ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌۙ فَزَادَهُمُ اللّٰهُ مَرَضاًۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌۙ بِمَا كَانُوا يَكْذِبُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فِي |
|
|
2 | قُلُوبِهِمْ | onların kablerinde |
|
3 | مَرَضٌ | hastalık vardır |
|
4 | فَزَادَهُمُ | artırmıştır |
|
5 | اللَّهُ | Allah |
|
6 | مَرَضًا | hastalıklarını |
|
7 | وَلَهُمْ | onlara vardır |
|
8 | عَذَابٌ | bir azab |
|
9 | أَلِيمٌ | acı |
|
10 | بِمَا | ötürü |
|
11 | كَانُوا | olduklarından |
|
12 | يَكْذِبُونَ | yalancı |
|
مرض kelimesi Kur'an'da 23 ayette geçmiştir.
B ayetteki gibi ra (ر) harfinin, harekesinin üstün olarak gelişi Kur'an'da hep kalpteki manevi hastalıklardan ve nefsi hastalıklardan bahseden ayetlerde gelmiştir. Ra (ر )harfinin, esreli olarak gelişi ise, bedeni hastalıklardan bahseden ayetlerde gelmiştir.
ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌۙ فَزَادَهُمُ اللّٰهُ مَرَضاًۚ
İsim cümlesidir. ف۪ي قُلُوبِهِمْ car mecruru mukaddem habere mütealliktir. Muttasıl zamiri هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مَرَضٌ muahhar mübteda olup damme ile merfûdur.
فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
زَادَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اللّٰهُ lafza-i celâl, fail olup damme ile merfûdur. مَرَضًا kelimesi ikinci mef‘ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌۙ بِمَا كَانُوا يَكْذِبُونَ
Ayet, atıf harfi وَ ‘ la زَادَهُمُ اللّٰهُ ‘a matuftur.
İsim cümlesidir. لَهُم car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. عَذَابٌ muahhar mübteda olup damme ile merfûdur. اَل۪يمٌ kelimesi عَذَابٌ ’ un sıfatı olup damme ile merfûdur.
مَا ve masdar-ı müevvel بِ harfi ceriyle birlikte عَذَابٌ ‘nin mahzuf ikinci sıfatına mütealliktir. بِ sebebiyyedir. Takdiri, عذاب أليم مستحقّ بكونهم كاذبين.(Yalancı olmaları sebebiyle elim azaba müstehaktırlar.) şeklindedir.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. يَكْذِبُونَ fiili, كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.
يَكْذِبُونَ fiili نَ ‘ un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ ı fail olarak mahallen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَل۪يمٌ kelimesi sıfatı müşebbehe kalıbındandır.
Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌۙ فَزَادَهُمُ اللّٰهُ مَرَضاًۚ
Ayet beyanî istînâf veya ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. ف۪ي قُلُوبِهِمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مَرَضٌ , muahhar mübtedadır.
Müsnedün ileyh olan مَرَضٌ ’un nekreliği, teksir ve tahkir ifade eder.
ف۪ي قُلُوبِهِمْ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla قُلُوبِهِمْ , mazruf mesabesindedir. Kâfirlerin inkârlarını mübalağalı bir şekilde belirtmek üzere bu harf, عَلَيْ yerine kullanılmıştır. Davranışlarındaki inatçılık ve inkâr, adeta bir şeyin, bir kabın içinde muhafaza edilmesine benzetilmiştir. Çünkü kalpler, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Câmî’, her iki durumdaki mutlak irtibattır.
Bu ayet-i kerîmede مَرَضٌ kelimesinde istiare yapılmıştır. مَرَضٌ bedenî bir hastalıktır, kalbî bir hastalık olan nifak için müstear olmuştur. Aralarındaki benzerlik her ikisinin de yakaladıkları şeyi ifsad etmesidir. مَرَضٌ bedeni, nifak kalbi ifsad eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyân İlmi)
مرض kelimesinin nekre gelişi tazim içindir. Onların kalplerindeki hastalığın tehlikesinin şiddetine ve kötü akıbetlerine ima veya insanların tanıdığı hastalıkların dışında bir hastalık çeşidine delalet etmek için nekre gelmiştir. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, s. 77)
فَزَادَهُمُ اللّٰهُ مَرَضًا cümlesi atıf harfi فَ ile makabline atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
مَرَضٌ lafzında irsâd sanatı vardır. Ayette önemine binaen tekrarlanmıştır. Bu tekrarda ıtnâb, cinas ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatları vardır.
ف۪ي edatı kapalı bir şeyin içine girmek için kullanılır. Burada da kalpleri sanki bir ev gibidir, ev içinde yerleşmiş olan bir hastalık vardır.
مَرَضٌ (hastalık) bedende olduğunda hakikat, kalpte olduğunda ise istiare olur. Zira iki yerdeki bozukluk cihetleri farklı bile olsa, beden hastalığı bedenlerde olan bir bozukluk olduğu gibi kalbin hastalığı da kalplerde olan bozukluktur. Sağlıklı din dairesi dışına çıkmaları yüzünden kalplerinde bulunan küfür inancı hastalık olarak isimlendirilmiştir. Nitekim bedensel hastalık da bedenleri sağlık durumundan dışına çıkarıp sağlıklı oluşumunu ve yapısını (hastalıklı hale) dönüştürür. (Şerîf er- Râdî, Kur’an Mecazları)
'ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌۙ [kalplerinde hastalık vardır] cümlesinde latif bir kinaye vardır. Burada nifaktan kinaye edilmiştir. Çünkü maraz, beden için, nifak da kalp için bir fesat unsurudur. (Safvetü't Tefâsir)
قاتلهم الله [Allah onları kahretsin] ifadesi bir bedduadır. Mazi fiil beddua manasında kullanılabilir. Bu cümleye de öyle bir mana verilmiştir. ‘’Allah onların hastalığını artırsın.’’ تبتْ يدا أبي لهبٍ وتبّ [Allah onun iki elini kurutsun ve kuruttu da] ayetinde olduğu gibi.
Ana sebeplere yönlendirmenin en güzel örneklerinden biri münafıkların durumunun anlatıldığı فِي قُلُوبِهِم مَرَضٌ فَزَادَهُمُ اللّهُ مَرَضاً وَلَهُم عَذَابٌ أَلِيمٌ بِمَا كَانُوا يَكْذِبُونَ ayetindedir. Burada insanın temel kusurları ve bu kusurların nasıl büyük sonuçlara yol açacağı, münafıklık ve yalan ikilisinin aynı düzlemde verilmesiyle vurgulanmıştır. Münafıklığın hemen yanı başında yalan kusurunu gören müminlerin yalancılıktan uzaklaşmaları ve hatta tiksinmeleri murad edilmiştir. (İsmail Bayer, Keşşaf Tefsirinde Belagat Uygulamaları)
Burada مرضٌ ifadesinin kalbe izafe edilmesinin hakiki manada olması da mecaz olması da caizdir. Hakiki mana murad olursa ‘’karnında hastalık var’’ ifadesinde olduğu gibi acı/ağrı kastedilmiş olabilir. Mecazî anlamda ise bu ifade kalbin, bozuk itikat, kin, haset, günahlara meyletme, masiyete azmetme, heva duygularına kapılma, korkaklık, zaaf gibi insan için fesat ve hastalığa benzer bir afet olan bazı arızaları için istiâre olur. Nitekim bu gibi şeylerin zıddına da sıhhat ve selamet ifadeleri istiare olarak kullanılmaktadır. Burada مرضٌ ile kastedilen, “bozuk itikat ve küfür” veya “kin, haset ve öfke”dir. Zira onların kalpleri Rasulüllah (s.a.v.) ve müminlere karşı kin ve öfke doluydu. (Sinan Yıldız, Vehbe Ez-Zuhaylî’nin Et-Tefsîru’l-Münîr adlı Tefsirinde Belâgat İlmi Uygulamaları)
Allah Teâlâ’nın onların hastalığını artırmasının anlamı şudur: Allah Peygamber (s.a.v)’e her vahiy indirdiğinde onlar bu vahyi dinleyip inkâr ettiler; böylece kâfirlikleri artarak devam etti. Böylece fiilin sebebine isnat edilmesi suretiyle, sanki onların artırdıkları bu küfür, Allah tarafından artırılmış gibi ifade edildi. (Keşşâf)
وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌۙ بِمَا كَانُوا يَكْذِبُونَ
Cümle atıf harfi وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Cihet-i camia temasüldür.
Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur لَهُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. عَذَابٌ , muahhar mübtedadır.
Cümlede müsnedün ileyh olan عَذَابٌ kelimesinin nekra gelişi tazim, kesret ve tarifi imkansız bir nev olduğunu ifade eder.
اَل۪يمٌ kelimesi عَذَابٌ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
عَذَابٌ ‘un mahzuf ikinci sıfatına müteallik olan mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûlün sılası olan كَانُوا يَكْذِبُونَ cümlesi, nakıs fiil كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir.
كان ’nin haberi olan يَكْذِبُونَ ‘nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesiyle hüküm takviye edilmiştir. Fiil muzari sıygada gelerek hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)
كَان ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.103)
مَرَضٌ - عَذَابٌ - اَل۪يم kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
كان ’li cümlelerde o işin onlarda iyice yerleşmiş olduğuna işaret vardır. بِمَا كَانُوا يَكْذِبُونَ cümlesini çok yalancı oldukları için şeklinde anlamalıyız. Çünkü كان fiili mazi, geçmiş zamandır. بِمَا يَكْذِبُونَ yerine بِمَا كَانُوا يَكْذِبُونَ şeklinde gelmesi; çok yalan söylerlerdi anlamındadır. Devamlı yalan söylerlerdi. Bu onlarda âdet haline gelmişti. كان ’nin getirdiği anlam, sürekliliktir. O’nun için zaman söz konusu olmadığından كان fiilinin Allah Teâlâ için de kullanıldığını görüyoruz.
عَذَابٌ اَل۪يمٌۙ ifadesindeki اَل۪يمٌ kelimesi ism-i fail kalıbındadır. İşârî olarak o öyle bir azap ki, azap verirken kendisi bile acımaktadır şeklinde düşünülebilir.
أَلِمَ kökünden gelen “elem” acı, ağrı; اَل۪يمٌ ise acı çektiren, elem veren demektir. Eğer burada elim acı duyan anlamına alınırsa, bu azabın değil, fakat azab edilenin sıfatı olur. O takdirde ifadede mübalağa (manayı tekid) vardır. (Ebüssuûd)