يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَقَالُوا لِاِخْوَانِهِمْ اِذَا ضَرَبُوا فِي الْاَرْضِ اَوْ كَانُوا غُزًّى لَوْ كَانُوا عِنْدَنَا مَا مَاتُوا وَمَا قُتِلُواۚ لِيَجْعَلَ اللّٰهُ ذٰلِكَ حَسْرَةً ف۪ي قُلُوبِهِمْۜ وَاللّٰهُ يُحْـي۪ وَيُم۪يتُۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | امَنُوا | inananlar |
|
4 | لَا |
|
|
5 | تَكُونُوا | olmayın |
|
6 | كَالَّذِينَ | kimseler (gibi) |
|
7 | كَفَرُوا | inkar eden(ler) |
|
8 | وَقَالُوا | ve diyenler (gibi) |
|
9 | لِإِخْوَانِهِمْ | kardeşleri için |
|
10 | إِذَا | zaman |
|
11 | ضَرَبُوا | sefere çıktıkları |
|
12 | فِي |
|
|
13 | الْأَرْضِ | yeryüzünde |
|
14 | أَوْ | ya da |
|
15 | كَانُوا |
|
|
16 | غُزًّى | savaşa çıktıkları |
|
17 | لَوْ | eğer |
|
18 | كَانُوا | olsalardı |
|
19 | عِنْدَنَا | bizim yanımızda |
|
20 | مَا |
|
|
21 | مَاتُوا | ölmezlerdi |
|
22 | وَمَا |
|
|
23 | قُتِلُوا | ve öldürülmezlerdi |
|
24 | لِيَجْعَلَ | yapar |
|
25 | اللَّهُ | Allah |
|
26 | ذَٰلِكَ | bu (düşünce ve sözlerini) |
|
27 | حَسْرَةً | bir dert |
|
28 | فِي |
|
|
29 | قُلُوبِهِمْ | kalblerinde |
|
30 | وَاللَّهُ | Allahtır |
|
31 | يُحْيِي | yaşatan |
|
32 | وَيُمِيتُ | ve öldüren |
|
33 | وَاللَّهُ | Allah |
|
34 | بِمَا | şeyleri |
|
35 | تَعْمَلُونَ | yaptıklarınız |
|
36 | بَصِيرٌ | görmektedir |
|
Ğazeve غزو :
الْغَزْوُ düşmanla savaşa çıkmaktır. İsmi faili غازٍ şeklinde gelirken çoğulu غُزاةٌ ve غُزًى 'dir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de isim formunda 1 ayette geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri gaza, gazve ve gazidir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا
يَٓا nida harfidir. اَيُّ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir. الَّذ۪ينَ münadadan sıfat veya bedeldir. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur.
Nidanın cevabı لَا تَكُونُوا ’dır. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.
لَا تَكُونُوا fiili نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı كَانَ ’nin ismi olup mahallen merfûdur.
كَ harf-i cerdir. مثل (gibi) manasındadır.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا’dur. Îrabtan mahalli yoktur. كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
وَقَالُوا لِاِخْوَانِهِمْ اِذَا ضَرَبُوا فِي الْاَرْضِ اَوْ كَانُوا غُزًّى لَوْ كَانُوا عِنْدَنَا مَا مَاتُوا وَمَا قُتِلُواۚ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
لِاِخْوَانِهِمْ car mecruru قَالُوا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.
ضَرَبُوا fiili cer mahallinde muzâfun ileyhtir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
فِي الْاَرْضِ car mecruru ضَرَبُوا fiiline müteallıktır.
اَوْ atıf harfidir. كَانُوا damme üzere mebni nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و; muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur. غُزًّى kelimesi كَانُوا ’nun haberidir.
Mekulü’l-kavli, لَوْ كَانُوا عِنْدَنَا’dır. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
لَو gayrı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur. كَانُوا şart fiilidir. Nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و, muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur. عِنْدَ mekân zarfı, كَانُوا ’nün mahzuf haberine müteallıktır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Şartın cevabı مَا مَاتُوا’dur. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. مَاتُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مَا قُتِلُوا cümlesi atıf harfi وَ ’la مَا مَاتُوا’ya atfedilmiştir.
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. قُتِلُوا damme üzere mebni meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.
لِيَجْعَلَ اللّٰهُ ذٰلِكَ حَسْرَةً ف۪ي قُلُوبِهِمْۜ
لِ harfi, يَجْعَلَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harfi ile birlikte قَالُوا fiiline müteallıktır. يَجْعَلَ mansub muzari fiildir. اللّٰه lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
ذٰلِكَ işaret ismi, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. ل harfi buud yani uzaklık bildirir, ك ise muhatap zamiridir. حَسْرَةً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
ف۪ي قُلُوبِهِمْ car mecruru حَسْرَةً’in mahzuf sıfatına müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَاللّٰهُ يُحْـي۪ وَيُم۪يتُۜ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اللّٰه lafza-i celâli, mübteda olarak mahallen merfûdur. يُحْي۪ fiili haber olarak mahallen merfûdur. ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
وَ atıf harfidir. يُم۪يت merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. ٱللَّهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur.
مَا müşterek ism-i mevsûlu, بِ harf-i ceriyle birlikte بَصِیرٌ ’e müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası تَعْمَلُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. بَصِیرٌ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَقَالُوا لِاِخْوَانِهِمْ اِذَا ضَرَبُوا فِي الْاَرْضِ اَوْ كَانُوا غُزًّى لَوْ كَانُوا عِنْدَنَا مَا مَاتُوا وَمَا قُتِلُواۚ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nidanın cevabı olan ... لَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ cümlesi nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Münada olan has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’de tevcih sanatı vardır. İman edenlerin ism-i mevsûlle ifade edilmesi sonraki konuya dikkatleri çekmek içindir. Sılası ءَامَنُوا۟ şeklinde mazi fiil sıygasında faidei-i haber ibtidai kelamdır.
İkinci ism-i mevsûlün sılası كَفَرُوا da aynı üslupta gelmiştir. İki mevsûl arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
İsm-i mevsûller muhakkak herkesin bildiği bir grup varsa kullanılır. Burada bu iman edenler ve küfredenler Peygamber Efendimiz ve sahabe tarafından bilinen insanlardı. Böyle bir grup yoksa ism-i mevsûl gelmez. İsm-i mevsûllerde tevcih sanatı vardır.
İnfak edileceklerin; kazandıklarınızın temizleri ve yeryüzünden sizin için çıkardıklarımız şeklinde ayrıntılanması taksim sanatıdır.
[Ey iman edenler, küfür edenler gibi olmayın.] sözünde teşbih sanatı vardır. Müminler ümitsiz olmak, moral bozmak gibi konularda kafirlere benzetilmişlerdir.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا şeklindeki nida üslubu Kur’an-ı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Bu üslup tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi, söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan konu için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’ânî, s. 43)
Bazı salihler Allah Teâlâ’nın, ايَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا [Ey iman edenler] sözünü işitince sanki Allah’ın nidasını işitmiş gibi لبيك وسعديك (Emret Allah'ım, emrine amadeyim.) der. Böyle söylemek Kur’an'ın edebidir.
Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا hitabıyle Kur’an’ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Muhataplara “Ey mü'minler!” diye seslenilmesi onlara, bu iman sahibinin Allah'ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Safvetu't Tefasir)
Bu ayette muhataptan gaibe dönüldüğü için iltifat sanatı vardır. Bize “dikkatli olun!” uyarısı yapar.
وَقَالُوا لِاِخْوَانِهِمْ اِذَا ضَرَبُوا فِي الْاَرْضِ cümlesi sıla cümlesine matuftur. Faide-i haber ibtidai kelam olan müspet fiil cümlesidir. أو كانوا غزى cümlesi, zaman zarfı اِذَا’nın muzâfun ileyhi olan ضَرَبُوا فِي الْاَرْضِ cümlesine matuftur. Her iki cümle de müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
الضَّرْبُ في الأرْضِ sefer demektir. الضَّرْبُ yürümek manasında da kullanılır. Çünkü bu kelimenin asıl manası bir cismi başka bir cismin üzerine koymak ve vurmaktır. Yürümek de ayakla yere vurmaktır. Dolayısıyla hem Allah Teâlâ hem de insanlar bu kelimeyi ticaret için ve Allah’ın fazlından aramak için kullanmıştır. Burada olduğu gibi mutlak olarak sefer, yani yolculuk için de gazve için de kullanılmıştır. (Âşûr)
ضَرَبُوا فِي الْاَرْضِ sözünde istiare vardır. Çünkü burada الضرب uzağa gitmeyi, yeryüzünde uzak mesafeye gitmeyi ifade eder. Bu durum geceleyin karada kör gidişi gibi gidenin ve denizde yüzen kimsenin hareketine benzetilmiştir. Çünkü o, derin suyu yarmak ve geçmek için [el kol ve bacaklarını] suya çarpar (darb). (Şerif er-Râdî, Kur’an Mecazları)
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan لَوْ كَانُوا عِنْدَنَا مَا مَاتُوا وَمَا قُتِلُو, şart üslubunda gelmiş haber cümlesidir. كَانُوا عِنْدَنَا şart cümlesi, مَا مَاتُوا cevap cümlesidir. Şart ve cevaptan oluşan terkip, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı formda gelmiş مَا قُتِلُو cümlesi tezayüf sebebiyle makabline وَ ’la atfedilmiştir.
مَاتُوا - قُتِلُو kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Bu ayet, imanın lisan ile ikrardan ibaret olmadığına delalet eder. Eğer böyle olsaydı, münafık da mümin sayılırdı. Şayet o mümin olsaydı, Allah onu kâfir diye adlandırmazdı. (Fahreddin er-Râzî)
قَالُوا “dediler” fiilinin manası ayette يَقُولُون “derler, diyorlar…” şeklindedir. Buna göre sanki, “... inkâr edenler ve o kardeşleri hakkında şöyle şöyle... diyenler gibi olmayın...” denilmiştir. Burada şu iki faydadan dolayı muzari manası, mazi fiille ifade edilmiştir.
1- Gelecek zamanda olması zaruri olan bir şey, bazen “oldu, oluyor” diye ifade edilir.
2- Cenab-ı Hakk gelecek olanı mazi sıygası ile bildirince bundan maksat, sözün onlardan sadır olduğunu haber vermek değildir. Aksine bundan maksat, şüpheyi yerleştirme hususunda onların gösterdikleri faaliyetlerin ne derece fazla olduğunu haber vermektir. (Fahreddin er-Râzî)
لِيَجْعَلَ اللّٰهُ ذٰلِكَ حَسْرَةً ف۪ي قُلُوبِهِمْۜ وَاللّٰهُ يُحْـي۪ وَيُم۪يتُۜ
Cümleye dâhil olan لِ, gizli أن ’le muzari fiili nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çevirmiştir.
Müteallakı olan fiilin hazfi, îcaz-ı hazif sanatıdır. Takdiri; قالوا ذلك واعتقدوه (Böyle dediler ve buna inandılar.) olabilir.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan masdar cümlesinde müsnedün ileyhin lafza-i celâlle gelmesi, muhatapları ikaz ve kalplere korku salmak amacına matuftur.
Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olmasına rağmen lafza-i celâlin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Sübut ifade eden isim cümlesi وَاللّٰهُ يُحْي۪ وَيُم۪يتُۜ, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mübtedanın lafza-i celâlle gelmesi ikazı ve korkuyu artırmak içindir. Allah isminde tecrîd sanatı vardır.
Müsnedin muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hudûs, teceddüt ve hükmü takviye ifade eder. Muzari fiildeki tecessüm özelliğiyle, muhatabın muhayyilesi harekete geçirilir ve konuyu daha iyi kavraması sağlanır.
ف۪ي قُلُوبِهِمْ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare vardır. Bilindiği gibi ف۪ي harfinde zarfiye manası vardır. Kalp, içi olan bir nesneye benzetilmiştir. Câmi’ her ikisindeki mutlak irtibattır.
Bu durumda fiili Allah’a isnat etmenin anlamı nedir? dersen, şöyle derim: Bu bozuk itikada sahip olmaları sebebiyle Cenab-ı Hakk Teâlâ, gönüllerine o gamı ve iç yangınını koymakta; kalplerini daraltmaktadır. İşbu itikat onların fiili; bunun üzerine ortaya çıkan gam, iç yangını ve kalp daralması ise Allah’ın fiilidir. Tıpkı [… göğsünü de göğe çıkıyormuşçasına daraltır, sıkar. (Enam Suresi, 125)] ayetinde olduğu gibi. Ayrıca bu, yasağın delalet ettiği şeye işaret de olabilir. Yani onlar gibi olmayın ki Allah, onlar gibi olmamanızı bunların gönüllerinde bir iç yangınına çevirsin. Çünkü söyledikleri ve itikat ettikleri hususlarda onlardan ayrışmak, onların zıttına gitmek, onları üzen ve öfkelendiren şeylerdendir. (Keşşâf)
لِيَجْعَلَ اللّٰهُ ذٰلِكَ الْكَلَامَ حَسْرَةً buyruğunun başındaki لِ harfi, nehyin delalet ettiği şeye taalluk etmektedir. Bunun takdiri, “Siz onlar gibi olmayınız, ta ki: Sizin kendileri gibi olmayışınızı Allah onların kalplerinde bir pişmanlık ve nedamet pınarı kılsın.” şeklinde olur. Çünkü söyledikleri ve inandıkları şeylerde onlara muhalefet edip onlara zıt davranmak onları gayza sevk eden şeylerdendir. (Fahreddin er-Râzî)
وَاللّٰهُ يُحْي۪ وَيُم۪يتُۜ sözünden maksat, münafıkların ortaya attıkları o şüpheye cevap vermek değildir. Aksine Allah, müminleri münafıkların sözüne benzer bir söz söylemekten nehyedince Allah’ın nuru ve furkanı ile Allah’a ve Allah dostlarına itaat edenlerin kalplerini dirilteceğini, münafıklar gibi Allah düşmanlarının kalplerini de öldüreceğini murad ederek “Allah hem diriltir hem öldürür.” buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)
“Kalplerinde bir pişmanlık” ibaresinde tecessüm ve istiare vardır.
وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ
Ayetin son cümlesi istînâfiyyedir. Lafza-i celal mübteda, بَص۪يرٌ haberidir.
Müsnedün ileyhin zamir makamı olduğu halde bütün esma-i hüsnayı ve celâl sıfatları bünyesinde toplayan Allah ismiyle marife oluşu, kalplere korku salmak ve itaate teşvik içindir.
Cümle faide-i haber talebî kelamdır. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı ve ayette üç kez tekrarlanmasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Cümlede car mecrur بِمَا تَعْمَلُونَ, amili olan بَص۪يرٌ’un önüne geçmiştir. Bu takdim, tahsis ifade eder. Yani “O yaptıklarınızı görür. Görmediği hiçbir şey yoktur.” Bu cümle, mamulun amiline kasrını, başka bir deyişle de olumlu mananın yanında bir de olumsuz mana ifade eder.
Müşterek ism-i mevsûl مَا ’da tevcih sanatı vardır. Sıla cümlesi تَعۡمَلُونَ, müspet fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
وَٱللَّهُ بِمَا تَعۡمَلُونَ بَص۪يرٌ sözü, lafzen sarih olarak Allah’ın bütün yapılanları gördüğüne, bildiğine delalet eder. Ama maksat bu yapılanlara karşılık ahirette verilecek sevap ve cezayı hatırlatmaktır. Buna, lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel denir.
اٰمَنُوا - كَفَرُوا ve يُحْي۪ - يُم۪يتُۜ kelime grupları arasında arasında tıbâk-ı îcab, لَا تَكُونُوا - كَانُوا kelimeleri arasında ise iştikak cinası ve tıbâk-ı selb sanatları vardır.
Cümlenin başında o münafıkların küfrünün zikredilmesi, onların hallerinin müminlerin hallerinden tamamen farklı olduğunu sarahaten belirtmek, düşmanı taklit etmekten, onlara benzemekten nefret ettirmek içindir. (Ebüssuûd)
Allah onların yaptıklarını hakkıyla görür. Buna göre kâfirler için bu bir azap vaididir. Bu, kâfirlerin hem söyledikleri sözleri hem o sözlerin kaynağı olan inançlarını hem de onların sonuçları olan hareketlerini kapsar. İşte bundan dolayıdır ki سميعٌ değil, بَص۪يرٌ buyurulmuştur. (Fahreddin er-Râzî)
Burada da zamir makamında ism-i celilin zahir olarak zikredilmesi, mehabeti artırmak, kalplere Allah korkusunu sokmak, tehditte mübalağa ve azap vaidini ağırlaştırmak içindir. (Ebüssuûd)
Ayette sadece ilâhî mağfiret ve rahmetin hayırlı olduğunun zikri ile yetinilmesi, fakat bunların gerçekleşip gerçekleşmediğinin meskût bırakılması, buna ihtiyaç olmadığı içindir. Zira Allahu Teâlâ’nın umut verdikten sonra mahrum bırakması mümkün değildir.
Bundan önceki ayette, ölmenin daha fazla öldürülmenin ise daha az vaki olmasına binaen “ölmezler, öldürülmezlerdi” dendiği halde burada, bu sıranın tersine “öldürülür veya ölürseniz…” buyurulması, Allah yolunda öldürülmenin değerini belirtmek, ilâhî mağfiret ve rahmetin celbinde yerinin ziyadesiyle yüksek olduğunu bildirmek ve bu suretle Müslümanları cihada teşvik içindir. (Ebüssuûd)