مَثَلُ الْجَنَّةِ الَّت۪ي وُعِدَ الْمُتَّقُونَۜ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۜ اُكُلُهَا دَٓائِمٌ وَظِلُّهَاۜ تِلْكَ عُقْبَى الَّذ۪ينَ اتَّقَوْاۗ وَعُقْبَى الْكَافِر۪ينَ النَّارُ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | مَثَلُ | durumu |
|
2 | الْجَنَّةِ | cennetin |
|
3 | الَّتِي | şöyledir |
|
4 | وُعِدَ | va’dedilen |
|
5 | الْمُتَّقُونَ | korunanlara |
|
6 | تَجْرِي | akar |
|
7 | مِنْ |
|
|
8 | تَحْتِهَا | altından |
|
9 | الْأَنْهَارُ | ırmaklar |
|
10 | أُكُلُهَا | meyvesi |
|
11 | دَائِمٌ | süreklidir |
|
12 | وَظِلُّهَا | ve gölgesi de |
|
13 | تِلْكَ | işte budur |
|
14 | عُقْبَى | sonu |
|
15 | الَّذِينَ | kimselerin |
|
16 | اتَّقَوْا | korunan(ların) |
|
17 | وَعُقْبَى | ve sonu ise |
|
18 | الْكَافِرِينَ | inkar edenlerin |
|
19 | النَّارُ | ateştir |
|
Allah Teâlâ önceki âyetlerde inkârcıların peygamberlere karşı tutumlarını ve bunların sonlarını hatırlattıktan sonra burada da müminlerin âhiretteki durumlarına dair bilgi vermektedir. Âhirette ne yakıcı sıcak ne de dondurucu soğuk olacak (bk. İnsân 76/13); ne ay ne de güneş bulunacak, fakat cennetliklerin rahat edip mutlu olacakları mutedil ve sürekli bir gölge olacaktır (cennet hakkında bilgi için bk. Bakara 2/25).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 3 Sayfa: 294
مَثَلُ الْجَنَّةِ الَّت۪ي وُعِدَ الْمُتَّقُونَۜ
İsim cümlesidir. مَثَلُ mübteda olup lafzen merfûdur. الْجَنَّةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Mübtedanın haberi mahzuftur. Takdiri, كائن في ما نقصّه (Anlattıklarımız arasındadır.) şeklindedir.
الَّت۪ي müfred müennes ism-i mevsûl, الْجَنَّةِ ‘in sıfatı olup mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlün sılası وُعِدَ الْمُتَّقُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
وُعِدَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. الْمُتَّقُونَ naib-i fail olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
الْمُتَّقُونَ kelimesi, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Kökü وقي olup, iftiâl babından gelmiştir.
Not: a) İftiâl babının fael fiili ص ض ط ظ olursa iftiâl babının ت si ط harfine çevrilir.
b) İftiâl babının fael fiili د ذ ز olursa iftial babının ت si د harfine çevrilir.
c) İftiâl babının fael fiili و ي ث olursa fael fiili ت harfine çevrilir.
İftiâl babı fiile şu manaları kazandırabilir:
1) Mutavaat, 2) İstek, 3) Gayret ve devamlılık, 4) Tadiye, 5) Edinmek ve tedarik etmek, 6) Müşareket, 7) Seçmek.
Burada gayret ve devamlılık manası kazandırmıştır.
İLGİLİ TEFSİR YORUMU: Takva günahlara devam etmeyi ve yaptığı ibadetlerle aldanmayı bırakmaktır.
Muttaki: Hz. Muhammed Mustafa (sav)’in yoluna girip, dünyayı arkasına atan, nefsini ihlas ve vefaya zorlayan, haram ve zulmü terk eden kimsedir. (Bk: Fahreddin er-Razi, Tefsir-i kebir, Cilt:1, Sayfa:446) (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۜ اُكُلُهَا دَٓائِمٌ وَظِلُّهَاۜ
Fiil cümlesidir. تَجْر۪ي fiili ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.
مِنْ تَحْتِ car mecruru تَجْر۪ي fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الْاَنْهَارُ fail olup lafzen merfûdur.
اُكُلُهَا mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
دَٓائِمٌ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.
ظِلُّهَا kelimesi atıf harfi وَ ile اُكُلُهَا ‘ya matuftur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
دَٓائِمٌ kelimesi sülâsî mücerred olan دوم fiilinin ism-i failidir.
تِلْكَ عُقْبَى الَّذ۪ينَ اتَّقَوْاۗ وَعُقْبَى الْكَافِر۪ينَ النَّارُ
İsim cümlesidir. İşaret ismi تِلْكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
عُقْبَى haber olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûlü الَّذ۪ينَ , muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlün sılası اتَّقَوْا ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
اتَّقَوْا mahzuf elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
وَ atıf harfidir. عُقْبَى mübteda olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.
الْكَافِر۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. النَّارُ haber olarak lafzen merfûdur.
الْكَافِر۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan كفر fiilinin ism-i failidir.
اتَّقَوْا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İftiâl babındandır. Sülâsîsi وقي ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
مَثَلُ الْجَنَّةِ الَّت۪ي وُعِدَ الْمُتَّقُونَۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifadesi içindir.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri كائن في ما نقصّه (Anlattığımız şeyde …. vardır.) olan haber mahzuftur.
“Cennetin sıfatı” ifadesi ile ilgili Sîbeveyhi şöyle demiştir: “Bu tabir, haberi hazf edilmiş bir mübteda olup, takdiri, “size anlattığımız şeylerde, cennetin sıfatı vardır” şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî)
الْجَنَّةِ için sıfat konumundaki ism-i mevsûl الَّت۪ي ‘nin sılası olan وُعِدَ الْمُتَّقُونَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sıygasında gelmesi, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Sıfatın ism-i mevsûlle gelmesi, tazim ifadesinin yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
وُعِدَ fiili meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir. Malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olmuştur.
تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۜ
Beyânî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisaldir. Müspet muzari fiiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Nehirlerin akması tabirinde تَجْر۪ي fiilinin, الْاَنْهَارُ ‘ya isnad edilmesi mecaz-ı aklîdir.
Bu cümlenin ism-i mevsûldeki mahzuf aid zamirden hal olduğu da söylenmiştir.
الْاَنْهَارُ - تَجْر۪ي kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اُكُلُهَا دَٓائِمٌ وَظِلُّهَاۜ
Beyânî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Mübteda ve haberden müteşekkil cümlede müsnedün ileyh olan اُكُلُهَا , izafet formunda gelerek az sözle çok anlam ifade etmiştir. وَظِلُّهَا izafeti, اُكُلُهَا ‘ya matuftur. Veya mahzuf mübtedanın haberidir.
اُكُلُهَا ve ظِلُّهَاۜ kelimelerinin cennete ait zamire muzâf olmaları, onlara tazim ifade eder.
Bu cümlenin ism-i mevsûldeki mahzuf aid zamirden ikinci hal olduğu da söylenmiştir.
Ayette îcâz-ı hazîf vardır. وَظِلُّهَاۜ sözünde haber hazfolunmuştur. Yani وَظِلُّهَاۜ دَٓائِمٌ demektir. Onun himayesi daimdir. Güneşin dünyaya olan faydasının yok olmadığı gibi süreklidir. (Sâbunî)
Gölgenin kalıcılığı; ağaçların arasından güneşin geçebileceği bir boşluk bulunmayacak derecede sık olduklarından kinayedir. (Âşûr)
Ayet-i kerîmede hazif yoluyla îcâz vardır. وَظِلُّهَا َifadesinin haberi olan دَٓائِمٌ kelimesi öncesindeki اُكُلُهَا دَٓائِمٌ cümlesinin delaletiyle hazf edilmiştir. İfadenin hazf edilmemiş hali اُكُلُهَا دَٓائِمٌ وَظِلُّهَا دَٓائِمٌ şeklindedir.
تِلْكَ عُقْبَى الَّذ۪ينَ اتَّقَوْاۗ وَعُقْبَى الْكَافِر۪ينَ النَّارُ
Cümle, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. İstînâfiyye cümlesidir. (Âşûr)
Müsnedün ileyhin uzak için kullanılan işaret ismiyle marife oluşu, dikkatleri işaret edilene yoğunlaştırmak ve onu tazim etmek içindir.
İşaret isminde istiare vardır. تِلْكَ ile akıbete işaret edilmiştir. Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi, aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’ her ikisinde de ‘‘vücûdun tahakkuku’’dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
Akıbetinin işaret edildiği kimselerin ism-i mevsûlle ifade edilmesi tazim içindir.
Tezat nedeniyle makabline atfedilen وَعُقْبَى الْكَافِر۪ينَ النَّارُ cümlesi de sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifadesinin yanında, muzâfa tahkir ifade eder.
تِلْكَ ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/57, S. 190)
تِلْكَ عُقْبَى الَّذ۪ينَ اتَّقَوْاۗ cümlesiyle وَعُقْبَى الْكَافِر۪ينَ النَّارُ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
اتَّقَوْاۗ - الْمُتَّقُونَۜ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
عُقْبَى kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
الَّذ۪ينَ - الَّت۪ي kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Cennetin özellikleri sayıldıktan sonra, muttakilerin akıbeti olmasının zikredilmesi, cem’ ma’at-taksim sanatıdır.
Orada yenilen meyveler, yiyecekler ve içilen içecekler kesintiye uğramaz, tükenip yok olmaz. Aynı şekilde gölgesi de süreklidir, yok olup gitmez. “Orada yakıcı sıcak ve dondurucu soğuk görmezler” ayetinde zikredildiği gibi orada ne güneş ne sıcak ne de soğuk vardır. (Sinan Yıldız, Vehbe Ez-Zuhaylî’nin Et-Tefsîru’l-Münîr Adlı Tefsirinde Belâğat İlmi Uygulamaları)
“Takva sahiplerinin sonu mutluluktur. Kâfirlerin sonu ise o ateştir."
Bu ayet, apaçık, takva sahiplerini umutlandırmakta ve kâfirlerin umudunu da kesmektedir. (Ebüssuûd)