يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِصَاصُ فِي الْقَتْلٰىۜ اَلْحُرُّ بِالْحُرِّ وَالْعَبْدُ بِالْعَبْدِ وَالْاُنْثٰى بِالْاُنْثٰىۜ فَمَنْ عُفِيَ لَهُ مِنْ اَخ۪يهِ شَيْءٌ فَاتِّبَاعٌ بِالْمَعْرُوفِ وَاَدَٓاءٌ اِلَيْهِ بِاِحْسَانٍۜ ذٰلِكَ تَخْف۪يفٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَرَحْمَةٌۜ فَمَنِ اعْتَدٰى بَعْدَ ذٰلِكَ فَلَهُ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | امَنُوا | iman edenler |
|
4 | كُتِبَ | farz kılındı |
|
5 | عَلَيْكُمُ | size |
|
6 | الْقِصَاصُ | kısas |
|
7 | فِي |
|
|
8 | الْقَتْلَى | öldürmelerde |
|
9 | الْحُرُّ | hür |
|
10 | بِالْحُرِّ | hür ile |
|
11 | وَالْعَبْدُ | köle |
|
12 | بِالْعَبْدِ | köle ile |
|
13 | وَالْأُنْثَىٰ | kadın |
|
14 | بِالْأُنْثَىٰ | kadın ile |
|
15 | فَمَنْ | kimse |
|
16 | عُفِيَ | affedilen |
|
17 | لَهُ | kendisi |
|
18 | مِنْ | tarafından |
|
19 | أَخِيهِ | kardeşi |
|
20 | شَيْءٌ | bir şey |
|
21 | فَاتِّبَاعٌ | artık uymalıdır |
|
22 | بِالْمَعْرُوفِ | örfe |
|
23 | وَأَدَاءٌ | ve (diyeti) ödemelidir |
|
24 | إِلَيْهِ | ona |
|
25 | بِإِحْسَانٍ | güzelce |
|
26 | ذَٰلِكَ | bu |
|
27 | تَخْفِيفٌ | bir hafifletme |
|
28 | مِنْ | tarafından |
|
29 | رَبِّكُمْ | Rabbiniz |
|
30 | وَرَحْمَةٌ | ve rahmettir |
|
31 | فَمَنِ | artk kim |
|
32 | اعْتَدَىٰ | haddi aşarsa |
|
33 | بَعْدَ | sonra |
|
34 | ذَٰلِكَ | bundan |
|
35 | فَلَهُ | onun için vardır |
|
36 | عَذَابٌ | bir azab |
|
37 | أَلِيمٌ | acıklı |
|
Cahiliye döneminde hür ve şerefli bir kimse bir köleyi öldürüyorsa, ona kısas olarak birkaç köle öldürülüyormuş. İslam bu adaletsizliğe son vermiştir.
Burada kısas anlatılıyor. Kısasta intikam değil, adalet söz konusudur. (İsteyerek öldürme olaylarında bu geçerli. Aslında müslümanın müslümanı isteyerek öldürmesi olamaz. Ancak kaza olursa diyet gerekir, ailesinin bağışlaması müstesna.)
Hristiyanlıkta bu konuda af hükmü yokmuş. Bunu getiren İslamiyet. Modern hukuk cezalandırma yetkisini şahıstan alıp devlete verir ki bu şahıslara zulümdür. Devlet kendini benim yerime koyuyor çünkü. Suç kime karşı işlenmişse, cezalandırma veya affetme yetkisi ona aittir.
Modern hukukta her türlü suça hapis cezası veriliyor. Sadece süreler değişiyor. Oysa cezanın suça uygun olması lazım. Üstelik hapis insanı islah eden bir ceza değil.
Bu ayette adetlere, uygulamalara bir sınırlama getirilmiştir. Bir kişinin ölümüne karşı birkaç kişinin öldürülmesi yasaklanmıştır.
İslamda ceza hukuku hem suçluyu, hem mazlumu, hem toplumu hepsini birden ele alır.
قَصٌّ bir izi adım adım takip etmek, iz sürmek demektir. Fiil olarak قَصَّ onun izini adım adım takip etti, izini sürdü anlamında kullanılır. قَصَصٌ iz ve izi takip edilen , izi sürülen haberler manasına gelir. قِصَاصٌ kısas yoluyla kanı takip etmek/kanın ardına düşmek hakkında kullanılır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 30 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri kısas, kıssa, takas ve makastır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِصَاصُ فِي الْقَتْلٰىۜ
یَـٰۤ nida harfi, أَیُّ nekre-i maksude münadadır. هَا ise tenbih harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl olan ٱلَّذِینَ , münadadan sıfat veya bedeldir. İsm-i mevsûlun sılası ءَامَنُوا۟ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
Meçhul mazi fiil olan كُتِبَ ile başlayan cümle nidanın cevabıdır. عَلَیۡكُمُ car mecruru meçhul fiil كُتِبَ ’ye müteallıktır. ٱلۡقِصَاصُ fiilin naib-i failidir. فِی ٱلۡقَتۡلَى car mecruru, ٱلۡقِصَاصُ kelimesinin mahzuf haline müteallıktır.
اَلْحُرُّ بِالْحُرِّ وَالْعَبْدُ بِالْعَبْدِ وَالْاُنْثٰى بِالْاُنْثٰىۜ
ٱلۡحُرُّ mübteda olarak merfûdur. بِٱلۡحُرِّ car mecruru mahzuf habere müteallıktır.
وَ atıf harfidir. ٱلۡعَبۡدُ mübteda olarak lafzen merfûdur. بِٱلۡعَبۡدِ car mecruru mahzuf habere müteallıktır.
وَ atıf harfidir. ٱلۡأُنثَىٰ mübteda olarak merfûdur. Ref alameti kelimenin sonuna takdir edilmiş dammedir. بِٱلۡأُنثَىٰۚ car mecruru mahzuf habere müteallıktır.
فَمَنْ عُفِيَ لَهُ مِنْ اَخ۪يهِ شَيْءٌ فَاتِّبَاعٌ بِالْمَعْرُوفِ وَاَدَٓاءٌ اِلَيْهِ بِاِحْسَانٍۜ
ف istînâf harfidir. مَنۡ , şart ismidir. Mübteda olarak mahallen merfûdur. Şart fiili عُفِیَ dir. Mazi fiil olan عُفِیَ meçhul bina edilmiştir. لَهُۥ car mecruru عُفِیَ fiiline müteallıktır. مِنۡ أَخِیهِ ise, mahzuf hale müteallıktır. شَیۡءࣱ kelimesi, عُفِیَ fiilinin naib-i failidir.
ف şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. ٱتِّبَاعُۢ , muahhar mübtedadır. Cümlenin başına takdir edilen فعليه mahzuf mukaddem habere müteallıktır. بِٱلۡمَعۡرُوفِ car mecruru masdar olan ٱتِّبَاعُۢ ’ya müteallıktır. أَدَاۤءٌ , kelimesi وَ ’la ٱتِّبَاعُۢ ’ya atfedilmiştir. إِلَیۡهِ car mecruru, أَدَاۤءٌ ’a, بِإِحۡسَـٰنࣲۗ ise mahzuf hale müteallıktır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkib, مَنۡ ’in haberidir.
ذٰلِكَ تَخْف۪يفٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَرَحْمَةٌۜ
İşaret ismi ذَ ٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. تَخۡفِیفࣱ haber olup lafzen merfûdur. مِّن رَّبِّكُمۡ car mecruru mahzuf sıfata müteallıktır. Muttasıl zamir كُمۡ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. رَحۡمَةࣱ kelimesi تَخۡفِیفࣱ ’a matuftur.
فَمَنِ اعْتَدٰى بَعْدَ ذٰلِكَ فَلَهُ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
ف atıf harfidir. مَنِ şart ismi mübteda olarak mahallen merfûdur. Mazi fiil ٱعۡتَدَىٰ şart fiilidir. Zaman zarfı بَعۡدَ, şart fiili ٱعۡتَدَىٰ ’ya müteallıktır. ذَ ٰلِك muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ف , cevap cümlesinin başına gelen rabıta harfidir. لَهُ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. عَذَابٌ muahhar mübtedadır. أَلِیمࣱ ise عَذَابٌ ’un sıfatıdır.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِصَاصُ فِي الْقَتْلٰىۜ
Ayet fasılla gelmiş nida üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.
Nidanın cevabı müsbet mazi fiil formunda faide-i haber, ibtidaî kelamdır.
Nidanın gayesi; nida edilene önemli bir şeyi haber vermektir. Onun için çoğunlukla nidayı emir, nehy, istifham, şer‘î bir hüküm vs. gibi önemli şeyler takip eder.
یَـٰۤأَیُّهَا ٱلَّذِینَ ءَامَنُوا۟ Kur’an-ı Kerim’de pek çok kere geçen bu nida üslubu tekid unsurları taşır.
İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi sonrakilerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Arkadan أَیُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile takibeden elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, arkadan gelen kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. Bunun arkasından da bu kişilerin en sevgili vasfı olan iman kelimesiyle nida edilir. (Ahzâb/70) (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’ânî, s. 43)
Nidanın cevabı olan كُتِبَ fiili, meçhul bina edilerek mef‘ûle dikkat çekilmiştir.
فِی ٱلۡقَتۡلَىۖ ifadesindeki فِی harfinde istiare vardır. Bilindiği gibi فِی harfi zarfiye manasındadır. Ayette قَتۡلَ , içi olan bir şeye benzetilerek istiare yapılmıştır. Cami’ her ikisindeki mutlak irtibattır.
Buradaki في , sebebiye içindir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveyni, Min Ğarîbi Belagati’l Kur’ani’l Kerim, Soru 1303)
Ayet-i kerimedeki ٱلۡقَتۡلَىۖ kelimesi (مقتول anlamına gelen) قاتل kelimesinin çoğuludur. Bu kabilden çoğullar, müennes bir çoğul olup insanların karşı karşıya kalıp hoşuna gitmeyen durumlar hakkında kullanılır. O bakımdan bu kipte gelmiştir. (Kurtubî)
القتلي ’daki ال , cins içindir. (Âşûr)
ٱلۡقِصَاصُ kelimesi sözlükte aynıyla karşılık vermek, herhangi bir hakkı dengiyle takas etmek demektir. ٱلۡقَتۡلَىۖ kelimesi ٱلۡقَٱتل ’in çoğuludur. ٱلۡقَٱتل kelimesi de maktûl, öldürülmüş kimse demektir. فِی ٱلۡقَتۡلَىۖ [Öldürülenler hakkında] ifadesindeki فِی harfi, sebebiye içindir. Ey iman edenler! zulmedilerek öldürülenler hakkında, yani bunların öldürülmesinden dolayı karşılık olarak katillerine kısas uygulanması üzerinize yazıldı, yazılmış bir kanun oldu, farz kılındı demektir. (Elmalılı)
Bu hitap mümin idarecilere yapılmaktadır. Allah, devlet başkanına ve onun adına iş gören ve onun makamında olan herkese, kısas cezasını uygulamayı farz kılmıştır. mana şöyle oluyor: Ey imamlar, yani yöneticiler! Size kısası uygulamanız farz kılındı. Eğer ölü sahibi kısası uygulamayı istiyorsa, bunu yerine getirmeniz size farzdir. ٱلۡقِصَاصُ ; insanın başkasına karşı işlediği şeyin aynısının kendisine uygulanması demektir. Bu ise cana kıymak, organlardaki tahribatlar ve yaralanmalarda, aynı eşitlik ve benzerlik olmak şartıyla gerekenin yapılmasıdır. (Ruhul Beyan)
Burada فِی ٱلۡقَتۡلَ değil de فِی ٱلۡقَتۡلَىۖ ifadesinin kullanılması sadece öldüren kişinin öldürüleceğine işaret etmek için gelmiştir.? (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, Soru: 1305)
اَلْحُرُّ بِالْحُرِّ وَالْعَبْدُ بِالْعَبْدِ وَالْاُنْثٰى بِالْاُنْثٰىۜ
İstînâf cümlesidir. Fasılla gelmiştir. Aynı formda birbirine atfedilmiş bu üç cümlede de îcâz-ı hazif sanatı vardır. Tefsiriyye cümleleridir. Her üçü de faide-i haber ibtidaî kelam olan ve sübut ifade eden isim cümleleridir. Her cümledeki car mecrurun müteallık olduğu haber mahzuftur.
Bu hazifler, îcâz-ı hazif sanatıdır.
ٱلۡحُرُّ - ٱلۡعَبۡدُ - ٱلۡأُنثَىٰ kelimelerindeki tarifler cins içindir. Bu kelimelerin tekrarında reddü’l-acüz ales-sadr sanatı vardır.
ٱلۡحُرُّ - ٱلۡعَبۡدُ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab vardır.
Özgür biri bir hürü, bir köle bir köleyi, bir dişi bir dişiyi öldürdüğü zaman, öldürülen hür karşılığında o katil hür, öldürülen köle karşılığında o katil köle, öldürülen dişi karşılığında o katil dişi, kısaca her öldürülen kimsenin karşılığında kendi katili aynı şekilde öldürülür. Bu öldürme yeterli bir kısas olur. Cahiliye devri âdeti gibi şeref ve kıymet davasıyla katilden başkasının öldürülmesine kalkışılmaz. Bu kayıtlar, ayetin nüzul sebebi olan olayda olduğu gibi katilden başkasının öldürülmesinden kaçınılması içindir. Bundan başka bir mefhûm-u muhalifi kastedilmiş olmadığında ittifak vardır. (Elmalılı)
فَمَنْ عُفِيَ لَهُ مِنْ اَخ۪يهِ شَيْءٌ فَاتِّبَاعٌ بِالْمَعْرُوفِ وَاَدَٓاءٌ اِلَيْهِ بِاِحْسَانٍۜ
İstînâfiye olarak gelen cümle, şart üslubunda haberî isnaddır. Şart fiili olan عُفِیَ mazi sıygada meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.
ف karinesiyle şartın cevabı ٱتِّبَاعُۢ بِٱلۡمَعۡرُوفِ cümlesidir. Cümlenin başına takdir edilen عليه mahzuf mukaddem habere muteallıktır. Veya mahzuf mübteda için haberdir. Takdiri الحكم اتباع (hüküm, tabi olmaktır.) şeklindedir.
Cevap cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, مَنۡ ’in haberidir.
شَیۡءࣱ ‘daki tenvin, kısım manasında kıllet ifade eder. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveyni, Min Ğarîbi Belagati’l Kur’ani’l Kerim, Soru 1307)
Âşûr ise nev ifade ettiğini söylemiştir.
إِحۡسَـٰنࣲۗ ’deki tenvin ise nev içindir.
Bu cümlede عُفِیَ fiilinin meçhul gelmesi, hükmün herhangi bir konuda af hakkı olan kişinin affına bağlı olduğuna işaret eder. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, Soru: 1306)
مَنۡ ve مِنۡ kelimeleri arasında cinas ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatları vardır.
[Öldüren, ölenin velisi olan din kardeşi tarafından affedilirse..].Kanın bir kısmından vazgeçerse veya varislerden bazısı vazgeçerse, artık af olayı gerçekleşmiş olur, kısas da böylece düşer. Bundan böyle yalnızca diyet ödenmesi gerekir. Çünkü ayette geçen شَیۡءࣱ kelimesi, bir kısmından vazgeçilir veya bir kısmı bağışlanır anlamındadır. Sanki burada şöyle deniliyor: Katil kimse işlediği cinayet sebebiyle, öldürülenin kardeşi yani velisi tarafından kısmen bağışlanması halinde, bu af ister tümünü kapsasın yani tam bir af olsun (mesela: maktulün velilerinin tümüyle katil arasında, bir mal üzerinde bir anlaşma yapılmış olsun); ya da barışın katille velilerden bazıları arasında gerçekleşmesi gibi, kısmi olsun, her iki durumda da kısas düşer ve sadece inal(diyet) ödeme zorunluluğu ortaya çıkar. (Ruhul Beyan)
Şayet “Eğer ayet عُفِیَ fiili ل ile değil de عن ile geçişli oluyorsa, bu durumda فَمَنۡ عُفِیَ لَهُۥ ifadesinin münasebeti nedir?” dersen, şöyle derim: عُفِیَ fiilinin geçişli olması suçlu ve suç cihetiyle olur; Allah Teâlâ عَفَا ٱللَّهُ عَنكَ [“Allah seni affetsin!” (Tevbe 9/43)] ve عَفَا ٱللَّهُ عَنۡهَاۗ [“Allah o hususları affetmiştir.] (Mâide 5/101) buyurmuştur. Fakat bu fiil suçu ve suçluyu birlikte kapsayacak şekilde geçişli olduğu vakit; عفوت لفلان عما جنا “Falanın işlediği suçu affettim” denir. Binaenaleyh, ayette sanki; “Her kimin suçu bağışlanırsa” denmiş olup, suçun özellikle zikredilmesine gerek duyulmamıştır. (Keşşâf)
Ayette geçen, أَخِیهِ [kardeşten] maksat, maktulün yani öldürülenin velisi demektir. Burada özellikle “kardeş” lafzının kullanılmış olması, şefkat duygularını harekete geçirmek içindir. (Âdil Ahmet Sâbir er- Ruveyni, Min Ğarîbi Belagati’l Kur’ani’l Kerim, Soru 1309) Çünkü aralarındaki soy ve İslam bağı için böyle zikredilmiştir.
Yine ayetteki مَنۡ kelimesinden kasıt, kendisi için af ve bağışlanma istenen ve suçu işlemiş olan katili ifade etmektedir. Diğer mef‘ûlün terk edilmiş olması ona gerek duyulmaması sebebiyledir. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
ذٰلِكَ تَخْف۪يفٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَرَحْمَةٌۜ
İtiraz cümlesidir. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır. Cümle fasılla gelmiştir.
Sübut ifade eden, isme isnad formunda gelen cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması işaret edilene tazim ve teşrif ifade eder
ذَ ٰلِكَ ‘de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi akli bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse, akli olan hissi olana benzetilmiş olduğundan istiare oluşur. Câmi’ her ikisindeki vücudun tahakkukudur.
ذَ ٰلِك ile müşarun ileyh en kâmil bir şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman müşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/57, S. 190)
رَّبِّكُمۡ izafetinde كُمۡ zamiri Rab ismine muzâfun ileyh olduğu için şeref kazanmıştır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için, رَّبّ isminde tecrîd sanatı vardır.
رَّبِّكُمۡ ve رَحۡمَةࣱ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayeti kerime cezayı emretmez, cezalandırmada zulmü ve taşkınlığı yasaklar.
Af ve diyetle ilgili bu zikredilen hüküm [Rabbiniz tarafından bir hafifletme ve rahmettir.] Çünkü Tevrat ehline kati surette kısas farz kılınıp, af ve diyet yasaklanmışken, İncil ehline ise af farz kılınıp, kısas ve diyet yasaklanmıştı. Bu ümmet ise kendilerine imkân bahşetme ve kolaylaştırma adına üç şey; kısas, diyet ve af arasında muhayyer bırakılmıştır. (Keşşâf)
Af ve diyetin bir hafifletme, bir rahmet olabilmesi, kısasın aslî bir vacib olarak meşru bir şekilde devamına bağlıdır. Buna göre "Madem ki af bir rahmet ve fazilettir, o halde kısasın büsbütün neshi ve kaldırılması ile yalnız affın vacib kılınması, daha fazla bir rahmet olurdu." gibi bir soru mümkün değildir. Böyle bir düşünce ile İncil'in hükmünün, Kur'an'ın hükmünden daha ahlaki olduğu zannedilmemelidir. Çünkü affın ahlaki oluşu, kısasın aslî bir hak olarak meşruluğunun devamına bağlıdır. (Elmalılı)
فَمَنِ اعْتَدٰى بَعْدَ ذٰلِكَ فَلَهُ عَذَابٌ اَل۪يمٌ.
Atıfla gelen bu cümle, فَمَنۡ عُفِیَ لَهُ cümlesine matuftur. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır.
ٱعۡتَدَىٰ şart cümlesi, فَلَهُۥعَذَابٌ أَلِیمࣱ cümlesi ise فَ harfinin karinesiyle cevap cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cevap cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Muahhar mübteda olan عَذَابٌ kelimesi أَلِیم olmakla vasıflanmıştır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Müsnedün ileyh olan عَذَابٌ ’un nekre gelişi tarifi mümkün olmayan bir nev olduğuna işaret eder.
ذَ ٰلِك , konudaki önemine binaen tekrarlanmıştır. ذَ ٰلِك ve مَنِ ’in tekrarında reddü’l-acüz ales-sadr sanatı vardır.
عَذَابٌ - أَلِیمࣱ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır
[Artık bu hükümden sonra kim haddi aşarsa, onun için can yakıcı bir azap vardır.] Kim meşru olan sınırı tecavüz ederse, mesela gidip katilden başkasını ya da affettiği veya diyeti aldığı halde katilin kendisini öldürürse haddi aşmış olur. Çünkü cahiliye döneminde veli, diyeti kabul ederek katile bir bakıma güvence verir, sonra da eline fırsat geçince hemen onu öldürür, onun malını da katilin velilerine bırakırdı. İşte bu manada haddi tecavüz edenler için can yakıcı bir azap vardır. Bu azap dünyada, haksız yere öldürdüğü kimsenin yerine kısas olma cezasıdır. Ahirette ise cehennem ateşidir. (Ruhul Beyan)