اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَيَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ وَالْمَسْجِدِ الْحَرَامِ الَّذ۪ي جَعَلْنَاهُ لِلنَّاسِ سَوَٓاءًۨ الْعَاكِفُ ف۪يهِ وَالْبَادِۜ وَمَنْ يُرِدْ ف۪يهِ بِـاِلْحَادٍ بِظُـلْمٍ نُذِقْهُ مِنْ عَذَابٍ اَل۪يمٍ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّ | şüphesiz |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | كَفَرُوا | inkar eden(ler) |
|
4 | وَيَصُدُّونَ | ve geri çevirenler |
|
5 | عَنْ | -ndan |
|
6 | سَبِيلِ | yolu- |
|
7 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
8 | وَالْمَسْجِدِ | ve Mescid-i (Haram’dan) |
|
9 | الْحَرَامِ | (ve Mescid-i) Haram’dan |
|
10 | الَّذِي |
|
|
11 | جَعَلْنَاهُ | yaptığımız |
|
12 | لِلنَّاسِ | bütün insanlar için |
|
13 | سَوَاءً | eşit (ibadet yeri) |
|
14 | الْعَاكِفُ | yerli olan |
|
15 | فِيهِ | orada |
|
16 | وَالْبَادِ | ve dışarıdan gelen |
|
17 | وَمَنْ | ve kim |
|
18 | يُرِدْ | isterse |
|
19 | فِيهِ | orada (böyle) |
|
20 | بِإِلْحَادٍ | haktan sapmak |
|
21 | بِظُلْمٍ | zulüm ile |
|
22 | نُذِقْهُ | ona taddırırız |
|
23 | مِنْ | -tan |
|
24 | عَذَابٍ | bir azab- |
|
25 | أَلِيمٍ | acı |
|
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَيَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ وَالْمَسْجِدِ الْحَرَامِ الَّذ۪ي جَعَلْنَاهُ لِلنَّاسِ سَوَٓاءًۨ الْعَاكِفُ ف۪يهِ وَالْبَادِۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl, اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا۟ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اِنَّ ’nin haberi mahzuftur. Takdiri; معذّبون أو خاسرون أو هالكون (Azap olunurlar, zarar ederler veya helak olurlar) şeklindedir.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
وَيَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ cümlesi atıf harfi وَ ’la sılaya matuftur.
يَصُدُّونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَنْ سَب۪يلِ car mecruru يَصُدُّونَ fiiline mütealliktir. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
الْمَسْجِدِ kelimesi atıf harfi وَ ’la سَب۪يلِ ’ye matuftur. الْحَرَامِ kelimesi الْمَسْجِدِ ’nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl, الْمَسْجِدِ ’nin ikinci sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası جَعَلْنَاهُ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
جَعَلْنَاهُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. لِلنَّاسِ car mecruru جَعَلْنَاهُ fiiline mütealliktir.
سَوَٓاءً hal olup fetha ile mansubdur. الْعَاكِفُ kelimesi masdar olan سَوَٓاءً ’nin faili olup lafzen merfûdur.
Masdar; bir iş, bir oluş, bir durum bildiren ve zamanla ilgili olmayan kelimelerdir. Masdarlar fiil gibi zamanla ilgili olmadığından isimdirler. Masdarın fiil gibi amel şartları şunlardır:
1.Tenvinli olmalıdır.
2. Harf-i tarifli (ال) olmalıdır.
3. Masdarın failine muzâf olmalıdır.
4. Masdarın mef’ûlüne muzâf olmalıdır.
Not: Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir.
Bu amel şartlarından birini taşıyan masdar kendisinden sonra fail veya mef’ûl alabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ف۪يهِ car mecruru الْعَاكِفُ ’ye mütealliktir.
الْبَادِ atıf harfi و ’la makabline matuftur. الْبَادِ kelimesi mahzuf ى üzere mukadder damme ile merfûdur.
الْعَاكِفُ kelimesi sülasi mücerredi عكف olan fiilin ism-i failidir.
الْبَادِ kelimesi sülasi mücerredi بدو olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَنْ يُرِدْ ف۪يهِ بِـاِلْحَادٍ بِظُـلْمٍ نُذِقْهُ مِنْ عَذَابٍ اَل۪يمٍ۟
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur. يُرِدْ ف۪يهِ بِـاِلْحَادٍ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. يُرِدْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
ف۪يهِ car mecruru يُرِدْ fiiline mütealliktir.
بِ zaiddir. اِلْحَادٍ lafzen mecrur, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بِظُـلْمٍ car mecruru اِلْحَادٍ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir.
فَ karinesi olmadan gelen نُذِقْهُ مِنْ عَذَابٍ اَل۪يمٍ۟ cümlesi şartın cevabıdır.
نُذِقْهُ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مِنْ عَذَابٍ car mecruru نُذِقْهُ fiiline mütealliktir. اَل۪يمٍ۟ kelimesi عَذَابٍ ’in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَل۪يمٍ۟ mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نُذِقْهُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi ذوق ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَيَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ وَالْمَسْجِدِ الْحَرَامِ الَّذ۪ي جَعَلْنَاهُ لِلنَّاسِ سَوَٓاءًۨ الْعَاكِفُ ف۪يهِ وَالْبَادِۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan الَّذ۪ينَ ’nin haberi mahzuftur. Takdiri; معذّبون أو خاسرون أو هالكون (Azap olunurlar, zarar ederler veya helak olurlar) şeklindedir.
اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. اِنَّ ’nin isminin ism-i mevsûlle gelmesi bahsedilen kişilerin bilinen bir grup olduğunu belirtmesi yanında bu kişilere tahkir ifade eder.
اِنَّ ’nin ismi olan ism-i mevsûlün sılası olan كَفَرُوا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَيَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ cümlesi sılaya وَ ile atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasındaki cümle hudûs, istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade eder.
سَب۪يلِ اللّٰهِ izafeti, lafza-i celâle muzâf olan سَب۪يلِ için tazim ve teşrif ifade eder. سَب۪يلِ اللّٰهِ ibaresinde istiare vardır. سَب۪يلِ kelimesi yol demektir. Allah’ın dini anlamında müsteardır. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir.
الْحَرَامِ kelimesi الْمَسْجِدِ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
الْحَرَامِ için ikinci sıfat konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ي ’nin sılası olan جَعَلْنَاهُ لِلنَّاسِ سَوَٓاءً cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Azamet zamirine isnad edilen fiil tazim ifade eder.
Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
سَوَٓاءً masdar kalıbında gelerek mübalağa ifade eden haldir. Hal, anlamı zenginleştiren tetmim ıtnâbı sanatıdır.
الَّذ۪ي ve الَّذ۪ينَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
سَوَٓاءً , mansub olarak Hafs kıraatidir. Diğerleri ise merfû okumuşlardır. Mansub okunması halinde îrab açısından, جَعَلْنَاهُ fiilinin ikinci mef‘ûlü olur. Takdiri; جَعَلْنَاهُ لِلنَّاسِ مسيِّوَٓيِّا الْعَاكِفُ ف۪يهِ وَالْبَادِ (Onu yerli, taşralı bütün insanların eşit olduğu bir yer kıldık) şeklindedir. Merfû okuyuşta ise cümle ikinci mef‘ûldür.
الْعَاكِفُ (Devamlı kalan) - الْبَادِ (Çölden gelen) arasında tıbâk vardır. Çünkü âkif, şehirde kalan, bâd ise çölden gelen demektir. (Safvetü’t Tefasir)
اللّٰهِ - جَعَلْنَاهُ kelimeleri arasında gaibden mütekellime geçişte güzel bir iltifat sanatı vardır.
Bu ayeti kerimede صُدُّوا şeklinde mazi olarak kullanılmasını gerektirmektedir. Ancak Ferrâ, fiilin muzari kullanımının, ifadeye, saptırmanın onların devamlı hali olduğu anlamını kattığını belirtir. Bu şekliyle ayet sanki saptırmanın inkâr edenlerin özelliklerinden biri olduğunu ifade etmektedir.
Ancak zahiren gerektiği gibi muzari fiil yerine mazi fiil kullanılsaydı, ifade aynı anlamı vermeyecek, inkâr edenlerin geçmişteki halini belirtiyor olacaktı. Bu anlamda يَصُدُّونَ fiilinin devamlılık anlamı taşıması maksadıyla muzari formda kullanılması, zahiren durumun gereğinin dışına çıkılmış görünse de aslında ifadenin muktezâ-i hâle mutabakatını sağlamıştır. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu Ve Haberin Muktezâ-i Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)
وَيَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ cümlesi, كَفَرُوا ’nun failinden haldir, اِنَّ 'nin haberi mahzuftur. Ayetin sonu da ona işaret etmektedir. سَوَٓاءً lafzı, mukaddem haberdir, cümle de جَعَلْنَاهُ ’nun ikinci mef'ûlüdür.
Cenab-ı Hak, geleceğe ait bir ifade olan وَيَصُدُّونَ عَنْ سَبٖيلِ اللّٰهِ ifadesini geçmiş zaman bir ifade olan كَفَرُوا 'ya nasıl atfedilmiştir dersen, Kendisinden ne hal ne de gelecek kastedilmeksizin, "her zaman ve her vakit, devamlı bir biçimde ihsanda bulunduğu" manası kastedilerek atfedilmiştir deriz. (Fahreddin er-Razi)
الْعَاكِفُ orada ikamet eden, orada her zaman bulunan demektir, الْبَادِۜ ise ortaya çıkan, görünen arızî olan demek olup, bu da orayı özleyen yabancılar anlamındadır. (Fahreddin er-Razi)
وَمَنْ يُرِدْ ف۪يهِ بِـاِلْحَادٍ بِظُـلْمٍ نُذِقْهُ مِنْ عَذَابٍ اَل۪يمٍ۟
وَمَنْ يُرِدْ ف۪يهِ بِـاِلْحَادٍ بِظُـلْمٍ cümlesi önceki cümlenin tezyîlidir. وَ istînâfiyyedir.
مَنْ يُرِدْ ف۪يهِ بِـاِلْحَادٍ cümlesi şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesi وَمَنْ يُرِدْ ف۪يهِ بِـاِلْحَادٍ بِظُـلْمٍ , sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
من , mübteda olarak merfû mahaldedir. يُرِدْ ف۪يهِ بِـاِلْحَادٍ cümlesi haberdir.
Şart isimleri, ism-i mevsûller gibi umum ifade eder. (Halidi, Vakafât, s. 112)
Müsnedin muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
ف karinesi olmadan gelen cevap cümlesi نُذِقْهُ مِنْ عَذَابٍ اَل۪يمٍ۟ , meczum muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
نُذِقْهُ fiilinin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder.
نُذِقْهُ مِنْ عَذَابٍ اَل۪يمٍ۟ ibaresinde istiare vardır. نُذِقْهُ (ona tattırırız) fiilinde istiare vardır.
عَذَابٍ اَل۪يمٍ۟ , istenmeme hoşa gitmeme hususunda acı bir yiyeceğe benzetilmiştir. Müşebbehün bih (müstear minh) hazf edilmiş ve kendisine onunla ilgili bir şey (lâzımı) olan “tattırırız” ifadesiyle işaret edilmiştir. Yani “tatmak” azabın tesirini idrak etmek anlamında müsteâr olarak kullanılmıştır.
بِظُـلْمٍ - بِـاِلْحَادٍ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
عَذَابٍ için sıfat olan اَل۪يمٍ۟ , mevsûfun bir özelliğini bildiren ıtnâb sanatıdır. Kelimedeki tenvin nev, kesret ve tazim ifade eder.
Ayet-i kerimede geçen بِـاِلْحَادٍ lafzının önündeki بِـ zaidedir. Ayrıca men-i şartıyye’nin cevabından اِنَّ ’nin haberi de anlaşılmaktadır. Yani نُذِقْهُ مِنْ عَذَابٍ اَل۪يمٍ۟ cümlesidir.
مِنْ عَذَابٍ اَل۪يمٍ۟ cümlesindeki مِنْ harf-i ceri teb'izıyyedir. لِلنَّاسِ ’den maksat kendilerine insan denilebilen herkestir; şehirli, bedevi, yerli, sonradan yerleşen, Mekkeli, Mekke’ye dışarıdan gelen arasında fark yoktur. (Keşşâf)
23 ve 25. Ayetler arasında mukabele, اٰمَنُوا - كَفَرُوا kelimeleri arasında tıbâk-ı îcâb sanatı vardır.
وَمَنْ يُرِدْ ف۪يهِ [Kim orada isterse] ibaresinde, genel olması için mef'ûl terk edilmiştir. بِـاِلْحَادٍ (doğrudan sapmakla) بِظُـلْمٍ (haksızlıkla), kelimeleri eş anlamlı hallerdir ya da ikincisi birinciden bedeldir, o zaman harf-i cer tekrar edilmiş ya da ona taalluk etmiş olur ki şirk ve günah irtikâp etmekle zulme saparak demek olur. نُذِقْهُ مِنْ عَذَابٍ اَل۪يمٍ۟ [Ona acıklı azaptan tattırırız] cümlesi, مَنْ ’in cevabıdır. (Beyzâvî)
اِلْحَادٍ , doğru yoldan dönmek demek olup bu kelimenin ilk anlamı, mezarcının mezarda yaptığı “lahd” e dayanır. Müfessirler “ilhad” hususunda şu izahları yapmışlardır: İlhad, şirk demektir, yani “Kim şirk koşmak için Allah’ın Haremine sığınırsa, Allah onu azaplandırır” demektir.
Allah Teâlâ’nın yasakladığı avı öldürmek demektir. İhramsız olarak ve ihramlıya helal olmayan şeyleri irtikâb ederek Mekke’ye (Harem’e) girmek demektir.
Atâ’ya göre bir kimsenin alışverişinde, “Hayır, vallahi... Evet, vallahi” demesidir.
Muhakkik alimlere göre “zulüm ile ilhad” ifadesi, bütün günahları içine alan genel bir sözdür. Çünkü büyük olsun, küçük olsun, her türlü günah, orada diğer yerlerde yapılanlardan daha büyük sayılır. (Fahreddin er-Razi)