اَفَمَنْ يَعْلَمُ اَنَّـمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ الْحَقُّ كَمَنْ هُوَ اَعْمٰىۜ اِنَّمَا يَتَذَكَّرُ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَفَمَنْ | olur mu? |
|
2 | يَعْلَمُ | bilen |
|
3 | أَنَّمَا |
|
|
4 | أُنْزِلَ | indirilenin |
|
5 | إِلَيْكَ | sana |
|
6 | مِنْ | -den |
|
7 | رَبِّكَ | Rabbin- |
|
8 | الْحَقُّ | hak olduğunu |
|
9 | كَمَنْ | kimse gibi |
|
10 | هُوَ | o (kendisi) |
|
11 | أَعْمَىٰ | kör (olan) |
|
12 | إِنَّمَا | ancak |
|
13 | يَتَذَكَّرُ | öğüt alır |
|
14 | أُولُو | sahipleri |
|
15 | الْأَلْبَابِ | sağduyu |
|
اَفَمَنْ يَعْلَمُ اَنَّـمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ الْحَقُّ كَمَنْ هُوَ اَعْمٰىۜ
Hemze istifham harfi, فَ istînâfiyyedir. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ , mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası يَعْلَمُ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
يَعْلَمُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
اَنَّـمَٓا ve masdar-ı müevvel, يَعْلَمُ fiilinin mefûlü yerinde olup mahallen mansubdur.
اُنْزِلَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
اِلَيْكَ car mecruru اُنْزِلَ fiiline müteallıktır.
مِنْ رَبِّكَ car mecruru اُنْزِلَ fiiline müteallıktır. الْحَقُّ kelimesi اَنَّـمَٓا ’nın haberi olup lafzen merfûdur.
مَنْ müşterek ism-i mevsûlü, كَ harf-i ceriyle birlikte مَنْ ’in mahzuf haberine müteallıktır. İsm-i mevsûlün sılası هُوَ اَعْمٰى ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. اَعْمٰى elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Maksûr isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi ( ى ) olan isimlere “maksûr isimler” denir. Maksûr isimler genellikle ( ى ) ile biter. Fakat çok az olarak ( ا ) ile biten maksûr isimler de vardır. Maksûr isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksûre” denir. اَلْفَتَى – اَلْعَصَا gibi…
Maksûr isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile mansub halinde takdiri fetha ile mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksûr isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. Burada الْاَعْمٰى kelimesi maksûr isim olduğu için takdiri damme ile îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّمَا يَتَذَكَّرُ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِۙ
اِنَّمَا : kâffe ve mekfûfedir. Kâffe; “men eden, alıkoyan” anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise اِنَّ harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan مَا demektir.
يَتَذَكَّرُ merfû muzari fiildir. اُو۬لُوا fail olup cemi müzekker salime mülhak olduğu için ref alameti و ’dir. الْاَلْبَابِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
يَتَذَكَّرُ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ذكر ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
اَفَمَنْ يَعْلَمُ اَنَّـمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ الْحَقُّ كَمَنْ هُوَ اَعْمٰىۜ
فَ istînâfiyye, hemze inkârî istifham harfidir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olsa da soru kastı taşımayıp tahkir ve tevbih anlamda geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Mübteda konumundaki ism-i mevsûl مَنْ ’in sılası olan يَعْلَمُ cümlesi, müspet muzari fiil olarak gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade eder.
Masdar ve tekid harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ الْحَقُّ cümlesi masdar teviliyle, يَعْلَمُ fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Müsnedün ileyh konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ’nın sılası اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ , mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Fiil meçhul bina edilerek mef’ûlün önemi vurgulanmıştır.
الْحَقُّ kelimesi اَنَّ ‘nın haberidir. Müsnedin ال takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında kasr ifade eder. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. Ayrıca müsnedin ال ile marife gelişi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder.
اَنَّ , isim cümlesi ve kasr olmak üzere birden fazla unsurla tekid edilen cümle faide-i haber inkârî kelamdır.
Teşbih harfi كَ nedeniyle mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَنْ , mübteda olan مَنْ ’in mahzuf haberine müteallıktır. Sılası هُوَ اَعْمٰىۜ , isim cümlesi formunda gelerek sübut ifade etmiştir.
رَبِّكَ izafetinde, Rabb ismine muzâfun ileyh olan muhatap zamiri dolayısıyla Hz. Peygamber şan ve şeref kazanmıştır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
اَعْمٰى ‘dan murad kâfirdir. Allah Teâlâ burada istiare-i tebeiyye yoluyla cahil ve küfreden kimseyi âmaya benzetiyor. Bu harika bir teşbihtir. Âma kişi, kılavuz olmadan yürüdüğünde birçok tehlikeye maruz kalır. Yoluna çıkabilecek şeylerden zarar görür. Gören ise bu tip tehlikelerden kendisini koruyabilir. ”Âma” sözü ile kâfirin temsili, benzersiz bir sanattır. (Sâbûnî)
Ayetteki teşbihte “sana rabbinden indirilen hakkı bilen kimse” müşebbeh; âma olan kimse müşebbehün bihtir. Aslında teşbih iki tarafta ortak olan bir özellik üzerine kurulur. Fakat bu ayetteki teşbihte müşebbehte bulunan sıfatın zıttı müşebbehe bihte bulunur. Buna tenzil tarîki denir. Yani iki zıt sıfat benzer menziline konur. Bu tip teşbihlerde alay ve tehekküm kastedilir.
Yegâne hak olan Kur’an'ı bilen kimse, dağın tepesinde yanan ateşi göremeyen, en büyük ve yüksek mertebede bulunan bu Kitabı takdir etmeyen ve bu yüzden de cehalet karanlıklarında ve dalalet çukurlarında şaşkın kalan kör kimse gibi olur mu hiç! Yahut kör kimseden murad, verilen misalleri anlamayan kimse demektir. Kör olarak ifade edilmesi, ziyadesiyle takbih içindir. (Ebüssuûd)
اِنَّمَا يَتَذَكَّرُ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِۙ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Kasr edatıyla tekid edilmiş müspet muzari fiil cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Kasr, fiil ve fail arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsuftur.
نَّـمَٓا ile yapılan kasr, izafîdir. (Âşûr)
اِنَّـمَٓا ile yapılan kasrlarda muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. Siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّمَا يَتَذَكَّرُ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِۙ [Ancak akıl sahipleri düşünüp ibret alırlar.] ayetinde, düşünüp ibret almayanlar akılsız varlıklar seviyesine indirilerek tariz yapılmıştır. (Kazvînî, el-Îzâh, 104)
اِنَّمَا kasr edatıdır. Düşünmenin akıl sahiplerine has olduğu, kasr üslubu yoluyla bildirilmiştir. Tezekkür akıl sahiplerine kasredilmiştir.
Bu ayette zikredilen اِنَّمَا يَتَذَكَّرُ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ [Sadece akıl sahipleri ibret alır.] bölümü, haber vermek için gelmemiştir. Kâfirleri kınamak, azarlamak için gelmiştir. Tariz olarak onların son derece inatçı oldukları, hevalarının onları ele geçirdiği ifade edilmiş, onlardan düşünmeleri ve ibret almaları istendiğinde bundan yüzçevirdikleri, çünkü akılsız oldukları anlatılmıştır. Bu ayette tariz Peygamber Efendimizedir. O, kavminin imanı konusunda çok hırslıydı. Ama bu; dilsiz hayvanların tezekkür etmesini beklemek gibidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )
Bu ayetin akıl sahiplerine yapılan vurgu ile bitirilmesi, istifham yoluyla akıllarını kullanmadıklarını tariż etmekte ve yergi amacı taşımaktadır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)