Bakara Sûresi 177. Ayet

لَيْسَ الْبِرَّ اَنْ تُوَلُّوا وُجُوهَكُمْ قِبَلَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَلٰكِنَّ الْبِرَّ مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَالْمَلٰٓئِكَةِ وَالْكِتَابِ وَالنَّبِيّ۪نَۚ وَاٰتَى الْمَالَ عَلٰى حُبِّه۪ ذَوِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينَ وَابْنَ السَّب۪يلِ وَالسَّٓائِل۪ينَ وَفِي الرِّقَابِۚ وَاَقَامَ الصَّلٰوةَ وَاٰتَى الزَّكٰوةَۚ وَالْمُوفُونَ بِعَهْدِهِمْ اِذَا عَاهَدُواۚ وَالصَّابِر۪ينَ فِي الْبَأْسَٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ وَح۪ينَ الْبَأْسِۜ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ صَدَقُواۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ  ...

İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı taraflarına çevirmeniz(den ibaret) değildir. Asıl iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitap ve peygamberlere iman edenlerin; mala olan sevgilerine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, (ihtiyacından dolayı) isteyene ve (özgürlükleri için) kölelere verenlerin; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine getirenlerin ve zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda (direnip) sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. İşte bunlar, doğru olanlardır. İşte bunlar, Allah’a karşı gelmekten sakınanların ta kendileridir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَيْسَ değildir ل ي س
2 الْبِرَّ iyilik ب ر ر
3 أَنْ
4 تُوَلُّوا çevirmeniz و ل ي
5 وُجُوهَكُمْ yüzlerinizi و ج ه
6 قِبَلَ tarafına ق ب ل
7 الْمَشْرِقِ doğu ش ر ق
8 وَالْمَغْرِبِ ve batı غ ر ب
9 وَلَٰكِنَّ fakat
10 الْبِرَّ iyilik ب ر ر
11 مَنْ kişinin
12 امَنَ inanmasıdır ا م ن
13 بِاللَّهِ Allah’a
14 وَالْيَوْمِ ve gününe ي و م
15 الْاخِرِ ahiret ا خ ر
16 وَالْمَلَائِكَةِ ve meleklere م ل ك
17 وَالْكِتَابِ ve Kitaba ك ت ب
18 وَالنَّبِيِّينَ ve peygamberlere ن ب ا
19 وَاتَى ve vermesidir ا ت ي
20 الْمَالَ malını م و ل
21 عَلَىٰ
22 حُبِّهِ sevdiği ح ب ب
23 ذَوِي
24 الْقُرْبَىٰ yakınlara ق ر ب
25 وَالْيَتَامَىٰ ve yetimlere ي ت م
26 وَالْمَسَاكِينَ ve yoksullara س ك ن
27 وَابْنَ ve ب ن ي
28 السَّبِيلِ yolda kalmışlara س ب ل
29 وَالسَّائِلِينَ ve dilencilere س ا ل
30 وَفِي ve
31 الرِّقَابِ kölelere ر ق ب
32 وَأَقَامَ ve kılmasıdır ق و م
33 الصَّلَاةَ namazı ص ل و
34 وَاتَى ve vermesidir ا ت ي
35 الزَّكَاةَ zekatı ز ك و
36 وَالْمُوفُونَ yerine getirmeleridir و ف ي
37 بِعَهْدِهِمْ andlaşmalarını ع ه د
38 إِذَا zaman
39 عَاهَدُوا andlaşma yaptıkları ع ه د
40 وَالصَّابِرِينَ ve sabrederler ص ب ر
41 فِي
42 الْبَأْسَاءِ sıkıntıda ب ا س
43 وَالضَّرَّاءِ ve hastalıkta ض ر ر
44 وَحِينَ ve zamanında ح ي ن
45 الْبَأْسِ savaş ب ا س
46 أُولَٰئِكَ işte onlar
47 الَّذِينَ kimselerdir
48 صَدَقُوا doğru olan ص د ق
49 وَأُولَٰئِكَ ve işte onlar
50 هُمُ onlardır
51 الْمُتَّقُونَ muttakiler و ق ي
 

İyilik o kimsenin iyiliğidir ki

Allaha

Ahiret gününe

Meleklere

Kitaba

Peygamberlere iman eder…

Ayet iyiliğin ne olduğunu anlatırken iman esaslarından başlıyor. Bir iyilik yapmak için en iyi sebep Allah’ı memnun etmek için yapmaktır. Onun için ilk sırada Allah’a iman vardır. Sonra bir başka motivasyonumuz da cenneti kazanmak ve cehennemden azad olmayı ummak olabilir. Bu motivasyonla yapıyor olmak da ahiret gününe inandığınız için kabul edilebilir bir sebeptir.

Peki bu sebeplerle iyilik yapmak istiyorum. İyiliğin ne olduğunu nerden öğreneceğim? 

Hemen peşinden cevap geliyor. Allahın melekleri vasıtasıyla peygamberlerine indirilen kitaptan.. Onun için sıralama bu şekildedir. Bakara suresinin sonunda amenerrasûlü’yü okurken kitaplar “kütübihi” şeklinde çoğul olarak gelmiştir. Burada ise kitap tekil olarak gelmiştir.. Çünkü Medine’deki yahudiler de bu ayetlere muhataptır. Kitap artık tektir, o da Kur’ân’dır diyor Allah teala.

Mala meylin olmasına, onu sevmene rağmen kimlerin uğrunda harcayacağını sıraladıktan sonra (ki yakınlık sahibi akrabayı en başa koyup, isteyenleri, dilenenleri sona koyuyor. Bazen çok ihtiyacı olan bir akraban vardır ama söyleyemiyordur, gözden kaçırma kulum!) Tekrar namaz kılmayı ve zekatı sayıyor. Yani akrabaya, yetime, yolda kalmışa, dilenene, köleye zekatın dışında verdiklerinden bahsediyorum ey kul. Zekatı zaten vermek zorundasın... Namaz kılma da sadece salah değil eqamessalah şeklinde geliyor. Yani hayatını ona göre inşa et. Randevuların, işlerin, programların, her şeyin namaza uymalı, namaza göre programlanmalı.

Ve söz verdiğinde ve söz verince sözlerini tutanlar.. Bunu bir Müslüman olarak çok iyi, çok iyi düşünmeliyiz vatandaşlığımız, komşuluğumuz, öğrenciliğimiz şöförlüğümüz, hepsi bir söz verme aslında.. Yani diyorum ki polis yoksa da kırmızı ışıkta geçmemeliyiz, çünkü aldığımız o ehliyetle bütün kurallara uyacağımıza dair bir söz verdik biz..

Aslında ayet diyor ki: İyi bir Müslüman ve iyi bir insan olmak ayrı şeyler olmamalı... Namazımıza, orucumuza, tesettürümüze nasıl dikkat ediyorsak verdiğimiz sözlere de dikkat etmeliyiz.

Rabbim bizi ayette tarif ettiğin iyilerden eyle ve iyilerle beraber eyle..

 

“Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona hiyânet etmez, yalan söylemez ve yardımı terketmez. Her müslümanın, diğer müslümana ırzı, malı ve kanı haramdır. Takvâ buradadır. Bir kimseye şer olarak müslüman kardeşini hor ve hakir görmesi yeter.”  Tirmizî, Birr 18 Riyazus Salihin, 236 Nolu Hadis

Zeyd İbni Erkam’dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dua ederdi:

 “Allâhumme innî eûzü bike mine’l-aczi ve’l-keseli ve’l-buhli ve’l-heremi ve azâbi’l-kabr. Allâhumme âti nefsî takvâhâ, ve zekkihâ ente hayrü men zekkâhâ, ente veliyyühâ ve mevlâhâ. Allâhumme innî eûzü bike min ilmin lâ yenfa‘ ve min kalbin lâ yahşa‘ ve min nefsin lâ teşba‘ ve min da‘vetin lâ yüstecâbü lehâ:

Allahım! Âcizlikten, tembellikten, cimrilikten, ihtiyarlayıp ele avuca düşmekten ve kabir azâbından sana sığınırım. Allahım! Nefsime takvâ nasip et ve onu her türlü günahtan temizle; onu en iyi temizleyecek sensin. Ona yardım edip eğitecek sadece sensin. Allahım! Faydasız ilimden, ürpermeyen gönülden, doyma bilmeyen nefisten ve kabul olunmayan duadan sana sığınırım.”    Müslim, Zikir 73. Riyazus Salihin, 1482 Nolu Hadis

 

Yeteme يتم : الْيَتْمُ kelimesi çocuğun ergenlik çağına gelmeden önce babasını kaybetmesini ifade eder. Diğer canlılarda ise yavrunun annesini kaybetmesi anlamında kullanılır.  (Müfredat)

Kuran’ı Kerim’de isim formunda 23 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

Türkçede kullanılan şekilleri yetim ve eytamdır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

İbnus sebîl kalıbının sözlük anlamı yolun oğlu demektir. Evinden uzak olan yolcu hakkında kullanılır.

 

لَيْسَ الْبِرَّ اَنْ تُوَلُّوا وُجُوهَكُمْ قِبَلَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ


لَّیۡسَ nakıs camid fiildir. كَانَ gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder. ٱلۡبِرَّ kelimesi لَّیۡسَ ’nin mukaddem haberidir. أَن harfi تُوَلُّوا۟ fiilini nasb ederek manasını masdara çevirmiştir. أَن ve masdar-ı müevvel, لَّیۡسَ ‘nin muahhar ismi olarak mahallen merfûdur. وُجُوهَكُمۡ kelimesi تُوَلُّوا۟ fiilinin mef‘ûludur. Muttasıl zamir كُمۡ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. قِبَلَ mekân zarfı, تُوَلُّوا۟ fiiline müteallıktır. ٱلۡمَشۡرِقِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  ٱلۡمَغۡرِبِ kelimesi ٱلۡمَشۡرِقِ ye matuftur.

تُوَلُّوا۟ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi ولي ‘dir. Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef‘ûlu herhangi bir vasfa nisbet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


 وَلٰكِنَّ الْبِرَّ مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَالْمَلٰٓئِكَةِ وَالْكِتَابِ وَالنَّبِيّ۪نَۚ


وَ atıf harfidir. لَـٰكِنَّ harfi  اِنَّ ’nin benzerlerindendir.

نَ ’un şeddesiyle okunan bu kelime, ismini nasb haberini ref eden bir harftir, istidrak manasında kullanılır.ٱلۡبِرَّ kelimesi لَـٰكِنَّ ‘nin ismidir. مَنۡ müşterek ism-i mevsûl لَـٰكِنَّ nin haberi olarak mahalen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası ءَامَنَ ‘dir. بِٱللَّهِ car mecruru ءَامَنَ fiiline müteallıktır.

وَ atıf harfidir. ٱلۡیَوۡمِ lafza-i celâle matuftur. ٱلۡـَٔاخِرِ ise  ٱلۡیَوۡمِ ’nin sıfatıdır.

وَٱلۡمَلَـٰۤىِٕكَةِ وَٱلۡكِتَـٰبِ وَٱلنَّبِیِّـۧنَ kelimeleri lafza-i celâle matuftur.


وَاٰتَى الْمَالَ عَلٰى حُبِّه۪ ذَوِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينَ وَابْنَ السَّب۪يلِ وَالسَّٓائِل۪ينَ وَفِي الرِّقَابِۚ


وَ atıf harfidir. ءَاتَى mazi fiildir. Faili müstetir هُو’dir. ٱلۡمَالَ mef‘ûlun bihtir. عَلَىٰ حُبِّهِۦ car mecruru ٱلۡمَالَ ’nin mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. ذَوِی ikinci mef‘ûlun bihtir. Cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için nasb alameti ی dır. Kelimenin sonundaki ن izafet nedeniyle hazfedilmiştir. ٱلۡقُرۡبَىٰ muzâfun ileyhtir. Cer alameti sonuna takdir edilmiştir. وَٱلۡیَتَـٰمَىٰ وَٱلۡمَسَـٰكِینَ وَٱبۡنَ ٱلسَّبِیلِ وَٱلسَّاۤىِٕلِینَ kelimeleri ذَوِی ye matuftur.

فِی ٱلرِّقَابِ car mecruru وضع manasını ifade etmek için tazmin olarak ءَاتَى fiiline müteallıktır. (Ahmet bin Muhammed el-Hırât, Müctebâ Min Müşkili’l İ’râbi’l Kur’ân)

وَاَقَامَ الصَّلٰوةَ وَاٰتَى الزَّكٰوةَۚ وَالْمُوفُونَ بِعَهْدِهِمْ اِذَا عَاهَدُواۚ

Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. أَقَامَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir هُو ’dir.  ٱلصَّلَوٰةَ kelimesi أَقَامَ fiilinin mef‘ûludur. ءَاتَى ٱلزَّكَوٰةَ… cümlesi öncesine matuftur. ٱلۡمُوفُونَ kelimesi من ءَامَنَ ’ye matuftur veya mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri هم الموفون [onlar yerine getirir] şeklindedir. بِعَهۡدِهِمۡ car mecruru ٱلۡمُوفُونَ ’ye müteallıktır. Muttasıl zamir هِمۡ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Zaman zarfı إِذَا şarttan mücerret olarak ٱلۡمُوفُونَ ’ye müteallıktır.

 

 وَالصَّابِر۪ينَ فِي الْبَأْسَٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ وَح۪ينَ الْبَأْسِۜ


وَ atıf harfidir. ٱلصَّـٰبِرِینَ mahzuf fiilin mef‘ûlü olarak mansubtur. Takdiri أمدح (meth ediyorum) şeklindedir. فِی ٱلۡبَأۡسَاۤءِ car mecruru ٱلصَّـٰبِرِینَ ’deki zamirin mahzuf haline müteallıktır. ٱلضَّرَّاۤءِ kelimesi ٱلۡبَأۡسَاۤءِ ‘ye matuftur.

Atıf harfi وَ ’la gelen حِینَ zaman zarfıdır. ٱلصَّـٰبِرِینَ ’ye müteallıktır veya önceki car mecrurun müteallakına yani ٱلصَّـٰبِرِینَ ’deki zamirin mahzuf haline matuftur. ٱلۡبَأۡسِ muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur.


اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ صَدَقُواۜ 


İşaret ismi أُو۟لَـٰۤىِٕكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. Mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesinde cemi müzekker has ism-i mevsûl ٱلَّذِینَ haber olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası صَدَقُوا۟’dur. Îrabtan mahalli yoktur. 


وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ


وَ atıf harfidir. İşaret ismi أُو۟لَـٰۤىِٕكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ٱلۡمُتَّقُونَ haberdir. Munfasıl zamir هُمُ fasıl zamiridir veya mübteda olarak mahallen merfûdur. ٱلۡمُتَّقُونَ ise haberidir. Mahallen merfû isim cümlesi أُو۟لَـٰۤىِٕكَ ‘nin haberidir.
 

لَيْسَ الْبِرَّ اَنْ تُوَلُّوا وُجُوهَكُمْ قِبَلَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ


İstînâf cümlesi olarak fasılla gelmiştir. لَّیۡسَ ’nin dahil olduğu isim cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. ٱلۡبِرَّ kelimesi لَّیۡسَ ’nin mukaddem haberidir.  أَن ’le nasb olmuş  تُوَلُّوا۟ fiili, masdar teviliyle لَّیۡسَ ’nin muahhar ismidir. 

Burada hitap yahudilerle hristiyanlaradır. (Kurtubî)

Bu hitab, Ehl-i Kitab içindir. Zira kıble, Beytü'l Makdıs'ten Kabe'ye tahvil edilince, Yahudiler ve Hristiyanlar, kıble hakkında ileri geri konuşmaya başladılar. Her fırka iki cihetten birine, kendi kıblesine yönelmenin daha hayırlı olduğunu iddia ediyordu. (Ebüsuûd)


Hristiyanlık, zaman itibârı ile Musevîlikten sonra olmasına rağmen ayette, onların kıblesi olan doğunun önce zikredilmesi, ya aradaki sırayı gözetmek içindir; çünkü önce doğuş, sonra batış ve buna bağlı olarak da doğu, batıdan önce gelir; ya da Yahudilerin batıya yönelmeleri, batı olduğu için değil, fakat Beytü'l-Makdis, Medine-i Münevvere'nin batı tarafına düştüğü içindir, işte bundan dolayı onlara: "Hayra ermek, sizin dediğiniz gibi o iki taraftan birine yönelmek değildir." buyrulmuştur. (Ebüssuûd)

ٱلۡمَشۡرِقِ وَٱلۡمَغۡرِبِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

….لَّیۡسَ ٱلۡبِرَّ أَن sözünde muhatapların kim olduğu konusunda müfessirler, Müslümanlar ve ehli kitap olmak üzere iki görüş bildirmiştir. Hitap Müslümanlara ise mana; “ٱلۡبِرَّ namazda bu yönlere dönmek değil, ayette sayılanlardır” olur. Hitap ehl-i kitaba ise mana; “Yahudilerin batıya doğru kıldığı namaz, hrıstiyanların doğuya doğru kıldığı namaz ٱلۡبِرَّ değildir” olur. (Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belagati’l Kur’ani’l Kerim, Soru: 1293)

Burada ٱلۡبِرَّ , yani iyilik kelimesi mübalağa yoluyla iyilik eden kişinin kendisi olarak ifade edilmiştir.

Yahudiler kıble için batıya, Hristiyanlar da doğuya dönüyorlar. Burada da konu zaten kıblenin değişmesi ile başlamıştı.

Hakiki iyiliğin yüzünü oraya buraya dönmek değil, imanın esasları olduğuna dikkat çekilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

وَلٰكِنَّ الْبِرَّ مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَالْمَلٰٓئِكَةِ وَالْكِتَابِ وَالنَّبِيّ۪نَۚ 


Atıfta ciheti camia tezattır. لَـٰكِنَّ , kendisinden sonra gelen cümleye, önceki cümlenin hükmüne muhalif bir hüküm kazandırır. Bu yüzden kendisinden önce, sonradan gelecek cümleye muhalif veya mütenakız bir sözün geçmesi lazımdır. (İtkan c. 2 s.474) 

لَـٰكِنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber talebî kelamdır. لَـٰكِنَّ olumsuz cümleye atıf olduğu için kasr ifade etmiştir. Kendisinden sonra gelen kelime, daima maksûrun aleyh olur. 

ٱلۡبِرَّ ’deki tarif, ahd-i sarihidir. ٱلۡبِرَّ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ales-sadr sanatı vardır.

İsm-i mevsûlde tevcih sanatı vardır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla ism-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

ءَامَنَ fiilinde cem edilmiş olan iman edilmesi gerekenler; Allah, ahiret günü, melekler, kitab ve peygamberler olarak sayılmıştır. Cem’ maa’t-taksim sanatıdır.

وَلَـٰكِنَّ ٱلۡبِرَّ مَنۡ ءَامَنَ ibaresinde muzâf hazfedilmiştir. Yani بِرَّ مَنۡ ءَامَنَ (İyi; … ya iman eden kimsedir.) demektir. Çünkü مَنْ آمَنَ ile kişi kastedilmez. Hazif olmamasına da cevaz vardır. O zaman ٱلۡبِرَّ ism-i fail manasında masdar olur. Veya ٱلۡبِرَّ ’nin mübalağa için البر ’ya ıtlak edildiği de söylenmiştir. İlki daha uygundur. (Mahmut Sâfî) 

Ahiret gününden kasıt, öldükten sonraki dirilme günüdür. ٱلۡكِتَـٰبِ kelimesinden kasıt cins manasında olması nedeniyle bütün ilahi kitaplar veya sadece Kur’an olabilir. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)

[Fakat iyilik] üzerinde önemle durulması gereken asıl konu, her türlü şirk şaibesinden uzak olarak yalnızca [Allah'a], işlenen amellerin karşılıklarının verileceği, gerçekleşeceğinde hiçbir şüphe bulunmayan bir diriliş günü olan [ahiret gününe] iman edenin yaptığı iyiliktir. Ahiret gününe iman Allah'a imanın bir gereği olduğu için, Allah'a imandan hemen sonra yer almıştır. Yine iyilik; Allah'ın kulları olan, erkeklik ve dişilik özellikleri bulunmayan, Allah katında seçkin bir yerleri olan ve O'nunla peygamberleri arasında elçilik görevi yapan [meleklere, kitaba] yani ilâhî kitaplara ve bunlardan olan Kur'an'a, Allah'ın kullarına gönderdiği ve emir veya yasak olarak getirdikleri her şeyde doğru ve güvenilir olan tüm [peygamberlere], aralarında hiçbir ayrım yapmaksızın [iman edenin yaptığı iyiliktir.] İşte anılan bu beş konuya bu şekilde iman etmek, dinin temellerini ve inancın kurallarını oluşturur. (Ruhul Beyan)

İmanın kader dışında beş esası burada geçmiştir. İman yoksa yapılan iyiliklerin değeri yoktur.

وَاٰتَى الْمَالَ عَلٰى حُبِّه۪ ذَوِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينَ وَابْنَ السَّب۪يلِ وَالسَّٓائِل۪ينَ وَفِي الرِّقَابِۚ 


Müsbet fiil cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümle مَنَ ’in sılası olan ءَامَنَ ’ye matuftur. ءَاتَى ’daki müstetir zamir müşterek ism-i mevsûl مَنَ ‘e aittir.

ٱلۡمَالَ ’deki tarif cins içindir.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. فِی ٱلرِّقَابِ , mahzuf bir kelimeye müteallıktır. Takdiri...دفع المال (malı verdi) şeklindedir. 

İbarede فكّ (çözdü) şeklinde takdir edilmiş olan ٱلرِّقَابِ kelimesinin muzâfı mahzuftur. 

Sevilen mallardan verilecek kimselerin, akraba, miskin, yolcu, dilenen ve köle şeklinde sayılması cem’ maa’t-taksim sanatıdır.

فِی ٱلرِّقَابِ ibaresinde cüziyyet alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır. Cüz söylenmiş kül kastedilmiştir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveyni, Min Ğarîbi Belagati’l Kur’ani’l Kerim, Soru 1201) 

ٱلرِّقَابِ kelimesi, رقبة kelimesinin cemiidir. Âza manasında boyun demektir. Burada kul manasında kullanılmıştır. فِی ٱلرِّقَابِ köleyi serbest bırakmak belgeler vasıtasıyla onu kurtarmak, özgürlüğüne kavuşturmak konusunda mal vermek veya onu özgür kılmak için satın almaktır. ٱلرِّقَابِ şahıstan mecaz-ı mürseldir. (Mahmud Sâfî)

ٱلۡیَتَـٰمَىٰ - ٱلۡمَسَـٰكِینَ - ٱبۡنَ ٱلسَّبِیلِ - ٱلسَّاۤىِٕلِینَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayette yardım ve verme sıralamasında öncelik yakınlara verilmiştir. Bunun sebebi, akrabanın yardım olunmaya çok daha layık ve hak sahibi olmalarıdır. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveyni, Min Ğarîbi Belagati’l Kur’ani’l Kerim, Soru 1299)

Akrabalar, yetimlerden daha önce zikredilmiştir; çünkü yakınlara yapılan harcama, hem sadakadır, hem de sıla-ı rahimdir. (Ebüssuûd)

Kurb (القربي), lafzındaki ال , muzafun ileyhten ivazdır. Ayrıca القربي الفقير (Fakir akraba) şeklinde vasıflanmadan gelmiştir. Zengin olup üst düzey bir yaşantısı olsa da onlara hediyeler vererek muhabbet kazanılmalı anlamını içermektedir. Onlarla kurulan ilişkiden kastın, muhabbet oluşturmak olduğu anlaşılmaktadır. (Âşûr)

Yetimlerden kasıt ise, hem yakın ve uzak akraba içindeki yetimler hem genel manadaki yetimlerdir. Ancak burada mutlak anlamda ٱلۡیَتَـٰمَىٰ [yetimler] ifadesinin geçme nedeni herhangi bir karışıklığa meydan verilmemesi sebebiyledir. ٱلۡمَسَـٰكِینَ  yani yoksullardan kasıt, sürekli olarak insanların yardımlarına muhtaç olan demektir. Çünkü böyle kimselerin ellerinde ve avuçlarında hiçbir şeyleri yoktur. ٱبۡنَ ٱلسَّبِیلِ [Yol oğlu] yani yolcu; yolda kalmak suretiyle ulaşabilmesi gereken yerlerle bağı kopmuş olan kimse demektir ki, elinde avucunda bir şeyi de kalmamış olan kimse demektir. Her ne kadar lafız olarak tekil ise de cins manası taşıdığından bütün yolcular demektir. Yol oğlu yani ٱبۡنَ ٱلسَّبِیلِ denmesinin nedeni de yola bağlı kalması ve bu yolculuğun kendisi için gerekli olması yüzündendir. Veya doğrudan doğruya misafir demektir. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)

عَلَىٰ حُبِّهِ ifadesinin [Allah’a olan sevgisine binaen…] anlamına geldiği; yine “o malı seve seve -yani gönül hoşluğu içerisinde- vererek” anlamına geldiği de söylenmiştir. Ayette “yakınlara ve yetimlere…” şeklinde genel bir ifadeye yer verilmiştir; çünkü bunların sadece fakir olanlarının kastedildiğine dair herhangi bir belirsizlik söz konusu değildir. (Keşşâf)

Sevmesine rağmen malı vermek vurgulanmış ve kimlere verileceği sayılmış.

عَلَىٰ حُبِّهِ ibaresindeki هِ zamirinin hem Allah’a, hem mala, hem de verme fiiline ait olma ihtimali vardır. Dolayısıyla هِ zamirinde isdihdam sanatı vardır.

ٱلۡمَالَ fiili meyletmek, مائل eğilen demektir. Hem insanın mala düşkün olması, ona meyl etmesi nedeniyle mal denmiş, hem de onun eriyip gitmesine işaret edilmiştir.

Hem maddi hem manevi değeri ifade ettiği zaman mal için “hayır” kelimesi kullanılmıştır. Vasiyeti anlatan ayette bu manada geçmektedir. 

Köle azat etmek zikredilirken azad etmek kelimesi söylenmeyerek îcâz-ı hazif yapılmıştır. İnsan için en değerli şey hürriyettir.

Savaşıp esir alınan kişiye üstüne para verip özgürlük vermenin sevap olması, başka hiçbir dinde olmayan bir şeydir. İslamiyetin insan hürriyetine ne kadar değer verdiğinin göstergesidir. 

 

وَاَقَامَ الصَّلٰوةَ وَاٰتَى الزَّكٰوةَۚ وَالْمُوفُونَ بِعَهْدِهِمْ اِذَا عَاهَدُواۚ


Birbirine وَ ’la atfedilen üç cümlenin ikisi mazi fiil sigasıyla gelmiştir. Son cümle isim cümlesidir. Her biri, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şarttan mücerret zaman zarfı إِذَا ’in müteallakı ٱلۡمُوفُونَ kelimesidir.

ٱلۡمُوفُونَ - عَـٰهَدُوا۟ۖ ve ٱلصَّلَوٰةَ - ٱلزَّكَوٰةَ kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr, عَهۡدِهِمۡ - عَـٰهَدُوا۟ۖ kelimeleri arasında ise iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr, ءَاتَى fiilinin tekrarında reddü’l-acüz ales-sadr sanatı vardır.

مَنْ lafzı tekil olsa da manası çoğuldur. Çünkü cins için getirilmiştir. آمَنَ ve ءَاتَى fiilleri de çoğul içindir. Ayetin takdiri “İyilik sahibi olanlar, Allah’a ve diğer sayılanlara iman edenler, malı verenler, ahitlerine bağlı kalanlar.” şeklindedir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr) 


 وَالصَّابِر۪ينَ فِي الْبَأْسَٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ وَح۪ينَ الْبَأْسِۜ


وَٱلصَّـٰبِرِینَ ; takdiri أمدح (meth ediyorum) olan fiilin mef’ûlüdür. Mahzufla beraber cümle istînâfa matuftur veya istînâf cümlesidir. 

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Müsbet fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

ٱلۡبَأۡسَاۤءِ - ٱلضَّرَّاۤءِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr, ٱلۡبَأۡسَاۤءِ - ٱلۡبَأۡسِۗ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatları vardır.

فِی ٱلۡبَأۡسَاۤءِ وَٱلضَّرَّاۤءِ ibaresindeki فِی harfinde istiare vardır. Bilindiği gibi فِی harfi zarfiye manasındadır. Ayette zarar ve sıkıntı, içi olan bir şeye benzetilerek istiare yapılmıştır. Câmi’ her ikisindeki mutlak irtibattır.

حِینَ ٱلۡبَأۡسِۗ  ifadesi ‘düşmanla savaşırken’ demektir. (Beyzâvî)

Burada ٱلصَّـٰبِرِینَ kelimesinin ٱلۡمُوفُونَ gibi merfû gelmesi beklenirken mansub olarak gelmesinde, tâbinin metbûdan kat’ı (Tabi ile metbunun birbirinden ayrılması) sanatı vardır. Medih veya zem için zikredilen sıfatlar kelamda bir çeşitlilik sağlamak ve dikkat çekmek için îraba muhalif gelebilir. Böylece mevsufa veya mevsufa isnad edilen şeye dikkat çekilir. Çünkü alışılagelmişin değişmesi zikredilenleri dinleme arzusunu arttırır ve zikredilen şeyleri vurgular. Bu ayette de medih makamında tâbi olanla metbû arası açılmıştır. (Mahmud Safi) Bunun sebebi sabrın diğer amellerden üstün olmasındandır. 

Bu ayette nesne konumunda (mansub) olan ٱلصَّـٰبِرِینَ [sabır gösterenler] özne konumunda (merfû) olan ٱلۡمُوفُونَ [sözlerini yerine getirenler] ifadesine atfedilerek iltifat yapılmıştır. Bundan maksat, sabredenlerin özellikle övgüye layık olduklarını dile getirmek içindir. Arap dilinde medhe konu olan kelimelerde irabın ref ile nasb (özne-nesne) arasında farklılığı, dikkat celbetmek için bir âdettir. Önemli sayılan herhangi bir söze kulak verilmesi istendiğinde, Arapça bir yazıda bulunan bazı kelimelere veya cümlelere dikkat çekilmek istendiğinde,  olduğu gibi irab düzenindeki formunu değiştirmek, sesi yükseltmek, herhangi bir şekilde vurgulamak, harflerin büyüklüğünü değiştirmek, mürekkebin rengini değiştirmek veya yazıda altını çizmek gibi o kısmı diğerlerinden daha belirgin hale getirecek bir yola başvurulur. (Bilimname VIII, 2005/2, 75-106 Belâgatta İltifat Kadir Kınar (Dr.) Erciyes Ü. İlahiyat F., Safvetü't Tefâsir, Elmalılı)

Ezheri'den şöyle nakledilmiştir: بَأۡسَاۤءِ malda olur, mesela fakirlik gibi; ضَّرَّاۤءِ da canlarda olur, mesela hastalık gibi. (Beyzâvî)

ٱلۡبَأۡسِۗ korkunun baskın olduğu hayati zorluk demektir. ضَّرَّ , menfaat olarak kullandığımız نفع kelimesinin karşıtı olan zarar demektir. (Farklar sözlüğü)

 اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ صَدَقُواۜ


İstînâf cümlesi olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.

Mübteda ve haberden oluşan cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlenin mübtedası işaret ismi, haberi ise ismi mevsûldür.

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olmasi tazim ifade eder.

Müsnedin sılası hudûsa delalet etmek üzere fiil olarak gelmiştir. İsm-i mevsûlde tevcih sanatı vardır.

İsm-i mevsûl müphem isimlerdendir. Bunun için her zaman sılaya muhtaçtır. Sıla, müphemliği açıklığa kavuşturur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) Bunun için bu kelimede tevcih sanatı vardır.

İşaret ismi; bir şeyi hissen (yani el veya göz ile) ya da aklen işaret ederek başkalarından kesin olarak ayırmak, tarif etmek için kullanılır. Kendisinden önce bir takım vasıflar varsa ve arkasından da elde edeceği şeyler zikrediliyorsa ism-i işaret gelebilir. Bu durumda zikredilecek habere layık olduğuna tenbih vardır. أُو۟لَـٰۤىِٕكَ den önce muttakîler için bir çok vasıf zikredilmiştir. Burada işaret ismi; kendisinde bu sıfatların toplanmış olduğuna işaret için gelmiştir. (Kuran Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)

صَدَق [Doğruluk] yalanın zıddıdır. Sıddîk doğruluktan ayrılmayan kimse demektir. (Kurtubî)


وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ


Ayetin son cümlesi و ’la önceki cümleye atfedilmiştir. 

Müsnedün ileyh, tazim ve teşrif için işaret ismiyle marife olmuştur. Uzak için kullanılan işaret isminin gelmesi onların mertebelerinin yüksekliğine işaret etmektedir.

İsim sıygasıyla gelen cümle, fasıl zamiri ve kasrla tekid edilmiştir. Cümle faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedin, elif lam takısıyla marife olması kasr ifade eder. Bu da haberin sadece mübtedaya mahsus olması; başkasına ait olmaması demektir. Takva, onlara hasredilmiştir.

Daha önce benzerlerinde belirtildiği gibi, burada أُو۟لَـٰۤىِٕكَ (işte onlar) uzak işaretinin kullanılması, bu sayılan üstün vasıfları taşıyan kimselerin mertebelerinin yüksekliğine dikkat çekmek içindir. Dinde, hakka bağlılıkta ve hayrı araştırmada sadakat gösterenler, ancak bu üstün vasıflara sahip olan bahtiyar insanlardır. Zira sıkıntılı haller, onları değiştirmemiş ve korkunç olaylar bile onları sarsmamıştır. Küfür ve diğer fenalıklardan sakınmış olanlar da ancak onlardır. Burada da أُو۟لَـٰۤىِٕكَ (işte onlar) işaret isminin tekrar edilmesi onların şânını yüceltmek içindir. (Ebüssuûd)

أُو۟لَـٰۤىِٕكَ o kimselere dikkat çekip akılda yerleştirmek için tekrarlanmıştır. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatları vardır.

Takvadan bahsederek surenin başına dönülmüştür. Reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Söze sadık kalmak ve hayatın zorluklarına sabretmek takvanın belirtileridir.

Bu ayeti kerime bütün beşeri kemâl özelliklerini açıkça veya ima yollu saymıştır. Nisa/136 da bunlar bir kere daha sayılmıştır. 

أُو۟لَـٰۤىِٕكَ ٱلَّذِینَ صَدَقُوا۟ۖ cümlesinde sıla cümlesi mazi fiil olarak gelmiştir. Bu, tahkik ve sadakatin onlardan vaki ve mevcut olduğunu ifade etmek içindir. أُو۟لَـٰۤىِٕكَ هُمُ ٱلۡمُتَّقُونَ cümlesinde ise haber isim cümlesi olarak gelmiştir. Bu da takva sıfatının müminlerde sabit olduğunu zaman zaman meydana gelen bir olay değil müminlerin karakter ve seciyeleri olduğunu göstermek ve ayrıca fasılaya riayet etmek içindir. (Safvetü't Tefâsir) 

Doğruluk ve takva konusunda verdikleri ahde vefa gösterenler, sözleri, fiilleri ve inançlarıyla doğru olanlar, takvanın hakkını dikkatle gözeten onlardır. Doğruluk, yapılan işlerde; takva ise terk edilen şeylerde görülür. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr) 

Bu ayet, açık ya da dolaylı olarak yüksek insani değer ve üstünlükleri içermektedir. Bunları kısaca şu üç grupta ele alabiliriz: İnanç düzgünlüğü, davranış güzelliği ve nefis temizliğidir. Birincisine, ayetin ” ...Allah'a, ahiret gününe.. peygamberlerine iman edenin..." bölümü; ikincisine, ayetin ”...Sevdiği mallardan akrabaya... köle azat etmeye verenin..." bölümü; üçüncüsüne de ayetin ”...Namaz kılanın,... sabredenlerin yaptıklarıdır", bölümü işaret etmektedir. Dolayısıyla kişinin iman ve itikadına bakılarak bu nitelikleri kendinde toplayana doğru ve samimi vasfı verilmiştir. Takva ile de halk ile münasebetleri ve hak ile olan muamelesi dile getirilmiştir. (Ruhul Beyan)