber olan özel imanlarıdır. Yoksa amelsiz iman veya genel anlamdaki iman değildir. (Ebüsuûd) 

Müminlerin halleri ve sıfatları ayette  اِنَّ الَّذٖينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ  [İman edip de salih amel işleyenlere gelince] buyruğu ile anlatılmaktadır. Bu ifadenin tefsiri hususunda şu izahlar yapılabilir:

İnsan ruhunun iki kuvveti vardır:

a. Nazarî kuvvet (tefekkür kuvveti): Bu kuvvetin en mükemmeli, eşyayı tanıma hususundadır. Bu şekilde elde edilen bilgilerin başı marifetullahtır (Allah'ı bilip tanımaktır).

b. Amelî kuvvet. Bunun da en mükemmeli, hayırları ve taatları yapmaktır. Salih amellerin en önemlisi ve başı da hizmetullahtır (Allah'a ibadet ve hizmet). O halde Hakk Teâlâ'nın,  اٰمَنُوا  ifadesi, marifetullah demek olan en mükemmel nazarî kuvvete; “salih amel işleyenler” ifadesi de hizmetullah demek olan en mükemmel amelî kuvvete işaret olmuş olur. Nazarî kuvvet, şeref ve mertebe bakımından amelî kuvvetten önce geldiğinden, ayette daha önce zikredilmesi gerekmiştir. (Fahreddin er-Râzî)


تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهِمُ الْاَنْهَارُ ف۪ي جَنَّاتِ النَّع۪يمِ

 

Müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eden

تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهِمُ الْاَنْهَارُ  cümlesi,  يَهْد۪يهِمْ ’deki mef’ûlun hali olarak mahallen mansubdur.

Hal cümleleri ıtnâb sanatıdır.

Hal cümlesinin  و ’sız gelmesi, altlarından ırmaklar akmasının hal-i müekkide olduğunu ifade eder. Yani bu onların sabit bir vasfıdır.

Sahibinden ayrılmayan sabit bir vasıf kastedildiği, mesela:  هذا اخوك عطوف “Bu, çok şefkatli kardeşindir.” cümlesinde olduğu gibi uzunluk, kısalık, esmerlik, sarışınlık vs. sabit vasıfların ifade edildiği hal cümleleri böyledir. Bunlar her zaman “و”sız gelir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

“Onların altından ırmakların akması”, kendilerinin yüksek tahtlara ve sıra sıra koltuklara kurulmuş oldukları halde önlerinden ırmaklar akması demektir. Nitekim Firavun, kavmine seslenerek dedi ki: “Ey kavmim! Mısır mülkü ve altımdan akan şu ırmaklar benim değil mi?” ayetinde de aynı kelime (taht/alt), ön manasında kullanılmıştır. (Ebüssuûd)

جَنَّاتٍ ’deki tenvin nev, kesret ve tazim ifade eder.

تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهِمُ الْاَنْهَارُ  cümlesi; yeni söz başıdır veya ikinci haberdir ya da son manaya göre mansub zamirden haldir.

مِنْ تَحْتِهِمُ  ibaresini Âşûr evlerinin altında şeklinde tefsir etmiştir.

ف۪ي جَنَّاتِ النَّع۪يمِ  ibaresi de haberdir ya da ondan veya  الْاَنْهَارُ ’dan başka bir haldir ya da  تَجْر۪ي ’ye veya  يَهْد۪يهِمْ ’ye mütealliktir. (Beyzâvî)

تَجْر۪ي - الْاَنْهَارُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.