İbrahim Sûresi 1. Ayet

الٓـرٰ۠ كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ اِلَيْكَ لِتُخْرِجَ النَّاسَ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ بِـاِذْنِ رَبِّهِمْ اِلٰى صِرَاطِ الْعَز۪يزِ الْحَم۪يدِۙ  ...

Elif Lâm Râ. Bu Kur’an, Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa, mutlak güç sahibi ve övgüye lâyık, göklerdeki ve yerdeki her şey kendisine ait olan Allah’ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır. Şiddetli azaptan dolayı vay kâfirlerin hâline.  (1 - 2. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الر Elif Lam Ra
2 كِتَابٌ (Bu), Kitaptır ك ت ب
3 أَنْزَلْنَاهُ indirdiğimiz ن ز ل
4 إِلَيْكَ sana
5 لِتُخْرِجَ çıkarman için خ ر ج
6 النَّاسَ insanları ن و س
7 مِنَ -dan
8 الظُّلُمَاتِ karanlıklar- ظ ل م
9 إِلَى
10 النُّورِ aydınlığa ن و ر
11 بِإِذْنِ izniyle ا ذ ن
12 رَبِّهِمْ Rablerinin ر ب ب
13 إِلَىٰ
14 صِرَاطِ yoluna ص ر ط
15 الْعَزِيزِ Aziz ع ز ز
16 الْحَمِيدِ ve övgüye layık olanın ح م د
 

Bazı sûrelerin başında bulunan bu harflere “hurûf-i mukattaa” denir (bilgi için bk. Bakara 2/1). Bu harflerden sonra genellikle kitaptan, âyetlerden veya vahiyden söz edilir. Burada da aynı üslûp kullanılmıştır.
 Hz. Peygamber’e indirilen kitaptan maksat Kur’an’dır. Allah Teâlâ cehalet, inkâr, bâtıl inanç gibi durumları zulumât (karanlık); bilgi, iman, hidayet gibi hasletleri de nûr (aydınlık) olarak nitelemiştir.
“Rablerinin izniyle” ifadesi Hz. Peygamber’in bu görevi kendiliğin-den değil, Allah’ın emri ve iradesiyle yerine getirdiğine işaret eder. Bir anlayışa göre de bu ifade peygamberin görevinin sadece tebliğ etmek olduğunu; hidayete erdirmenin ise Allah’ın izin ve iradesine bağlı bulun-duğunu gösterir. Göklerin ve yerin mülkiyet ve yönetimini elinde bulun-duran Allah, doğru yolu bulmak isteyenleri doğru yola iletir; böyle bir kudreti bırakıp da O’nun yarattığı varlıklara tanrı diye tapanları da kendi hallerine bırakır, sapkınlıkları içerisinde bocalar dururlar; bunlar irade ve tercihlerini yanlış yönde kullandıkları için yüce Allah bunları şiddetli bir azap ile tehdit etmektedir.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 302
 
 صرط Sarata : صِراطٌ doğru yoldur. Bu kavram سِراطٌ şeklinde de telaffuz edilmiştir ki kolay yol manasına gelir. Ya gideninin kendisini yuttuğu ya da kendisinin gidenlerini yuttuğu tasavvur edilerek yol için ‘lokma’ tabiri de kullanılmıştır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de sadece isim türevleriyle 45 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli sırattır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
 

الٓـرٰ۠ كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ اِلَيْكَ لِتُخْرِجَ النَّاسَ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ بِـاِذْنِ رَبِّهِمْ اِلٰى صِرَاطِ الْعَز۪يزِ الْحَم۪يدِۙ

 

الٓـرٰ۠  hurufu mukatta harfidir. İrabdan mahalli yoktur.

İsim cümlesidir.  كِتَابٌ  mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri, هذا  (bu) şeklindedir.

اَنْزَلْنَاهُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

اِلَيْكَ  car mecruru  اَنْزَلْنَاهُ  fiiline müteallıktır.

لِ  harfi,  تُخْرِجَ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.

أَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  اَنْزَلْنَاهُ  fiiline müteallıktır.

تُخْرِجَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

النَّاسَ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. 

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan  حَتّٰٓى ’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (  وَ  )’den sonra, 6) Sebep fe (  فَ  )’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مِنَ الظُّلُمَاتِ  car mecruru  تُخْرِجَ  fiiline müteallıktır. اِلَى النُّورِ  car mecruru  تُخْرِجَ  fiiline müteallıktır.

بِـاِذْنِ  car  mecruru  تُخْرِجَ ‘deki faili mahzuf haline müteallıktır. Takdiri;  ملتبسا بإذن ربّهم (Rablerinin izniyle beraber olarak) şeklindedir.  

رَبِّهِمْ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اِلٰى صِرَاطِ  car mecruru اِلَى النُّورِ ‘den bedeldir. الْعَز۪يزِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

الْحَم۪يدِ  kelimesi الْعَز۪يزِ ‘den bedel veya sıfattır.

الْعَز۪يزِ الْحَم۪يدِ  kelimeleri sıfat-ı müşebbehe kalıbıdır.

Sıfat-ı müşebbehe; benzeyen sıfat demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

الٓـرٰ۠ كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ اِلَيْكَ لِتُخْرِجَ النَّاسَ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ بِـاِذْنِ رَبِّهِمْ اِلٰى صِرَاطِ الْعَز۪يزِ الْحَم۪يدِۙ

 

Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâat-i istihlâl sanatının güzel bir örneğidir. Hurûf-u mukattaa ile başlayan bütün sureler buna örnektir. Çünkü muhatabın dikkatini celbeder ve dinlemeye teşvik eder. (Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi).

Tefsir alimleri surelerin başlarındaki bu harfler hakkında farklı görüşlere sahiptir. Âmir eş-Şâbi, Süfyan es-Sevri ve bir grup muhaddis şöyle demiştir: Bunlar Allah'ın Kur’an-ı Kerim’de sakladığı bir sırdır. Yüce Allah’ın, her bir kitabında böyle bir sırrı vardır. Bunlar, Yüce Allah’ın bilgisini yalnızca kendisine sakladığı müteşabih ayetler arasında yer alırlar. Bunlar hakkında bir şey söylemek gerekmez. Biz bunlara iman eder ve Allah’tan geldikleri gibi okuruz. (Kurtubî)

Aynı mukattaa harfleriyle başlayan surelerin aralarında mana veya konu açısından bir yakınlık vardır.

Surenin ilk ayeti ibtidaiyyedir. 

İsim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  كِتَابٌ ’un, takdiri  هذا  (bu) olan haberi mahzuftur. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اَنْزَلْنَاهُ  cümlesi,  كِتَابٌ  için sıfat konumundadır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

اَنْزَلْنَاهُ  fiilindeki  نَا  zamiri Allah’a ait azamet zamiridir.

Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih es-Sâmerrâî, Ala Tarîqi't Tefsîri'l Beyânî, C. 2, S. 467)

Sebep bildiren harf-i cer  لِ nin gizli  أنْ le masdar yaptığı  لِتُخْرِجَ النَّاسَ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ  cümlesi, mecrur mahalde olup başındaki harf-i cerle birlikte  اَنْزَلْنَاهُ  fiiline müteallıktır. 

Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

لِتُخْرِجَ النَّاسَ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ  (İnsanları, karanlıklardan aydınlığa çıkarman için) cümlesinde istiare vardır. Şöyle ki  الظُّلُمَاتِ  [karanlıklar] inkâr ve sapıklık,  النُّورِ [aydınlık] ise hidayet ve iman için müstear olarak kullanılmıştır.

Beyzâvî ayetin  مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ  ifadesini, aydınlığa karanlıklardan yani:  اىْ مِنْ اَنْوَاعِ اَلضَّلاَلِ اِلَى اَلْهُدَى  insanları çeşitli sapıklıklardan hidayete çıkarman için” şeklinde açıklamıştır. Müfessirimiz bu ifadesiyle  الظُّلُمَاتِ  (karanlık) lafzının dalal (sapkınlık) için, النُّورِ (aydınlık) lafzının ise hidayet için müstear olarak kullanıldığına işaret etmiştir. ‘Çeşitli sapkınlıklar’ tabiriyle de şunu anlatmak istemiştir:  الظُّلُمَاتِ  lafzı cemi olarak gelmiştir. Zira dalaletin; cehalet, hevaya uyma, vesveseleri ve küfre götüren şüpheleri kabul etme gibi türleri vardır. İmana götüren tek şey ise hidayettir. Bundan dolayı  الظُّلُمَاتِ  lafzı cemi olarak dalalet lafzı yerine istiare edilmişken, النُّورِ  lafzı tekil olarak hidayet yerine istiare edilmiştir. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı, Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi, Âşûr) 

Cenab-ı Hak, küfrü ancak zulümata (karanlıklara) benzetmiştir. Çünkü küfür, insanın hidayet yolundan şaştığı halin en ileri noktasıdır. Hak Teâlâ imanı da nura (ışığa) benzetmiştir. Çünkü bu, hidayet yolunun sayesinde aydınlanacağı en ileri şeydir. (Fahreddin er-Râzî)

الظُّلُمَاتِ'ın  çoğul, النُّورِ 'un tekil ifade edilmesi, küfür ve bid’at yollarının pekçok; hayır yolunun ise tek olduğunu göstermektedir. (Fahreddin er-Razi)

Burada istiarenin gerçekleştiği  الظُّلُمَاتِ  ve النُّورِ  kelimeleri isim olduğu için bu istiare, istiare-i asliyye olarak anılmaktadır.  (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı, Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi) 

اَنْزَلْنَاهُ  ile  رَبِّهِمْ  kelimeleri arasında mütekellimden gaibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)

الظُّلُمَاتِ  ile النُّورِ kelimeleri arasında müfred ve cemi arasında güzel bir iltifat sanatı vardır.(Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)

بِـاِذْنِ رَبِّهِمْ  [Rabblerinin izniyle]  ibaresindeki  بِـ  harfi;  لِتُخْرِجَ  fiiline taalluk etmektedir. Burada fiilin Peygambere (sav) izafe edilmesinin sebebi, davet edenin, uyarıp hidayete çağıranın kendisi oluşu dolayısıyladır.

بِـاِذْنِ رَبِّهِمْ  [Rablerinin izniyle] yani O’nun kolaylaştırması, müyesser kılması ile. Bu ifade, perdenin kaldırılarak işin kolaylaştırılması anlamındaki izin ifadesinin istiare olarak kullanımıdır. Allah’ın onlara kolaylaştırması ise kendilerine ihsan ettiği lütuf ve muvaffakiyet sayesinde olur. (Keşşâf)

Veciz anlatım kastıyla gelen  رَبِّهِمْ  izafetinde Rab ismine muzâfun ileyh olan  هِمْ  zamirinin ait olduğu kişiler, şan ve şeref kazanmıştır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb, Azîz ve Hamîd isimlerinin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. 

 اِلٰى صِرَاطِ الْعَز۪يزِ الْحَم۪يدِۙ  [Azîz, Hamîd olanın yoluna] ibaresinin de -araya  و  harfi getirmeksizin- gelmesi; “Akıllı, faziletli Zeyd’in yanına gittim” demeye benzer. و harfinin getirilmeyiş sebebi ise her iki sıfatın da aynı kişiye ait oluşudur.

“Aziz”in hiçbir kimsenin mağlup edemediği kimse anlamında olduğu söylendiği gibi, mülk ve saltanatında kendisine erişilemeyen, O’na zarar verilemeyen anlamında olduğu da söylenmiştir. (Kurtubî)

اِلٰى صِرَاطِ الْعَز۪يزِ الْحَم۪يدِۙ  ifadesi amilin tekrarı ile  اِلَى النُّورِ ‘den bedeldir.

Bedel, kapalı bir ifadeyi açmak, açık olanı kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

صِرَاطِ  kelimesi ‘yol’ demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müstearun leh) hazf edilmiş müstearun minh kalmıştır. Tasrihî istiaredir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

صِرَاطِ ‘ın Allah’a izafesi ya maksat o olmasından ya da yolu gösterenin kendisi olmasındandır. Azîz ve hamid sıfatlarının özellikle seçilmesi şunu göstermek içindir ki o yolundan gideni hor etmez ve onu izleyeni eli boş döndürmez. (Beyzâvî)

Allah Teâlâ, Azîz vasfını Hamîd vasfından önce zikretmiştir. Çünkü doğru olan şudur: Allah Teâlâ’yı bilmenin başlangıcı, O’nun Kādir, sonra Âlim ve sonra herşeyden müstağni olduğunu bilmektir. Azîz, kādir demektir; hamîd ise, âlim ve müstağni olması demektir. Binaenaleyh Allah’ın kādir olduğunu bilmek, O’nun herşeyi bilen ve herşeyden müstağni olan olduğunu bilmekten önce geldiği için Aziz ismini Hamîd isminden önce zikretmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

Kuran’ı Kerim’deki bütün surelerde olduğu gibi bu surenin de başlangıç ayeti, sureye uygun ve yerinde bir başlangıç olup, anlamı açık, kapalılıktan uzaktır.

Alimler, Kur’an-ı Kerim surelerinin başlangıçlarındaki ibdâ’ /örneksiz olarak yaratmaya dikkat çekmişlerdir. (Allân, el-Bedî‘ fi’l-Kur’ân, s. 321)

Eğer muhatabın kulağına ilk çarpan şeyin düzeni güzel ve anlamı doğru olursa, muhatap söze yönelir ve tamamına dikkat kesilir. Aksi takdirde sözün geri kalan kısmı son derece güzel olsa da muhatap ondan yüz çevirir. (Sa‘îdî, Buğyetu’l-Îzâh, s. 148; Şîrâzî, el-Belîğ, s. 317)

الظُّلُمَاتِ - النُّورِ ckelimeleri arasında tıbâk-ı îcab,  الْعَز۪يزِ الْحَم۪يدِۙ  ve  النُّورِ - كِتَابٌ kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

الْعَز۪يزِ - الْحَم۪يدِۙ  kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Azîz ve Hamîd olanın yolu ifadesinden sonra Allah lafzı ve sıfatlarının söylenmesi Allah (cc)‘nun azamet ve yüceliğini vurgulamak ve zihinlerde yerleştirmek için yapılan ıtnâbtır.

ـاِذْنِ , huzura girmek isteyenlere kapıyı açmaktır,  ـاِذْنِ ‘in  bu manasıyla bütün insanlar için geçerli olduğu açıktır. (Ebüssuûd)

Burada Allah’ın yüce sıfatları arasından العَزِيزِ الحَمِيدِ  isimlerinin tercih edilmesi makama münasip olması dolayısıyladır. Çünkü Azîz; yenilmeyen, daima galip olan demektir. Kitap'ın indirilmesi, Allah'ın insanlardan istediklerinin sahih olduğunun bir delilidir, böylece onunla ihtilafa galip gelecek ve insanların aleyhine delil oluşturacaktır. (Âşûr)