وَالْوَالِدَاتُ يُرْضِعْنَ اَوْلَادَهُنَّ حَوْلَيْنِ كَامِلَيْنِ لِمَنْ اَرَادَ اَنْ يُـتِمَّ الرَّضَاعَةَۜ وَعَلَى الْمَوْلُودِ لَهُ رِزْقُهُنَّ وَكِسْوَتُهُنَّ بِالْمَعْرُوفِۜ لَا تُكَلَّفُ نَفْسٌ اِلَّا وُسْعَهَاۚ لَا تُضَٓارَّ وَالِدَةٌ بِوَلَدِهَا وَلَا مَوْلُودٌ لَهُ بِوَلَدِه۪ وَعَلَى الْوَارِثِ مِثْلُ ذٰلِكَۚ فَاِنْ اَرَادَا فِصَالاً عَنْ تَرَاضٍ مِنْهُمَا وَتَشَاوُرٍ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَاۜ وَاِنْ اَرَدْتُمْ اَنْ تَسْتَرْضِعُٓوا اَوْلَادَكُمْ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ اِذَا سَلَّمْتُمْ مَٓا اٰتَيْتُمْ بِالْمَعْرُوفِۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَالْوَالِدَاتُ | ve anneler |
|
2 | يُرْضِعْنَ | emzirirler |
|
3 | أَوْلَادَهُنَّ | çocuklarını |
|
4 | حَوْلَيْنِ | iki yıl |
|
5 | كَامِلَيْنِ | tam |
|
6 | لِمَنْ | kimse için |
|
7 | أَرَادَ | isteyen |
|
8 | أَنْ |
|
|
9 | يُتِمَّ | tamamlamak |
|
10 | الرَّضَاعَةَ | emzirmeyi |
|
11 | وَعَلَى | üzerinedir |
|
12 | الْمَوْلُودِ | babanın |
|
13 | لَهُ | (çocuk kendisine ait olan) |
|
14 | رِزْقُهُنَّ | onların yiyecekleri |
|
15 | وَكِسْوَتُهُنَّ | ve giyecekleri |
|
16 | بِالْمَعْرُوفِ | uygun biçimde |
|
17 | لَا |
|
|
18 | تُكَلَّفُ | yükümlü tutulmaz |
|
19 | نَفْسٌ | hiç kimse |
|
20 | إِلَّا | başka |
|
21 | وُسْعَهَا | gücünün yettiğinden |
|
22 | لَا |
|
|
23 | تُضَارَّ | zarara sokulmasın |
|
24 | وَالِدَةٌ | (ne) anne |
|
25 | بِوَلَدِهَا | çocuğu yüzünden |
|
26 | وَلَا | ve (ne de) |
|
27 | مَوْلُودٌ | baba |
|
28 | لَهُ | (çocuğun aidolduğu) |
|
29 | بِوَلَدِهِ | çocuğu yüzünden |
|
30 | وَعَلَى | ve üzerinde |
|
31 | الْوَارِثِ | mirasçının |
|
32 | مِثْلُ | aynı (yükümlülük var)dır |
|
33 | ذَٰلِكَ | bunun |
|
34 | فَإِنْ | eğer |
|
35 | أَرَادَا | isterlerse |
|
36 | فِصَالًا | sütten kesmek |
|
37 | عَنْ |
|
|
38 | تَرَاضٍ | rızalarıyla |
|
39 | مِنْهُمَا | kendi aralarında |
|
40 | وَتَشَاوُرٍ | ve danışarak |
|
41 | فَلَا | yoktur |
|
42 | جُنَاحَ | günah |
|
43 | عَلَيْهِمَا | kendilerine |
|
44 | وَإِنْ | eğer |
|
45 | أَرَدْتُمْ | isterseniz |
|
46 | أَنْ |
|
|
47 | تَسْتَرْضِعُوا | (sütannesi tutup) emzirtmek |
|
48 | أَوْلَادَكُمْ | çocuklarınızı |
|
49 | فَلَا | yine yoktur |
|
50 | جُنَاحَ | bir günah |
|
51 | عَلَيْكُمْ | üzerinize |
|
52 | إِذَا | sonra |
|
53 | سَلَّمْتُمْ | verdikten |
|
54 | مَا | şeyi (ücreti) |
|
55 | اتَيْتُمْ | verdiğiniz |
|
56 | بِالْمَعْرُوفِ | güzelce |
|
57 | وَاتَّقُوا | ve korkun |
|
58 | اللَّهَ | Allah’tan |
|
59 | وَاعْلَمُوا | ve bilin ki |
|
60 | أَنَّ | şüphesiz |
|
61 | اللَّهَ | Allah |
|
62 | بِمَا | her şeyi |
|
63 | تَعْمَلُونَ | yaptığınız |
|
64 | بَصِيرٌ | görmektedir |
|
Fisâlen (فصالا) kelimesinin kökü fasl olup aralarında boşluk oluşuncaya kadar iki şeyden birini diğerinden uzaklaştırmaktır (fasıl, fasıla, tafsilat, mufassal, mafsal, Faysal). Kur’ân’da kullanılan yevmul fasl (Saffat/21), hakkın batıldan ayrılacağı ve insanlar arasında hükmün verileceği gündür. Faysal, hak ile batılı birbirinden ayıran demektir. Fisal de çocukla sütün arasını kesmektir.
وَالْوَالِدَاتُ يُرْضِعْنَ اَوْلَادَهُنَّ حَوْلَيْنِ كَامِلَيْنِ لِمَنْ اَرَادَ اَنْ يُـتِمَّ الرَّضَاعَةَۜ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. İstînâfiyye olması da caizdir. الْوَالِدَاتُ mübtedadır. يُرْضِعْنَ fiili haber olarak mahallen merfûdur. (نَ) Nûnu’n-nisve fail olarak mahallen merfûdur. اَوْلَادَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُنَّ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. حَوْلَيْنِ , zaman zarfı yani mef’ûlün fihtir. Müsenna olduğu için ى ile mansubtur. كَامِلَيْنِ kelimesi حَوْلَيْنِ’nin sıfatıdır. مَنْ müşterek ism-i mevsûlu, لِ harf-i ceriyle birlikte mahzuf mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. Takdiri; ذلك الحكم لمن (Bu hüküm o kişi içindir ki...) şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası اَرَادَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. اَنْ ve masdar-ı müevvel, اَرَادَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur. الرَّضَاعَةَ ise يُتِمَّ fiilinin mef’ûludur.
يُرْضِعْنَ [Emzirirler] ifadesi kendisiyle emir kastedilmiş muzari bir fiildir. “Emzirsinler” demektir. یَتَرَبَّصۡنَ [Beklesinler] Bakara/234 ayetindeki gibidir. Geniş zaman anlamında kullanılmış olması da caizdir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
اَوْلَادَهُنَّ [Çocuklarını] ; evlad, erkek veya kız çocuğu anlamına gelen وَلَدَ kelimesinin çoğuludur. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
حَوْلَيْنِ [İki sene] kelimesi حَوْلٍ kelimesinin tesniyesidir. حَوَلاَنً ve تَحَوُّلَ kökünden gelir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
كَامِلَيْنِ [Tam] ; tam iki sene demektir. كَامِلَيْنِ ismi zarf olduğu için mansubdur. حَوْلٍ kelimesinin çoğulu اَحْوَالِ ’dir. Ayetin anlamı şöyledir: Boşanmış anneler çocuklarını emzirmeye babaların tutacağı yabancı süt annelerden daha fazla hak sahibidirler. Çünkü onlar çocuklarına karşı daha yumuşak davranırlar, şefkatlidirler. Çocukları da onlara daha alışkındırlar. يُرْضِعْنَ [Emzirirler] ifadesi hakikaten gelecek zaman manasında anlaşılması halinde bunun meşru olduğunu ifade eden bir bildirim olur. Eğer emir şeklinde anlaşılırsa bu işin farz değil de mendup veya müstehap olduğunu anlatır. Çünkü bu onların hakkıdır, görevleri değildir. Babalarından başkasıyla evlenene kadar çocukları emzirme hakkı onlara aittir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
وَعَلَى الْمَوْلُودِ لَهُ رِزْقُهُنَّ وَكِسْوَتُهُنَّ بِالْمَعْرُوفِۜ لَا تُكَلَّفُ نَفْسٌ اِلَّا وُسْعَهَاۚ
وَ atıf harfidir. عَلَى الْمَوْلُودِ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. لَهُ car mecruru الْمَوْلُودِ ’nin naib-i fali olarak ref mahallindedir. رِزْقُهُنَّ muahhar mübtedadır. Muttasıl zamir هُنَّ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. كِسْوَتُهُنَّ atıf harfi وَ ’la رِزْقُهُنَّ ’e matuftur. بِالْمَعْرُوفِ car mecruru mahzuf hale müteallıktır. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تُكَلَّفُ meçhul mebni muzari fiildir. نَفْسٌ naib-i faildir. اِلَّا hasr edatıdır. وُسْعَهَا ikinci mef’ûlun bihtir.
ا تُضَٓارَّ وَالِدَةٌ بِوَلَدِهَا وَلَا مَوْلُودٌ لَهُ بِوَلَدِه۪ وَعَلَى الْوَارِثِ مِثْلُ ذٰلِكَۚ
لَا nefy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تُضَٓارَّ meczum muzari fiildir. وَالِدَةٌ naib-i faildir. بِوَلَدِ car mecruru تُضَٓارَّ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. وَ atıf harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. مَوْلُودٌ mahzuf fiilin naib-i failidir. Takdiri; يضار (zarara uğratılır) şeklindedir. لَهُ car mecruru مَوْلُودٌ ’e müteallıktır. بِوَلَدِ car mecruru mahzuf fiile müteallıktır. Takdiri; يضار (zarara uğratılır) şeklindedir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. وَ atıf harfidir. عَلَى الْوَارِثِ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. مِثْلُ muahhar mübtedadır. ذا işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, muzâfun ileyhtir. ل harfi buûd, yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
فَاِنْ اَرَادَا فِصَالاً عَنْ تَرَاضٍ مِنْهُمَا وَتَشَاوُرٍ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَاۜ
فَ istînâfiyyedir. اِنْ iki muzariyi cezm eden şart harfidir. اَرَادَا şart fiilidir. Fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. فِصَالًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. عَنْ تَرَاضٍ car mecruru فِصَالًا ’in mahzuf sıfatına müteallıktır. Takdiri; فصالا صادرا عن تراض (razı olarak meydana gelen ayrılıkla) şeklindedir. مِنْهُمَا car mecruru تَرَاضٍ ’ın mahzuf sıfatına müteallıktır. تَشَاوُرٍ atıf harfi وَ ’la تَرَاضٍ ’e matuftur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. لَا cinsini nefyeden olumsuzluk harfidir. جُنَاحَ kelimesi لَا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir. Haberi mahzuftur. عَلَيْهِمَا car mecruru لَا ’nın mahzuf haberine müteallıktır.
تَسْتَرْضِعُٓوا اَوْلَادَكُمْ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ اِذَا سَلَّمْتُمْ مَٓا اٰتَيْتُمْ بِالْمَعْرُوفِۜ
وَ istînâfiyyedir. اِنْ iki muzariyi cezm eden şart harfidir. اَرَدْتُمْ şart fiilidir. Sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. اَنْ ve masdar-ı müevvel, اَرَدْتُمْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur. تَسْتَرْضِعُٓوا fiili نَ harfinin hazfiyle mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اَوْلَادَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. لَا cinsini nefyeden olumsuzluk harfidir. جُنَاحَ kelimesi لَا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir. Haberi mahzuftur. عَلَيْكُمْ car mecruru لَا ’nın mahzuf haberine müteallıktır.
إِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır.
إِذَا şart harfi vuku bulma ihtimali kesin olan durumlar için gelir. سَلَّمْتُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. Müşterek ism-i mevsûl مَٓا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası اٰتَيْتُمْ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur. بِالْمَعْرُوفِ car mecruru سَلَّمْتُمْ fiilinin falinin mahzuf haline müteallıktır.
تَسْتَرْضِعُٓوا fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil, istif’âl babındadır. Sülâsîsi رضع ’dir. Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikad gibi anlamları katar.
وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ
وَ istînâfiyyedir. اتَّقُوا fiili نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اللّٰهَ lafza-i celâli mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. وَ atıf harfidir. اعْلَمُٓوا fiili نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel, اعْلَمُٓوا fiilinin iki mef’ûlu yerinde olup mahallen mansubtur. اَنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اَنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubtur. مَا müşterek ism-i mevsûl, بِ harf-i ceriyle بَص۪يرٌ ’e müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası تَعْمَلُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. بَص۪يرٌ ise اَنَّ ‘nin haberidir.وَالْوَالِدَاتُ يُرْضِعْنَ اَوْلَادَهُنَّ حَوْلَيْنِ كَامِلَيْنِ لِمَنْ اَرَادَ اَنْ يُـتِمَّ الرَّضَاعَةَۜ
وَ istînafiyye veya atıftır. Ayetin ilk cümlesi olan müsned, fiil cümlesi formunda gelmiş isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ... لِمَنْ اَرَادَ cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûll مَنْ , takdiri ذلك olan mahzuf mübtadanın, mahzuf haberine müteallıktır.
Müsbet fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan sıla cümlesinde masdar-ı müevvel, اَرَادَ fiilinin mef’ûlüdür
يُرْضِعْنَ - الرَّضَاعَةَۜ ve الْوَالِدَاتُ - اَوْلَادَهُنَّ kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَالْوَالِدَاتُ - يُرْضِعْنَ - اَوْلَادَهُنَّ - الرَّضَاعَةَۜ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayette, bu hüküm ifade edilirken الْوَالِدَاتُ [valideler] ve اَوْلَادَ [çocuklar] kelimelerinin kullanılması, anaların çocuklarına olan şefkatlerini göstermek içindir. (Ebüssuûd, Âşûr)
الْوَالِدَاتُ lafzındaki ال , umum ifade eder. (Âşûr)
يُرْضِعْنَ [Emzirirler] ifadesi hakikaten gelecek zaman manasında anlaşılması halinde bunun meşru olduğunu ifade eden bir bildirim olur. Eğer emir şeklinde anlaşılırsa bu işin farz değil de mendup veya müstehap olduğunu anlatır. Çünkü bu onların hakkıdır, yoksa görevleri değildir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
Burada özellikle anaların ve onlarla müşterek olarak babaların çocuklarına karşı yükümlülüklerine ilişkin hükümlerin beyanına başlanmaktadır. Emzirme emrinin ihbar üslubunda gelmesi (emzirmelidirler, yerine emzirirler, denmesi), bu emrin önemini daha kuvvetli bir şekilde ifade etmek içindir. Ayetteki emir, mendûbiyet (dinen tavsiyeye şayan güzellik) ifade eder. Ancak, çocuğun annesinden başkasının memesini kabul etmemesi, yahut süt anne bulunmaması, yahut babanın süt anne ücretini vermekten aciz olması hallerinde emir mecburiyet ifade eder..(Ebüssuûd)
[Anneler çocuklarını emzirirler] emri mübalağa için haber tarzında verilmiştir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveyni, Min Ğarîbi’l Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, Soru: 1490). Emzirsinler demektir. Manası nedb veya vücubdur. Bu da çocuk annesinden başkasını emmediği veya süt annesi olmadığı ya da babanın ücretle emzirtmekten aciz olduğu takdirdedir. الْوَالِدَاتُ (anneler) lafzı geneldir; boşanmışları da başkalarını da içine alır. Şöyle de denilmiştir: Boşanmış annelerdir, zira söz onlar hakkındadır. [tam iki yıl] sözünün ‘tam’ sıfatı ile tekit edilmesi, bu konuda gevşek davranıldığı içindir. لِمَنْ اَرَادَ اَنْ يُتِمَّ الرَّضَاعَةَۜ [Emzirmeyi tamamlamak isteyen] ifadesi hükmün muhatabını göstermektedir. Ya da; يُرْضِعْنَ 'ye müteallıktır, çünkü baba nafaka ile olduğu gibi emzirtme ile mükelleftir, anne de onun adına emzirir. Bu da emzirme süresinin en uzun iki yıl olduğunu, iki yıldan sonra buna itibar edilmeyeceğini ve eksiltmesinin de caiz olduğunu gösterir. (Beyzâvî, Fahreddin er-Râzî, Âşûr)
Tam iki yıl vasfı, emir ve hakiki manada değil, emzirmeyi tamamlamak isteyenleri teşvik içindir. (Âdil Ahmet Sâbir er Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, Soru: 1492)
حَوْلَيْنِ كَامِلَيْنِ [tam iki yıl] şeklinde tekitli ifadenin kullanılması, bu iki yılın gerçek bir takdir olduğunu, halk arasındaki müsamahaya binaen takribi (yaklaşık) bir takdir olmadığını bildirmek içindir. (Ebüssuûd, Fahreddin er-Râzî, Âşûr)
حَوْلَ , sene demektir. Değişim manasındaki ‘hal’ kelimesi bu kökten gelir. Saçma manasında kullanılan ‘muhal’ kelimesi çabuk değiştiği için anlaşılması zor demektir. حَوْلَ sanki gelişimle ilgili ve sadece bu ayetlerde geçmiş bir kelimedir. حاَول ; çalışmak yani kendisini geliştirmeye, değiştirmeye çalışmak demektir.
Bu kelime Kur'an'da sadece bu ayette ve 240. ayette vefat eden erkeğin eşiyle alakalı olmak üzere iki yerde kullanılmıştır.
Sene manasında iki kelime daha vardır. عام; ürün açısından çok verimli geçen yıl için kullanılmıştır. سنة kelimesi ise daha umumidir.
الْوَالِدَاتُ يُرْضِعْنَ cümlesinde emri uygulamaya teşvikte mübalağa ifade etmek için, daha önce geçen الْمُطَلَّقَاتُ يَتَرَبَّصْنَ (Boşanmış kadınlar beklerler) (Bakara/228) ayetinde olduğu gibi emir, muzari sıygasıyla gelmiştir. (Safvetü't Tefâsir)
Haberî isnad, asıl geliş sebebinden çıkıp da bu ayette olduğu gibi başka manalar ifade ettiği zaman hakiki mana ifade etmemiş olur. Bir kelamda hakiki mana murad edilmediği zaman mecaz olur. Bu manalar; haberin lazımı olduğu için, lüzumiyet alakası ile mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Mecaz-ı mürsel mürekkeb, haber cümlesinde olduğu gibi inşâ cümlesinde de olur.
Faide-i haber veya lazım-ı faide-i haber için gelmeyen cümle, yani muktezâ-i zâhirin hilafına gelen haberî isnad mecaz-ı mürsel mürekkeb diye isimlendirilir ve alakası da lüzumiyet olur. Takrir (kabul ettirmek) veya taaccub (şaşmak) için gelen olumlu veya olumsuz istifham, tacîz (aciz bırakmak) veya irşad (doğruyu göstermek) gibi bir amaçla gelen emir gibi inşâ cümleleri de bu sınıfa girer.
وَعَلَى الْمَوْلُودِ لَهُ رِزْقُهُنَّ وَكِسْوَتُهُنَّ بِالْمَعْرُوفِۜ
İstînâfa matuf, faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. عَلَى الْمَوْلُودِ , mahzuf mukaddem habere müteallıktır. رِزْقُهُنَّ muahhar mübtedadır.
رِزْقُهُنَّ ifadesinden sonra كِسْوَتُهُنَّ ‘nin zikri, hususun umuma atfı babında ıtnâbtır. Babanın yükümlülüğünün رِزْقُهُنَّ ve كِسْوَتُهُنَّ olarak açıklanması takdim sanatıdır.
رِزْقُهُنَّ - كِسْوَتُهُنَّ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
[Çocuk sahibinin üzerinedir] yani çocuk kendi adına doğanın üzerinedir, çünkü çocuk onun adına doğar ve ona nispet edilir. İbarenin değiştirilip isim cümlesi haline getirilmesi emzirmeyi gerektiren manaya ve emzirme ücretinin babanın üzerine olduğuna işaret etmek içindir. (Beyzâvî)
Baba için وَالِدَ denmemiş, daha dolaylı bir anlatım tercih edilmiştir. Bunun sebebi babada merhamet uyandırmaktır.
Ayette والد (baba) kelimesi yerine له مولود (çocuk/bebek kendisine ait olan baba) ifadesi tercih edilerek bir hukuki metinde dört harfli doğrudan anlatım yerine yedi harfli dolaylı anlatım tercih edilerek çocuğun velayetinin ve bakım sorumluluğunun babaya ait olduğu gerçeği ek bir hüküm olarak vurgulanmış olmaktadır. Ayetin asıl odak noktası ise babaların çocuklarını emzirenlerin bakımını üstlenmek zorunda oldukları hükmüdür. (Keşşâf Tefsirinde Belâgat Uygulamaları / İsmail Bayer )
[Anneler çocuklarını, emzirmeyi tamamlatmak isteyen baba için, tam iki sene emzirirler. Anaların yiyecek ve giyeceğini uygun bir şekilde sağlamak çocuk kendisinin olan babaya borçtur] ayetinde de annelerin bakım ve nafakasının tespiti temel konu iken çocuğun nesebinin babaya ait olduğu zımnen ifade edilmiştir. (Kur’ân-I Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Hasan Uçar Doktora Tezi)
بِالْمَعْرُوفِۜ [Örfe uygun şekilde] ifadesinin tefsiri akabinde gelmektedir ki, o da ana babadan her birinin gücü dahilinde olmayan şeyle sorumlu tutulmamaları ve zarara uğratılmamalarıdır. (Keşşâf)
ا تُكَلَّفُ نَفْسٌ اِلَّا وُسْعَهَاۚ
Tefsiriyye veya ta’liliye olan cümle fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelam olan cümle kasrla tekid edilmiştir. Nefy harfi ve hasr edatıyla oluşan kasr, naib-i fail ve mef’ûl arasındadır. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır. Naib-i fail olan نَفْسٌ maksûr (mevsuf), mef’ûl olan وُسْعَهَاۚ maksûrun aleyhdir (sıfat). Her nefis sadece ve sadece, gücünün yettiğiyle mükelleftir.
Nefy ve istisna şeklindeki kasrlar, muhatabın kabul etmediği veya kuşku duyduğu konularda tercih edilir.
تُكَلَّفُ fiili mef’ûle dikkat çekmek için meçhul bina edilmiştir.
وُسْعَهَاۚ ; kapasite, واۚسعَ; geniş demektir.
Bu lafızda istiare vardır. (Âşûr)
لَا تُضَٓارَّ وَالِدَةٌ بِوَلَدِهَا وَلَا مَوْلُودٌ لَهُ بِوَلَدِه۪ وَعَلَى الْوَارِثِ مِثْلُ ذٰلِكَۚ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle için hal cümlesi olduğu da söylenmiştir. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nehiy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. بِوَلَدِه۪ ve بِوَلَدِهَا kelimelerindeki بِ harfi sebebiyyedir. Âşûr, ilsak için olduğunu söylemiştir.
...عَلَى الْوَارِثِ cümlesi على المولود له رزقهنّ cümlesine matuftur. عَلَى الْوَارِثِ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. مِثْلُ ذٰلِكَۚ muahhar mübtedadır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.
Buradaki الْوَارِثِ lafzındaki ال, muzâftan ivazdır. (Âşûr)
وَالِدَةٌ - وَلَدِهَا - مَوْلُودٌ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
لَا تُضَٓارَّ وَالِدَةٌ بِوَلَدِهَا cümlesiyle وَلَا مَوْلُودٌ لَهُ بِوَلَدِه۪ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
بِوَلَدِهَا - بِوَلَدِه۪ izafetleri şefkati teşvik amacıyla gelmiştir. Çünkü her biri diğerine çocukları sebebiyle zarar verebilir. Ana babanın şefkatini harekete geçirmek için izafet yapılmıştır. Kadın ya da erkek eşine zarar vermek istediği zaman o eş, çocuğa izafe edilerek zikredilince çocuğu sebebiyle merhamet duyabilir ve zarar vermekten vazgeçebilir. İzafetin gelmesi için buna benzer birçok sebep olabilir. Bunlar siyaktan ve hal karînesinden anlaşılabilir.
‘’Herhangi bir anne, çocuğu bahane etmek suretiyle babaya zarar vermeye kalkışmasın!’’ demektir. Aynı şekilde baba da, anneye zarar verecek bir tutum izlemesin. Çocuğun her ikisine birden izafesi, iki tarafın da çocuk için şefkatli davranmalarından ileri gelir. Çünkü çocuk, ikisine de yabancı değildir. Ayrıca her iki taraf da çocuğun gelişmesinde ve yetişmesinde beraber olmaları konusunda uyarılmışlardır. Bu bakımdan bunların çocukları sebebiyle zarara uğramaları doğru olmadığı gibi, çocuğun bunlar sebebiyle zarar görmesi de doğru olamaz.
وَعَلَى الْوَارِثِ مِثْلُ ذٰلِكَۚ [Mirasçıya düşen de bunun aynıdır.] Yani babasının olmaması halinde çocuğun velisine düşen görev de, tıpkı babanın yükümlü bulunduklarının aynıdır. Bu mirasçılar yakınlarından biridir. Bunlar da kadının nafakasını, giyeceğini ve emzirme ücretini karşılamakla yükümlüdürler. (Ruhu’l-Beyan)
وَلَدِ [çocuk] kelimesinin وَلَدِهَا şeklinde ana babaya izafe edilmesi, onların şefkatlerini çocukları üzerine çekmek ve çocukları yararına fedakârlıklardan kaçınmamalarını sağlamak içindir. Bununla beraber ebeveyn, çocuk sebebiyle başkasına zarar vermemeli ve kendileri de çocuk yüzünden zarara uğratılmamalıdır.
Bu cümle, "Annelerin yiyecek ve giyeceklerini örfe uygun olarak sağlamak görevi çocuğun babasına aittir." cümlesi üzerine atıftır. Bu iki cümle arasındakiler ara cümle olup sebep veya açıklamadır. (Ebüssuûd)
فَاِنْ اَرَادَا فِصَالاً عَنْ تَرَاضٍ مِنْهُمَا وَتَشَاوُرٍ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَاۜ
فَ istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. اَرَادَا şart fiilidir. Şart cümlesi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi cinsini nefyeden لَا ‘nın dahil olduğu isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. عَلَيْهِمَاۜ car mecruru لَا ‘nın mahzuf haberine müteallıktır. Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
[Eğer (karı-koca) karşılıklı rıza ile] ikisinin kabullenmesinden sâdır olacak şekilde [çocuğu memeden kesmek isterlerse,] iki yılı artırsalar da eksiltseler de, bu hususta [ikisine de vebal yoktur.] Bu, emzirme süresini iki yılla sınırlamanın ardından gelen bir genişletmedir. Denildi ki, bu iki yılın nihaî sınırı hakkında olup, bu sınır aşılamaz. Her ikisinin karşılıklı anlaşması sadece sütten kesme ve danışma hususunda dikkate alınmıştır. Babaya zaten söz yoktur… Anneye gelince; çocuğu yetiştirmeye daha çok hak sahibidir ve çocuğun halini en iyi o bilir. فَاِنْ اَرَادَ [eğer baba isterse] şeklinde de okunmuştur. (Keşşâf)
Bu konuda ana babanın her ikisinin de muvafakat ve rızası şart koşulmuştur. Çünkü kadın tek başına yetkili kılınmış olsaydı, emzirmekten usandığı ahvalde vaktinden önce çocuğu memeden kesip ona zarar verebilirdi. Baba da tek başına yetkili kılınmış olsaydı, kadının ücretini vermekte cimrilik ederek bunu yapabilirdi. Bundan dolayı her ikisinin aralarında görüşerek, çocuğun gelişme ve sağlığının buna müsait olduğunu tespit ederek ve nihayet çocuğun memeden kesilebilecek duruma geldiğine ve hatta memeden kesilmesinin çocuğun yararına olacağına kanaat getirerek buna karar vermeleri şart kılınmıştır. İşte bütün bunlardan sonra ebeveynin, çocuğu memeden kesmelerinde ikisi içinde bir vebal yoktur. Bu konuda ana ve babanın yanlış bir kararda ittifak etmeleri ise pek az vuku bulur. (Ebüssuûd)
وَاِنْ اَرَدْتُمْ اَنْ تَسْتَرْضِعُٓوا اَوْلَادَكُمْ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ اِذَا سَلَّمْتُمْ مَٓا اٰتَيْتُمْ بِالْمَعْرُوفِۜ
وَ atıf, اِنْ şartiyyedir. Cümle aynı üsluptaki makabline matuftur. Şart üslubunda haberî isnaddır. اَرَدْتُمْ şart fiilidir. اِنْ ve ...تَسْتَرْضِعُٓوا cümlesi masdar teviliyle اَرَدْتُمْ fiilinin mef’ûlü yerindedir. Şart cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ karînesiyle gelen cevap cümlesi, cinsini nefyeden لَا ‘nın dahil olduğu isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
لَا ,عَلَيْكُمْ ’nın mahzuf haberine müteallıktır. Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip faide-i haber ibtidaî kelamdır.
[Çocuklarınızı [(sütanne tutup) emzirtmek istediğiniz takdirde…] Ey babalar, eğer isterseniz bunu yapabilirsiniz. Bunun baba ve annelere ve emzirtmeye ihtiyaç duyan ve bunu arzulayan herkese birlikte hitap olması da mümkündür. اِسْتَرْضِع süt anneden bebeği emzirmesini istemektir. Çünkü استفعال babının س harfi talep ve istek bildirir. Bu durum, annenin veya babaların çocuğa süt temin etmekte âciz kalması halinde olur. Nitekim Hak Teâlâ başka bir ayette [Eğer anlaşamazsanız/zorluk çekerseniz çocuğu başka kadın emzirecektir.] (Talâk 65/6) buyurmuştur. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
اَنْ تَسْتَرْضِعُٓوا اَوْلَادَكُمْ [Çocuklarınıza süt emzirtmek isterseniz.] Burada hazif yoluyla i'câz vardır. Takdiri şöyledir: أن تسترضعوا المراد لاولادكم [ Çocuklarınıza emzirecek süt annesi tutmak isterseniz.] Burada aynı zamanda gaipten muhataba dönüş vardır. Zira bu cümle muhatap cümlesi olduğu halde önceki فَاِنْ اَرَادَا فِصَالًا cümlesi gaip sıygasıyla gelmiştir. Bu iltifat sanatının faydası ise çocuklara karşı babalarının duygularını tahrik etmektir. (Safvetü't Tefâsir, Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, Soru: 1495)
Yine size hiçbir vebal yoktur" cümlesinde de erkeklere has hitap zamiri kullanılmıştır. Bunlardan anlaşılıyor ki baba, çocuk için daha yararlı olduğu takdirde çocuğu bir süt anneye verebilir. (Ebüssuûd)
اِذَا سَلَّمْتُمْ مَٓا اٰتَيْتُمْ [verdiğiniz ücretlerini getirip teslim ettiğiniz takdirde..] ifadesi, bu konuda mendup olanı, en uygun ve tavsiyeye şayan olan şekli anlatır. Başka bir deyişle kadınların ücretlerini önceden teslim etmek, sıhhat ve cevaz şartı değildir. Ancak süt annelerin ücretleri peşin ve elden teslim edildiği takdirde çocuklarla ilgilenmeleri daha candan olur. (Ebüssuûd) Teslim etme (ödeme), emzirmenin caiz ve sahih olabilmesinin şartı değildir. Bu sadece en uygun olanı yapmaya bir teşviktir. Bundan murad şudur: Emziren süt anneye, gönlünün hoş olması ve böylece bunun da çocuğun durumunun daha iyi olmasına bir sebep ve çocuğun menfaatleri hususunda en ihtiyatlı yol olması için, ücret peşin verilmelidir. Sonra Cenab-ı Hak ayeti bir sakındırma ile bitirerek, "Allah'tan korkun ve bilin ki, şüphesiz Allah ne yaparsanız hakkıyla görendir" buyurmuştur.
وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ
وَ istînafiyye veya atıftır. Cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümlede müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz, haşyet uyandırma ve korkuyu artırma amacına matuftur.
Bu cümlede özellikle ism-i celilin kullanılması mehabeti artırmak içindir. Bu ilahî ifadede isyankâr kullar için apaçık bir tehdit de vardır. (Ebüssuûd)
وَ ile makabline atfedilen ...اعْلَمُٓوا cümlesi emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. Tekid ifade eden masdar harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu cümle, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede car mecrur, amilinin önüne geçmiştir. Bu takdim, tahsis ifade eder. Yani, ‘’O yaptıklarınızı görür. Görmediği hiçbir şey yoktur.’’ Bu cümle, mamulun amiline kasrını, başka bir deyişle de olumlu mananın yanında bir de olumsuz mana ifade eder.
Masdar tevilindeki cümle, اعْلَمُٓوا fiilinin iki mefulü yerindedir. Cümlede car mecrurun müteallakı olan اَنَّ ’nin haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mecrur mahaldeki mevsûlün sıla cümlesi تَعْمَلُونَ fiilidir. Mevsûlde tecrîd sanatı vardır.
Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle lafza-i celâllerde tecrîd sanatı vardır. Durumun ciddiyetini ve olayın önem derecesini göstermek için lafza-i celâl tekrar edilmiştir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اعْلَمُٓوا - تَعْمَلُونَ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Son cümle mesel tarikinde tezyîl cümlesidir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ [Ve bilin ki Allah, yaptıklarınızı görmektedir.] Dolayısıyla buna göre sizi ya cezalandırır veya mükâfat verir. Hiç kuşkusuz bu, Allah tarafından büyük bir azar ve tehdit ifadesidir. (Ruhu’l-Beyan)
Bu sözden maksat bu yapılanların karşılığını sevap ve ceza olarak vereceğini bildirmektir. Bu yüzden lazım melzum alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır.