Âl-i İmrân Sûresi 117. Ayet

مَثَلُ مَا يُنْفِقُونَ ف۪ي هٰذِهِ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا كَمَثَلِ ر۪يحٍ ف۪يهَا صِرٌّ اَصَابَتْ حَرْثَ قَوْمٍ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ فَاَهْلَكَتْهُۜ وَمَا ظَلَمَهُمُ اللّٰهُ وَلٰكِنْ اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ  ...

Onların bu dünya hayatında harcadıkları malların durumu, kendilerine zulmeden bir topluluğun ekinlerini vurup mahveden kavurucu ve soğuk bir rüzgârın durumu gibidir. Allah, onlara zulmetmedi. Fakat onlar kendi kendilerine zulmediyorlar.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مَثَلُ durumu م ث ل
2 مَا şeylerin (malların)
3 يُنْفِقُونَ harcadıkları ن ف ق
4 فِي
5 هَٰذِهِ bu
6 الْحَيَاةِ dünya ح ي ي
7 الدُّنْيَا hayatında د ن و
8 كَمَثَلِ benzer م ث ل
9 رِيحٍ bir rüzgara ر و ح
10 فِيهَا kendisine
11 صِرٌّ dondurucu ص ر ر
12 أَصَابَتْ vurup ص و ب
13 حَرْثَ ekinine ح ر ث
14 قَوْمٍ bir topluluğun ق و م
15 ظَلَمُوا zulmeden ظ ل م
16 أَنْفُسَهُمْ nefislerine ن ف س
17 فَأَهْلَكَتْهُ onu mahveden ه ل ك
18 وَمَا
19 ظَلَمَهُمُ onlara zulmetmedi ظ ل م
20 اللَّهُ Allah
21 وَلَٰكِنْ fakat
22 أَنْفُسَهُمْ onlar kendi kendilerine ن ف س
23 يَظْلِمُونَ zulmediyorlardı ظ ل م
 

Bu misalde ekin insan hayatını sembolize etmektedir. Çünkü insan hayatta iyi ve kötü işler yapar, âhirette de bunların karşılığını alır, yani dünyada ne ekerse âhirette onu biçer. Buna göre yüce Allah bu misalle şöyle bir ders vermektedir: Hava ekinlerin yetişmesi için yararlıdır. Ancak aşırı sıcak veya soğuk hava zararlı da olabilir hatta ekinleri yok edebilir. Bunun gibi sadaka verip yardım etmek de âhiretteki sevabın çoğalmasına yardımcı olabilir. Fakat bu sadaka inkârla zehirlenmişse o sevabı mahvedebilir de. 

<style="text-align:>Allah insanın ve onun etkinlikte bulunduğu alanların mutlak hâkimi olduğu gibi, sahip olduğu servetin de gerçek sahibidir. Eğer Allah’ın kulu, O’nun iradesinin üstünlüğünü kabul etmez veya O’nun nimetlerini kullanırken, O’nun kanunlarını çiğnerse suçlu duruma düşer, hatta bu harcamalarından dolayı cezalandırılır. (Mevdûdî, I, 253) (Kur’ân Yolu, Diyanet Tefsiri) </style="text-align:>
 

  Sarra صرّ :

  إصْرارٌ bir suça/günaha sıkıca kendini düğümleme, kendini sıkı sıkıya bağlama ve ondan kopmaktan imtina etme, sakınma, uzak durma veya kopmayı reddetme anlamındadır. Kelimenin aslı sıkıca bağlamak anlamına gelen صَرٌّ sözcüğünden gelir.

  Türkçede de kullanılan sürre صُرَّةٌ içine içine dirhemlerin düğümlendiği kesedir(para kesesi).

  إصْرارٌ kişinin kalben üzerine bağlandığı, azim ve kararlılık gösterdiği her türden arzudur. Son olarak صَرَّةٌ'e gelince bir kapta toplanmışçasına birbiriyle kenetlenmiş topluluktur. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de if'al babında fiil ve iki farklı isim formunda olmak üzere 6 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)   

  Türkçede kullanılan şekilleri ısrar ve sürre (alayı)dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

مَثَلُ مَا يُنْفِقُونَ ف۪ي هٰذِهِ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا كَمَثَلِ ر۪يحٍ ف۪يهَا صِرٌّ اَصَابَتْ حَرْثَ قَوْمٍ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ فَاَهْلَكَتْهُۜ


İsim cümlesidir.  مَثَلُ  mübtedadır. Müşterek ism-i mevsûl  مَا, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  يُنْفِقُونَ ’dir. İrabtan mahalli yoktur.

يُنْفِقُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  ف۪ي هٰذِهِ  car mecruru  يُنْفِقُونَ  fiiline müteallıktır.  الْحَيٰوةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  الدُّنْيَا  ise  الْحَيٰوةِ ’nin sıfatıdır.

كَمَثَلِ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.  ر۪يحٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

ف۪يهَا صِرٌّ  cümlesi  ر۪يحٍ  kelimesinin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.  ف۪يهَا  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  صِرٌّ  muahhar mübtedadır.

اَصَابَتْ حَرْثَ  cümlesi  ر۪يحٍ  kelimesinin ikinci sıfatı olarak mahallen mecrurdur.  اَصَابَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri  هى ’dir.   حَرْثَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  قَوْمٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ  cümlesi  قَوْمٍ  kelimesinin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. ظَلَمُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  اَنْفُسَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  atıf harfidir.  اَهْلَكَتْهُ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri  هى’dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

“Bu dünya hayatında onların harcadıkları şeylerin misali” cümlesindeki  ما  edatı, masdar edatı olabileceği gibi aidi hazf edilmiş bir ism-i mevsûl de olabilir. “Onların o harcadıklarının misali…” anlamındadır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an) 

  

 وَمَا ظَلَمَهُمُ اللّٰهُ وَلٰكِنْ اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ


Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir. Haliyye olması da caizdir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

ظَلَمَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

وَ  atıf harfidir.  لٰكِنْ  istidrak harfidir.  اَنْفُسَهُمْ  mukaddem mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

يَظْلِمُونَ  fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.   

وَمَا ظَلَمَهُمُ اللّٰهُ  [İşte bunlara haksızlık eden de Allah değil…] ifadesindeki zamir, münafıklara raci olup Allah onların harcamalarını kabul etmemek suretiyle onlara zulmetmedi, onlar kendi kendilerine zulmettiler, zira onu kabul edilecek şekilde yapmadılar, demektir. Veya ekin sahiplerine racidir ve mana; Allah onların ekinlerini helak etmek suretiyle onlara zulmetmedi. Aksine onlar cezayı hak edecekleri günahlar işleyerek kendi kendilerine zulmettiler demektir. (Keşşâf)

وَلٰكِنْ  kelimesi  لَكِنَّ  şeklinde şeddeli olarak da okunmuştur ki bu taktirde ibare; وَ لَكِنَّ اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَهَا هُمْ [Ancak kendilerine, bizzat kendileri zulmetmiştir.] şeklinde olur. Şeddesiz okunduğunda şan zamirini düşmüş kabul ederek  وَ لَكِنَّهُ اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ [Ancak durum şudur ki kendileri zulmetmişlerdir.] anlamının murad edilmesi caiz değildir; bu ancak şiir zaruretinde caiz olur. (Keşşâf)


 

مَثَلُ مَا يُنْفِقُونَ ف۪ي هٰذِهِ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا كَمَثَلِ ر۪يحٍ ف۪يهَا صِرٌّ اَصَابَتْ حَرْثَ قَوْمٍ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ فَاَهْلَكَتْهُۜ


Ayet fasılla gelmiş istînâfiyyedir. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyh az sözle çok anlam ifade etme yollarından biri olan izafetle marife olmuştur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Sılası …يُنْفِقُونَ ف۪ي هٰذِهِ  cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

ف۪ي هٰذِهِ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا  ibaresindeki ف۪ي  harfinde istiare vardır. ف۪ي  harfindeki zarfiyyet manası dolayısıyla hayat içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü hayat hakiki manada zarfiyyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

مَثَلُ  şeklindeki mübtedanın haberinin hazfi  îcâz-ı hazif sanatıdır.  كَمَثَلِ ر۪يحٍ  ifadesi mahzuf habere müteallıktır. 

Takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatlarının bulunduğu  ف۪يهَا صِرٌّ  cümlesi  ر۪يحٍ  için sıfattır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ  cümlesi  قَوْمٍ  için sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

فَ  ile  اَصَابَتْ  cümlesine atfedilen  فَاَهْلَكَتْهُۜ  müspet fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Burada kâfirlerin böbürlenmek ve riya için yaptıkları harcamaların tamamının boşa gittiği son derece çarpıcı ve canlı bir temsille anlatılmaktadır. Onların, Allah’ın rızasını aramaksızın insanlar arasında güzelce anılmaya ve övülmeye sebep olan şeyler uğrunda mallarını infak etmeleri, soğuk bir rüzgârın isabet etmesiyle yok olup giden ekine benzetilmektedir. Bu benzetmeyi Beyzâvî şu ifadelerle açıklar: “Allah Teâlâ’nın maksadı, kâfirlerin zayi olan harcamalarını şiddetli ve çok soğuk bir kasırganın vurduğu, kendileri için ne dünyada ne de ahirette hiçbir yarar bırakmadığı ekine benzetmektir. Bu teşbih bir mürekkeb teşbihtir. Bundan dolayı teşbih edatının  حَرْثَ  (ekin) kelimesinin başına değil de  ريح  (rüzgâr) kelimesinin başına getirilmesinde bir mahzur görülmemiştir. Ayrıca   كمثل مهلك ريح  (rüzgârın helak ettiği) şeklinde bir takdir de caizdir. Müfessirimiz son açıklamalarıyla bu teşbihte yer alan müşebbehün bihin, ayrışabilen basit bir yapıdan değil, aksine ‘kendilerine zulmeden bir topluluğun ekinlerini vurup mahveden kavurucu ve soğuk bir rüzgâr’ şeklinde birbirinden ayrışması mümkün olmayan kompleks bir yapıdan, bir tasavvurdan oluştuğu için teşbih edatının ilk bakışta müşebbehün bih gibi algılanan ‘ekin’ kelimesinin başında yer alma beklentisinin doğru olmadığına zira bu tür mürekkeb teşbihlerde müşebbehün bihin sadece teşbih edatının başında yer aldığı kelime değil, o benzetmede bulunan bütün cümlelerden anlaşılan, karma bir mana tablosu olduğuna dolayısıyla yapıya bütüncül bakmak gerektiğine dikkat çekmek istemiştir.” (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsirinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)

Nasıl ki don vuran tarla mahvoluyorsa infak eden kişinin de ahirete hiçbir hayrı kalmaz. Bunun sebebi de inkârıdır. Burada rüzgâr küfre, ekin de infaka benzetilmiştir. Temsilî teşbih vardır. Kâfirlerin iftihar veya şöhret, münafıkların da riya ve korku için yaptıkları harcamaların durumu dondurucu bir rüzgârın vurduğu ekine benzetilmiştir.

صِرٌّ, sesi ve soğuğu şiddetli olmak, diş gıcırdatmak demektir. صِرٌّ  kelimesinin türevi olan صرصر  hamam böceğidir.

مَثَلِ  [örnek] ve  كَ  [gibi] manası üst üste gelerek vurgu yapılmıştır.

Kâfirlerin hayırlarından fayda olmadığı söylenerek şer için yaptıklarının cezasının büyüklüğüne de tariz yapılmıştır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)

Onların infakları, helak olan ekine benzetilmektedir. O halde infakları kavurucu ve soğuk bir rüzgâra nasıl benzetilir denirse biz deriz ki: “Teşbih (benzetme)”, iki kısımdır:

1- İki cümlenin cüzleri arasında benzerlik bulunmasa bile iki cümlenin maksatları arasında bir benzerliğin bulunması; buna, teşbih-i mürekkeb adı verilir.

2- İki cümleden kastedilen şeyler ile iki cümlenin cüzleri arasında bir benzerliğin bulunması. (Fahreddin er-Râzî)

 

 وَمَا ظَلَمَهُمُ اللّٰهُ وَلٰكِنْ اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ


وَ  istînâfiyyedir. Hal  وَ ’ı olması da caizdir. Menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mef’ûl önemi gereği faile takdim edilmiştir.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi tazim ve ikaz içindir. 

Mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle ayetteki lafza-i celâllerde tecrîd sanatı vardır. 

Tezat sebebiyle makabline وَ’la atfedilen cümlede لٰكِنْ istidrak harfidir. لٰكِنْ  kendisinden sonra gelen cümleye, önceki cümlenin hükmüne muhalif bir hüküm kazandırır. Bu yüzden kendisinden önce sonradan gelecek cümleye muhalif veya mütenakız bir sözün geçmesi lazımdır. (İtkan, c. 2, s. 474)

Mef’ulün amiline takdim edilmiş olması takdim-tehir sanatıdır. Bu takdim onların kendi kendilerine zulmettiklerini vurgular.

“Fakat onlar kendilerine zulmediyorlar.” cümlesinde mef'ûlün takdimi fasılaya riayet içindir, tahsis için değildir. 

İnsan kendine zulmetmez fakat yaptığı zulmün sonucunda nefsine azap edilmesine yol açar. Bu nedenle sebebe isnaddır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)

وَمَا ظَلَمَهُمُ اللّٰهُ  cümlesiyle  وَلٰكِنْ اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

مَا ظَلَمَهُمُ  -  يَظْلِمُونَ  arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.

ظَلَمَهُمُ  kelimesinde irsâd vardır.  وَلٰكِنْ اَنْفُسَهُمْ’dan sonra ne geleceği anlaşılmaktadır.

ظَلَمُوا أنْفُسَهُمْ ifadesi temsile dahil olarak, temsili korkunç ve kötü bir hale getirir. Müşebbehün bihin bir cüzü değildir. (Âşûr)