Bakara Sûresi 228. Ayet

وَالْمُطَلَّقَاتُ يَتَرَبَّصْنَ بِاَنْفُسِهِنَّ ثَلٰثَةَ قُرُٓوءٍۜ وَلَا يَحِلُّ لَهُنَّ اَنْ يَكْتُمْنَ مَا خَلَقَ اللّٰهُ ف۪ٓي اَرْحَامِهِنَّ اِنْ كُنَّ يُؤْمِنَّ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ وَبُعُولَتُهُنَّ اَحَقُّ بِرَدِّهِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ اِنْ اَرَادُٓوا اِصْلَاحاًۜ وَلَهُنَّ مِثْلُ الَّذ۪ي عَلَيْهِنَّ بِالْمَعْرُوفِۖ وَلِلرِّجَالِ عَلَيْهِنَّ دَرَجَةٌۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ۟  ...

Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç ay hâli (hayız veya temizlik müddeti) beklerler. Eğer Allah’a ve ahiret gününe inanıyorlarsa, Allah’ın kendi rahimlerinde yarattığını gizlemeleri onlara helâl olmaz. Kocaları bu süre içinde barışmak isterlerse, onları geri almağa daha çok hak sahibidirler. Kadınların, yükümlülükleri kadar meşru hakları vardır. Yalnız erkeklerin kadınlar üzerinde bir derece farkı vardır. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالْمُطَلَّقَاتُ boşanmış kadınlar ط ل ق
2 يَتَرَبَّصْنَ gözetlerler ر ب ص
3 بِأَنْفُسِهِنَّ kendilerini ن ف س
4 ثَلَاثَةَ üç ث ل ث
5 قُرُوءٍ kur’ (üç adet veya üç temizlik süresi) ق ر ا
6 وَلَا
7 يَحِلُّ helal olmaz ح ل ل
8 لَهُنَّ kendilerine
9 أَنْ
10 يَكْتُمْنَ gizlemeleri ك ت م
11 مَا
12 خَلَقَ yarattığını خ ل ق
13 اللَّهُ Allah’ın
14 فِي -nde
15 أَرْحَامِهِنَّ kendi rahimleri- ر ح م
16 إِنْ eğer
17 كُنَّ idiyseler ك و ن
18 يُؤْمِنَّ inanıyor ا م ن
19 بِاللَّهِ Allah’a
20 وَالْيَوْمِ ve gününe ي و م
21 الْاخِرِ ahiret ا خ ر
22 وَبُعُولَتُهُنَّ kocaları ب ع ل
23 أَحَقُّ hak sahibidirler ح ق ق
24 بِرَدِّهِنَّ onları geri almağa ر د د
25 فِي
26 ذَٰلِكَ bu arada
27 إِنْ eğer
28 أَرَادُوا isterlerse ر و د
29 إِصْلَاحًا barışmak ص ل ح
30 وَلَهُنَّ (kadınların) vardır
31 مِثْلُ gibi م ث ل
32 الَّذِي
33 عَلَيْهِنَّ (erkeklerin) kendileri üzerindeki
34 بِالْمَعْرُوفِ (örfe uygun) hakları ع ر ف
35 وَلِلرِّجَالِ erkeklerin (hakları) ر ج ل
36 عَلَيْهِنَّ onlar (kadınlar) üzerinde
37 دَرَجَةٌ bir derece fazladır د ر ج
38 وَاللَّهُ Allah
39 عَزِيزٌ azizdir ع ز ز
40 حَكِيمٌ hakimdir ح ك م
 

Bu cümle emir manası taşıyan bir haber cümlesidir. Haber siğasıyla emretmek emri vurgular ve hemen yapılması gerektiğini anlatır.

Bu cümlede boşanan kadınlar sanki hemen bekleme emrine uymuşlar da Allah teala onların bu durumunu haber veriyormuş gibi bir mana vardır. Cümlenin isim cümlesi olması da manayı kuvvetlendirir. (Sabuni)

Erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları gibi, kadınların da erkekler üzerinde, Allah’ın emrettiği (iyi geçim, zarar vermeme ve benzeri davranışlara dayalı) hakları vardır. Ancak erkeklerin kadınlar üzerine bir üstünlüğü vardır. Bu üstünlük, Allah’ın emrettiği gibi çoluk çocuğunun işlerini görüp nafakalarını temin etmek, aile reisliğini yapmak ve verdiği emirlere uyulmak gibi üstünlüklerdir. Dikkat edilirse bunlar, sorumluluk yükleyen üstünlükler olup, şereflendirme üstünlü değildir. Zira ‘Muhakkak ki allah yanında en değerli ve en üstün olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır.’ (Hucurat/13) (üstelik bu ayette üstünlük için ‘ekreme’ kelimesi kullanılmıştır) mealindeki ayet gereğince üstünlük takvaya bağlıdır.

 

  Be'ale بعل :

  Esasen efendi, sahip demektir. Koca karısının işlerini yerine getirdiği için böyle isimlendirilmiştir. Kelimenin aslı bir işi icra etme manasındadır. Bu anlamdan hareketle büyüyüp, kendi kökleriyle suyunu alabilen ağaca da bu isim verilmiştir. 

Eşlerin erkek olanıdır. Çoğulu بعولة dir. Erkeğin kadına karşı üstünlüğü düşünüldüğünden, kadının yöneticisi ve başında görevli kılınmıştır. Bu açıdan, başkasına herhangi bir açıdan üstün olan her şeye de bu isim verilmiştir. Yine bu nedenle Araplar, Allah'a yaklaştırsınlar diye ibadet ettikleri mabudlarının böyle bir üstünlüğe sahip olduklarına inandıkları için onları بعل diye adlandırmışlardır. Etrafındakilere göre daha yüksek olan yere de ba'l adı verilir. 

Kuran ı Kerim de 1 kez put anlamında geçmiştir. Diğer geçişlerde eş anlamında kullanılmıştır.

'Bu kökün hayret ve sıkıntı anlamına gelince; bu, mefhumun asıl anlamının kişi üzerindeki tesirlerindendir Çünkü efendi çoğunlukla üzerindeki mesuliyet ve kendine yönelinmesinden oluşan ve sadece ona ait vazifeler vardır. Bu yüzden bu vazifeleri ve mesuliyetle karşılaştığında hayrete düşer, sıkılır ve üzülür.

  Kuran ı Kerimde ba'l kelimesinin geçtiği yerleri incelediğimizde eşler arası cinsel ilişkinin kastedildiği anlaşılmaktadır. Ancak zevc her iki durumda da kullanılır. Çünkü بِعال nikah ve oynaşma anlamına gelir. Hz. Peygamberin أيام أكل و شرب و بعال  sözü bu anlamdadır. Kelimenin aslı bir işi icra etme manasındadır.                            İbnul Cevzi, ba'l kelimesinin asıl anlamının yükseklik (العلوّ) olduğunu ifade edip dolayısıyla kocaya ba'l denilmesi kadın üzerinde idareci olmasındandır demiştir. (Müfredat - Bursevi - Furuq - Tahkik - Sabri Türkmen)

 

El-qur’ kelimesinin iki manası vardır. Hayız müddeti veya iki hayız arasındaki süre demektir. Çoğulu quru' şeklindedir. Toplamak manasındaki qarae fiilinden türemiştir. Bu dönemde kadının vücudunda kan toplanır.

Qara’et (قرأت) kadının kan görmesi, özel günlerine girmesi için kullanılan bir fiildir. قرأتِ المرأةُ şeklinde  fail olarak geldiğinde ‘kadın kan gördü, kur' sahibi oldu’ manası olur. قرأتُ المرأةَ  şeklinde meful olarak gelirse ‘kadının hamile olmadığını anladım’ manasını taşır. Dilciler kur kelimesinin topladı manasını taşıdığını söylerler.

Kıraat da okurken harf ve kelimeleri bir arada toplamaktır. Tek bir harfin telaffuz edilmesi kıraat değildir. Kur’ân kelimesi de قرأ den gelmektedir. Eklemek, toplamak, okumak gibi manaları vardır.

Arapça’da doğuran deveye de قرأ (“karae”) denmektedir. İlk emir olan إقرأ (“iqra”) oku olarak ifade edilse de asıl manasında rahatlama anlamı vardır. Doğurunca içindeki sıkıntıdan kurtulduğu için “şimdiye kadar düşündüklerini tebliğ et ve rahatla” manası vardır. إقرأ (“ikra”) daki okuma bizim bildiğimiz manadaki okuma değildir. Peygamber Efendimiz (sav) ilk vahyin indiği dönemde çok sıkılıyor, daralıyor ama ne yapacağını bilemiyor. O sıkıntılardan kurtulması için ona “oku” emri geliyor. Bazı alimlere göre bu kitap Allah’ın kitaplarının semeresini kendinde topladığı için, hatta bütün ilimlerin semeresini kendinde topladığı için bu şekilde adlandırılmıştır.

 

وَالْمُطَلَّقَاتُ يَتَرَبَّصْنَ بِاَنْفُسِهِنَّ ثَلٰثَةَ قُرُٓوءٍۜ


وَ  atıf harfidir. الْمُطَلَّقَاتُ  mübtedadır. يَتَرَبَّصْنَ  fiili, (نَ) nûnu’n-nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni muzari fiildir. (نَ) Nûnu’n-nisve fail olup mahallen merfûdur. بِاَنْفُسِ car mecruru  يَتَرَبَّصْنَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِنَّ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. ثَلٰثَةَ  zaman zarfı olup fetha ile mansubtur. يَتَرَبَّصْنَ  fiiline müteallıktır. قُرُٓوءٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

وَالْمُطَلَّقَاتُ يَتَرَبَّصْنَ [Boşanmış kadınlar] derken, cinsel ilişkide bulunulmuş âdet gören kadınları kastediyor. Şayet; ‘’Lafız geneli gerektiriyor iken, boşanmış kadınlarla özelin kastedilmesi nasıl caiz olmuştur?’’ dersen, şöyle derim: Aksine, söz konusu lafız “cins” anlamını içermede mutlak / kayıtsız olup, bu cinsin bütününü de bir kısmını da ifade etmeye uygundur. Dolayısıyla bu lafız -müşterek isimlerde olduğu gibi- kendisi için elverişli olanlardan sadece biri hakkında gelmiş olmaktadır. (Keşşâf) 


 وَلَا يَحِلُّ لَهُنَّ اَنْ يَكْتُمْنَ مَا خَلَقَ اللّٰهُ ف۪ٓي اَرْحَامِهِنَّ اِنْ كُنَّ يُؤْمِنَّ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ 


و  atıf harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَحِلُّ  merfû muzari fiildir. لَهُنَّ  car mecruru  يَحِلُّ  fiiline müteallıktır. اَنْ  ve masdar-ı müevvel, fail olarak mahallen merfûdur. Müşterek ism-i mevsûl  مَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  خَلَقَ اللّٰهُ ’dur.  خَلَقَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. ف۪ٓي اَرْحَامِ  car mecruru  خَلَقَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِنَّ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezmeder. كُنَّ  şart fiilidir. Mahallen meczumdur. كُنَّ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne gelir ve ismini ref haberini nasb eder. كُنَّ  fiili (نَ) nûnu’n- nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni mazi fiildir.  كَانَ’nin ismi nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur. يُؤْمِنَّ  fiili  كُنَّ ’nin haberi olarak mahallen mansubtur. بِاللّٰهِ  car mecruru  يُؤْمِنَّ  fiiline müteallıktır. الْيَوْمِ الْاٰخِرِ  atıf harfi  وَ ’la lafza-i celâle matuftur. الْاٰخِرِ  kelimesi  الْيَوْمِ ’nin sıfatıdır. Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri;  إن كن يؤمن فلا يفعلن (Eğer müminler ise yapmasınlar) şeklindedir.

  

وَبُعُولَتُهُنَّ اَحَقُّ بِرَدِّهِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ اِنْ اَرَادُٓوا اِصْلَاحاًۜ


وَ  atıf harfidir. بُعُولَتُ  mübtedadır. Muttasıl zamir  هُنَّ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَحَقُّ  haberdir. İsm-i tafdil kalıbındandır. بِرَدِّ  car mecruru  اَحَقُّ ’ya müteallıktır. Muttasıl zamir  هِنَّ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. ف۪ي ذٰلِكَ  car mecruru  اَحَقُّ ’ya müteallıktır. ذا  işaret ismi sükun üzere mebni mahallen mecrur, ismi mecrurdur. ل  harfi buûd yani uzaklık bildiren harf, ك  ise muhatap zamiridir.

 اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezmeder. اَرَادُٓوا  şart fiilidir. Damme üzere mebni mazi fiil olup mahallen meczumdur. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اِصْلَاحًا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri; إن أراد بعولتهنّ إصلاحا فهم أحقّ بردّهنّ (Eğer kocaları ıslah isterse geri dönülmeye daha çok hak sahibidir) şeklindedir.

 

وَلَهُنَّ مِثْلُ الَّذ۪ي عَلَيْهِنَّ بِالْمَعْرُوفِۖ وَلِلرِّجَالِ عَلَيْهِنَّ دَرَجَةٌۜ 


وَ  atıf harfidir. لَهُنَّ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. مِثْلُ  muahhar mübtedadır. Müfret has ism-i mevsûl olan  الَّذ۪ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası mahzuftur. عَلَيْهِنَّ car mecruru ism-i mevsûlun mahzuf sılasına müteallıktır. Takdiri; الذي يوجد عليهن (O ki onların üzerinde...) şeklindedir. بِالْمَعْرُوفِ  car mecruru  مِثْلُ ’nun mahzuf sıfatına müteallıktır.

وَ  atıf harfidir. لِلرِّجَالِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. عَلَيْهِنَّ  car mecruru  دَرَجَةٌ  kelimesinin mahzuf haline müteallıktır. دَرَجَةٌ  muahhar mübtedadır. 

 

وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ۟


İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. اللّٰهُ  lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. عَز۪يزٌ haberdir. حَك۪يمٌ۟  ise ikinci haberdir.  


 

وَالْمُطَلَّقَاتُ يَتَرَبَّصْنَ بِاَنْفُسِهِنَّ ثَلٰثَةَ قُرُٓوءٍۜ 


وَ  atıftır. Ayetin ilk cümlesi makabline matuftur. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidai kelamdır. 

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi, hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayın daha iyi anlaşılmasını sağlar.

Haberî formda gelen cümle emir manasında olduğu için muktezâ-i zâhirin hilafına durum oluşmuştur. Bu nedenle cümle mecaz-ı mürsel mürekkeptir.

قُرُٓوءٍۜ  kelimesinin الحيض ve الطهر  anlamlarına gelmesi müfessirler tarafından istihdam olarak değerlendirilmiştir. İstihdam iki anlamı olan bir kelimeyi söz içinde iki anlama da gelecek şekilde kullanmaktır. (Kur’ân-I Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Hasan Uçar Doktora Tezi)

Burada boşanmış kadınlar hakkındaki hüküm emir şeklinde değil, muzari fiille haber cümlesi şeklinde gelmiştir.

[Boşanan kadınlar beklerler] Bu, emir manası ifade eden bir haber cümlesidir. Aslı; (boşanan hanımlar beklesin)  ليتربصن المطلقات  takdirindedir. Zemahşerî şöyle der: "Haber sıygası ile emretmek, emri vurgular ve emredilen şeyin hemen yapılması gerektiğini anlatır. Bu cümlede, boşanan kadınlar sanki hemen bekleme emrine uymuşlar da Yüce Allah onların bu durumunu haber veriyormuş gibi bir mana vardır. Cümlenin isim cümlesi olması da manayı daha fazla kuvvetlendirmekte­dir. (Safvetü't Tefâsir)

ثَلٰثَةَ قُرُٓوءٍۜ  [Üç ay hali ( hayız veya temizlik müddeti)…] ifadesinde  قُرُٓوءٍۜ  kelimesi  قُرء kelimesinin çoğuludur. Bize göre hayız, Şâfiî’ye göre temizlik yani hayızlı olmama halidir. Dilciler bu lafzın her ikisi için de kullanıldığında icma etmişlerdir. Dinde her iki kullanım da bulunmaktadır. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr) 

Şayet: “Neden temyiz اقرء  ْşeklinde azlık bildiren çoğul değil de, çokluk bildiren çoğul sıygası üzere geldi?” dersen, şöyle derim: Araplar bu konuda geniş davranıp, bu iki çoğul çeşidinden her birini, çoğullukta ortak olmaları sebebiyle diğerinin yerine kullanmaktadır. بِاَنْفُسِهِنَّ  kelimesine dikkat edersen, o pek çok nefislerden başka bir şey değildir. Muhtemelen  قُرُٓوءٍۜ  sıygası  اقرء  sıygasından daha çok kullanılmakta olup, kullanımı az olanı mühmel [terkedilmiş] konumuna indirmek için ona tercih edilmiştir. (Keşşâf)

 

وَلَا يَحِلُّ لَهُنَّ اَنْ يَكْتُمْنَ مَا خَلَقَ اللّٰهُ ف۪ٓي اَرْحَامِهِنَّ


Cümle  وَ ‘la وَالْمُطَلَّقَاتُ يَتَرَبَّصْنَ  cümlesine atfedilmiştir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel olan ... يَكْتُمْنَ  cümlesi ise müsbet muzari fiil sıygasında ibtida-i kelam olup, ref mahallinde  لَا يَحِلُّ  fiilinin failidir. 

خَلَقَ  müşterek ismi mevsulün sılasıdır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan bu cümlede müsnedün ileyhin lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve kalplerde korku uyandırmak içindir. Ayrıca cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu için  اللّٰهُ isminde tecrîd sanatı vardır.

اَرْحَامِ  kelimesi  رحَمِ  kelimesinin çoğuludur. Müfessirler bunun hayız ve hamilelik olduğunu söylemişlerdir.


اِنْ كُنَّ يُؤْمِنَّ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ


Fasılla gelen cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi, كان ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. كان ’nin  haberinin muzari fiil formunda gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder.

Ayette lafza-i celâlin ikinci kez zikri, kalplerde haşyet uyandırmak amacına matuftur. 

Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Bu, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Şart ve cevaptan oluşan bu terkip, itiraz cümlesi olarak ıtnâb babındandır.

Allah’a imandan sonra ahirete imanın zikri hususun umuma atfı kabilinden ıtnâbtır.

اِنْ كُنَّ يُؤْمِنَّ بِاللّٰهِ  [Allah'a inanıyorlarsa] sözünden maksat, konunun sadece Allah'a imanla mukayyed olduğunu ifade etmek değildir. Nefisle­rine korku, heyecan ve dehşet salmak içindir. (Safvetü't Tefâsir)

Allah’a ve kıyamete inanmak insanı Allah’ın emirlerine uymaya sevk eder. Allah onlara bu işi gizlemelerini haram kılmıştır. Bu durumda açıklamak farz haline gelmiştir. Açıklamaları farz olunca da kocaların onların sözlerini kabul etmeleri vacip olur. Kadına bu konuda güvenilir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr) 

[Allah’a ve ‘son gün’e iman ediyorlarsa.] Bu ifade kadınların bu ‘rahimdekini gizleme’ fiilinin büyük bir vebal addedilmesi, Allah’a ve O’nun cezalandırmasına iman eden kimsenin bu tür büyük günahlara cüret edemeyeceği anlamına gelmektedir. (Keşşâf)


  وَبُعُولَتُهُنَّ اَحَقُّ بِرَدِّهِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ اِنْ اَرَادُٓوا اِصْلَاحاًۜ


Cümle  وَ ‘la وَالْمُطَلَّقَاتُ يَتَرَبَّصْنَ  cümlesine atfedilmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan bu isim cümlesinde ism-i tafdil kalıbındaki  اَحَقُّ  haberdir ve  بِرَدِّهِنَّ ’nin müteallakıdır. ف۪ي ذٰلِكَ ‘nin müteallakı ise mahzuf haldir. 

Erkeğin eşine dönmesi durumuna işaret eden  ذٰلِكَ ‘de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse, aklî olan hissî olana benzetilmiş olduğundan istiare oluşur. Câmi’, her ikisindeki vucudun tahakkukudur.

Fasılla gelen müsbet fiil cümlesi  اِنْ اَرَادُٓوا اِصْلَاحًاۜ , şart üslubunda haberî isnaddır.

بِرَدِّهِنَّ - اَرَادُٓوا  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Cümlede  îcâz-ı hazif sanatı vardır. Öncesinin delaletiyle hazfedilen cevabın takdiri فبعولتهن أحق بردهن  [onların kocaları dönme konusunda daha fazla hak sahibidir.] 

Şayet: “Kadınların da bir dönüş hakları varmış gibi kocalar dönmeye daha layık kılınmışlardır?” dersen, şöyle derim:  Adam kadının dönmesini istediği halde kadın bundan kaçınırsa, adamın sözünün kadının sözüne tercih edilmesi gerekir. Böylece adam [bu konuda] kadından daha çok hak sahibi olmuştur; yoksa bu, kadının dönme hakkı bulunduğu anlamına gelmez. Dönme sayesinde kendileriyle o kadınların arasını “bulup, barışmak” ve o kadınlara iyilik etmek ister ve onlara zarar vermek istemezlerse…” (Keşşâf)


  وَلَهُنَّ مِثْلُ الَّذ۪ي عَلَيْهِنَّ بِالْمَعْرُوفِۖ وَلِلرِّجَالِ عَلَيْهِنَّ دَرَجَةٌۜ


Atıfla gelen isim cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. لَهُنَّ  mahzuf mukaddem habere muteallıktır. Muahhar mübteda  مِثْلُ , has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ‘ye muzâf olmuştur. 

Müsnedin izafetle gelerek az sözle çok anlam ifade etmesi îcaz yollarından biridir.

İrabdan mahalli olmayan sıla cümlesinde îcâz-ı hazif  vardır. عَلَيْهِنَّ mahzuf mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.

Müteakip cümle  وَ ’la makabline tezayüf nedeniyle atfedilmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. لِلرِّجَالِ  mahzuf mukaddem habere muteallıktır. Muahhar mübteda olan  دَرَجَةٌ ‘ün tenvinli gelişi nev ifade eder.

لَهُنَّ - عَلَيْهِنَّ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab vardır.

وَلَهُنَّ مِثْلُ الَّذ۪ي عَلَيْهِنَّ  Bu cümlede, beyan ilmini bilenlere kapalı kal­mayacak derecede eşsiz bir îcaz sanatı vardır. Zira  مِثْلُ  lafzından sonra ge­len karine ile öncekinden, önce gelen karineyle de sonrakinden hazifler yapılmıştır. Takdiri şöyledir: Erkeklerin onlar üzerindeki hakları gibi, onların da erkekler üzerinde hakları vardır. (Safvetü't Tefâsir)

[Erkeklerin kadınlar üzerinde] gözetilmesi gereken [hakları olduğu gibi, kadınların da onlar üzerinde] gözetilmesi gereken [meşru] yani şer‘an ve insanların genel adetleri itibariyle [yani örfen] yadırganmayacak [hakları vardır.] Dolayısıyla, sakın kadınlar kendi hakları olmayan şeyi kocalarına; kocalar da kendi hakları olmayan şeyi o kadınlara yüklemesinler ve eşlerden hiçbiri hayat arkadaşına sert davranmasın! Buradaki karşılıklı denklikten maksat, yapılacak işin cinsi itibariyle değil, işin güzel olmasını gerektirecek türden bir denkliğin gerekliliğidir. Şu halde kadın adamın elbisesini yıkadığı veya ona ekmek pişirdiği vakit, adamın da bunun gibi yapması gerekmez; ama örneğin, odun hazırlamak gibi erkeklere yaraşır şekilde o fiile mukabil bir şeyler yapar. [Ancak erkeklerin onların üzerinde] hak ve fazilet noktasında [bir dereceleri] yani fazlalıkları [vardır.] Denilmiştir ki, erkeğin nail olduğu ne tür lezzet varsa kadın da o lezzete nail olur. Erkeğin üstünlüğü kadını görüp gözetmesi ve onun görülecek iş ve ihtiyaçları için harcama yapmasıdır. (Keşşâf)


وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ۟


Müstenefe cümlesidir. Lafza-i celâl mübteda, عَز۪يزٌ haber,  حَك۪يمٌ۟  ikinci haberdir. İsme isnad olan bu haber cümlesi sübut ifade eder. Cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet hissettirme kastına matuftur.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı, tekrarında ise reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Allah'ın  عَز۪يزٌ ve  حَك۪يمٌ۟  sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu  sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

عَز۪يزٌ - حَك۪يمٌ۟ kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf  sanatıdır.

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekit için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

عَز۪يزٌ kelimesi çok ihtiyaç duyulur, zor ulaşılır, alternatifi yoktur şeklinde tarif edilmiştir. (İmam Gazali).