وَدَّ كَث۪يرٌ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ لَوْ يَرُدُّونَكُمْ مِنْ بَعْدِ ا۪يمَانِكُمْ كُفَّاراًۚ حَسَداً مِنْ عِنْدِ اَنْفُسِهِمْ مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمُ الْحَقُّۚ فَاعْفُوا وَاصْفَحُوا حَتّٰى يَأْتِيَ اللّٰهُ بِاَمْرِه۪ۜ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَدَّ | isterler |
|
2 | كَثِيرٌ | bir çoğu |
|
3 | مِنْ | -nden |
|
4 | أَهْلِ | ehli- |
|
5 | الْكِتَابِ | kitap |
|
6 | لَوْ | şayet |
|
7 | يَرُدُّونَكُمْ | sizi döndürmek |
|
8 | مِنْ |
|
|
9 | بَعْدِ | sonra |
|
10 | إِيمَانِكُمْ | imanınızdan |
|
11 | كُفَّارًا | kafirler olarak |
|
12 | حَسَدًا | hasetle |
|
13 | مِنْ |
|
|
14 | عِنْدِ |
|
|
15 | أَنْفُسِهِمْ | içlerindeki |
|
16 | مِنْ |
|
|
17 | بَعْدِ | sonra |
|
18 | مَا |
|
|
19 | تَبَيَّنَ | apaçık belli olduktan |
|
20 | لَهُمُ | onlara |
|
21 | الْحَقُّ | gerçek |
|
22 | فَاعْفُوا | affedin |
|
23 | وَاصْفَحُوا | hoş görün |
|
24 | حَتَّىٰ | kadar |
|
25 | يَأْتِيَ | getirinceye |
|
26 | اللَّهُ | Allah |
|
27 | بِأَمْرِهِ | emrini |
|
28 | إِنَّ | şüphesiz |
|
29 | اللَّهَ | Allah |
|
30 | عَلَىٰ |
|
|
31 | كُلِّ | her |
|
32 | شَيْءٍ | şeye |
|
33 | قَدِيرٌ | gücü yetendir |
|
Ayet affedin ve sayfayı çevirin diyor.. Unutun yani.. Daha önemli şeyler var ilgilenmeniz gereken. Bedir kapıda.. Bugüne bakan yönüyle önceliklerimizi belirlemeyi öğretiyor ayet bize. Daha önemli ilgilenmen gereken şeyler var ve hemen arkasından umut veriyor. Muhakkak ki Allah herşeye gücü yetendir... O zaman korkma.. Sen birşeye odaklanmak istiyorsan namazını kıl zekatını ver.. Salat aynı zamanda bağ kurmak demektir. Allah bu iki ibadetle dinimizi özetliyor aslında. Namaz kıl Allahla bağını koparma, zekat vermek için helal yoldan kazan helal ye helalinden ver kullarımla bağını koparma. Hepsinin karşılığını Allah katında bulacaksınız.
Allah umduklarını bulanlardan eylesin hepimizi...
Ayette afv ve safh sözcükleri bir arada zikredilmiştir. Affetmekle kalmayıp unut demektir.
Hased ve benzeri kelimeler şöyle özetlenir:
Sehâvet (سخاوة): Bende var, onda da olsun.
İysâr (إيثار): Benim değil, onun olsun.
Cûd (جود): Benim yok, ama onun olsun.
Fakr (فقر): Onda yok, bende de olmasın.
Gıbta (غبطة): Onda var, bende de olsun.
Hased (حسد): Bende yok, onda da olmasın.
Buhl (بخل): Bende var ama onda olmasın.
Şuh (شح): Onunki benim olsun. (Kadın ve Aile Dergisi)
وَدَّ كَث۪يرٌ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ لَوْ يَرُدُّونَكُمْ مِنْ بَعْدِ ا۪يمَانِكُمْ كُفَّاراًۚ
Fiil cümlesidir. وَدَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. كَثٖيرٌ fail olup lafzen merfûdur. مِنْ اَهْلِ car mecruru كَثٖيرٌ 'a veya mahzuf sıfatına müteallıktır. الْكِتَابِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
لَوْ ve masdar-ı müevvel, وَدَّ fiilinin mef’ûlu olarak mahallen mansubdur.
مِنْ بَعْدِ car mecruru يَرُدُّونَكُمْ fiiline mütealliktir. ا۪يمَانِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mecrurdur. كُفَّارًا kelimesi يَرُدُّونَكُمْ fiilinin ikinci mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur.
حَسَداً مِنْ عِنْدِ اَنْفُسِهِمْ مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمُ الْحَقُّۚ
حَسَدًا kelimesi amil يردّون أو ودّ olan sebebiyet bildiren mef’ûlün lieclih olup fetha ile mansubdur. مِنْ عِنْدِ car mecruru حَسَداً ‘e mütealliktir. اَنْفُسِهِمْ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنْ بَعْدِ cümlesi وَدَّ fiiline mütealliktir. مَا ve masdar-ı müevvel, بَعْدِ ‘nin muzâfun ileyhi olarak mahallen mecrurdur. لَهُمُ car mecruru تَبَيَّنَ fiiline mütealliktir. الْحَقُّ kelimesi تَبَيَّنَ fiilinin faili olup lafzen merfûdur.
تَبَيَّنَ fiili, tefa’ûl babındadır. Sülâsîsi بين ’dir. Bu bab fiile, mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
حَسَداً مِنْ عِنْدِ اَنْفُسِهِمْ [Sırf içlerindeki hasetten ötürü] : Haset, belli bir kazanca sahip olan birinin o kazancından dolayı üzüntü duymak ve o kazancın o kimsenin elinden çıkmasını temenni etmektir. Burada حَسَدًا kelimesinin mansub olması iki sebepten olabilir:
فَاعْفُوا وَاصْفَحُوا حَتّٰى يَاْتِىَ اللّٰهُ بِاَمْرِه
ف mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasihadır. اعْفُوا fiili نَ 'nun hazfıyla mebni emir fiildir. وَاصْفَحُوا cümlesi فَاعْفُوا ‘ya matuftur. حَتّٰى gaye bildiren cer harfidir. يَاْتِىَ muzari fiilini gizli اَنْ ile nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir. اَنْ ve masdarı müevvel, cer mahallinde اعْفُوا fiiline mütealliktir.
اللّٰهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. بِاَمْرِ car mecruru يَاْتِىَ fiiline mütealliktıi. Muttasıl zamir ه muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafzı اِنَّ nin ismi olup fetha ile mansubdur. قَدِ۪يرٌ kelimesi اِنَّ nin haberi olup lafzen merfûdur. عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ car mecruru قَدِ۪يرٌ ' e mütealliktir. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَدَّ كَث۪يرٌ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ لَوْ يَرُدُّونَكُمْ مِنْ بَعْدِ ا۪يمَانِكُمْ كُفَّاراًۚ حَسَداً مِنْ عِنْدِ اَنْفُسِهِمْ مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمُ الْحَقُّۚ
İstînâf cümlesidir. Müsbet fiil cümlesi formunda, faide-i haber ibtidâî kelamdır.
ا۪يمَانِكُمْ - كُفَّار kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
من عند انفسكم cümlesindeki من , ibtidaiyyedir. Yahudilerin nefislerinde hasedin iyice yerleşmiş, kök salmiş olduğunu ifade etmektedir. Ayrıca ardından عند ile de tekid edilerek, iyice pekiştirilmiştir. (Âdil Ahmet Sâbır er- Ruveynî, Min Belâgati’l Kur’âni’l Kerim, Soru 882)
تَبَيَّنَ لَهُمُ الْحَقُّۚ [Hakikat kendilerine apaçık belli olduktan sonra], yani Muhammed aleyhisselamın Allah’ın peygamberi, İslam’ın Allah’ın dini olduğu onlar için açıkça ortaya çıktıktan sonra... Diğer bir görüşe göre bu ifade, “Onlara Muhammed ve dinin Tevrat’ta zikredilen hakikati ortaya çıktıktan sonra” anlamına gelir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
فَاعْفُوا وَاصْفَحُوا حَتّٰى يَاْتِىَ اللّٰهُ بِاَمْرِه
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasihadır. Takdiri إذا كان أمرهم كذلك (Onlara bu şekilde emredildiği zaman ...) şeklindedir. Mahzufla birlikte cümle, talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesinin hazfı, îcâz-ı hazif sanatıdır. Şartın cevabı olan فَاعْفُوا cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
وَاصْفَحُوا cümlesi cevap fiiline, temasül nedeniyle atfedilmiştir.
Gaye bildiren حَتّٰى ’nın dahil olduğu masdar tevilindeki cümle, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidâî kelamdır. Cümlenin müsnedün ileyhi, telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırmak için lafza-i celâlle gelmiştir.
Allah Teâlâ’ya ait olan zamire muzâf olması اَمْرِ için tazim ve teşrif ifade eder.
اَمْرِ ‘den kasıt, savaş emrinin verilmesidir. Dolayısıyla bu ayetin, kıtal emri veren ayeti kerimeden önce indiği anlaşılmaktadır. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, Soru 887)
Ehli kitap ve müşrikler, sırf menfaatlerine ters düştüğü için ve sırf haset nedeniyle inkâr etmişlerdir. Bu haset duygusu aslında Allah’ın taksimine itirazdır.
Burada اعْفُوا ve اصْفَحُوا fiilleri bir arada zikredilmiştir. ‘’Affetmekle kalma, unut.’’ demektir. Musafaha kelimesi de صفح kökünden gelir.
Affetmek demek olan العفو ile الصفح arasındaki fark, العفو, günaha ceza vermeyi terketmektir, الصفح ise, kınamayı ve suçlamayı terketmek demektir. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, Soru 884)
العفو ile الصفح arasında mürâât-i nazîr vardır.
Haset ve kavram alanındaki benzer kelimeler şöyle özetlenir:
سخاوة: Bende var, onda da olsun.
إيثار: Benim değil, onun olsun.
جود: Benim yok, ama onun olsun.
فقر: Onda yok, bende de olmasın.
غبطة: Onda var, bende de olsun.
حسد: Bende yok, onda da olmasın.
بخل: Bende var ama onda olmasın.
شح: Onunki benim olsun. (Kadın ve Aile Dergisi)
اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
Taliliye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ ve takdim kasrıyla tekid edilmiş cümle faide-i haber inkârî kelamdır. Müsnedün ileyh, telezzüz ve teberrük için alem isimle gelmiştir.
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Müsnedün ileyhin, bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve haşyet uyandırma amacına matuftur.
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle, ayetteki lafza-i celâllerde tecrîd sanatı vardır.
Lafza-i celâlin tekrarında, reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
[Şüphesiz Allah her şeye kâdirdir.] yani Allah azaba da intikama da her şeye kâdirdir. Bir görüşe göre anlam, “Sizi onların eziyetlerinden savaşsız kurtarmaya da kâdirdir, o halde siz feraha ermeyi bekleyin ve şu an namaz ve zekat ile meşgul olun!” şeklindedir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)