Hac Sûresi 23. Ayet

اِنَّ اللّٰهَ يُدْخِلُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ يُحَلَّوْنَ ف۪يهَا مِنْ اَسَاوِرَ مِنْ ذَهَبٍ وَلُؤْلُؤً۬اۜ وَلِبَاسُهُمْ ف۪يهَا حَر۪يرٌ  ...

Şüphesiz Allah, iman edip salih ameller işleyenleri içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyacak, orada altından bileziklerle, incilerle süsleneceklerdir. Oradaki giysileri ise ipektir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 اللَّهَ Allah
3 يُدْخِلُ sokar د خ ل
4 الَّذِينَ kimseleri
5 امَنُوا inanan(ları) ا م ن
6 وَعَمِلُوا ve yapanları ع م ل
7 الصَّالِحَاتِ iyi işler ص ل ح
8 جَنَّاتٍ cennetlere ج ن ن
9 تَجْرِي akan ج ر ي
10 مِنْ
11 تَحْتِهَا altlarından ت ح ت
12 الْأَنْهَارُ ırmaklar ن ه ر
13 يُحَلَّوْنَ takınırlar ح ل ي
14 فِيهَا orada
15 مِنْ
16 أَسَاوِرَ bilezikler س و ر
17 مِنْ -dan
18 ذَهَبٍ altın- ذ ه ب
19 وَلُؤْلُؤًا ve inci(ler) ل ا ل ا
20 وَلِبَاسُهُمْ ve giysileri ل ب س
21 فِيهَا orada
22 حَرِيرٌ ipektir ح ر ر
 
Kur’an’ın birçok âyetinde olduğu gibi burada da, evrendeki zorunlu itaat yasaları uyarınca Allah’a boyun eğen varlıklara dikkat çekilmekte, insanların ise sınav ortamının icabı olarak hür iradeleriyle baş başa bırakılmaları neticesinde topyekün bir teslimiyet ve itaat içinde olmadıkları, dolayısıyla birçok insan Allah’a itaat edip kurtuluşa ererken nicelerinin de azabı hak etmiş olacağı uyarısı yapılmaktadır. Âyetlerde yer alan tasvirlerde açıkça görüldüğü üzere, dünyadakinden başka bir hayat tanımayıp inkârcılıkta direnen ve rableri hakkında çekişme içine girenlerin öteki dünyadaki âkıbetleri pek acı olacaktır. İman edip Allah’ın hoşnutluğuna uygun davranışlarda bulunanların mükâfatı ise dünyada en cazip görünen nimetlere eriştirilmekten ibaret değildir. Çünkü onlar her türlü övgüye lâyık olan Allah katında en itibarlı mevkiye, Allah’ın yoluna iletilmiş ve sözlerin en güzeline yöneltilmişlerdir ki bu da mutlulukların en büyüğüdür. 
 
Resûl-i Ekrem Efendimiz âhirette müslümanın süsünden söz ederken;

Riyazus Salihin, 1027 Nolu Hadis
Ebû Hureyre radıyallahu anh  şöyle dedi:
Ben dostum sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittim:
“Mü’minin  nuru ve beyazlığı, abdest suyunun ulaştığı yere kadar varır.”
(Müslim, Tahâret 40. Ayrıca bk. Nesâî, Tahâret 109)
 

اِنَّ اللّٰهَ يُدْخِلُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ 

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  اللّٰهَ  lafza-i celâli  اِنّ  nin ismi olup lafzen mansubdur.  يُدْخِلُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  cümlesi,  اِنَّ  ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

يُدْخِلُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو  ’dir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا  ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و  ’ı fail olup mahallen merfûdur.  عَمِلُوا  atıf harfi  وَ  la  اٰمَنُوا  ya matuftur. 

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عَمِلُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  الصَّالِحَاتِ  mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler fetha yerine kesra alırlar. 

جَنَّاتٍ  kelimesi amili  يُدْخِلُ  olan fiilin mef’ûlun bihi olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler fetha  yerine kesra alırlar.  تَجْر۪ي  fiili,  جَنَّاتٍ  ’in sıfatı olup mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

تَجْر۪ي  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.  مِنْ تَحْتِهَا  car mecruru  تَجْر۪ي  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  الْاَنْهَارُۜ  fail olup lafzen merfûdur.  

يُدْخِلُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  دخل  ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 

الصَّالِحَاتِ  kelimesi, sülâsî mücerredi  صلح  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


يُحَلَّوْنَ ف۪يهَا مِنْ اَسَاوِرَ مِنْ ذَهَبٍ وَلُؤْلُؤً۬اۜ وَلِبَاسُهُمْ ف۪يهَا حَر۪يرٌ

 

Fiil cümlesidir.  يُحَلَّوْنَ  merfû, meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و  ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.  ف۪يهَا  car mecruru  يُحَلَّوْنَ  fiiline müteallıktır. 

مِنْ اَسَاوِرَ  car mecruru mahzuf mef’ûlun sıfatına müteallıktır. Takdiri,  يحلّون حليا من أساور  (Bileziklerden bir süs takınırlar.) şeklindedir.  اَسَاوِرَ  kelimesi, gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مِنْ ذَهَبٍ  car mecruru  اَسَاوِرَ  ’nin mahzuf sıfatına müteallıktır. 

لُؤْلُؤً۬ا  atıf harfi  وَ  ’la mahzuf mef’ûlun bihe müteallıktır. 

وَ  atıf harfidir.  لِبَاسُ  mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

ف۪يهَا  car mecruru  حَر۪يرٌ  ’in mahzuf haline müteallıktır.  حَر۪يرٌ  haber olup lafzen merfûdur.

 

اِنَّ اللّٰهَ يُدْخِلُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ يُحَلَّوْنَ ف۪يهَا مِنْ اَسَاوِرَ مِنْ ذَهَبٍ وَلُؤْلُؤً۬اۜ

 

Allah Teâlâ, cehennem azabına düçar olanların halinden sonra bu ayette, cennet ehlinin halini bildirmektedir. Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.

Bu kelamın و ’la  فالَّذِينَ كَفَرُوا قُطِّعَتْ لَهم ثِيابٌ مِن نارٍ  [Hac Suresi, 19]  cümlesine matuf olması muktezâ-i zâhire uygun olurdu. Çünkü, özet olarak gelmiş  هَذانِ خَصْمانِ اخْتَصَمُوا في رَبِّهِمْ [Hac Suresi, 19]  sözlerinin detaylarıdır. Ama bu üsluptan vazgeçip mübtedanın tekid harfi ve tevcih bildiren ism-i celâlle müstakil olarak fasılla gelmesi, bu sözlere dikkat çekmek (istir'a) içindir. (Âşûr)

اِنَّ  ile tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi formunda geldiği için sübut, medh makamında olması sebebiyle de istimrar (devamlılık) ifade eder.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهُ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Burada elbise giymekten önce ziynetlerin takılmasından bahsedilmiştir. Ayrıca elbise giymekten bahsedilirken isim, ziynetlerden bahsedilirken fiil siygası gelmiştir. Bu da elbise giyinmenin sabit ve devamlılık gösterdiğine, ziynet takınmanın ise çeşitliğine farklı renkleriyle tekrarlandığına delalet içindir. Sıygaların umumiliği dolayısıyla burada ihtibak sanatı olduğu anlaşılır. Adeta şöyle buyurulmuştur:  يُحَلَّوْنَ بِها وحِلْيَتُهم مِن أساوِرَ مِن ذَهَبٍ ولِباسُهم فِيها حَرِيرٌ يَلْبَسُونَهُ  (Onları takarlar ve süsleri altından bilezikler ve giydikleri elbiseleri ipektir.) (Âşûr)

İhtibak bir belâğât terimi olarak; “İkinci cümlede benzeri zikredilen kelime veya ifadenin birinci cümleden, birinci cümlede benzeri zikredilenin de ikinci cümleden hazf edilmesi” şeklinde tanımlanır. Buna göre ihtibak, sözden düşürülmüş olan kelime veya ifadelerin, zikredilen kelime veya ifadeden hareketle tespit edilerek yerine konulmasıdır. (Suyûtî, İtkân, II, 831; Hacımüftüoğlu, İ’câz ve Belâğât Deyimleri, s. 82.)                                                                                                                                                                     

Cümlede müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve tazim duyguları uyandırmak içindir.

اِنَّ ’nin haberi olan …يُدْخِلُ الَّذ۪ينَ, müspet muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayetin başında tahkik kelimesinin (şüphe yok ki) zikredilmesi, müminlerin halinin kâfirlerin halinden son derece farklı olduğunu bildirmek, müminlerin durumuna fazla önem verildiğini izhar etmek ve kelamın içeriğinin tahkikine delalet içindir. (Ebüssuûd)

يُدْخِلُ  fiilinin mef’ûlü konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  اٰمَنُوا, müspet mazi fiil siygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üslupta gelerek sıla cümlesine atfedilen  وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ  cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Bahsi geçen kişilerin ism-i mevsûlle ifade edilmeleri, sonraki habere dikkat çekmenin yanıda, onlara tazim amacı taşır.

تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ  cümlesi,  جَنَّاتٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

يُدْخِلُ  filinin ikinci mef’ûlü olan  جَنَّاتٍ ’deki tenvin nev, kesret ve tazim ifade eder.

اِنَّ  ile tekid edilmiş bu haber cümlesi, 14. ayetteki cümlenin son kısmı hariç tekrarıdır. İki ayet arasında tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr cinas sanatları vardır. 

Kur’an-ı Kerim’de iyi işler anlamında sıklıkla kullanılan  الصَّالِحَاتِ  kelimesi, hem çoğul kalıpta hem de cins ifade eden  ال  takısı alarak, tüm iyilik alanlarını kapsarken, tekil-marife-cins kullanımda “tek bir iyilik” ihtimali söz konusu olabilir. Şu halde bu tarz farkındalıklar, ayetlerin anlaşılmasında geniş ve derin perspektifler sunar. (Zemahşerî, Keşşâf, I, 109) 

يُحَلَّوْنَ ف۪يهَا مِنْ اَسَاوِرَ مِنْ ذَهَبٍ وَلُؤْلُؤً۬ا  cümlesi,  الَّذ۪ينَ ’den haldir. Hal cümleleri, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Müspet muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

مِن أساوِرَ  sözündeki  مِن  harf-i ceri tekid için zaiddir. (Âşûr)

ذَهَبٍ  -  لُؤْلُؤً۬اۜ  -  اَسَاوِرَ  kelimelerdeki tenvin, nev, kesret ve tazim ifade eder.


 وَلِبَاسُهُمْ ف۪يهَا حَر۪يرٌ

 

Ayetin öncesine atfedilen son cümlesi, faide-i haber ibtidai kelamdır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde  ف۪يهَا, mübteda olan  لِبَاسُهُمْ ’un mahzuf haline müteallıktır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cennet ehlinin hallerinin ve nimetlerinin sıralandığı bu ayette taksim sanatı vardır.

ذَهَبٍ  -  لُؤْلُؤً۬اۜ  حَر۪يرٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

Ayetin وَلِبَاسُهُمْ ف۪يهَا حَر۪يرٌ  cümlesini müfessirimiz şu şekilde açıklar: “Allah Teâlâ’nın burada üslup değiştirmesi, ipeğin cennetliklerin normal giysileri olduğuna işaret etmesi ya da ayet sonlarının uyması (fasıla) içindir. (Beyzâvî, IV, 121)

Yani zahire göre ibarenin isim cümlesi değil de  وَيَلْبَسُون حَريراً  şeklinde fiil cümlesi olarak gelmesi uygun olurdu. Ancak fasılaların gözetilmesi için nazım ayetteki gibi gelmiştir. Zira fasılalar  حَد۪يدٍ  ,حَر۪يرٌ  ,حَر۪يقِ۟  şeklinde sıralanmaktadır. Eğer  يَلْبَسُونَ حَرِيرًا  denilseydi bu fasılanın sonunda yazıda ve vakıf halinde “elif” harfi bulunurdu. Bu da söz konusu ahengi bozardı. (Kâzerûnî, Hâşiyetu’t Tefsîri’l Beyzâvî IV, 121)